06-12-2010, 09:45 PM | #11 |
Forum Kalfası
Kayit Tarihi: Aug 2005
Nerden: ManisA
Yaş: 38
Mesajlari: 7,071
Teşekkür Etme: 5 Teşekkür Edilme: 16 Teşekkür Aldığı Konusu: 15
Üye No: 4
Rep Power: 3490
Rep Puanı : 67186
Rep Derecesi :
Cinsiyet : Erkek
|
ANNE DUÂSI
"Pîr Alî aksarâyî", bir sohbeti ânında, Şöyle dedi "Anneye hizmet" etme bâbında: (Mûsâ aleyhisselâm, bir gün kendi kendine, Düşünüp, şu şekilde duâ etti Rabbine: (Cennette, benim komşum her kimse yâ ilâhî! Bildir de, onu bulup tanıyayım ben dahî.) Buyurdu ki: (Yâ Mûsâ, falanca beldeye var. Çarşının girişinde, bir "kasap dükkânı" var. O dükkânın sâhibi, gâyet iyi bir zâttır. Cennette senin komşun, o "kasap" olacaktır.) Mûsâ aleyhisselâm, "Onu görmek" üzere, Çıktı memleketinden, vâsıl oldu o yere. Hânesine giderek, buyurdu: (Ey kişi, ben, Misâfir geldim sana, eğer kabûl edersen.) Kasap, Mûsâ Nebî'yi tanımıyordu, fakat, (Hoş geldiniz!) diyerek, eyledi çok iltifât. Baş köşeye oturtup, eyledi izzet, ikrâm. Sonra izin isteyip, işine etti devâm. Önce mutfağa girip, "Et pişirdi" ocakta. Ve onu, lokma lokma ayırdı oracıkta. Ve asılı bir Zembil" var idi ayriyeten. Yavaş ve dikkatlice, indirdi onu hemen. Mûsâ Nebî baktı ki, içinde bir Kadın" var. Çok yaşlı, pîr-i fâni, tâkatsiz bir ihtiyar. Kirlettiği bezleri, çıkartarak ilk önce, Yeni, temiz bezlerle değiştirdi güzelce. Yedirdi o etleri sonra o ihtiyâra. O, sevinip birşeyler mırıldandı o ara. Hizmetini bitirip, astı tekrar yerine. Ve Mûsâ Peygamberin yanına geldi yine. Mûsâ aleyhisselâm, sordu ki: (Bu zembilin, Merak ettim sırrını, bana da söyler misin.) Dedi: (Benim annemdir zembilde gördüğünüz. Yaşlıdır, ona böyle bakarım gece gündüz. Zîrâ başka evlâdı yoktur hizmet edecek. Her türlü hizmetini, ben yaparım severek.) Buyurdu ki: (Sen onun temizlik hizmetini, Yapıp da, lokma lokma yedirince etini, Annenin dudakları oynadı, bir şey dedi. Sen ise "Âmîn" dedin, söylediği ne idi?) Dedi ki: (Ben annemin hizmetini görünce, Pek fazla memnun olup, duâ eder gönlünce. "Onu, Mûsâ Nebî'ye komşu et yâ ilâhî!" Diyerek duâ eder, "Âmîn" derim ben dahî.) Mûsâ Nebî o zaman buyurdu: (Mûsâ benim. Bu hâlinden ötürü, seni tebrîk ederim. Annene böyle hizmet ettiğinden ihlâsla, Beni, seni görmeye gönderdi Hak teâlâ. Annenin duâsını kabûl etti Rabbimiz. Cennette, senin ile Komşu olduk ikimiz.) |
06-12-2010, 09:46 PM | #12 |
Forum Kalfası
Kayit Tarihi: Aug 2005
Nerden: ManisA
Yaş: 38
Mesajlari: 7,071
Teşekkür Etme: 5 Teşekkür Edilme: 16 Teşekkür Aldığı Konusu: 15
Üye No: 4
Rep Power: 3490
Rep Puanı : 67186
Rep Derecesi :
Cinsiyet : Erkek
|
NAMÂZ NÛR'DUR
Sıbgatullah Arvâsi, büyük âlim ve velî. Bir gün, "Namâz" hakkında buyurdu şu sözleri: Namâz, dînin direği, mü'minin mîrâcıdır. Namâz, hasta rûhların, tesirli ilâcıdır. Namâz kılan, kurtarır yıkılmaktan dînini. Kılmayan, kurtaramaz Cehennemden kendini. Namâz, korur insanı çirkin, kötü her işten. Namâz kılan, kurtulur Cehennem ateşinden. Namâz, nûrdur, ışıktır insanların kalbine. Namâz, Münker-Nekîr'in, cevaptır suâline. Namâz kılan kimsenin, kalbi temiz, pâk olur. Namâz kılan, her zaman, huzûr ve râhat bulur. Namâzla geçer insan, şimşek gibi Sırât'ı. Namâzla insan bulur, huzûr ile râhatı. Namâzdır insanları, doğru yola getiren. Namâzdır insanlara, günâhı terk ettiren. Namâz, rûhlara gıdâ, namâz rûhlara şifâ. Namâzdır üzüntülü kalplere nûr ve safâ. Namâz, kalbi parlatır, Sırât'ı aydınlatır. Namâz'ını kılmayan, çok pişmân olacaktır. Namâzdır mü'minleri birbirine bağlıyan. Namâzdır küskünleri barıştırıp dost yapan. Namâz kılmıyanların, kabûl olmaz duâsı. Çünkü o, terk etmiştir mühim olan bu farzı. Namâz kılan, öyle çok yaklaşır ki Allah'a, Başka ibâdetlerle, fazlası olmaz daha. �Namâz� kılan, yapar hep faydalı, iyi amel. Namâz, kötülüklere olur mâni ve engel. Câmide, cemâatle kılarsa bunu herkes, Sevgi ile bağlanıp, tutmazlar kin ve garez. Büyükler, küçüklere eder şefkat, merhamet. Onlar da, büyüklere gösterir saygı, hürmet. Zenginler, fakirlerin vâkıf olur hâline. Yardımda bulunurlar, derhâl kendilerine. Câmide, hastaları görmeyince sağlamlar, Merak edip, onları, evlerinde ararlar. Şartlarına uyarak, kılarsa onu bir kul, Hak teâlâ indinde, olur iyi ve makbûl. Hepsi namâz kılmıştır, bilcümle Peygamberler. Namâz kılan kimseyi, sever gökte melekler. Beş vakit namâzını, tam kılarsa bir insan, Melek-ül-mevt, rûhunu, alır kolay ve âsân. "Nûr" olur Ona "Namâz", girdiğinde kabrine. Kolay olur cevâbı, suâl meleklerine. Kıyâmette, ilk önce sorulacak "Namâz"dan. Hesâbını verenler, kurtulacak azâbtan. Kim beş vakit "Namâz"ı, getirirse yerine, Kavuşur âhirette, Cennet nîmetlerine. Kimler de kılmayıp da, etmezlerse hiç esef, Azâb göreceklerdir Cehennemde mâlesef. |
06-12-2010, 09:46 PM | #13 |
Forum Kalfası
Kayit Tarihi: Aug 2005
Nerden: ManisA
Yaş: 38
Mesajlari: 7,071
Teşekkür Etme: 5 Teşekkür Edilme: 16 Teşekkür Aldığı Konusu: 15
Üye No: 4
Rep Power: 3490
Rep Puanı : 67186
Rep Derecesi :
Cinsiyet : Erkek
|
KALP KIRMAK HARÂMDIR
Dâvûd-i Kayserî ki, çok mübârek bir kişi. İnsanları gafletten uyarmaktı sırf işi. O bir gün buyurdu ki: (Yaşamayın gafletle. Zîrâ âni geliyor ecel umûmiyetle. Bilhassa "Kul hakkı"na edin ki çok riâyet, Mahşerde, hak altından kurtuluş zordur gâyet. Meselâ harâm olsa, elbisenin düğmesi, O namâzın, insana olmaz bir fâidesi. Üstümüzde kul hakkı, olsa da "Yarım akçe", Cennete giremeyiz, onu ödemedikçe. Kul hakkını, dünyâda, kolaydır edâ etmek. Ve lâkin âhirette, çok çetindir ödemek. Zîrâ o gün, geçmiyor dünyâdaki paralar. "Sevap" ve "Günâh" ile ödenecek bu haklar. Yâni sevâbı varsa, gider alacaklıya. Yoksa, onun günâhı yükletilir borçluya. Bunun için dünyâda, her kişi helâllaşsın. Aslâ mahşer gününe, borç alacak kalmasın. "Haklı" olsanız bile, siz yine dileyin af. Belli olmaz, belki de haklıdır karşı taraf. Zîrâ mahşer yerinde, nice alacaklılar, Hesâpları "ters" dönüp, sonunda borçlu çıkar.) Dediler ki: (Efendim, îzâh buyurduğunuz, Kul hakları, nelerden ibârettir bâhusus?) Cevâben buyurdu ki: (Kul hakkı denilince, Hâtıra, "Maddî haklar" gelirse de ilk önce, Bunlardan daha mühim haklar da var muhakkak. Meselâ kul hakkıdır, "Kalp kırmak, gönül yıkmak. Hattâ insan, "Kâbeyi yıksa da yetmiş defâ, Kalp kırmanın yanında "Hafif" kalır bu daha. İnsanın, kimler ile varsa çok alâkası, Onlarla îcâb eder, sık sık helâllaşması. Meselâ sıra ile, zevcemiz, çocuğumuz, Hısım akrabâ ile, arkadaş ve komşumuz. Hepsinin, ayrı ayrı üstümüzde hakkı var. Bunların içinde de, en mühimi, "Hanımlar". Eğer ki hanımını incitirse bir kişi, Helâllık almadıkça, mahşerde zordur işi. Her gün evden çıkarken, helâllaşmak gerekir. Zîrâ ölebiliriz, eceller âni gelir.) Dediler ki: (Efendim, Allah katında bir kul, Hangi vasıflarıyla olur iyi ve makbûl?) Buyurdu: (Mâhir olsa bir kişi mesleğinde, Sırf bununla, bir kıymet kazanmaz Hak indinde. Zekî ve kurnaz olmak, makâm, mevkî, müdürlük, İndallah, o insana sağlamaz bir üstünlük. Kim fazla korkuyorsa Allahü teâlâdan, Odur Allah indinde kıymeti fazla olan. Kim kazanmak isterse, Hak indinde îtibâr, "Takvâ"ya sarılsın ki, Rabbimiz buna bakar.) |
06-12-2010, 09:46 PM | #14 |
Forum Kalfası
Kayit Tarihi: Aug 2005
Nerden: ManisA
Yaş: 38
Mesajlari: 7,071
Teşekkür Etme: 5 Teşekkür Edilme: 16 Teşekkür Aldığı Konusu: 15
Üye No: 4
Rep Power: 3490
Rep Puanı : 67186
Rep Derecesi :
Cinsiyet : Erkek
|
ANA-BABANIN VAZÎFESİ
"Selâhaddîn Uşâkî", âlim ve velî bir zât. Her gün, sevdiklerine ederdi çok nasîhat. Bir gün, anne-babanın vazîfesi bâbında, Sorulan bir suâle, şöyle dedi vâzında: Peygamber Efendimiz, buyurdu ki: (Hepiniz, Bir koyun sürüsünün, "Çoban"ı gibisiniz. Nasıl ki sürüsünden, mes'ûl olup bir çoban, Korur ise onları, her zarar ve ziyândan, Sizler dahî, emriniz altında kimler varsa, Koruyun her birini Cehennemden bilhassa. Çoluk çocuğunuza, her şeyden daha evvel, "İslâmî bilgileri öğretin tam mükemmel. Eğer öğretmezseniz dînini onlara siz, Yârın mahşer gününde, pişmânlık çekersiniz.) Yine bir hadîsinde buyurdu ki o Server: (Çok müslümân evlâdı vardır ki, o kimseler, Anne-babalarının sebebi ile hem de, Acı azâb görürler, "Veyl" adlı Cehennemde. Onlar, ateş içinde çekerken acı, keder, Ana-babaları da yanacaktır berâber. Çünkü o insanların anne ve babaları, Terbiye etmediler, dînî yönden onları. Sırf "Para kazanma"nın yolunu gösterdiler. Dînin emirlerini, aslâ öğretmediler. Onların, Cehennemde yanmalarına sebep, Dînini öğretmiyen o "Anne-baba"dır hep.) Yine buyurdular ki: (Bir baba, evlâdına, Acıyıp gönderirse, bir Kur'ân üstâdına, Öğretilen Kur'ânın harfleri adedince, O kula, "Hac sevâbı" verilecek bir nice. Ve kıyâmet gününde, o kulun başına bir, "Devlet tâcı" konur ki, herkes görüp imrenir.) Bu zât buyuruyor ki: (İşte bu hadîslerin, Bildirdiği azâbtan kurtulabilmek için, Evlâdına, ilk önce öğret ilmihâlini. Âzâd et Cehennemden, evlâdınla kendini. Evlât, ana-babanın elinde bir "Emânet". Çocukların kalpleri, "Temiz" ve "Sâftır gâyet. Yumuşak "Mum" misâli, her türlü şekle girer, Ve temiz"Toprak" gibi, ne ekersen o biter. Bir baba, çocuğunu seviyorsa eğer ki, Ona öğretmelidir, dînini elbette ki. Eğer öğretilirse, ererler seâdete. Anne-babaları da, ortak olur nîmete. Şâyet öğretilmezse, olurlar "Kötü insan". Dünyâ ve âhirette, sonları olur hüsrân.) |
06-12-2010, 09:46 PM | #15 |
Forum Kalfası
Kayit Tarihi: Aug 2005
Nerden: ManisA
Yaş: 38
Mesajlari: 7,071
Teşekkür Etme: 5 Teşekkür Edilme: 16 Teşekkür Aldığı Konusu: 15
Üye No: 4
Rep Power: 3490
Rep Puanı : 67186
Rep Derecesi :
Cinsiyet : Erkek
|
KARDEŞLİK VE ŞEFKAT
Ulu Ârif Çelebi, ilme âşık bir kişi. Okuyup okutmaktı, en sevdiği tek işi. Bir gün, sevdikleriyle başlıyarak sohbete, Şöyle bir hâdiseyi nakletti cemâate: "Halîl" ile "İbrâhim" adında, çok önceden, İki kardeş yaşarmış, birbirini çok seven. Büyük olanı "Halîl", küçüğü "İbrâhim"miş. Halîl "Evli", çocuklu, İbrâhim "Bekâr" imiş. Ortak bir Tarla"ları varmış ki hem onların, Geçinip giderlermiş geliriyle tarlanın. Ve her sene sonunda, ne kadar çıksa "Buğday", Hemen eşit olarak, ederlermiş "iki pay" Bir yıl, ekinlerini biçip harman yapmışlar. Buğdayları savurup, ikiye ayırmışlar. Büyük olan demiş ki: (Ey kardeşim İbrâhim! Ben gidip çuvalları, ambardan getireyim. Ben gelinceye kadar, sen bekle az bir zaman. Gelmesin buğdaylara herhangi zarar, ziyân.) Halîl eve gidince, düşünmüş ki İbrâhim: (Ben "Bekâr" bir kişiyim, "Evli"dir fakat âbim. Daha çok buğday lâzım elbet Onun evine. Benimkinden bir miktar, atayım onunkine.) O, âbisi hakkında bunları düşünerek, Payından, onunkine aktarmış üç beş kürek. Halîl, çuval elinde çıkagelmiş o ara. Demiş: (Haydi doldur da, götürüver anbara.) İbrâhim "Peki" deyip, kendine âit olan, Buğdaydan yüklenerek, anbara olmuş revân. İbrâhim ayrılıp da, gider gitmez anbara, Şu şekilde düşünmüş, âbisi de o ara: (Çok şükür ben "Evli"yim, kurulu düzenim var. Lâkin küçük kardeşim İbrâhim henüz Bekâr. O, daha çalışıp da, para biriktirecek. Ve maddî sıkıntıyla, ev kurup evlenecek. Benim böyle derdim yok, hazır evim ve eşim. Buğdaya, benden fazla, muhtâçtır bu kardeşim.) Kardeşinin hakkında, o böyle düşünerek, Payından, onunkine aktarmış bir kaç kürek. Buğdayı yüklenip de, ayrıldığında biri, Ona, kendi payından, aktarırmış diğeri. Onların bu hâlleri, o gün akşama kadar, Birbirinden habersiz, sürüp gitmiş bu karar. Nihâyet bakmışlar ki karanlık bastığında, Hiç "Azalma" olmamış buğday yığınlarında. Onlar, birbirlerine, böyle güzel hareket, Edince, vermiş Allah onlara bir "Bereket". Günlerce taşımışlar, "bitmemiş" buğdayları. Dolup taşmış buğdayla, evleri, ambarları. İşte, "Halîl İbrâhim bereketi" denilen, Hâdise, bu şekilde vâki olmuş eskiden. |
06-12-2010, 09:46 PM | #16 |
Forum Kalfası
Kayit Tarihi: Aug 2005
Nerden: ManisA
Yaş: 38
Mesajlari: 7,071
Teşekkür Etme: 5 Teşekkür Edilme: 16 Teşekkür Aldığı Konusu: 15
Üye No: 4
Rep Power: 3490
Rep Puanı : 67186
Rep Derecesi :
Cinsiyet : Erkek
|
DUÂ, BELÂYI GİDERİR
Ziyâeddîn Nahşebî, büyük âlimlerdendi. Bir gün, şu hadîseyi dersinde nakleyledi: (Resûlullah, eshâbla otururken bir ara, Şu ibretli vak'ayı naklettiler onlara: Vaktiyle bir kavimde, yaşıyordu Üç adam. Bir yere giderlerken, bir dağda oldu akşam. Hemen yer aradılar, gecelemek üzere. Bir "Mağara" görerek, sığındılar o yere. Lâkin koca bir Kaya", dağdan yuvarlanarak, Mağara kapısını kapadı tam olarak. Dediler ki: (Bu yerden, bizleri kim kurtarır? Bize yardım edecek, ancak Hak teâlâdır. İyi işlerimizle, edelim Ona niyâz. Ola ki, O da bizi bu yerden eder halâs.) İçlerinden birisi, dedi ki: (Yâ ilâhî! Benim "Annem ve Babam" vardı ki pîr-i fâni, Onların yemeğini bizzât yedirmeyince, Ben, hanım ve çocuklar, yemezdik daha önce. "Rızân için" yaptımsa onlara bu hizmeti, Kaldır üzerimizden bu büyük musîbeti.) O böyle dediğinde, aralandı az kaya. Lâkin çıkamadılar yine de dışarıya. Bu sefer ikincisi, dedi ki: (Yâ ilâhî! Komşumuzun, çok güzel bir Kızı var idi ki, Onunla buluşmayı isterdim harâretle. Lâkin o, teklîfimi reddederdi şiddetle. Sonra bir "Kıtlık" oldu, günlerce kaldılar aç. Nihâyet erzak için, oldular bize muhtâç. Ben bunu fırsat bilip, o kıza erzak verdim. Sonra da, (Teklîfime, "Evet" de haydi!) dedim. Dedi ki: (Sen Allah'tan korkmaz mısın ey kişi! Nasıl teklîf edersin, bana günâh bir işi?) Ben bunu işitince, kendime geldim hemen. Vazgeçtim o günâhı irtikâb eylemekten. Bu işten, "Rızân için" ictinâb ettim ise, Buradan çıkmak için, yardım et yâ Rab bize.) O kaya, biraz daha aralandı o vakit. Lâkin henüz çıkmaya, olmadı tam müsâit. Bu sefer üçüncüsü, dedi ki: (Yâ ilâhî! Amele tutmuş idim ücret ile ben dahî. Lâkin gitti birisi, ücretini almadan. Ben, onun ücretini çalıştırdım çok zaman. Birikti hesâbına, bir hayli mal ve davar. Bir gün gelip istedi ücretini o tekrar. Dedim ki: (Şu gördüğün öküz, koyun ve deve, Senindir her birisi, sür götür senin eve.) Yâ Rabbî, "Rızân için" yaptımsa bu işi ben, Kaldır bu musîbeti, bizim üzerimizden.) O da Hak teâlâya, edince böyle niyâz, Taş kaydı biraz daha, oldular bundan halâs. |
06-12-2010, 09:47 PM | #17 |
Forum Kalfası
Kayit Tarihi: Aug 2005
Nerden: ManisA
Yaş: 38
Mesajlari: 7,071
Teşekkür Etme: 5 Teşekkür Edilme: 16 Teşekkür Aldığı Konusu: 15
Üye No: 4
Rep Power: 3490
Rep Puanı : 67186
Rep Derecesi :
Cinsiyet : Erkek
|
MUHTÂÇLARA YARDIM
Abdurrahîm Bursâvî, âlim ve velî zâttı. Bir gün, sevdiklerine, şu vak'ayı anlattı: "Abdullah bin Mübârek" adında bir evliyâ, Hac'da iken bir gece, gördü şöyle bir rüyâ: Semâdan yeryüzüne, "İki melek" indiler. Sonra, birbirleriyle hasbihâl eylediler. Meleklerden birisi, sordu ki diğerine: (Bu sene, kaç müslümân geldi bu Hac yerine?) O dahî cevâbında, şöyle dedi o zaman: (Bu yıl Hac'ca gelenler, altıyüzbin müslümân.) Birincisi sordu ki yine ikincisine: (Peki, kaçının haccı kabûl oldu bu sene?) Dedi ki: (Bu kadar çok kimse Hacca gelmiştir. Lâkin hiç birininki, kabûl edilmemiştir. Fakat Şam'da, "Alî bin Muvaffak" diye bir zât, Var ki, Hac sevâbını kazanmıştır o bizzât.) Abdullah bin Mübârek, bu rüyâ üzerine, O zâtı bulmak için, yöneldi Şam şehrine. "Alî bin Muvaffak"ı sorarak ahâliden, Hânesini öğrenip, yanına gitti hemen. Önce selâm vererek, anlattı rüyâsını. Dedi ki: (Söyle bana, sen şu işin aslını. Sana, Hac sevâbını kazandıran iş nedir? Ne amel işledin ki, kazandın böyle ecir?) Alî bin Muvaffak da, buna çok etti hayret. Dedi ki: (Bilmiyorum, yapmadım bir ibâdet. Ayakkabı tâmiri yapmaktır asıl işim. Otuz seneden beri, Hacca gitmek isterim. "Üçyüz dirhem" parayı, biriktirip nihâyet, Bu yıl, Hacca gitmeye etmiştim hâlis niyet. Lâkin kısmet olmadı bu sene de bana Hac. Zîrâ bir komşum vardı, gâyet fakir ve muhtâç. Bir gün gidip gördüm ki bu komşumun evine, Et kokusu yayılmış evinin her yerine. Şaka ile dedim ki: (Et pişiyor ocakta. İkrâm et de, berâber yiyelim şuracıkta.) Ben böyle söyleyince, ağladı hüngür hüngür. Dedi ki: (Çocuklarım, aç bekliyor üç gündür. Bütün şehri dolaşıp, iş aradım bir hafta. Lâkin hiç bulamadım uygun iş, bir tarafta. Bir yolun kenarında,Ölü bir hayvan gördüm. Zarûret miktârınca, kesip eve götürdüm. Yemek pişiriyorum çocuklara o etten. İkrâm edemiyorum size de bu sebepten.) Ben bunu öğrenince, çok sızladı yüreğim. Ve hemen düşündüm ki: Buna yardım edeyim. Muhtâç olan kimseye, yardım eli uzatmak, Nâfile ibâdetten, kıymetlidir kat be kat. Abdullah bin Mübârek, öğrenince bu hâli, Buyurdu: (Çok isâbet eylemişsin yâ Alî!) |
06-12-2010, 09:47 PM | #18 |
Forum Kalfası
Kayit Tarihi: Aug 2005
Nerden: ManisA
Yaş: 38
Mesajlari: 7,071
Teşekkür Etme: 5 Teşekkür Edilme: 16 Teşekkür Aldığı Konusu: 15
Üye No: 4
Rep Power: 3490
Rep Puanı : 67186
Rep Derecesi :
Cinsiyet : Erkek
|
ÖFKENİN ZARARLARI
Abdül'azîz Dehlevî, bir gün "Öfke" bâbında, Câmide, cemâate şöyle dedi vâzında: Bir gün hükümdâr Me'mûn, odasına gelerek, Sofraya oturdu ki, bir miktar yesin yemek. Ve lâkin hizmetçisi, çorbayı getirirken, Elinde olmaksızın, ayağı kaydı birden. Döküldü sıcak çorba, Sultânın üzerine. Hiddetlendi hükümdâr, derhâl hizmetçisine. Hattâ dövecekti ki kalkıp onu bir yaman, Akıllı hizmetçisi, vermedi buna meydan. Dedi ki: (Ey efendim, acele etmeyiniz. Dînin emri üzere, lütfen amel ediniz. Bakın, buyuruyor ki Kur'ânda Hak teâlâ: "Takvâ sâhibi kullar, öfkelenmezler aslâ") Teskîn oldu hükümdâr, onun bu sözlerinden. Dedi: (Ben de vazgeçtim, sana sinirlenmekten.) Hizmetçisi dedi ki: (Âyetin devâmı var: "Kusûru olanları, affeder hemen onlar.") Onun bu sözü dahî, çok memnun etti onu. Dedi: (Ben de affettim, senin bu kusûrunu.) Hizmetçi, hükümdâra dedi ki en sonunda: (Sultânım, iş bitmedi, devâmı var onun da. Bakın buyuruyor ki bu âyette Rabbimiz: "İhsân sâhibi olan kulları çok severiz.") Bu söz de huzûr verdi hükümdârın içine. Bir kese Altın alıp, verdi hizmetçisine. Yine Behâeddîn-i Buhârî hazretleri, Çok titiz davranarak, yer idi yemekleri. Bir yemek pişmiş ise "Gadab" ve "Öfke" ile, Anlayıp, yemez idi ondan bir lokma bile. Bir gün, dâvet ettiler yemeğe kendisini. Lâkin hiç o yemeğe uzatmadı elini. Dediler ki: (Efendim, helâldi yemeğimiz. Merak ettik, acabâ ne için yemediniz?) Buyurdu ki: (Yemekler helâldi hepsi, fakat, Kızgın ve öfkeliydi, yemeği pişiren zât.) Talebeden biri de, suâl etti: (Efendim! Hâllerim iyi değil, neye dikkat edeyim?) Buyurdu ki: (Lokmana dikkat eyle her zaman. Harâmdan, tek bir lokma geçmesin boğazından. Hem ayrıca bir yemek, pişer ise "Gaflet"le, Veyâ hazırlanırsa, "Gadab" ve "Kerâhet"le, O yemekten, insana olmaz fayda, bereket. Zîrâ şeytân ve nefis, karışır ona elbet. Böyle pişen yemekten, yer ise biri eğer, Ondan hep zuhûr eder çirkin, kötü fiiller. Ve eğer "Huzûr" ile, "Besmele" söyliyerek, "Neşe" ve "Sevgi" ile yapılırsa bir yemek, Ondan her kim yer ise, kurtulur çok marazdan. Lezzet alır yaptığı ibâdet ve namâzdan.) |
06-12-2010, 09:47 PM | #19 |
Forum Kalfası
Kayit Tarihi: Aug 2005
Nerden: ManisA
Yaş: 38
Mesajlari: 7,071
Teşekkür Etme: 5 Teşekkür Edilme: 16 Teşekkür Aldığı Konusu: 15
Üye No: 4
Rep Power: 3490
Rep Puanı : 67186
Rep Derecesi :
Cinsiyet : Erkek
|
ŞEYTÂNIN HÎLELERİ - 1
Abdullah-el Acemî buyurdu: (Ey insanlar! Biliniz ki, insanın, üç büyük düşmânı var. Birisi "Şeytân"dır ki, damarlarda dolaşır. Günâha sokmak için, gece gündüz uğraşır. Lâkin bunun zararı, "Azdır diğerlerinden. Bilgisiyle kurtulur, insan bunun şerrinden. Zîrâ bir günâh için, "bir kez" gelir herkese. Eğer aldatamazsa, verir başka vesvese. Evvelâ her kişinin, "Za'fı"nı tesbît eder. Meselâ çok ibâdet yapıyorsa, şöyle der: (Ne için bu kadar çok ibâdet yapıyorsun? Allah, ibâdetlere muhtâç mı sanıyorsun? Ne kadar çok ibâdet yapsan da ihlâs ile, "Bir gözünün şükrünü îfâya yetmez bile. O ihsân etmedikçe, Cennete giremezsin. Öyle ise, bu kadar niçin zahmet çekersin?) Şeytân böyle der ise, şöyle cevap veririz: (Evet, muhtâç değildir ibâdete Rabbimiz. Ve lâkin ibâdete, benim var ihtiyâcım. Çünkü ben, kul olarak, her an Ona muhtâcım. Ne kadar çok ibâdet etsem de kendisine, Kulluğumu tam yapmış olamam Ona yine.) Bu sefer şeytân der ki: (Ama sen, henüz gençsin. İbâdette, ne kadar çok acele edersin. Önce "Dünyâ işini düzene koy, râhat et. Yaparsın daha sonra çok amel ve ibâdet.) Buna karşı deriz ki: (Evet ben, henüz gencim. Lâkin bilmiyorum ki, ne gün gelir ecelim? Ben, bu günün işini bırakırsam yârına, Ne bahâne bulurum mahşerde Yaradan'a.) Şeytân der ki: (Haklısın, ecel belli değildir. Her tâati, acele yapmak daha iyidir. Bunun için namâzı, çabuk çabuk edâ et. Böylece az zamanda, yaparsın çok ibâdet.) Bu sefer de, şeytâna şöyle cevap verilir: (Aceleden maksadım, elbette bu değildir. Her tâatin şeklini, bildirmiştir dînimiz. Doğru yapılanları, kabûl eder Rabbimiz. Hiç hatâsız olarak yapılan az ibâdet, Hatâlı çok tâatten üstündür daha elbet.) Bu sefer şeytân der ki: (Sen, çok iyi bir kulsun. Her bir ibâdetini, kusûrsuz yapıyorsun. Bunun için, herkese "Göster" ki amelini, Herkes, sana bakarak düzeltsin her hâlini) Onun bu hîlesine, şöyle cevap verilir: (İnsanların görmesi, hiç de mühim değildir. Ben ibâdet yaparım, "Rabbimin emri" diye. Ne için göstereyim, bunu Ondan gayriye? Benim ibâdetimi görse de çok insanlar, Hattâ beğenseler de, bana ne fayda sağlar?) |
06-12-2010, 09:47 PM | #20 |
Forum Kalfası
Kayit Tarihi: Aug 2005
Nerden: ManisA
Yaş: 38
Mesajlari: 7,071
Teşekkür Etme: 5 Teşekkür Edilme: 16 Teşekkür Aldığı Konusu: 15
Üye No: 4
Rep Power: 3490
Rep Puanı : 67186
Rep Derecesi :
Cinsiyet : Erkek
|
ŞEYTÂNIN HÎLELERİ - 2
Onun bu hîlesi de tutmayınca, bu sefer, Başka bir Taktik" ile yaklaşıp, şöyle söyler: (Hakîkaten sen hâlis, iyi bir müslümânsın. Ve her ibâdetini, "Allah için" yaparsın. Bu mânevî nîmeti, sen nasıl elde ettin? Demek, senin bu yolda çoktur kâbiliyetin.) Şeytâna, bu sefer de şöyle diyebiliriz: (Her nîmetin hakîkî sâhibi, Rabbimizdir. O dediğin nîmetler, mevcutsa bende eğer, Rabbimin ihsânıdır, herkese O lutfeder. Ben, Allah'ın pek âciz, zavallı bir kuluyum. Bendeki her nîmeti, yine Ona borçluyum.) Şeytân bakar olmadı, tutmadı yalanları, Bizi aldatmak için, dener başka yolları. Der ki: (Sen, çok "bilgili" ve "akıllı" birisin. Dînin îcâblarını gâyet iyi bilirsin. Ve lâkin sen yine de "Gizli yap ibâdeti. Riyâdan kaçanların, hep böyledir âdeti. Her hâlin, muvâfıktır rızâ-i ilâhîye. Her ameli gizli yap, gösterme bir gayriye.) Bu sefer demeli ki: (Yine yalan diyorsun. Şimdi de, beni "Kibre sevk etmek istiyorsun. Bâzı iş "Gizli" olur, bâzıları "Âşikâr". Hepsini gizli yapmak, bana ne fayda sağlar?) En son olarak der ki: (Sen, iyi bir insansın. Îmânı, îtikâdı düzgün bir müslümânsın. Sen de biliyorsun ki, dünyâda "Hayır" ve "Şer", Her biri Allahtandır, karışmaz aslâ beşer. Şâyet Cehennemliksen, niye zahmet çekersin? Çok ibâdet etsen de, Cehenneme gidersin. Yok eğer Cennetliksen, yine yapma ibâdet. Zîrâ sen Cennetliksin, boş yere çekme zahmet. Ne için ibâdetle uğraşıp duruyorsun? Gâlibâ sen kendini "Boş yere" yoruyorsun.) Onun bir hîlesi de, işte bu vesvesedir. Onu susturmak için, şöyle cevap verilir: (Ben kulum, kula düşen, "İbâdettir Rabbine. Cennetine koyarsa, lütfudur Onun yine. O bilir, Cennetlik ve Cehennemlik kulları. Ben ibâdet yaparım, hiç düşünmem bunları. Kulun "Alın yazısı", işinden anlaşılır. Herkes, irâdesiyle sevap, günâh kazanır. Vâdetti Hak teâlâ, mü'minlere Cenneti. "Sâlih amel" işleyen, kazanır bu nîmeti. Yâni Cennetlik olan, hep sâlih amel işler. Lâkin fenâlık yapar, Cehennemlik kişiler. Rabbimin beğendiği "İyi işler var iken, Beğenmediklerini ne için yapayım ben?) Böyle cevap verirse şeytâna bir müslümân, Onun vesvesesinden, halâs olur her zaman. |
Bu Konudaki Online üyeler: 3 (Üye Sayisi : 0 Ziyaretçi Sayisi : 3) | |
|
|