www.cakal.net Forumları YabadabaDuuuee  

Geri Git   www.cakal.net Forumları YabadabaDuuuee > Kültür & Sanat > Genel Kültür

Genel Kültür Genel Kültür Başlığı,Genel Kültür Haberleri

CevaplaCevapla
 
Konu Seçenekleri Görünüm Şekli
Eski 04-21-2007, 11:47 AM   #11
ChallengeR
Daimi Üye
 
ChallengeR 'in Avatari
 
Kayit Tarihi: Mar 2006
Nerden: Naapcan Sapıh
Mesajlari: 411
Teşekkür Etme: 5
Teşekkür Edilme: 12
Teşekkür Aldığı Konusu: 8
Üye No: 10323
Rep Power: 1454
Rep Puanı : 645
Rep Derecesi : ChallengeR is a name known to allChallengeR is a name known to allChallengeR is a name known to allChallengeR is a name known to allChallengeR is a name known to allChallengeR is a name known to all
Cinsiyet : Erkek
Belirlenen

Balayı Adetinin Kökeni Balayı denilince evliliğin bal gibi tatlı geçen ilk ayı veya evlenir evlenmez çıkılan seyahat anlaşılır. Aslında İngilizce'deki 'honeymoon' kelimesinin 'balayı' olarak tercümesi doğrudur ama buradaki 'moon' süre olarak 'bir ay' değil gökyüzündeki 'Ay' anlamındadır.

Balayının geçmişi ile ilgili farklı hikayeler vardır. Birinci hikayeye göre balayının kökeni Babilliler ile o zamanki Avrupa ülkelerine uzanıyor. O zamanlarda evlenen çiftlerin önce törenleri sırasında, sonra da 30 gün boyunca, içine bal katılmış, 'bal likörü' diye adlandırılan bir şarabı içmeleri adettendi. Hun İmparatoru Atilla'nın ölümüne de evlilik töreni sonrası içtiği bu bal likörünün sebep olduğu rivayet edilir.

Aynı hikayeye göre 'balayı' dey imindeki 'bal' kelimesi bu bal liköründen kaynaklanmakta olup 'ay' kelimesinin kullanılmasına ise o zamanlar insan vücudunun (özellikle kadınların) Ay'ın evreleri sürelerine denk gelen periyodik değişimler gösterdiğine, evlilikte ilk dönem nasıl geçerse diğerlerinin de o şekilde devam edeceğine inancın neden olduğu sanılıyor.

İkinci hikayede ise balayı adeti kız kaçırma adeti ile birleşiyor. Oğlan komşu köyden kaçırdığı kızı, ailesi aramaktan bıkana veya kız hamile kalana kadar, sadece birkaç yakın arkadaşının bildiği bir yerde saklıyor. Daha sonra çift ortaya çıkıyor ve başlık parası verilerek mutlu sona ulaşılıyor. Görüldüğü gibi bu hikayede bal ile ilgili bir husus yok. Tarihçilere göre İngilizce balayı anlamındaki 'honeymoon', bu hikayedeki gizlenme olayının anlamı olan 'hiding' kelimesinden türemiş.

O tarihlerde yeni evli bir çiftin, ev işleri, hayvanlarla uğraşma gibi köylük yaşamın gerekli işleri dururken, bir ay süre ile bir yere kapanıp, baş başa bal likörü içme lüksüne sahip olmaları biraz zor olduğundan ikinci hikaye daha akla yakın geliyor.

Günümüzdeki anlamıyla balayı deyimine 16. yüzyıldan sonraki yazarların eserlerinde rastlanıyor. Balayının evliliğin ilk ayında yapılan tatil olarak nitelendirilmesi ise 18. yüzyıldan sonradır.
ChallengeR Ofline   Alinti Yaparak Cevapla
Eski 04-21-2007, 11:48 AM   #12
ChallengeR
Daimi Üye
 
ChallengeR 'in Avatari
 
Kayit Tarihi: Mar 2006
Nerden: Naapcan Sapıh
Mesajlari: 411
Teşekkür Etme: 5
Teşekkür Edilme: 12
Teşekkür Aldığı Konusu: 8
Üye No: 10323
Rep Power: 1454
Rep Puanı : 645
Rep Derecesi : ChallengeR is a name known to allChallengeR is a name known to allChallengeR is a name known to allChallengeR is a name known to allChallengeR is a name known to allChallengeR is a name known to all
Cinsiyet : Erkek
Belirlenen

Bayrakların Yarıya İndirilmesi Bu geleneğin kökeni eski deniz savaşlarına kadar uzanıyor. O devirlerde her bir savaş gemisinin direğinin tepesinde dalgalanan kendine özgü renkli bir bayrağı vardı. Bir deniz savaşından sonra yenilen gemi, galip tarafın bayrağını asmak zorundaydı, bunun için de kendi bayrağını yarıya çekerek üstte yer bırakırdı.

Günümüzde böyle bir durum söz konusu değilse de, bayrakları yarıya indirmek bir saygı ifadesi olarak kaldı. Milletlerin matem günlerinde, önemli devlet adamlarının ölümünde, diğer milletlerin de bayraklarını yarıya indirmeleri, mateme katılmak anlamında uluslararası bir gelenek haline geldi.

Hangi ulustan olursa olsun denizde birbirinin yanından geçen gemilerin, geçiş süresince bayraklarım yarıya indirmeleri geleneği, saygının bir ifadesi olarak günümüzde hala devam etmektedir
ChallengeR Ofline   Alinti Yaparak Cevapla
Eski 04-21-2007, 11:49 AM   #13
ChallengeR
Daimi Üye
 
ChallengeR 'in Avatari
 
Kayit Tarihi: Mar 2006
Nerden: Naapcan Sapıh
Mesajlari: 411
Teşekkür Etme: 5
Teşekkür Edilme: 12
Teşekkür Aldığı Konusu: 8
Üye No: 10323
Rep Power: 1454
Rep Puanı : 645
Rep Derecesi : ChallengeR is a name known to allChallengeR is a name known to allChallengeR is a name known to allChallengeR is a name known to allChallengeR is a name known to allChallengeR is a name known to all
Cinsiyet : Erkek
Belirlenen

Bebeği Leyleğin Getirmesi Annenin yeni bir bebeği dünyaya getirmesi evin diğer küçük çocukları için hep şaşırtıcı olur. Kendi bebekliklerini hatırlayamadıkları için bu sürekli ağlayan, mama bekleyen, özel ilgi isteyen yeni varlığın nereden ortaya çıktığı, en çok sordukları sorulardan biridir.

Bebeği leyleklerin getirdiği hikayesinin kökeni Kuzey Avrupa'ya, İskandinavya'ya kadar gidiyor. Yakın zamanlara kadar doğumlar evlerde yapıldığından, annelerin diğer küçük çocuklarına yeni gelen bebeğin nasıl ortaya çıktığını bir şekilde izah etmeye çalışmaları anlaşılabilir ama leyleğin bu işle ilgisi nedir?

Göçmen kuşlardan olan leylek, yaşam tarzı ile insanların daima ilgisini çekmiştir. Kuşlara göre uzun sayılabilecek yetmiş yıllık ömürlerinde, her sene aynı yuvaya dönmeleri, insanlara yakın olarak evlerin bacalarında yuva yapmaları, tek eşli yaşamları, yavrularını yuvada uzun süre itinayla beslemeleri, genç yetişkin leyleklerin ailenin dermansız yaşlı bireyleri ile ilgilenmeleri, onlara yiyecek temin etmeleri ve korumaları insanlarda saygı uyandırmıştır.

Leylekler sulak yerlerde, bataklıklarda yaşayan kurbağa, yılan, sıçan, salyangoz gibi hayvanlarla beslendiklerinden ayrıca faydalıdırlar. Uysal yaradılışları nedeniyle de insanlara kolayca alışabilirler. Hatta bazı ülkelerde insanlar uğur getirdiklerine inandıklarından, leylekleri çekmek ve bacaları üstüne yuva yapmalarını kolaylaştırmak için damlarına kazıklar üzerinde tekerlekler koyarlar.

Antik Roma devirlerinde insanlar, leyleklerin düşünceli, özverili yaşam tarzlarından o kadar etkilenmişlerdir ki küçüklerin yaşlı büyüklerini gözetmeleri konusunda çıkarılan yasalara 'leyleklerin yasası' adı verilmiştir. Benzer şekilde eski Yunan'da da 'stork' (leylek) ismi 'storge' olarak 'tabiattaki güçlü sevecenlik' anlamında bir deyim olarak kullanılmıştır.

Sonuç olarak, Anadolu'da güneyden, Arabistan yönünden geldiği için 'hacı leylek' diye nitelendirilen, doğum yapılan evin bacasında oturan bu saygın kuş, yeni doğan bebeğin nasıl geldiğinin çocuklara en şirin şekilde açıklanabilmesi için anneler tarafından aracı olarak seçilmiştir.

Kuzey Avrupa'da yüzyıllar boyunca popüler olan bu hikayenin Avrupa'nın diğer yörelerine ve dünyaya yayılması on dokuzuncu yüzyılda Danimarkalı ünlü masal yazan Hans Christian Andersen'in yazdığı masallar sayesinde gerçekleşmiştir.

Leyleklerin ses telleri yeterince gelişmemiştir. Eşlerini çekmek için gagalarını tıkırdatarak, kanatlarını açıp kaparlar. Yani 'leyleğin ömrü laklakla geçer' ifadesi haksızdır. Laklak denilen sesler aslında sevgi sözcükleridir.

Leyleğin bir diğer ilginç özelliği de deniz üstünden uçmaktan kaçınmasıdır. Sonbaharda Güney Afrika'ya göç eden leylekler Akdeniz'in üstünden geçmezler. Bir kolu ispanya, Cebelitarık, bir kolu da Boğazlar, Anadolu üzerinden güneye uçarlar.
ChallengeR Ofline   Alinti Yaparak Cevapla
Eski 04-21-2007, 11:49 AM   #14
ChallengeR
Daimi Üye
 
ChallengeR 'in Avatari
 
Kayit Tarihi: Mar 2006
Nerden: Naapcan Sapıh
Mesajlari: 411
Teşekkür Etme: 5
Teşekkür Edilme: 12
Teşekkür Aldığı Konusu: 8
Üye No: 10323
Rep Power: 1454
Rep Puanı : 645
Rep Derecesi : ChallengeR is a name known to allChallengeR is a name known to allChallengeR is a name known to allChallengeR is a name known to allChallengeR is a name known to allChallengeR is a name known to all
Cinsiyet : Erkek
Belirlenen

Çatal-Kaşık Kullanma Avrupa'da Rönesans başlangıcına, diğer bir deyişle insanların titizliğin ve temizliğin farkına varmalarına kadar, bütün bir tarih boyunca yemek yerken eller kullanıldı. Tabii bunun da bir adabı vardı. Yemek yerken kullanılan parmak sayısı o kişinin statüsünü gösteriyordu. Normal insanlar beş parmaklarını kullanırlarken asiller üç parmaklarını -yüzük parmağı kesinlikle kullanılmadan- kullanıyorlardı.

Aslında Latince çatal anlamına gelen kelime, çiftçilerin hasadı havaya atıp savurmada kullandıkları dev çatalların isminden türemiştir. Bunların çok küçükleri Türkiye'de Çatal Höyük'de yapılan kazılarda bulunmuş ama ne işe yaradıkları, milattan 400 yıl öncesinde sofralarda yemek yemede kullanılıp kullanılmadıkları tam anlaşılamamıştır.

Çatal konusunda kesin bilinen bir şey, ilk defa 11. yüzyılda Toskana'da (İtalya) ortaya çıktığıdır. İki uçlu olan bu çatallara insanlar "Tanrının bahşettiği yiyecek yine Tanrının verdiği parmaklarla yenilebilir" diye şiddetle karşı çıktılar.

İnsanların yüzyıllar boyu süren, yemek yerken çatal kullanmaya karşı direnme gibi tavırların tarihte örneği azdır. 17. Yüzyıla kadar süren bu direnmenin bir başka cephesi daha vardı. Yiyeceği bıçakla tutup, ısırarak yemeye alışmış erkekler çatal kullanmayı kadınsı bir davranış olarak görüyorlardı.

Bu arada Fransız ihtilalinin biraz öncesinde Fransa'da yavaş yavaş dört uçlu çatallar kullanılmaya başlandı. Zamanla çatal kullanmak lüks, asalet ve statü göstergesi oldu. Çatalla birlikte sofralarda her insan için ayrı tabak ve bardak kullanmak adeti de gelişti, toplumun tüm sınıflarına ve giderek dünyanın diğer yerlerine de yayıldı.

Kaşığın kullanılmaya başlanması ise tarih kadar eskidir. İnsanlar, çatala karşı gösterdikleri direnci kaşığa göstermemişlerdir. Bu, şüphesiz sıvı bir şey içmek için eli kullanmanın iyi bir alternatif olmamasından kaynaklanmıştır.

En eski zamanlara ait kazılarda bile, taş, kemik, ağaç veya madenden yapılmış kaşık veya benzeri şeylere rastlanmaktadır. Kaşıktaki en önemli gelişmeler sapının şeklinde olmuştur.
ChallengeR Ofline   Alinti Yaparak Cevapla
Eski 04-21-2007, 11:49 AM   #15
ChallengeR
Daimi Üye
 
ChallengeR 'in Avatari
 
Kayit Tarihi: Mar 2006
Nerden: Naapcan Sapıh
Mesajlari: 411
Teşekkür Etme: 5
Teşekkür Edilme: 12
Teşekkür Aldığı Konusu: 8
Üye No: 10323
Rep Power: 1454
Rep Puanı : 645
Rep Derecesi : ChallengeR is a name known to allChallengeR is a name known to allChallengeR is a name known to allChallengeR is a name known to allChallengeR is a name known to allChallengeR is a name known to all
Cinsiyet : Erkek
Belirlenen

Çatalı Sol Elle Tutma Resmi yemeklerdeki en sıkıcı durumlardan biri de budur. Sağ ellerini kullanan insanlar için sol elle çatala hükmetmeye çalışmak sıkıntı verir. Hele etin yanında, aynı tabakta pilav da varsa, sol eldeki çatalla pirinç tanelerini düşürmeden ağza ulaştırmak gerçekten alışkanlık ister. Bereket çorba kaşığı için böyle bir kural yok da sıcak çorbayı üstümüze başımıza dökmeden içebiliyoruz.

Çatal - bıçak ile yeme adabımızı, kökeni saray ve asil sınıfına dayanan Avrupa kültüründen almışızdır. Her zaman rahat hareket etmeyi seven Amerikalılar ise bu görgü kuralına pek uymazlar. Eti sağ ellerindeki bıçakla kesip, ellerindeki çatal ile bıçağı takas ettikten sonra sağ ellerine aldıkları çatalla yerler.

Yemekte eti kestikten sonra bıçağı masaya bırakarak çatalı soldan sağa alıp eti ağza götürmek, sonra çatalı sola, bıçağı tekrar sağ ele almak ve bu hareketi yemek boyunca tekrarlamak yemek yeme hızını düşürür. Yemeği yavaş yemek bazı toplumlarda yemeğe saygı ifadesi olarak görülürken, bazı toplumlarda ise bu davranış yemek adabı bakımından saygısızlık olarak karşılanır.

Bir görüşe göre Amerikalıların çatalı tutuş şekillerinin ardında rahatlık değil alışkanlık yatıyor. 1700'lü yılların ortalarına kadar Amerika çatalsız bir toplumdu. İnsanlar yemek yerken sadece bıçak ve kaşık kullanıyorlardı. Kaşık kesilen eti tutmaya yararken bıçak hem kesmeye hem de batırıp ağza götürmeye yarıyordu. Daha sonraları sofralardaki bıçakların uçları yuvarlaklaştı. Eti kestikten sonra kaşığı sağ ele alıp eti ağza götürmek alışkanlığı başladı. Çatal kullanılmaya başlanınca da aynı alışkanlık devam etti.

Avrupalılar ise aradaki bu kaşık kademesini hiç yaşamadılar. Yemeği ağza götürmek bakımından doğrudan bıçaktan çatala geçtiler. Yemeğin temposunu düşürmek gibi bir görgü kuralları yoktu. Sağ elini kullanan bir insan için bıçağı sol elle ileri geri hareket ettirip eti kesmek zordu ama sol elle çatalı ete batırıp ağza götürmeye alışılabiliyordu. Asil sınıfının her zaman zorlayıcı ve gösterişe yönelik nezaket kuralları, çatal kullanımı halka yayılınca da devam etti.

Avrupa'da ve oradan yayılan kültürlerde, yemek süresince çatalın sol, bıçağın sağ elde tutulması gelenek haline geldi. Avrupalılar çatalı ellerinde tutarlarken çatalın uçları yere bakar. Amerikalılar ise çatalı sağ elde uçları yukarı bakacak şekilde tutarlar.

Yemekten sonra tatlı yenilirken çatalın sağ elde olması ise hiçbir kültürde görgüsüzlük anlamına gelmiyor.
ChallengeR Ofline   Alinti Yaparak Cevapla
Eski 04-21-2007, 11:49 AM   #16
ChallengeR
Daimi Üye
 
ChallengeR 'in Avatari
 
Kayit Tarihi: Mar 2006
Nerden: Naapcan Sapıh
Mesajlari: 411
Teşekkür Etme: 5
Teşekkür Edilme: 12
Teşekkür Aldığı Konusu: 8
Üye No: 10323
Rep Power: 1454
Rep Puanı : 645
Rep Derecesi : ChallengeR is a name known to allChallengeR is a name known to allChallengeR is a name known to allChallengeR is a name known to allChallengeR is a name known to allChallengeR is a name known to all
Cinsiyet : Erkek
Belirlenen

Cuma Verilen Sala Ezan Müslümanlıkta namaz vaktini bildirmek ve namaza çağırmak için minareden yüksek sesle ve makamla okunan, kalıplaşmış kutsal sözlerdir.

Hicretten sonra Medine'de uzakta oturan Müslümanlara namaz vaktinin geldiğini bildirmek gerekiyordu. Boru veya çan çalınması, ateş yakılması, mescidin damına bayrak asılması başka dinlere ait özelliklerdi. Önceleri bu çağrı görevi Bilal-i Habeşi'ye verildi. O sadece yüksek sesle 'el-salat' (namaza) veya 'el-salatu cemian' (toplu olarak namaz) diye sesleniyordu. Namaz vakitleri bir süre böyle bildirildi.

Bir gün Abdullah bin Zeyd gördüğü rüyada öğrendiği sözleri Hz. Muhammed'in isteği ve onayı ile Bilal-i Habeşi'ye öğretti. Böylece sözleri kesinleşen ezan o tarihten sonra İslam dininin en önemli simgelerinden biri haline geldi. Ezan önceleri yüksek binaların üzerinde okunuyordu, ilk minare hicretin 58. Yılında Muaviye zamanında Mısır Valisi Mesleme bin Muhalled tarafından Amr Ibnül-As camiinin yanına yapıldı.

Müslüman ülkelerde ezanla doğup, ezanla yaşayanlar için ezan yaşamın ayrılmaz bir parçasıdır. Ancak cuma günleri, cuma namazından önce verilen salanın ne anlama geldiğini çoğu kişi bilmez. Bir cenaze olduğunda da verildiğinden bazıları salanın ölümle ilgili olduğunu sanır.

'Sala', dua, namaz, ahret anlamlarına gelir. Genel anlamda Hz. Muhammed'e Allah'tan selam ve esenlik dileyen bestelenmiş dualardır. Salanın tarihi ezana göre oldukça yenidir. Müslümanlığın başlangıcında minarelerden sala vermek adeti yoktu. Cuma namazından önce sala verilmesi usulü ilk defa 1300 yılında Mısır hükümdarı Melik Nasır Kalavun'un emriyle uygulamaya sokulmuştur.

Salavat, Hz. Muhammed'e ve onun soyundan gelenlere saygı ifade etmek için okunan dualardır. İnsanların tehlikeli bir durumla karşılaşınca 'salavat getirmesi' deyimi de buradan kaynaklanır. Sala vermek bir açıdan minareden salavat okuyarak namazı haber vermek olarak da kabul edilebilir.

Sala eskiden çeşitli vesilelerle daha sık verilirmiş. Zamanımızda genellikle cuma namazları, bayram namazları, zaman zaman da sabah namazlarından önce verilmektedir. En bilineni cuma günleri namazdan bir saat veya 45 dakika önce verilen cuma salaşıdır.

Cenaze için kılınacak namazı haber vermek amacı ile de sala verilir. Eskiden cenaze salası sadece önemli, hatırlı, varlığı yaşadığı çevreye şeref ve itibar kazandırmış kişiler için verilirmiş. Günümüzde yakınlarının talebi halinde herkes için verilmektedir.
ChallengeR Ofline   Alinti Yaparak Cevapla
Eski 04-21-2007, 11:50 AM   #17
ChallengeR
Daimi Üye
 
ChallengeR 'in Avatari
 
Kayit Tarihi: Mar 2006
Nerden: Naapcan Sapıh
Mesajlari: 411
Teşekkür Etme: 5
Teşekkür Edilme: 12
Teşekkür Aldığı Konusu: 8
Üye No: 10323
Rep Power: 1454
Rep Puanı : 645
Rep Derecesi : ChallengeR is a name known to allChallengeR is a name known to allChallengeR is a name known to allChallengeR is a name known to allChallengeR is a name known to allChallengeR is a name known to all
Cinsiyet : Erkek
Belirlenen

Doğum Günü Kutlama Günümüz insanlarının her sene kutladıkları doğum günü adeti tarihteki uygulamalarla tam bir tezat oluşturur. Çok eski çağlarda kişiyi ölüm yıldönümü ile anmak adetti. Kadınların ve çocukların bu gibi yıldönümleri ile alakaları yoktu. Zaten kimsenin doğduğu gün bir yere kaydedilmiyordu ki bilinsin.

Önce Mısırlılar sonra da Babilliler hükümdarlık ailesinin erkek çocuklarının doğum günlerini bir yere kaydetmeye ve zamanın takvimine göre kutlamaya başladılar. Adet sonradan diğer soylu sınıfına da yayıldı.

Tarihte kayda geçen ilk doğum günü kutlaması, milattan önce 3000 yıllarında yaşamış bir Mısır firavununa aittir. O zamanlarda doğum günü kutlaması yaşanılan çevrede yapılıyor, eş, dost, hizmetçiler hatta köleler bile kutlamaya katılıyor, günün şerefine tutuklulara af çıkıyor, esirler serbest bırakılıyordu.

Mısır ve Pers medeniyetlerinden Yunanlara geçen doğum günü adetine burada pasta kesme adeti de eklendi. Ay'ın ve avcılığın tanrıçası Artemis için her ayın altıncı günü yeniden doğuşunun şerefine kesilen pastaya Ay ışığını simgeleyen mumların ilavesi de bu devirlerde olmuştur. Yunanlarda da sadece erkeklerin doğum günleri kutlanmış hatta bu kutlamalar kişi öldükten sonra da devam etmiştir.

Daha sonraları Hıristiyanlık öncesi Roma'da ise imparatorların ve önemli devlet adamlarının doğum günleri Senato kararı ile milli bayram ilan edilmiştir. Sezar'ın doğum günü ise tam bir festivale dönüştürülmüştür. Hıristiyanlığın doğuşu ile birlikte tüm doğum günü kutlama adetleri hep birlikte yok olmuşlardır.

İlk Hıristiyanlar, senelerce gördükleri sıkıntı ve zulüm nedeniyle bu dünyanın zalim ve acımasız bir yer olduğuna inanıyorlardı. Bu nedenle de bir insanın dünyaya gelişini kutlamak için bir sebep yoktu. Kullanacaksa ölüm günü kutlanmalıydı.

Bilinenin aksine Hıristiyan azizlerinin doğum günü diye kutlanan yortu günleri aslında onların ölüm yıldönümleridir. Çünkü ilk Hıristiyanlar ölümü, öbür dünyaya geçmek, gerçek hayata doğmak olarak yorumluyorlardı.

Milattan sonra 245 yılında din adamları Hz. İsa'nın doğum gününü kendilerince kesin olarak tespit ettiklerini sandıklarında bile Kilise, bunun Mısır ve putperestlerden gelen bir uygulama olduğunu ileri sürerek, bir firavun gibi doğum günü kutlamanın günah olduğunu açıklamıştı.

Kilise'nin doğum gününe bakış açısı dördüncü yüzyıldan sonra değişmeye başladı. Bu arada Hz. İsa'nın doğum günü tarihi üzerinde 25 Aralık olarak anlaşmaya varılınca, bu günün 'Christmas' (Noel) olarak kullanılmasına başlanıldı.

Doğum günü adetinin, kadınlar ve çocuklar da dahil tüm aile bireylerini kapsayacak şekilde uygulanabilmesi için ise bir 800 yıl daha geçmesi gerekti. Avrupa'da günümüzdeki anlamı ile doğum günü kutlamaları ancak on ikinci yüzyıldan sonra başlamıştır.

Doğum Günü Pastası

Düğünlerde pasta kesmek adetinin, yeni evlilere bereket, doğurganlık ve mutluluk dileklerinin iletilmesinin zaman içinde gelişmiş bir şekli olduğundan bahsetmiştik. Doğum günlerinde pasta kesmek adetinin ise tarihi kökeni ve amacı değişiktir. Zaten tek kat olan şekli ve üzerindeki mumlar nedeniyle pasta görünüş olarak da düğün pastasından farklıdır.

Pasta sözcüğünü hep günümüzdeki anlamı ile kullanıyoruz. Aslında tarihi gelişimi içinde 'kek' demek daha doğru olur. Doğum günü pastasının bilinen tarihi Helen uygarlıklarına kadar uzanır. Bir kutlama amacı ile ortaya çıkması ise Ortaçağda Almanya'da olmuştur. 13. yüzyılda Almanya'da çocuklara gösterilen ilgi belki bugünkünden bile fazlaydı. Doğum günleri bir festival şeklinde kutlanıyordu.

Doğum günü kutlaması sabaha karşı, şafakta, gün ağarırken başlıyordu. Üstü yanar mumlarla süslenmiş pasta (kek) eve getirildiğinde çocuk uyandırılıyor, pastanın üstündeki mumların ise yemek vakti gelene kadar devamlı değiştirilerek sürekli yanar halde kalmaları sağlanıyordu. Yemeğin başında çocuk mumları üfleyerek söndürüyor ve şölen başlıyordu.

Pastanın üzerindeki mumların sayısı çocuğun yaşından bir fazla oluyordu. Bu bir fazla mum, bir gün sönecek hayatın ışığını simgeliyordu. Ayrıca çocuğa bir çok hediyeler getiriliyor, o gün istediği, sevdiği yiyecekler hazırlanıyordu. Yani o zamanlarda doğum günü kutlamaları çocuklara yönelikti.

Günümüzde her yaştan insanın kutladığı doğum günü ve kesilen pasta işte o zamanların bir adetinin devamıdır. Doğum günü pastasının üstündeki mumları bir üfleyişte söndürmek, bu arada bir dilek tutmak, eğer dilek gerçekleşirse bunu kimseye söylememek adetleri de o günlerden kalmadır.

Doğum Günü Şarkısı

Dünyada şimdiye kadar en çok söylenmiş, halen de söylenmekte olan şarkı hangisidir diye sorulsa hemen akla gelmeyebilir. Bu şarkı herkes tarafından çok tanıdık, müziği ezbere bilinen bir şarkıdır. 'İyi ki doğdun -isim-' veya 'mutlu yıllar sana' şeklinde söylenen doğum günü şarkısı.

Bu şarkı yaratılırken doğum günlerinde söyleneceği kimsenin aklına gelmemişti. 1893'de ABD'de, Kentucky'de öğretmen iki kız kardeşin, öğrencilerinin sabahları söylemeleri için besteledikleri bu şarkının orijinal adı da 'Good Morning to All' yani 'Herkese Günaydın' idi.

Kardeşlerden şarkının müziğini yapan Mildred Hill aynı zamanda kiliselerde org, konserlerde piyano çalıyordu. Şarkının sözlerini ise Mildred'in dokuz yaş küçük kız kardeşi Patty yazmıştı. Mildred 1916'da 57 yaşında öldükten birkaç yıl sonra bestelediği şarkı 'Happy Birthday' (Mutlu doğum günü) adı altında söylenmeye başlanacaktı.

Hill kardeşler şarkının telif haklarını 1893 yılında almışlardı. Ancak Robert Coleman isimli biri, şarkının bestesini kullanarak sözlerini 'Happy birthday to you' olarak değiştirdi. Şarkı zaman içinde o kadar yayıldı ki bestecileri bile unutuldu.

Ne zaman şarkı doğum günü formatında Broadway'de, bir müzikalde kullanılmaya başlandı, o güne kadar sesi çıkmayan üçüncü kardeş Jessica mahkemeye başvurdu. Bestenin gerçekten kendilerine ait olduğunu ispat etti ve şarkının tüm haklarına ailesinin sahip olmasını sağladı.

Bundan böyle şarkının ticari amaçla kullanıldığı her yerde Hill ailesine telif hakkı ödenmesi gerekecekti. Bu haber tüm dünyayı şok etti. Telefonla yarım milyon insana doğum günlerinde melodiyi dinleten tanıtım ve pazarlama şirketleri bundan vazgeçtiler, müzikaller bu parçayı ya repertuarlarından çıkarttılar ya da şarkı şeklinde değil de düz okuma veya şiir şeklinde söylettiler.

Onlar telif hakkı ödememek için yollar ararken Dr. Patty Hill, 78 yaşında, uzun bir hastalıktan sonra ama şarkısının dünya çapında bir doğum günü adeti olduğunu gördükten sonra öldü.

Günümüzde bu şarkının telif hakkı Warner/Chappel Müzik Şirketi'ne geçmiştir. Ticari amaçla kullanıldığı her yerde şirkete ödeme yapma zorunluluğu vardır. Bu miktarın yılda l milyon dolara yakın olduğu tahmin edilmektedir. Doğum günü kutlayacakların bilgilerine sunulur.
ChallengeR Ofline   Alinti Yaparak Cevapla
Eski 04-21-2007, 11:50 AM   #18
ChallengeR
Daimi Üye
 
ChallengeR 'in Avatari
 
Kayit Tarihi: Mar 2006
Nerden: Naapcan Sapıh
Mesajlari: 411
Teşekkür Etme: 5
Teşekkür Edilme: 12
Teşekkür Aldığı Konusu: 8
Üye No: 10323
Rep Power: 1454
Rep Puanı : 645
Rep Derecesi : ChallengeR is a name known to allChallengeR is a name known to allChallengeR is a name known to allChallengeR is a name known to allChallengeR is a name known to allChallengeR is a name known to all
Cinsiyet : Erkek
Belirlenen

Güne Sol Ayakla Başlamak Eski Yunan'da kahinler Kral Pelias'a tek ayağı sandaletli, öteki ayağı çıplak bir adamdan sakınmasını, bu adamın ölümüne neden olacağını söylerler. Bütün halk ayakkabısının tekini kaybedeceği ve kahinlerin haber verdiği kişi samlacağı için tedirgindir. Tek sandaletli Jason ortaya çıktığında da kehanet gerçekleşir, Jason kralı öldürür.

İnanış bu devirlerde, önce, sol ayakta ayakkabı olmamasının getireceği uğursuzluk olarak başlar. Sonra sol ayakla güne başlamanın, evin dışına ilk adınım sol ayakla atılmasının hatta yataktan sol taraftan kalkılmasının uğursuzluğu şeklinde gelişir. Daha sonraları bu inanış bütün dini inanışların içinde bir şekilde yer alır.

Sol ayakla atılan adımın kişinin sadece kendisine değil karşısındakine de uğursuzluk ve ölüm getirebileceğine de inanılır. Bu nedenle savaşlarda düşmanı korkutmak için hücuma sol adımla başlamak adet olur. Günümüzde de hala bütün ordular yürüyüşlerine sol adımla başlarlar. Ancak bunun gerçek sebebi eski Yunan'daki batıl inanış değil insanların çoğunun sağ ellerini kullanmalarıdır.

Savaşlarda kılıç ve kalkan kullanılan devirlerde askerler, kalkanlarını sol ellerinde taşırlarken kılıçlarını sağ ellerinde sallayarak hücuma kalkıyorlardı. Önce sol ayaklarını ileri atıp, kalkanlarını önlerine çekip, kendilerini emniyete aldıktan sonra kılıçlarını kullanıyorlardı. Bu şekilde sol ayağın biraz ilerde olduğu duruş askerlerin kılıç kullanırken en dengeli bir şekilde durabildikleri pozisyondu.

Sonraları ateşli silahlarla yapılan savaşlarda, komut üzerine sol ayağı bir adım öne atıp, sağ ayak üzerine çöküp, sol dirseği sol dize destek yaparak tüfeği ateşlemek, askerlerde ileriye atılacak ilk adımın sol ayak olması alışkanlığını sürdürdü.

Günümüzde de marş eşliğinde yapılan yürüyüşlerde, dikkat ederseniz, bandodaki yürüyüş ritmini tutan davulun her vuruşunun, sol ayak ileri atılıp yere vurduğu ana denk geldiğini görürsünüz.
ChallengeR Ofline   Alinti Yaparak Cevapla
Eski 04-21-2007, 11:50 AM   #19
ChallengeR
Daimi Üye
 
ChallengeR 'in Avatari
 
Kayit Tarihi: Mar 2006
Nerden: Naapcan Sapıh
Mesajlari: 411
Teşekkür Etme: 5
Teşekkür Edilme: 12
Teşekkür Aldığı Konusu: 8
Üye No: 10323
Rep Power: 1454
Rep Puanı : 645
Rep Derecesi : ChallengeR is a name known to allChallengeR is a name known to allChallengeR is a name known to allChallengeR is a name known to allChallengeR is a name known to allChallengeR is a name known to all
Cinsiyet : Erkek
Belirlenen

Kadeh Tokuşturma Adeti
Bu konuda daha güncel ve romantik bir hikaye var. Biliyorsunuz insanda beş ana duyu var: Dokunma, görme, koklama, tat alma ve işitme. Yemeğe gidilen bir restoranda şarap ısmarlanırsa, garson şarabı getirdikten sonra bardağa bir parmak koyar ve kontrol etmesi için doğrudan erkeğe uzatır. Hiç bir kadının da itiraz etmediği bu durum gerçekten anlaşılmazdır. Çünkü dünyadaki aroma ve tat alma uzmanlarının çoğu kadındır.

Neyse biz gelelim restorana... Kadehin soğuk temasıyla dokunma duyusu tatmin edildikten sonra kadeh havalı bir şekilde göz hizasına kadar kaldırılıp şarabın rengine bakılır. Görme duyusu kontrolünden sonra kadeh burun hizasından bir sağa bir sola gezdirilerek koklanır.

Minik bir yudum alarak tadını da algıladınız. Zaten şaraptan pek anlamıyorsunuz. Garsonun da mantarını açtığı şarabı kendisi içmezse başka birine verecek hali yok. Mecburen 'mükemmel' diyorsunuz. Ama hala bir duyu kaldı, işitme duyusu. İşte o duyuyu da kadehleri tokuşturup, 'çınnn' sesini duyduktan sonra tatmin ediyoruz.

Hikaye gerçekten romantik ama işin aslı biraz değişik. Antik çağlarda bir insanın düşmanını yemeğe davet edip, onu ortadan kaldırmak için zehirli bir içki sunması görülmemiş bir şey değildi. Ev sahibi içkisinin zehirsiz olduğunu ispat etmek için kendi içkisini havaya kaldırır ve misafirin içkisinden bir miktarını kendi bardağına dökmesine müsaade ederdi. Her iki kişi de içkilerini aynı anda içerek birbirlerine olan güvenlerini gösterirlerdi.

Misafir ev sahibine olan güveninin çok fazla olduğunu göstermek için bardaklar havada yan yana geldiğinde, kendi içkisinden onun bardağına bir şey dökmez, bardağını yavaşça onun bardağına vururdu. Duyulan 'çın' sesi gerçek bir güvenin ifadesi idi.
ChallengeR Ofline   Alinti Yaparak Cevapla
Eski 04-21-2007, 11:50 AM   #20
ChallengeR
Daimi Üye
 
ChallengeR 'in Avatari
 
Kayit Tarihi: Mar 2006
Nerden: Naapcan Sapıh
Mesajlari: 411
Teşekkür Etme: 5
Teşekkür Edilme: 12
Teşekkür Aldığı Konusu: 8
Üye No: 10323
Rep Power: 1454
Rep Puanı : 645
Rep Derecesi : ChallengeR is a name known to allChallengeR is a name known to allChallengeR is a name known to allChallengeR is a name known to allChallengeR is a name known to allChallengeR is a name known to all
Cinsiyet : Erkek
Belirlenen

Kara Kedi Geçmesi Dünya tarihinde kedilerden başka, önce tanrılaştırılan, sonra şeytanla özdeşleştirilip soykırımına uğrayan, sonra da tekrar evin baş köşesine yerleştirilen hiçbir canlı türü yoktur.

Bir insanın önünden siyah renkli bir kedi geçmesinin uğursuzluk getireceğine ilişkin inancın kaynağının milattan önce 3000'li yıllara, eski Mısırlılara dayandığı biliniyor. O devirde kediler kutsal bir canlı olarak görülüyordu. Hatta siyah dişi kedilerin tanrıça olarak kabul edildikleri kazı çalışmaları sonucu çıkan duvar kabartmalarından anlaşılmaktadır.

O devirde Mısır'da kedileri hastalık ve ölümden korumak için kanunlar bile yapılmıştı. Evin kedisinin ölmesi aile için bir felaketti. Aile fakir veya zengin olsun fark etmez, kedi mumyalanır, çok güzel kumaşlara sarılır, hatta mezarında yanına kıymetli taş ve madenler bırakılırdı.

Kedilerin Mısırlıları bu kadar etkilemesinin sebebinin çok yüksek yerden düştükleri zaman bile yara almadan kurtulmaları olduğu sanılıyor. Kedinin dokuz canlı olduğu inancı o zamanlarda gelişmiştir.

Medeniyetler geliştikçe insanlarda kedi sevgisi de arttı, Hindistan'da, Çin'de kediler insana en yakın hayvan oldular. O devirlerde, bugünkü inanışın aksine kedinin birisinin önünden geçmesi o kişi için şans demekti.

Kedilerden, özellikle siyah kedilerden nefret, Hıristiyanlığın kendinden önceki kültürleri ve onların sembol kabul ettiği şeyleri yok etme güdüsü ile ortaçağda, İngiltere'de başladı. Bağımsız, bildiğini yapan, "inatçı" ve "sinsi" karakteri, sayılarının da şehirlerde aşırı artması ile birleşince, kediler gözden düştü.

O yıllarda evinde kedi besleyenler yalnız yaşayan fakir ve yaşlı kadınlardı. Yine o yıllar büyücü ve cadı inancının tüm Avrupa'da histeriye dönüştüğü yıllardı. Siyah kedi besleyen bu kadınların kara büyü yaptıklarına dair kampanyalar başlatıldı. Siyah kedilerin *******i şeytana dönüştükleri konusunda korku dolu halk hikayeleri üretildi.

Cadı konusu bir paranoyaya dönüşünce birçok zavallı kadın kedisi ile birlikte yakıldı. Fransa'da kral 13. Louis bu uygulamayı yasaklayana kadar her ay binlerce kedi yakıldı. Sonra da kedilerin popülaritesi tekrar yükselerek arttı. Boşuna dememişler kediler dokuz canlıdır diye.
ChallengeR Ofline   Alinti Yaparak Cevapla
CevaplaCevapla


Bu Konudaki Online üyeler: 2 (Üye Sayisi : 0 Ziyaretçi Sayisi : 2)
 

Mesaj kurallari
You may not post new threads
You may not post replies
You may not post attachments
You may not edit your posts

BB code is Acik
[IMG] kodlarAcik
HTML kodlari Kapali


Benzer Konular
Konu Konu Baslangic Forum Cevaplar Son Mesaj
Hayvanlarda Garip Adetler F@sTaLaFisT@ Eskiler (Arşiv) 1 10-03-2007 07:03 PM

Saat Dururmu GMT +3. Şimdiki Zaman 05:47 PM.

Powered by vBulletin Version 3.8.11
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.