![]() |
|
|
#11 |
|
Aşmış Üye
![]() Üyelik Tarihi: Aug 2007
Konum: İstanbul
Mesajlar: 281,268
Teşekkür Etme: 98 Thanked 355 Times in 320 Posts
Üye No: 44033
İtibar Gücü: 57931
Rep Puanı : 34658
Rep Derecesi :
![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Cinsiyet : Erkek
|
_ Sevgiliye Mektuplar / KAYIP ARANIYOR
…………… S_okağa çıkmaya korkuyorum, utanıyorum insanların arasına karışmaya, her yüz, her bakış ve dil seni soracak, utangaçlığımı beton zeminlerin dibine gizleyemeyip kaçıp, sığınacak başka delik bulamayacağım diye… Öyle savruk, hoyrat, başıboş, serseri dolaşmaktayım en tenhalarda… Gören olmasın, ayak seslerimi duymasınlar seni sormasınlar diye… Herkes tanıyor seni, herkes seviyor bu kentte…Onlara, acıyan yaralarını gizleyen hiç söz etmeyip, etmekte istemediğin tavırlarından çıkıp kanatsız melek umarsızlığında hepsinin yardımına koşarak, okula giden çocuklarına kalem defter cep harçlığı vererek büyüttün yoksul yüreklerinde sevgini… …………… E_n sevdiğim, yürürken yüzlerini resimleyip, kimliksiz albümler yaptığım suretleri görmezden gelip şimdi sana anlattığım caddelerden ara sokaklara dalıyorum, benliğimi, kimliği yitirip dolaşmak istiyorum kimsenin tanımadığı dar yoksul sokaklarına evlerde pişen yemek kokularının karıştığı, lastik top peşinden koşan çocukların yemek saatlerini unutmuşluğunda… Öğle saatlerinde takvimlerin durduğu dört Mart'tayım ve takvimsiz ve saatsiz anlardayım zaman ilerlemez gece olamazken sensizliğin kıyametine yürüyorum attığım her adımda ulaşamıyorum, sesim çıkmıyor nara atmak isterken dilsizliğimin farkına varıyorum, attığımı sandığım her adım geri dönüyor beni o tarihin ortasına esaretli yor… Sesini mi unuttum diye irkiliyor numaranı çeviriyorum, günlerdir ulaşamıyorum açık olan telefonuna, bir yerde mi unuttun, ıssız bir tarlaya mı attın diyorum çıldırmışlığımda, elimdeki telefonu şiddetle çarptığım yerden aynı ses yükselerek devam ediyor ''aradığınız numaraya ulaşılamıyor'' diye, sen oradayken… …………… V_irajı alamayan sürücünün görsel kornasını sağır edercesine bağırtıp açık olan camdan el-kol hareket destekli, yeni üretilmiş küfürleri yankılıyor köşe başından dönüyorken… Oysa viraj olmayan yolda yediğim küfürleri süzgeçten geçirip en edeplisini kendime uygun bulmaya çalışırken ortadan yürüdüğümün farkına varıyorum… Sağ elini korna yerine kımıldatmadan sabit bırakıp, yerine sağ ayağı ile gaz pedalına biraz daha bassa gözlerimi asla açamayacak olmanın mutluluğuna erişebilirdim ''Kayıp Aranıyor'' ilanının okunmuşluğunda… Ne acı kaybolduğunu sanıp aramaya çalışırken kaybolmak, yitip gitmek, sonsuzluğun evrenine katılıp belirginsizleşmek… …………… T_eğet geçtiğim anılar biriktiriyorum yaşam ölüm arasında o ince çizgiden ve sıyırmışken ölümsüzlüğü yirmi beş yıl önce üzerimize piyade tüfeğinden mermiler yağdıran mavi bereli asker düşüyor Unkapanı'ndan usuma ve afişler görüyorum belediyenin ilan panolarında kaçarak, bakmadan uzaklaşıyor insansız caddeler, sokaklar arıyorum yalnızlığıma… Afişlemişler miydi seni, hangi resmin vardı o bil boarda? ... Farkına varıp kaybolmuşluğunu bana soracaklar mı sessiz ağlamaktan şişmiş gözlerime bakarak, ne yanıt verebilirdim onlara senin hakkında, ne söyleyebilirdim onlara sensiz geçen zamanların takvime kilitlendiğim esaretimde… …………… A_ğlamaklı sesiyle ekmek parası isteyen yaşlı dilenci kadının bakışlarıyla irkiliyorum, aylardır sıcak bir dilim bile yemediğim ekmeğin kokusu geliyor genzime, yan tarafta gözüme ilişen fırından bir ekmek alarak küçük parça koparıyor tadını alamadan yutuyorum… Kalan ekmeği verdiğim kadın ''ekmek değil parasını istiyorum'' dediğinde kızıyor, parçalara ayırdığım ekmeği kırıntılara dönüştürüp park kenarında çimlerin üzerine bırakıyorum acıkan kuşlara yem olsun diye… Parkın girişinde simit satan Güneydoğulu çocuk sert, kızgın bakıyor bıraktığım ekmek kırıntıları nedeniyle, ekmek fiyatına sattığı simitlerden birileri alıp kuşlara yem yapacakken bu ekmekte, nereden çıkmıştı şimdi? Bakışlarında satılmamış simitlerinde hazır ayran kutularının kardeş kokusu vardı... ……………P_arkı ardımda ve uzaklaşırken yarın ABD'nin Irak'ı işgalinin üçüncü yıldönümünde protesto eylemine katılacağım geliyor aklıma ve ardından İncirlik'te devam edecek miting… Sana canlı yayında dinletirdim bir zamanlar sloganlarımızı, yürüyüşlerimizdeki ayak seslerimizi… Oysa günlerdir uzanamıyorum sesine, duyamıyorum soluğundaki kuşların cıvıldarken gördüğü ekmek kırıntısına kartal gibi süzülüp cıvıldaşmalarını bırakıp kanatlarından çıkan o acıkmışlığa aşk, sevda ile saldırmalarının tınısını, Özledim soluğundaki kanat çırpan aşk seslerini, Özledim kanatlarının altında sakladığın sevginin sıcağını, Özledim sesinin sesime uzanan notalarını, Özledim senin sonsuz sevdanı… Nerdesin? ... Nerelerdesin? ... Takvimlerin esaretinden kurtar beni…Çık artık neredeysen? ... Yokluğunda ben senden daha çok ve derin kayboluyorum, yok oluyorum, bitiyorum… Kayıplığını aratma bana. 17.3.2006 - Adana Olgun Ekinci
__________________
Buraya Kadarmış ..
|
|
|
|
|
|
#12 |
|
Aşmış Üye
![]() Üyelik Tarihi: Aug 2007
Konum: İstanbul
Mesajlar: 281,268
Teşekkür Etme: 98 Thanked 355 Times in 320 Posts
Üye No: 44033
İtibar Gücü: 57931
Rep Puanı : 34658
Rep Derecesi :
![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Cinsiyet : Erkek
|
_ Sevgiliye Mektuplar / Ben ******'yum Kardeş…
** (Her insan doğarken suçludur biraz... Ve / fakat her fahişe masum bir kelebektir doğarken) ** ___ Soğuktu ve tanrılar çıldırmış olmalıydı… Karanlıktı ve ürkütücü sesler bombardımanıyla sarsılıyordu sanki şehir… Şimşekler; Devrim'inin yıldönümünü kutlayan bir ülkenin gün ve ******* boyu patlatılan havai fişeklerine meydan okurcasına ardı sıra patlıyor ve kim bilir hangi yoksul semtlerin evlerini başına yıkıyordu… ___ Evrim geçirdiği varsayılan veveya zannedilen kentin caddeleri; ıssız denizlerde fırtınada hoyratça savrulan kayıkların mülteci limanlar arayışına benziyordu üzerinde seyreden özel ve genel arabaların yol zeminini nafile arayış çabalarında… ___ Ve silecekler, göğüsleyemediği yağmurların isyanında metafizik öfkeler savuruyorken Fuzuli caddesinin bitim noktasına yakın G…… iş merkezinin önündeki son otobüs durağında titriyordu kadın, şimşeklerin her çakışında ışıltılı, yarı çıplak ve dekolte giysileri yanıp yanıp sönüyordu adeta yıldırımlar eşliğinde… ___ Tahrip gücü yüksek sesler arasında yaklaşırken durağa ve açarken camı, ceplerimi aralamış ve duyacağım sunturlu küfürleri kredi kartsız, peşinen kabullenerek içine atacağımı varsaymış- tım… Kolej çocuklarının aksine aykırı davranır ve yaşarken bilirdim kimden, ne zaman, en güzel ve en çirkin küfürler duyacağımı ve kulağımın frekanslarını ona göre ayarlardım… Günlerdir ve haftalardır aynı durakta gördüğüm ve kimlerin alkol kokan nefeslerine nasıl ve nerede, aşağılık, iğrenç isteklerine boyun eğdiğini düşünüp, cinsiyetime öfkeler yağdırırken gözyaşlarım yağmura, yağmur tenime karışıyordu… Biliyordum; bu duraktan sonraki güzergahlar evime giden cadde ve sokaklardan geçiyordu ve o oralarda bir yerde oturuyor olmalıydı, puşt bir erkek beklemenin acı ama gerçek versiyonunu yaşıyordu, hayatı ona, bize, puştluğumuza endeksleydi ve yeterdi artık yeterdi lanet olsun beeee… '' Gel bacım Baraj yolu istikametine gidiyorum, bırakayım'' dediğimde hazırlıksız değildim bekliyordum gelecek seçenekleri… Her gece iş çıkışı aynı yerde gözlerimiz kesişirken, ben acı ile karışık bakıyor o ise içinden ''Ne var lan dümbük, bakıyorsun da hiç karı gör- medin mi? '' söyleminde türevler üretiyordu biliyordum, aşina idi gözler gecede… ___ Adressiz mektuplar yolladığım ve doğmadan birbirimizi sevdiğimiz sevdam düşerken yine ve yeniden yüreğime o bana benzeyen tok ve güçlü sesle irkildim ''' Ben ******yum Kardeş, çalışı- yorum, var sen git evine, işine, arkadaşlarına, nasılsa bir dümbük gelir birazdan, beni alır götürür ve becerir sabaha kadar, hem sen diğerlerine benzemiyorsun ''' … Benzemiyor muyum? Ya da benziyor muyum? Ben neyim? Erkeğim ben erkek heyy… Puştluğu, belden aşağı düşünceleri ve eylemi beyninin kıvrımlarında, hücrelerinde kök salmış ama köklerini gizleyen erkek sınıfından bir erkeğim hemde… Nereden biliyorsun eyyy kadın benim de diğerlerine benzemediğimi… Yoksul semtlerde büyüdüm diye sen etinin bedelini ödeyecek param yok zannediyorsan, seni bir aylığına kiralarım kadın! ! ! ... Kiralarım…Kahretsin…Erkeğim.. Eyvallah… Hoşça kal… ___ Paradokslarımdı küçüklüğümden bugüne çevreme aykırı görünme kaynağım ve bu kaynaktan beslenip, içimde büyütürken arkasındaydım farklılaşmamın… İkinci kadeh rakıyı isterken, Arnavut ciğerinin kokusuyla irkilip yeniden yüzleşmeye sorgulayışlara başlıyordum dünü, bugünü, yarını ve ataerkil bir toplumda kadına verdiğimiz değerlerin yüzdesi şimşek gibi yüzüme çarpıyor, yağmur dursa da eve gitsem uyuyamasam diye erkekçe düşünüyordum yuvarlarken kadehleri… Geceydi ve soğuktu… Ve o kadın her gece oradaydı… Adı bendeydi… Ve bir adam kalkmış, her gece aynı yerde aynı saatte karşılaştığı kadına dair bu yazıyı birde utanmadan kaleme alıyordu! ! ! … ** (O orada her gece üşürken… Ben sensiz *******imde, gözlerinin anne kokusuyla avunuyorum) ** 14.11.2006 - Adana Olgun Ekinci
__________________
Buraya Kadarmış ..
|
|
|
|
|
|
#13 |
|
Aşmış Üye
![]() Üyelik Tarihi: Aug 2007
Konum: İstanbul
Mesajlar: 281,268
Teşekkür Etme: 98 Thanked 355 Times in 320 Posts
Üye No: 44033
İtibar Gücü: 57931
Rep Puanı : 34658
Rep Derecesi :
![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Cinsiyet : Erkek
|
_ Sevgiliye Mektuplar / DÜŞLERİMLE GELDİM SANA...
......... Sarı yapraklı papatyaydın, doğmamıştın, fışkırmak için yeryüzüne günden öte saatleri, dakikaları sayarken, başka bir coğrafyanın ikliminde toprağı delen yaban dikeniydim ve sana o doğmadığımız zamanlarda vurulmuştum... Doğmadan önceki düşüm, öldükten sonra dahi sevdamın rakım yükselteceği gerçeğimsin... Tek, sarsılmaz, değişmez... ......... Elverişli ortamlardan hoşlanmayan farklı, tek kökten iki dal olan uzantısıydık ve güneşe dönerken yapraklarını sen, dikenlerim toprakla beslenir, asi rüzgarların esintisinde ısınır, kavuran güneşin altında üşürdük, biz bilirdik, kimse bilmez, duymaz, görmez ve anlamazdı ve bizim bizi anlamamızdı aslolan, diğerleri yabangülüydü bir başınalıklarında... Savrulurken boranlarda, köklerimizdi bağıtlayan bizi bize ve sadece dışsallığımızdı ayrılan, o kökler ki bu cumhuriyetten daha sağlam ve sarsılmazdı... ......... Varsıllığımız düşlerimizdi, gerçeğimizi yoksul yüreklere taşırken ve sana her gelişim de varsıllığımı taşır, yüreğindeki bitip tükenmeyen melek kokunla birleştirip gökyüzüne salardık barış güvercinleri kanatlarına taksın, yoksul ülke halklarının yüreklerine su serpsin, açlıktan esmer, siyah, beyaz renkli çocuklar ölmesin diye... Yarınları çalınan, ellerinden alınmak istenen ülkelerin umutlarına serperdik düşsel zenginliklerimizi ve her kayan yıldıza başka anlamlar yükler, gemicileri öldürmezdik yıldızsız *******de... Her yıldız sen olurdun... ......... Tahrip gücü yüksek havai fişekler sessiz kalırdı sen yıldız yağmuru olup yüreğime akarken ve gerçeğin düşlere karışıp ayrımına varamadığımız *******de gökyüzünü kandırırdık düşlerimiz rengarenk hatlar çizerdi, ay bile bizi izler gülümserdi... Her hattın yolcusu da biz, taşıtları da bizdik ve kaybolan yıldızların boşluğuna düşsel renkler eklerdik, yıldızlar arası sonsuz yolculuğumuzda... Luna parktaki en tehlikeli ve hızlı binekler az kalırdı gökyüzü yolculuğumuzun düşselinde ve ben çok korkar, belli etmez, sana sıkıca sarılırdım, aslında deli cesaretindi sarıldığım, gökyüzüne ipek dokulu, ıtır kokuların yayılırken... ......... Arındığımız yalnızlıklarımızdan çıkarsız, yalın, çırılçıplak gerçeklerimize dönüşür her vuslat ve her soluğumuzda içine gömülür, soluklandıkça batardık içinde asla çıkmak istemeden, kurtulmayı yok sayarak... Çırpındıkça gerçeklerimize sarılır, sarıldıkça orman yüklü özlemler doğardı yüzlerimize, gözlerimizin ormanlarında kaybolurken dünyanın tüm yağmurları iliklerimize dek yağar, yağmur sonrası o doyumsuz ve serin havayı solurduk soluduklarımız yağmur kokulu aşka dönüşürdü... Her yağmur damlası sen, yanağıma düşen her damla sen olurken... ......... Pusulası bozuk kaptan olurdum düşler gerçeğe sarmalanıp kaybolduğunda ve rota yön, istikamet denen algılardan uzaklaşır, nadasa bırakılan tarlaların arasında unutulan, filizlenen patates yumrusu olurdum, bir an önce kökleşip, güneşe dönmek için yüzümü, güneş sendin, sende ısınır, seninle uzardı köklerim, hiçbir kent kaldıramaz ve saklarken yüreğimin ağırlığını, saklar ve ezilirken düşlerimin gerçekliğinde en büyük emekçi, en kutsal alın teri sen olurdun, taşırdın beni düşlerimin gerçekliğinde... Hem de hiçbir gün yorulmadan, hiçbir gün dinlenmeden... Düşlerim miydi? Sana gelişlerimde ayakta tutan... 6.11.2007 - Adana Olgun Ekinci
__________________
Buraya Kadarmış ..
|
|
|
|
|
|
#14 |
|
Aşmış Üye
![]() Üyelik Tarihi: Aug 2007
Konum: İstanbul
Mesajlar: 281,268
Teşekkür Etme: 98 Thanked 355 Times in 320 Posts
Üye No: 44033
İtibar Gücü: 57931
Rep Puanı : 34658
Rep Derecesi :
![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Cinsiyet : Erkek
|
_ Sevgiliye Mektuplar / SENİ KAÇ KERE UNuTMAK İSTEDİM..
.........Sağanaklar yağardı akşam caddede yürürken ve yerleşkesinin ilk yeri saçlarım olan o dünyanın en güzel kokusu, birazdan akar gider, sensiz kalırım, unuturum diye düşlerdim hain ve sinsi olmayan gözyaşlarım yağmur damlalarıyla sevişirken... .........En çokta kapalı yakamı açardım saçlarımdaki nehirler içime aksın, oralarda bir yerlerde tıkansın, daha ilerilere gitmesin diye...Setler, engeller kurardım önüne ve içimden, tenimden çıkartmaz, yağmur kokularına karıştırmaz, içimde, tenimde saklardım, izin vermez veremezdim çıkmasına... Öylesine kutsal, öylesine aşımdı ki salisesiz kalamazdım o dünyevi koku olmadan... Saklayacaktım, sen bilmeyecektin, unutacaktım işte... .........Volkanik tepenin en akıntılı eteğinde lavları karşılamaya hazırlanıyor, yangın yüreğime yarenlik etsin diye çadırımın kapısını açık bırakıyorum ama heyhat dağ çiçeklerinin kokusu akıyor içeri, kokuna yoldaşlık edip vals yaparken havada, benekli bir papatya konuyor elimin üzerine donup kalmışlığımda... Alır diye, hissederde koklar bana kalmaz diye uğurluyorum onu ve yabancı hiçbir şey girmesin diye çekiyorum fermuarını çadırın... Bırak işte tam zamanı bu dağ başı diyorum ve eşi dünyada olmayan sen çiçeğini diğer çiçeklere bırakmıyorum sevgili çünkü çiçeklerin ömrü bahar kadardır ve ben kış yaşamıyorum artık... .........Tarlaların yüzünü güneşe dönen ayçiçekleri ekili yerlerinden geçiyorum yapraklarına dokunarak ve sarı yaprakları okşuyorum en çok, papatyanın renkleriyle kardeş renk ilan ediyorum, yüzlerini bana çeviriyorlar tebessümlerinde utanıyorum sefilliğimden tarla bekçisi Nuri amcanın çilingir sofrasına konuklanıyorum alkol ikindisinde... İçtiğim, nefes aldığım her şeyden uzaklaştırıyorum seni o an ve oda ne? Diyorum, irkiliyorum, her ayçiçeği sen oluyor, içime doluyor, esiyorsun papatya kokulu ahenginde... Tuh! Tam unutmak üzereydim... .........Aşk adına sesi, varlığı ve bu dünyaya ait olmayan bir kadın silueti yaratıyor, ona sığınıyor, sarılıyor, tensiz sevişmelerin hazlarında çarmıha geriliyorum boşlukta... Ve o boşluktan savruluyor, bilmediğim kentlerin terkedilmiş, sokak çocuklarının mesken tuttuğu virane evlerin beton zeminine çakılıyor, kan revan içinde kalıyor, seni arıyor gözlerim var mısın? Diye... Yokluğuna seviniyor, acılarımı göstermediğimin hazzıyla bali koklayan on yaşındaki çocuğun sigarasına ortak oluyorum... Sigaramın ilk nefesini değil ama son nefesini artık bir sokak çocuğuyla paylaşıyorum sevgili, galiba seni unutmaya başlıyorum... ......... Podyumda yürüyen mankenleri izliyor ve şu ana kadar geçmeyen ama mutlaka senden güzel birinin geçeceğini düşlüyor, bekliyor, bekliyorum... Kahretsin, yerlisi de yabancısı da ya eğri çırpı gibi ya da Afrika’daki açlar gibi kemikleri sayılırcasına... Niye böyle güzel, niye bu kadar iyi ve sevgi dolusun, neden beni bu kadar seviyorsun? ... Ben her gün, her an, her saniye seni unutmak isterken senli düşlerimde, anılarımızda boğulmak ve kurtulmayı istemeyişim nedendir sevgili? ... Daha kaç karakışlarda beraber kavrulup, boğucu nemli sıcakların alevinde üşüyeceğiz sevgili? . Seni her unutmak istediğimde senli düşlerde boğuluyor, kurtarıcım yine ve hep sen oluyorsun... Unutmak istediğim kadar seviyorum seni sevgili, seviyorum... 28.11.2007 Adana Olgun Ekinci
__________________
Buraya Kadarmış ..
|
|
|
|
|
|
#15 |
|
Aşmış Üye
![]() Üyelik Tarihi: Aug 2007
Konum: İstanbul
Mesajlar: 281,268
Teşekkür Etme: 98 Thanked 355 Times in 320 Posts
Üye No: 44033
İtibar Gücü: 57931
Rep Puanı : 34658
Rep Derecesi :
![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Cinsiyet : Erkek
|
_ Sevgiliye Mektuplar / YABANCI MEYHANELER
......... Sensizlikten dibe vurduğumda tanımadığım yabancı meyhaneleri sevdim, kimsenin beni tanımadığı, her yuduma, yokluğunun özlemi ve gizli gözyaşlarımı eklediğim kadehlere sarılırken... Mezem, yediğim, içtiğim sen olurken yabancıydı herkes, dilini bilmediğim loş ve renksizliklerde savrulup, yok olup ve içerken özlemini yudum yudum... ......... En uzak masanın yabancı ama yakın gözyaşları içimi acıtır, yanındaki sarhoşdaşları alkolün promilinde kaybolurken içtikçe, ağladıkça yakınlaşır masanın vurgun yürekli ve loş ışıkların ateşini gözyaşlarıyla söndüren yabancısı... O öyle yabancıyken, camları kırık ve terkedilmiş evlerin komşuları kadar yakındık... ......... Votkadan gözleri kör olan insanlar düşerken usuma ne çok insanımızın, sahte insancık- ların sahte üretkenliklerinden canlarını verdiği belirir gözlerimde, ilintisiz hayallere dalarım sahte içkilerin, sahte aşkların, günlük ve çıkar ilişkilerinin hayatımızda ne çok yer kapladığına dair ve yabancı kadehin göbeğine sarılır ellerim, yabancı meyhanelerde... ......... Tropikal, egzotik içki olarak sevdiğim Mali bu içenlere hiç rastlamadım tanıdık veya yabancı meyhanelerde ve yıllar önce Elazığ’ın köhne sokağının bir meyhanesinde sevgili Şaroğlu’ların Cafer ağa ile içtiğim sütlü mali bu, badem, çikolata düşer sensiz meyhanelerin loş ve yalnızlığına... Ve o yalnızlıkta loş ışıkların tuvaline Haitili kızları resmederim, onlar özgür ve tutsak, ben esrik ve ayık, salsa kıvamında ve tropikal... Paul Gauguin üstat, kızar adeta, kıskanır düşsel tablomu... Eh bu kadehte ikiniz için şimdi... ......... Ağır ağabeyleri severdim küçükken ve ben ağırlaştıkça güzel içenleri sevdim, çünkü alkolle uzlaşım ve uyumum yıllar sonra bir sonbahar akşamında sana rastladığımdaydı, içmeden sarhoş eden gözlerin, gizemli yüzün ve yüreğindi sevgili, aşkı, sevdayı ve sevmenin alfabesini öğreten en güzel sevgili, hafifliğim, ağırlığım, ağır ağabeyliğim, sarhoşluğumun nedeni oldun, aşk doğurdun sevdanda... ......... Pratik yalnızlıklar çizerdim öğrencilik yıllarımda Galata köprüsünden geçerken ve umudunu oltasına, gelecek balıklara bağlayanlara kızar, balık olmak ve oltaya takılmadan sürüden kaçmak isterdim... Yine o köprünün altındaki salaş meyhanelerde fahişe kadınlarla içerken, balıkları meze yapan ihtiyarlara küfrederdim... Bu yüzdendir yabancı meyhanelerde içkimin yanında asla balık yemeyişim ve o fahişe kadınlar düşer her kadehte usuma, balık siparişim etsem, bir fahişe düşer diye korkarım kadehime... Korkum; etini satan o emekçi varsaydığım kadınlardan değil, balıkların yabancı meyhanelerde sensiz, sesin siz geçireceğim o loş gecede sessiz gözyaşlarıma şahit olacağındandır sevgili... Sendendir... 23.01.2008 - Adana Olgun Ekinci
__________________
Buraya Kadarmış ..
|
|
|
|
|
|
#16 |
|
Aşmış Üye
![]() Üyelik Tarihi: Aug 2007
Konum: İstanbul
Mesajlar: 281,268
Teşekkür Etme: 98 Thanked 355 Times in 320 Posts
Üye No: 44033
İtibar Gücü: 57931
Rep Puanı : 34658
Rep Derecesi :
![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Cinsiyet : Erkek
|
_ Sevgiliye Mektuplar / ACILARIM ÖZLEMİNDiR
…………… Sevdam… Acılarım özlemine ulaşıp sessiz çığlıklar üretirken, kökünden söktüğü ağaçların zapt edilemez dayanılmazlığındaki kasırgaların, hortumların uçsuz bucaksız boranında çoğalmakta, çoğalmakta, çoğalmakta… Ve her gün yeniden artarak ve aşkına çoğalarak büyütmekteyim hayretler içinde bırakarak seni... Sana olan sevdama… …………… En çok yaralarım olgunlaştırdı geçmişten bugüne uzanan içsel yaşantımı, onanmaz, kabuk tutmaz derdindeyken bilemezdim sevgi pınarımı sana, kaynağımda beslenen sözcüklerimi - ki sakladığımdı onlar- sevdana dair akıtacağımı… Bu yolda derman olacağını Lokman hekim gibi kanayanlarıma… …………… Varoluşcu öğretiden kanıksadıklarım yol gösterici olamazken, Genç Werter'in** Acıları o zamandan dağlarken içimi, acıtırken kibrit kutusunda sakladığım küçük diye büyütmek istemediğim, aslında avuntum olan acılarımı asla bilemezdim sihirli lambadan bir cin ve dumanının gökyüzüne ulaşacak büyüklüğünü… Öylesine acılarım, yaralarım oldu ki sihirli lambasından çıkacak cinin, Alaattinin düşlerini kurardım bir gece yalnızlığımda gelsin, merhem olsun yaralarıma diye..Gelmedi…Gelemedi..Hiç olmadı ki cinim, sihirli lambam. …………… Tütsülerle kutsanmış Kızılderili reisinin yeni doğan erkek çoğuna ateş dansında yapılan gösteriler nasıl acıtıyorsa kabiledeki çocuğu olmayan kadınları… Öylesine acıtıyor özlemine olan tutsaklığım geceden sabaha, sabahtan geceye, yeni gece ve gündüzlerde…suçlusu, asli faili ben, ben, yine ben olsam da..Ve her gece sakladığım çadırımda gözyaşlarımı acılarıma ortak ederken ay ışığının siluetine yazıyorum özlemlerimi… …………… Azalan ama fırtınası içinde yüklü ve devasa, sevdasından katmerler eksilmeyen, yücelten her adımıyla çoğalttığı yağmur bulutlarıyla sevgi sağanakları yağdıran yağmurlar getireceğim sana gelirken, yağmurda daha çok renklenen havai fişeklerin dansıyla… Görenler değil sen şaşıracaksın önce ve sonra, gökkuşağı renksiz ve flu kalacak rengarenk yağmur altındaki renklerin valsına… …………… Perdesi çekilmemiş gecede çocuksu günahlar yaşayan mabetlerin içindeki masum aşık değildik biz elbet, masum ve onurlu sevdalar üretirken kimselerin bilmediği aşk çiftliğimizde, geleceğin keşfedilmeyecek sır dolu aşk defterlerini aralıyorduk… Akdeniz ikliminin bilinmeyen sıcak ormanlarına kar yağdırıyorduk sadece ikimizin bildiği ve kirpiklerimizde beyazlaşan tonlarda… Kimseler üşümezken ikimiz dik üşüyen çıra gibi sahillerde ve çam gibi yuvalarda… Dünyayı yeniden değildi keşfimiz ama kendi ellerimizle, alın terimizle kurduğumuz bu yeni dünyada yaşanılası sevdaydı düşlerimiz seninle… Şimdi ve yarın onun gerçekliğine az kalmışlık yani arifesi dedikleri bazılarının…Şimdi…yarın..yarın gibi yakın artık…Yaralarım yok artık…Yarınsız, çıkarsız,hesapsız, arifesindeyim acılarımın bitmek üzere olduğu... Özlemlerim tükeniyor -ki sana gelmelerdeyim artık… **Goethe'nin ölümsüz eseri… 15.2.2006 - Adana Olgun Ekinci
__________________
Buraya Kadarmış ..
|
|
|
|
|
|
#17 |
|
Aşmış Üye
![]() Üyelik Tarihi: Aug 2007
Konum: İstanbul
Mesajlar: 281,268
Teşekkür Etme: 98 Thanked 355 Times in 320 Posts
Üye No: 44033
İtibar Gücü: 57931
Rep Puanı : 34658
Rep Derecesi :
![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Cinsiyet : Erkek
|
_ Sevgiliye Mektuplar / AFFET...SANA SöYLEYEMEDİM…
** Varlığında meleksi dokunuş, yokluğunda şeytanın darağaçlarına asıldım, ama tek seni sevdim** ……… Sevdan; yüzyıllar sonra uykusundan uyanan yanardağın eteklerine, geç uyarı verdiği lavın kızgın ateşleriydi kaçmama, kurtulmama fırsat vermeyen, hoş bekliyordum gel diye, gelsin diye ve yaksın, kavuracaksa kavursun, beklemekten buzdağı olmuştum keşfedilemeyen anakaralarda… ……… Erguvanların boğaz içini süsleyip, güzellikler kattığı zamanlarda yeni terliyordu bıyıklarım ve ülkeyi kurtarmaya soyunmuşken ben, henüz bana romantik hareketlerde bulunan kızlara bakmaya bile utanırken başladığım üniversite, aslında giyiniksizliğimdi, baba parasıyla okumaya soyunmuş ama üzerimde kendimi utandıran giysilerle… Böyleydim ben, buydum, başkası olamazdı üzerimde yüreğimde böyle yoksul öğrencilik varken ve ama onurluydum, dimdiktim… ……… Ve günler ve aylar ve yıllar ne çabuk geçti ki yoksulluklarıma eklediğim kaçak şehir hatları vapurundaki öğrenciliklerime gülebilmeyi beceriyor ve seni yirmi dört saat düşündüğüm için en ağır ve en usta işçi olduğuma inanıyorum… İşçiydi babam, elleri karalar içinde gelirdi her gece iş çıkışı eve ve sanatkarca bir koku doluşurdu odalara, ta ki altında odun yakılan, üstünde su olan ve takunyayla girilen banyo denilen sefaletlikte… Sonra baba kokulu, is kokular yayılırdı odalara.. ……… Tanrıların arabaları diye bir kitaptan bahsederken arkadaşlarım, oralı olmuyor, çoktan oku- duğumu farz ediyordum bu ve benzeri kitapları, başka ülkelerinde halklarını kurtaracak sayfaların içine gömülüyordum… Kendimi, halkımı, babamı, annemi, komşularımı kurtaracaktım ve yürekten inanıyordum bu kurtuluş savaşına… Önce ben kurtulmalıydım ve öyle oldum, başlıyordu yine ve yeniden… İlk işim, ilk uyanışım, ilk kravat ve takım elbisem olmuştu işte, daha ne olsundu, şimdiye dek olmadıysa flörtüm, tutmadıysa uzun saçlı bir kız elimi, tenimde duyumsamadıysam annem ve ve kızkardeşim dışında kadın kokusunu benim suçum muydu toplumun mu? ... Bastığım yerler titrerken ayak altımda ve sağa sola yatarken çiğnediğim toprak, sessiz çığlıkları duymaktaydım o ******* boyu yoksul, ******* boyu yalnızlığıma yoldaş suskun anlarda… ……… Aşk suskun, aşk konuşan delidir derler de hangisi doğrudur? Akşam üstü ve karanlık yitik gecenin ardından, umutlarımın tükendiği sıfır noktasından tam isabetti varlığınla yok oluşuma yol alırken gelişin… ******* gündüz, yoksulluğuma varsıl olan gülüşündü kimliksizliğime eklenen ve gülüşlerimdeki yalnızlığıma ulaşan hüzünlü bir çift ela gözlerindi… Yoktu, olmadı, olmayacaktı sen gibi seven beni ve hiç kimse sevemezdi böyle senin sevdiğin güzellikte, işte buydu beni şımartan buydu beni böyle sana yoğun, ölümsüz tutku ile bağlayan… Ve ben geçmişe, o ana dair söylemek istediklerimi dilime düşerken erteliyor, başka randevumuza saklıyordum, geç gelen sonbaharımızın sarı ve kızıl yaprakları yüreğimize yansıyıp bahara dönüşürken… Takılıyordu dilime, engelliyordu bir yerde bir şeyler ve sen varken dünya duruyor, başka evrene göç ediyordu göçebe yüreğimizin asi ve aykırı sevdaları… Aşktı, sevdaydı, tutku, özlem her şeydi senin adın ve varlığın ve dünyaya geliş nedenin seni sevmem içindi inandığın ilahi gücün bildiği… Sevmem içindi yaratılışın… ……… Palazlanan sancılarımın mola yeriydin ve kentin sokağında sevdamı bırakıp çift kişilik yalnız- lığımıza yol alırken, zirveye vuran sancı nöbetlerimi, üniversite hastanesinde Ankara'lı Ayten hem- şirenin morfinman iğneleri ile bir sonraki sancıya dek erteletiyordum.. Ama öylesi dayanılmaz, öylesi sancılıydı ki yokluğunu bile düşünmüyordum artık saçlarımın… Son buluşma bitiminde yolcularken beni, o ilahi gücüne sığındım senden habersiz ve bulunamayacak dağlık bir bölgeye düşürmek iste- dim yüreğimden uçağı, içindeki onca günahsız, onca suçsuz insana rağmen… Ayten tiyatrocu olmak isterken kazara hemşire olmuştu ve hepimiz bu evrende yaşarken başkalarının hayatını, giyerken ken- dimiz olmayan rolleri, hep oynamıyor muyduk bize ait olmayan utanmaz yaşamları… Akdeniz Üniver- siteli Eylül adlı kız ondan başkası değildi ve hep derdin ''bir gün başkasına aşık olursan ilk ve tek ve çekinmeden bana söyle'' diye ama yapamadım, o aradı seni işte ''çekil'' dedi aramızdan… Rezil ve utanmazca bu oyunda sen kendini oynarken, hayat sana yine benimle çelme attı, son günlerimi sen ve sesinsiz geçirmek, üzmemek içindi ürettiğim senaryo… Artık yataktan dahi kalkamıyor, yürüye- miyorum, sabahı görmem olanaksız biliyorum, sesler kulağıma girerken yok oluyor, yok oluyorum an be an… S/en E/zgimiz V/e T/ütsülerimizin A/lacasında P/rensesimsin… Son nefesimde anarken adını, yüreğimde götürürken sevdamızı.. Seni sana, aşkımızı yüreğine armağan ediyorum… 10.1.2007 - Adana Olgun Ekinci
__________________
Buraya Kadarmış ..
|
|
|
|
|
|
#18 |
|
Aşmış Üye
![]() Üyelik Tarihi: Aug 2007
Konum: İstanbul
Mesajlar: 281,268
Teşekkür Etme: 98 Thanked 355 Times in 320 Posts
Üye No: 44033
İtibar Gücü: 57931
Rep Puanı : 34658
Rep Derecesi :
![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Cinsiyet : Erkek
|
_ Sevgiliye Mektuplar / ANLAMADIM Kİ! ! !
……… Sırf sana benzeyen, benzetmek istediğim, yüzlercesini bir araya getirip sadece serçe parmağın bile olamayan kadınları izliyor, tanımamanın mahcubiyetine, utangaçlığına kırılgan- lığımı ekliyorum merhabalardan uzak… __DÜN GECE HİÇ TANIMADIĞIM BİRİNE __SIRF SANA BENZİYOR DİYE USULCA SOKULUP MERHABA DEDİM** ……… Ellerine baktığım gördüğüm her kadın eskilerden bugünüme uzanan şaşkınlığımdaki huzursuzluğum oluyor, sıkıntılar arasına serpiştirilmiş… Huzursuz sokaklar inşa ediyor, son- ra şaşkın, ürkek, yorgun bakışlarımla yıkıyor, yeniden yapmaya gücümün olmadığının farkına varıyorum sana benzemeyen hiçbir el ve ellerde… İzlediğim ellerin farkında lığında olanların şaşkın ve huzursuz ve çatık kaşlı söylenmemiş sözcükleri asılıyor boşluğa… __TANIDIK BİR HUZUR ARADIM ŞAŞKIN BAKIŞLARINDA DÜN __BİLDİK BİR SÖZ BEKLEDİM ESKİDEN KALMA ÖYLESİNE** ……… Vakur görüntüsünden küstahça bakışlar fırlatıp, yaşıtlarından tamamına güzelliği ile fark atacak ve hatta podyum yosmalarına taş çıkartacak selvi boylu genç kızın bakışlarından bakışımı gökyüzüne çevirerek kurtulmak istiyor, gökyüzü yerine raflara yeni yerleştirilen yaz sezonu kıyafetleriyle karşılaşıyorum çok katlı mağazada… Baktığı gözlerimden uzak yüzüm- dü ve yanındaki kendiyle çelişen kız arkadaşına söyledikleri, her erkeği yoldan çıkararak on- ları peşinden koşturacağı, ama bende bir sorun olduğuydu küstahça bakış ve sözlerinde. __KONUŞTU BİR ŞEYLER SÖYLEDİ BEKLEDİĞİM SÖZLER BUNLAR DEĞİL __YÜZÜME BAKTI GÖZLERİME AMA SENİN GİBİ DEĞİL** ……… Tanıdık gelen her yüzde izler arıyorum sana benzeyen, saçlarını toplasam baktığım ka- dınların bir teli etmiyor saçlarının… Gözlerinde bir şezlongdan diğerine Ağustos sıcağında ve hemde öğle saatlerinde uzanan bir çift sevda sıcağı arıyor, üşüyor, bakışlarımı anılara gömü- yor, uzaktaki dinlencenin dayanılmaz firariliğine gömüyorum geceme kör, anılarıma her dem taze bakmak için. Sana asla benzemeyenlerle üşüyor, senden ufacık kırıntıyı anımsatanlarda terliyor, bakıyor, şaşı kalıyor, dona kalıyorum yürüyüp yürümediğimi anlamadığım sokakların adına niye Arnavut kaldırımları dediklerini bilmediğim taş sokak ve caddelerinde… __ANLADIM Kİ HİÇ KİMSE HİÇ KİMSE SEN DEĞİL __HİÇ KİMSE SENİN GİBİ CANIMDAN ÖTE CAN DEĞİL __ANLADIM Kİ HİÇ KİMSE HİÇ KİMSE SEN DEĞİL __HİÇ KİMSE SENİN KADAR FİKRİME HUZUR DEĞİL** ……… Adana sokaklarını arşınlıyor, sabahı geceye, geceyi sabah dinginliğine uzatıp uykusuz *******ime bir yenisini ekleyip bitkisel uykusuz komalara girmek istiyor ve ardımdan bakışsız gözsüz, süzmesiz binlerce çift gözün izlencesinde olduğum paranoyasıyla yol alıyorum duy- mak isteyip duyamadığım, duysam kelimelerin anlamsız ve boşluğunda asılı kalarak, imgesel yağmurların altında her damlada bir uzvumun kesildiğini hissederek… __KONUŞTU BİR ŞEYLER SÖYLEDİ BEKLEDİĞİM SÖZLER BUNLAR DEĞİL __YÜZÜME BAKTI GÖZLERİME AMA SENİN GİBİ DEĞİL** ……… Püfür püfür esen bir gece ekliyorum umutlarıma ve üşümek ve ısınmak ve veya bilme- diğim gecenin getirisine yürüdüğüm sokaklardaki yorgun ama beni terk etmeyen gölgemin ar- dımdan geldiğini bilerek… Gölgeme umut, yollarıma can, canıma canan ol diye, umutlarıma can geleceğime yıldız ol diye… __ANLADIM Kİ HİÇ KİMSE HİÇ KİMSE SEN DEĞİL __HİÇ KİMSE SENİN GİBİ CANIMDAN ÖTE CAN DEĞİL __ANLADIM Kİ HİÇ KİMSE HİÇ KİMSE SEN DEĞİL __HİÇ KİMSE SENİN KADAR FİKRİME HUZUR DEĞİL** ** _LEMAN SAM - ANLADIM Kİ ADLI ŞARKISI 24.07.2007 - Adana Olgun Ekinci
__________________
Buraya Kadarmış ..
|
|
|
|
|
|
#19 |
|
Aşmış Üye
![]() Üyelik Tarihi: Aug 2007
Konum: İstanbul
Mesajlar: 281,268
Teşekkür Etme: 98 Thanked 355 Times in 320 Posts
Üye No: 44033
İtibar Gücü: 57931
Rep Puanı : 34658
Rep Derecesi :
![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Cinsiyet : Erkek
|
_ Sevgiliye Mektuplar / AŞK UZAKLıKTIR..
……… Sevda; görmediğimiz çöllerin ortasında kıvranan sancılı karın ağrılarıysa eşit mesafede aynı anda onu hissettiğimizdir aslolan sevgili… Ve geçmeyen sancıların devredilmesinde bize kalan uğultularıdır, onunla avunur onunla seviniriz… Kimse öğretmeden biz ürettik biz sevdik uzaklıkları gözlerimizde... ……… Ebemkuşağının turuncu renkli ucuna tutunurken sen, sarıldığım sarı renklerden papatya desteleri yapıyor, yeşil renkli yollardan sana iletiyorum, ulaştığında deli mavi bir aşkın renksiz silueti yansıyor, gülümsemelerine eklenirken… Ne çok uzakmış ve ne kadar yakınmış aslında aynı gökkuşağının farklı renklerini ayrı kentlerin örtüşen yürekleriyle çok uzaklardan aynı gözlerle izlemek… Kırmızı, turuncu, sarı, yeşil, mavi, lacivert ve mor renkleri aynı anda sevda soluklu tek nefes ve tek yüreğe dönüştürmek… ……… Vurgun yemektir aşk ve acemi dalgıcın denizin sığ kıyılarında kendisini Hint Okyanusunun gizemli derinliklerinde sanması, başını sudan çıkardığında ayaklarının yere değecek yakınlıkta olması değil, yüreğinin üzerinde hissettiği yürek yarısıdır, varlığı kıtalar ve okyanuslar arası uzakta olan aşkıdır, başarmıştır ilk deneyimi... Yakınlaşmıştır aşk farklı iklim ve soğukluktaki deniz suyunun ateşinde şimdi... ......... Tırnaksız ve yaralı ellerimi buz tutan yüreğimin üzerine koyuyor, yüreğime eklediğim yüreğinin sıcaklığı yayılıyor parmak uçlarıma ve bana ait olan o çıplak yürek düşük banketten yuvarlanıp sonu olmayan uçurumlara sürükleniyor, kayboluyor sensizlikte... Dizlerim titriyor ve çığlıklarıma karışıyor kayboluyorum... Senden öğrendiğim aşkın kelimelerine sarılıyorum yolumu bulmak için kitaplardan okuyup ta aşk zannettiğim kelimelerin sonsuzluğuna sürükleniyor ve iki uçurumun sonsuzluğunu birleştiriyorum, bir tek harf etmiyor, boş ve imlasız kitaba dönüşüyor aşk adına anlamsız uçurumlar ve uzaklıklarda... ......... Aya batırdığın saçlarının ucu ışık verirken yıldızlara, yüzümü yıkadığım yıldızların ışık haleleriyle karışıyor ışıklar ve bitmeyen ulaşan yola dönüşüyor uzaklıklarda... Lacivert geceye uzanan kokulu güz yaprağına dönüşüyor, onlarca gölge bırakıyorsun içinde mumlar yanan ve korktuğum gecenin yalnızlığından mum kokulu gölgelerine sarılıyorum... İki kesik yol çizgisi oluyoruz öyle yakın, öyle artarda ve bir türlü birleşemiyor uzadıkça uzuyor, gittikçe gidiyoruz nefesimiz ensemizde, sesimiz kulaklarımızda... Uzaklaştıkça yakınlaşıyor, yakınlaştıkça uzaklaşıyoruz sesimiz, nefesimiz ceplerimizde ve korunaklı ve ürkek... ......... Pamuk kozasından çıkmayı beceremeyen iki acemi tırtıl böceği gibi savruluyoruz ayrı rüzgarların ters esen vadilerinden farklı ovalara... Ve halkların kardeşliğinde birleşen emekçi ovaların alın teriyle komün bir öğrenci hareketinin birleş kesinde örgütsel aşkın kaçamağında yeni mabetler keşfedip sığınıyoruz tutsaklığımızın uzaklığına... Öylesi yakın, öylesine içimdesin ki... Soluklanmaya, kirpiklerimi kırpmaya korkuyor, uzaklaşırsan benim olacak, sarılsam kaybolacaksın diye korkuyorum uzaklıklara... Hep uzaktan sevdim, hep uzaklığımı sevdin... Aşk uzaklıksa; uzağız... Biz aşkız... Olgun Ekinci
__________________
Buraya Kadarmış ..
|
|
|
|
|
|
#20 |
|
Aşmış Üye
![]() Üyelik Tarihi: Aug 2007
Konum: İstanbul
Mesajlar: 281,268
Teşekkür Etme: 98 Thanked 355 Times in 320 Posts
Üye No: 44033
İtibar Gücü: 57931
Rep Puanı : 34658
Rep Derecesi :
![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Cinsiyet : Erkek
|
_ Sevgiliye Mektuplar / AŞK Ve TOTEM
(**ayak parmaklarından saç tellerine kadar aşkı yaşadığın güne dair **/** çay saatleri zamanı **) …………… Salkım söğütlü ağacı, mevsimsel dönüşüm tamamlanmadan izlerken, kahverengi akan o Kızılırmak'ta asma köprü üzerinde, ıslatmayan damlalar düşüyordu yüreğime… Kalkış saati an be an yaklaşan otobüs, damlaları çağlayana çevirip, ufaltırken yürek yarımı, diğer yarım öfkesinin en hazan anlarını isyana çevirip, ele vermeyen dağlarda, eşkıya yavuklusu olmayı önermeye hazırlanıyordu seni sessizliğinde ve yaşarken saçlarına değin aşkının doyumsuzluğunda… Her saniye'nin bitişi, beni tükenmişliğin bilinmeyen labirentlerine gizliyor, ben yok oluyordum yanında, sen görmüyordun… …………… Ezgiler vardı dilimde lal olmuş, söylenmemiş türküler vardı yüreğimde giz olmuş, bestelerin tınısı vardı genzimde güfte kardan çalınmış… Unutmuştum hepsini ne varsa geçmişime dair deli dolu yaşanmamışlıklar ve yaşadıklarımı kuru bir dere yatağına serperek yaşanılası bir gelecekle takasladım bilmediğim kentin caddelerine girerken sen farkında değildin… Farkın; gözlerinde gizemlediğin sırlarını güneş vurunca gözlerime kelimesiz aktarımındaydı ve ben algılıyordum ela ve veda dolu bakarken… …………… Veda değildi gidişin, ayrı istikametlere saparken aynı kentin ayrılık hüzünleri yaşatan kuytu tenha kalabalığında farklı taşıtlara binişimiz… Her vedanın vuslatına konuşlandı göçebe yüreklerimiz elde, dilde, yürekte, ajanda da kurgulamadığımız o dünyadan kopartan aykırı randevularımızın şimdi nereye sürükleyeceğinin gündönümündeyiz… Gelirken ben sana, sen gelirken orta noktamızın benim seni beklediğim ağaç altındaki balon yüklü, çakıl taşlı arabanın serinleten esintisine... Kayboluyordu prensin beyaz yeleli atı… Masal bitiyor, düşler alemine gezinti başlıyordu prensesin konuk olduğu prensinin kolları, yüreği, konuk severliğinde, bitimsiz, sınırsız, sonsuz… Ve bitmeyecek yeni sayfalar ekleniyordu destansı masalların gerçek kahramanlarının geleceğine dair… Her vedanın ardından eksilmeyen, sevda çoğaltan yeni sayfa, sayfalar eklenir, çoğalırken kendi yalnızlıklarımızda bize dair... …………… Totem'ler dikiyorum seni yolculadıktan sonra her kilometre taşının yanına ve Avustralya'nın klan'larından kalan… Kabak ve patates toplayan yerel giysili kadınların olduğu uçsuz bucaksız köy, kasabaların yanından, içinden geçiyorum meraklı bakışları ardımda bırakarak ve ilk kez birinin buradan geçiyor olduğunu düşünerek… Her yıl on sekiz Mart'ta görmedikleri ve ne için neye karşın öldüklerini bilmedikleri ataları, dedelerini ziyarete gelen Avustralya'lıların yolu totem diktiğim yerlere düşer mi? diye de sinsice gülümsemekteyim, gülüşümü geçtiğim meskun mahallerdeki meraklı bakışların gözle- rinden gizleyerek… Yolu düşer de izlerler miydi totemleri son dikilen yere kadar, bulabilirler miydi beni ve sorarlar mıydı sorgulamadıkları atalarının varlığında klanların Orta Anadolu'nun ücra bir köşesinden nehir kentli yerleşkeme kadar neden ve niçin diktiğimi? …………… Ayak parmaklarından başlayan aşkın mucizevi anısına diktiğim, her birinin özel ve değerli anları yansıttığını, ama hikayesinin sır olduğunu duyarlarsa, yorumları ne olurdu bilemiyorum, lakin deniz aşırı ve kıtalar ötesinden gelerek ve uslarında taşıyacak olmaları ayrı ve gizemli bir aşkın tadını yerleştiriyor yüreğimin bilinmeyen köşelerine… Hava da yaz'a, mevsime veda bulutları dolaşıyorken her saniye de daha çok uzaklaşırken farklı yönlere ikimiz, sevdamızı totemleştirmenin sevincini ilk kez yoğun yaşıyor, küçük mavi bir bulutla paylaşıyorum adrenalimi yükselten sevdanı… Sanki yüzerken ya da güneşlenir, çay içerken havuz başında göz kırpıyordu küçük mavi bulut ve az sonra bölünmüş yoldan güneye sapınca afacan çocuk kaybolmuştu, oyun oynadığı arkadaşlarından gizlenerek ve ben bulutların dansı bu olsa gerek diye düşünürken… …………… Patates ekili alanların sonlanıp, pamuk diyarı kentin izdüşümlerine yaklaşırken, nice sonra farkettim havadaki oksijenin dahi farklı yansıdığını soluklarıma ve toprak altı sarı sıcak kokudan, toprak üstü beyaz gelincik ekili yerlere ulaşırken…Sevda dolu bulutların mutluluk valsından hüzün, ayrılık, nem kokan, nasıl yaşanırsa öyle ve sıradan yaşamın Aborjin'lerin dualarından esinlendiğim o ilk ve sevdiğim kurala doğru ilerliyordum '' Seni Ayakta Tutmaya Yetecek Kadar Güzelliklerle Dolu Bir Yaşam Sürmeni Dilerim*…'' Şimdi ve sonra beni sonsuz ayakta tutacak tek güzellik yüreğimdeyken, ardımda geçtiğim her kilometre taşının yanı başına Tjilpa** motifli totemler yerine bulut dolu günlerde güneşim olan gözlerini motif olarak, desen olarak işlediğim totemler diyarından, kendimi kuralsız kurguladığım totemsel düşlerime ilerliyordum… *Avustralya yerlileri Aborjin duasının ilk bölümü.. **Aborjin'lerin totem olarak seçtikleri kedi.. 18.4.2006 - Adana Olgun Ekinci
__________________
Buraya Kadarmış ..
|
|
|
|
![]() ![]() |
| Konuyu Görüntüleyen Aktif Kullanıcılar: 1 (0 üye ve 1 misafir) | |
|
|