04-21-2010, 02:03 AM | #21 |
Forum Kalfası
Kayit Tarihi: Aug 2005
Nerden: ManisA
Yaş: 38
Mesajlari: 7,071
Teşekkür Etme: 5 Teşekkür Edilme: 16 Teşekkür Aldığı Konusu: 15
Üye No: 4
Rep Power: 3490
Rep Puanı : 67186
Rep Derecesi :
Cinsiyet : Erkek
|
ÇANAKKALE SAVAŞLARINDA HAVA HAREKATI
İLK HAVACILIK FAALİYETLERİMİZ İlk motorlu uçağın uçuşundan yedi yıl gibi kısa bir süre geçtikten sonra, 1910 yılında uçaklardan askeri amaçlarla yararlanma düşüncesi ortaya çıkmış ve takip eden yıllarda uçak, yeryüzünde etkin bir taarruz silahı olarak kullanılmaya başlanmıştır.Dünyadaki bu gelişmeyi yakından izleyen ve önemini değerlendiren zamanın Harbiye Nazırı Mahmut Şevket Paşa'nın direktifiyle, 1911 yılında, Genelkurmay Başkanlığı bünyesinde askeri havacılıkla ilgili bir şube oluşturulmuş ve Türk askeri Havacılığı'nın temeli olan teşkilat kurulmuştur. Bu yeni silahın edinilmesine büyük önem veren Mahmut Şevket Paşa, maaşının bir kısmını bağışlayarak uçak alımı için kampanya başlatmış ve bu kampanyaya başta padişah Sultan Reşat olmak üzere Donanma Cemiyeti, subaylar ve bazı zenginler iştirak etmiştir. İki uçaklık para, kısa zamanda toplanmış ve Fransa'dan biri 25 Beygirlik, biri de 50 Beygirlik iki uçak satın almıştır.Müteakiben, Yeşilköy Safra düzlüğünde Kara Tayyare Mektebi, Yeşilköy Feneri yakınlarında da Deniz Tayyare Mektebi kurulmuş ve havacı personel yetiştirilmek üzere ordu ve donanmadan istekli subaylar seçilmiştir. Çanakkale Muharebeleri başladığı zaman dünya ve Türk askeri havacılığı mütevazı ve geliştirilmeye muhtaç bir durumda idi. Çanakkale Muharebeleri havacılık yönünden, yeni silahın gerçek değerinin anlaşıldığı ve bugünkü modern hava kuvvetlerinin temelini atan kahramanları kavramaya çalışırken, icra edilen hava harekatının sadece o günkü müşterek harekata katkısı değil aynı zamanda bugünkü havacılığımıza olan katkısı da düşünülmekte ve hava kuvvetlerinin temelinin atılarak, hava stratejisi ve taktiklerinin oluşturulmaya başlandığı bir harekat noktası olarak değerlendirilmektedir.Havacılık açısından işte böyle bir ortam içinde, 2 Ağustos 1914 günü seferberlik ilan edilmiş ve buna paralel olarak Yeşilköy'de bulunan deniz uçaklarından 2'si İzmir, birisi de Çanakkale Müstahkem Mevzi Komutanlığı emrine verilmiştir. 25 Ağustos 1914 tarihinde Çanakkale Nara Meydanı'na konuşlandırılan Nievport tipi deniz uçağı ile, Deniz Yzb. Savmi, Ütğm. Fazıl ve Ütğm. Cemal'in yaptığı keşif uçuşları sayesinde, bölgedeki İngiliz ve Fransız gemilerinin faaliyetleri izlenmeye başlanmıştır. 18 Mart 1915 tarihine kadar olan dönemde yapılan başarılı hava keşif görevleri hem düşmanın elindeki gemi tip ve miktarını tespit, hem de taarruz hazırlıklarını devamlı takip imkanı sağlamıştır.18 Mart 1915 günü, havacılarımız erken saatlerde yaptıkları keşif raporunu şu şekilde vermişlerdir: " Bozcaada önünde, 40 düşman gemisi sayıldı. Bunlardan; 19'u ağır, 3'ü hafif olmak üzere 22'si kruvazör, diğerleri; şilep, destek gemisi ve uçak gemisidir. Sayıları tam olarak saptanamayan denizaltılar görülmüştür. 6 adet zırhlı İngiliz gemisi, muharebe düzeninde boğaza doğru ilerlemekte ve Fransız gemileri de demir almaktadır. " Bir süre sonra, boğaza giren ve kıyı bataryalarını şiddetle bombardıman eden düşman donanma topçusuna, Ark Royal uçak gemisinden havalanan İngiliz uçakları da ateş tanziminde geniş çapta yardım etmiştir. 18 Mart günü öğleden sonra, havacılarımıza; Limni Adası civarındaki düşman kuvvetlerinin durumunu keşfetmeleri emredilmiştir. Bir saat içinde görev bölgesine ulaşan pilotlar Mondros Koyu'nda 13 harp, 4 nakliye, 29 kömür gemisi olmak üzere toplam 46 geminin bulunduğunu, ayrıca Fransızların Gaulois gemisinin sahil topçumuzun ateşi ile Çanakkale ağzında yara aldığını rapor etmiştir. Çanakkale Muharebeleri süresince, karşılıklı keşif harekatı devam ederken; Türk havacıları, o tarihler için başarılı sayılabilecek diğer hava görevlerini de icra etmişledir. Bu görevlerden biri 18 Nisan 1915'de yapılmıştır.O gün Çanakkale Boğazı bölgesinde gittikçe kuvvetlenen ve hava üstünlüğü kurmasından endişe edilen düşman hava gücünü tesirsiz hale getirmek maksadıyla, Bozcaada'da 18 düşman uçağının konuşlandığı meydana hava taarruzu planlamıştır. Ancak bu meydandaki uçaklar, keşif görevi için daha önceden kalktığından, havada karşılaşılmış, kısa bir hava muharebesinden sonra zayiatsız olarak meydana dönülmüştür. Bu görev amacına ulaşmadıysa da, asli taktik hava görevlerinden olan "mukabil hava harekatı" nın ilk ve tipik bir uygulaması olması açısından önem taşımaktadır. Türk uçaklarının meydan taarruzu planlamasından esinlenen İngilizler, aynı gün üçer uçaklık iki kol ile meydanımıza taarruz etmişler, ancak uçaklarımız daha önceden meydan içinde dağıtılarak gizlenmiş olduğundan, atılan bombalar hasar meydana getirememiştir. Bu da, ufki dağılma ve gizleme yapılarak, beka tedbirlerinin alınışına güzel bir örnek teşkil etmiştir. 14-19 Mayıs 1915 günleri, güney cephemizdeki karşı taarruzumuzu desteklemek amacıyla; düşman çıkarma gemileri ve ordugahı bombalanmıştır. Mayıs ayı başından itibaren sabit balon ile boğaz gözetlemesi ve topçu atış tanzimi ve birliklerimizi taciz eden manika balon gemisine taarruzlar yapılmış, her hava hücumunda gemi, balonunu toplayıp yer değiştirmek zorunda bırakılmıştır. Böylece bugün " yakın hava desteği" olarak bilinen görev tipinin basit bir uygulaması yapılmıştır. Çanakkale savaşında havacılık bakımından önemli taktikler ilk olarak yapılmış, bu da şimdi bile kullanılan önemli hava taktiklerinin temelini oluşturmuştur. 25 Haziran'da; Arıburnu bölgesindeki düşman karargahı üzerine propaganda amacıyla 300 adet İngilizce yazılı bildiri atılmıştır. Bu görev, hava gücünün psikolojik harpte kullanılmasına ilişkin güzel bir örnektir. 30 Kasım 1915'te ise, Üsteğmen Ali Rıza, Teğmen Orhan'la beraber, Çanakkale girişinde karaya oturmuş bulunan bir düşman kruvazörüne taarruz etmek için görevlendirilmiştir. Tam bu esnada bir düşman uçağının yaklaştığı görülmüş ve yapılan hava muharebesinde Üsteğmen Ali Rıza F ransız uçağını makinalı tüfek ateşiyle düşürmeyi başararak Türk havacılık tarihine ilk düşman uçağını düşüren pilot olarak geçmiştir. BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI ''TÜRK HAVA HAREKATI'' ÇANAKKALE CEPHESİ 1) Tarafların kuvvetleri a) Türk Kuvvetleri: Çanakkale Boğazını savunacak olan 5. Türk Ordusu, düşmanın yapacağı hareketlere karşı koyacak şekilde büyük kısmı ile Gelibolu ve Çanakkale bölgelerinde konuşlanmış bulunuyordu. Almanya'dan gelen dört uçaktan üçü Başkomutanlık Vekaleti'nin emri ile Çanakkale Boğazı'na gönderildi. Bu uçaklar Çanakkale'deki alana inerek Müstahkem Mevki Komutanı'nın emrine girdiler. b) İtilaf Devletleri Kuvvetleri: 16 muharebe, bir uçak ana gemisi, iki kruvazör, muhrip, mayın arama ve tarama gemilerinden ibaretti. Ayrıca, Limni adasında İngiliz ve Fransızlardan karma büyük bir kara kuvveti toplanmıştı. Bozcaada'da bulunan Ark Royal uçak ana gemisinde iki kara Sopwith ile üçü Short olmak üzere toplam beş uçak vardı. 2)Çanakkale'ye Gönderilen Türk Uçaklarının Harekat ve Faaliyetleri: 25 Ağustos 1914'de Üsteğmen Fazıl'ın uçtuğu bir deniz uçağı Nara'daki alana indi. Uçağın gelmesi ile boğaz dışında, Bozcaada ve Limni adasındaki İngiliz deniz ve diğer kuvvetleri ile tesislerinin havadan keşfedilmesi için gerekli hazırlıklara başlanmıştı. 5 Eylül 1914'de Bozcaada ve Limni doğrultusunda yapılan hava keşfinde, boğazın 10 mil açığında Tavşan adalarının kuzey-batısında Basiliks sınıfından iki İngiliz muhribinin boğazdan çıkan iki nakliye gemisini durdurmuş olduğu, Gökçeada istikametinde bulunan Veymouth kruvazörünün uçağı görür görmez seyre başladığı ve Limni yönünde Defence tipinden bir kruvazörün daha bulunduğu tespit edilmişti. Yapılan bu ilk hava keşfi ile İngiliz deniz kuvvetlerinin boğaz dışında devriye gezdiği ve boğaza giren-çıkan gemileri kontrol ettikleri anlaşılmıştı. 10 Eylül 1914'de yapılan hava keşfinde, bundan önceki keşifte tespit edilen İngiliz gemilerinin boğazın ortalama 25 mil açığında dolaşmakta olduğu ve Defence kruvazörünün grandy direğinde amiral forsunun çekildiği görülmüş, sert bir havada Mondros limanına giden uçak, iç limana varamadan dış limandan geri dönmek zorunda kalmıştı. Dış limanda hiç bir deniz kuvveti göremeyen uçak dönüşte önden aldığı şiddetli rüzgar yüzünden sürati azalarak boğaz girişine beş mil kala benzini bittiğinden denize inmek zorunda kalmış ve o civarda bekleyen Draç torpitosu tarafından yedeğe alınarak üsse getirilmişti. 2 Ekim 1914'de yapılan hava keşfinde, Bozcaada'nın batı ve güneyinde İngiliz ve Fransızlara ait dört muhrip, iki kruvazör, iki muharebe gemisi, iki denizaltı. iki kömür gemisi ve bir yatın demirli olarak bulunduğu; Bozcaada'nın doğusunda ve Marmara burnu dolaylarında iki İngiliz muhribinin dolaşmakta olduğu görülmüştü. 14-19 Ekim 1914 günleri yapılan hava keşifleri ile İngiliz deniz kuvvetlerinde azalma olmadığı ve bu kuvvetlere bazı şilep ve nakliye gemilerinin katıldığı görülmüş ve bu keşiflerden elde edilen bilgilere göre: İngiliz ve Fransızların Bozcaada ve dolaylarında çok sayıda harp gemisi topladığı ve yakın bir gelecekte Çanakkale Boğazına karşı harekata geçeceği tahmin edilmişti. Tek uçakla devamlı keşif yapılmasına imkan olmadığından İstanbul'dan Çanakkale'ye Yüzbaşı Savmi komutasında iki kişilik bir nieport deniz uçağının daha gönderilmesine karar verildi. 19 Ekim 1914'de İstanbul'dan hareket eden Yüzbaşı Savmi Marmara üzerinde motor yağının bitmesi sonucu denize inmek zorunda kalmış ve uçak deniz üzerinde 24 saat kaldıktan sonra bir kurtarma motorbotu yedeğinde çekilerek Çanakkale'ye götürülmüştü. Bu tarihlerde havacılık çok ilkel bir durumda olduğundan ve görev yapan pilotlar da iyi yetişmediğinden sık, sık kazalar olmakta, ancak Üsteğmen Fazıl, Üsteğmen Cemal ve Yüzbaşı Savmi gibi üstün yaratılıştakiler bu görevi bşarı ile yapmaktaydılar. Görevler birkaç kişinin elinde kaldığından ve uçakların sık, sık arızalanmasıyla istenilen keşif görevleri tam olarak yapılamamakta idi. Bu devrede İngiliz hava harekatına ait hiçbir faaliyet görülmemişti. 3)Çanakkale Boğazı' nın Denizden Zorlanması ve Bu Safhada Hava Harekatı: Çanakkale cephesinde iki taraf savunma ve taarruz için gereken hazırlık ve tertipleri almışlardı. 17 Mart 1915 tarihinde Başkomutanlık karargahı Hava Müşaviri Yüzbaşı Serno İstanbul'dan bir torpido bot ile Çanakkale'ye geldi ve 17-18 Mart gecesi alandaki üç uçağı uçuşa hazırladı. 18 Mart sabahı rasıt (Gözleyici) Kurmay Yüzbaşı Shneider ile birlikte düşman durumunu keşfetmek üzere Bozcaada'ya doğru havalandılar.Uçak Truva harabeleri üzerine geldiği zaman hava aydınlanmış, Bozcaada doğrultusu iyice görülmeye başlamıştı. Bu sırada etrafı gözetleyen rasıt, ada önlerinde muharebe gemileri, kruvazörler, uçak gemisi, tamir ve nakliye gemilerinden kurulmuş büyük bir gemi topluluğu görmüştü. Muharebe gemileri pruva hattında Çanakkale Boğazı'na doğru seyir halinde olup, bunları kruvazörler takip etmekte idi. Bir deniz kurmay subayı olan Gözleyici Shneider, gemi tiplerini tanımakta zorluk çekmedi ve düşmanın Çanakkale Boğazı'na taarruz etmek için ilerlediğini kolayca anladı. Havada daha fazla zaman kaybetmeden geri dönen keşif ekibi, düşman gemilerinden açılan ateş altında kaçınma manevraları yaparak en kısa yoldan Çanakkale'ye döndü ve hemen elde ettiği bilgileri Çanakkale Müstahkem Mevki Komutanlığı'na bildirdi. Keşif ekibi tarafından verilen bu bilgiler üzerine Çanakkale'yi savunan ve böyle bir taarruzu bekleyen bütün birlikler gerekli tertibi aldılar. Bir süre sonra boğaza gelen ve kıyı bataryalarını şiddetle bombardıman eden düşman donanması ilerlemeye başladı. Türk topçusunun azimle karşı koyması düşman ileri harekatını ağırlaştırmakla beraber kayıp verdirmeye de başlamıştı. Karşılıklı topçu ateşi ile yapılan muharebeler öğleden sonra da devam etti. Öğleden sonra keşif yapmak üzere Alman pilotu Seydler ve Türk rasıtı deniz Yüzbaşısı Hüseyin havalandı. Bu ekibin görevi Limni adası ve dolaylarındaki düşman faaliyetleri hakkında bilgi toplamaktı. Bir saatte bölgeye varan hava keşif ekibi, Mondros'da 13 harp, dört nakliye ve yirmi dokuz kömür gemisinin bulunduğunu tespit etmiş ve meydana dönüşte Çanakkale Boğazı'nın ağzında hareket halinde bulunan topçu ateşi ile yaralanmış Fransız gemisi Gaulois'i görmüştü. 8 Mart'da Erenköyü yakınlarına Nusrat mayın gemisi tarafından dökülen mayınları İngiliz ve Fransız keşif uçakları dokuz günden beri keşfedememiş, böylece 18 Mart 1915 muharebelerinde bu mayınlardan düşmanın haberi olmamıştı. Öğleden sonraki muharebelerde Erenköyü dolaylarına dökülen mayınlara çarpan Buve, Ocean, Irresistble zırhlıları batmış, Inflexble ağır hasara uğramış ve akşama doğru düşman yenilmiş olarak geri çekilmeye başlamıştı. Sonuç olarak; 18 Mart muharebelerinde sabahın erken saatlerinde yapılan Türk hava keşfinde, düşman donanmasının herekete geçerek boğaza yaklaşmakta olduğu, zamanında Çanakkale Müstahkem Mevki Komutanlığı'na bildirilmiş ve alarm halinde bekleyen Türk birliklerinin gerekli önlemleri almalarına yardım etmişti. • 4) 19 Mart - 24 Nisan 1915 Hava Harekatı: 18 Mart zaferinden sonra, yüksek komuta kademesini düşündüren mesele, düşmanın yeniden taarruzu tekrarlayıp tekrarlamayacağı veya Çanakkale Boğazı dolaylarında karaya asker çıkarıp çıkarmayacağı idi. İstihbarat kanalı ve diğer yollarla elde edilen bilgiler düşmanın daha çok karaya asker çıkaracağını gösteriyordu. Hava durumu nedeniyle görev uçuşları 26 Mart'da başladı. 26 Mart günü öğleden önce Bozcaada ve Limni doğrultusunda keşif için havalanan uçuş ekibi Bozcaada'dan sonra hava durumu nedeniyle geri dönmüştü. Bu keşif esnasında Bozcaada önlerinde birkaç İngiliz gemisi tespit edildi. Bunlar arasında mayına çarparak yaralanan ve onarılmakta olan Inflexble da vardı. Aynı gün öğleden sonra hava düzelmiş olduğundan pilot Seydler ve gözleyici Yüzbaşı Hüseyin görevlendirildiler. Uçak Limni'ye ulaştığında, Mondros koyunda Queen Elizabeth'in demirli olduğunu, ayrıca beş adet nakliye gemisini tespit ettiler. Bu keşif sonucunda düşmanın donanma ile yeniden taarruza geçeceğine dair bir emare görülemedi. Keşif faaliyetleri devam ederken iki tarafın hava birliklerinin kuruluşunda bazı değişiklikler yapılmıştı. Türk Hava Birliği: Çanakkale'de bulunan üç uçak, Alman pilotları, Yeşilköy'de eğitim görmüş üç Türk subayı ve Alman bakım personeli ile 1. Türk Tayyare Bölüğü kuruldu. Bu bölükteki Alman sivil pilotlarına teğmen, makinistlere astsubay rütbesi verildi. Bölük komutanlığına Alman teğmen Preussner getirilerek bölük, Müstahkem Mevki Komutanlığı emrine verildi. Bu komutanlık, gözleyici olarak Yüzbaşı Hüseyin'i 1. Tayyare Bölüğü'ne atadı. İngiliz Hava Birliği: 24 Mart 1915'de İngiliz binbaşısı Samson'un komutasında bir uçak birliği Bozcaada'ya gelmişti. Bu birlikte İngiliz ve Fransızlardan karma 18 uçak bulunuyordu. Ayrıca, Bozcaada'ya daha önce getirilen iki tane de Fransız Nieport uçağı vardı. İtilaf Devletleri hava birlikleri, uçak sayısı bakımından bir üstünlük sağlamış olmasına rağmen, üç uçağı bulunan 1. Tayyare Bölüğü 27 Mart-17 Nisan tarihleri arasında Çanakkale Boğazı önünde ikisi Limni' ye olmak üzere birçok keşif görevi yaptı. Bu keşifler sonucunda, düşmanın yeni harekat faaliyetlerine ait belirtiler ve kuvvetlerinde bir artış tespit edilmemişti. Bu görevlerde, İstanbul'da yapılan bombalar düşman nakliye gemilerine atılmış ve isabet kaydedilmişti. Gittikçe kuvvetlenen düşman birliklerinin bir hava üstünlüğü kurmasından endişe eden Müstahkem Mevki Komutanlığı Bozcaada'daki düşman hava alanına baskın yapılmasına karar verdi. 18 Nisan 1915'de yapılan taarruzdan bir sonuç alınamadı. Çünkü düşman, önceden tedbir almış ve havada sürekli av devriyesi kurmuştu. Hava alanına yaklaşan Türk uçakları düşman av uçakları tarafından karşılanmış ve yapılan hava muharebesinde iki taraftan düşen ve yaralanan olmamış ise de Türk uçaklarının taarruzu etkisiz kalmıştı. Türklerin bu akınına aynı gün karşılık veren İngilizler, üçer uçaklı iki kolla Çanakkale'deki Türk hava alanına hücum ettiler. Bu hücumda, uçaklar gizlenmiş olduğundan bir hasar görmediler. 23 Nisan'da Mondros koyunda yapılan bir keşifte İngiliz ve Fransızların bilinen deniz kuvvetlerinden başka altısı Fransız olmak üzere 27 nakliye gemisi, koy dolaylarında büyük iaşe, ikmal depoları ve aynı zamanda birçok kara birliklerinin bulunduğu görülmüş ve bunların bir çıkarma için kullanılacağı düşünülmüştü. • 5) 25 Nisan - 6 Temmuz 1915 Hava Harekatı: Çıkarmaya karşı koymak üzere Türk kuvvetlerince şu tertip alınmıştı: Saros körfezinden Beşike limanına kadar kuzeyden güneye doğru 7., 19., 9., 3. ve 1. Tümenler ile Gelibolu ve Çanakkale jandarma birliklerinden ve çıkarma bölgelerine ateş desteği yardımı yapacak Barbaros ve Turgut muharebe gemileri ve Erenköy'de bulunan bir tayyare bölüğünden ibaretti. Ayrıca, Saros kuzeyinde bir süvari tuğayı da bulunuyordu. Çıkarmaya ayrılan İtilaf Devletleri kuvvetlerinin durumu ise şöyleydi. 18 muharebe gemisi, 12 kruvazör, 31 muhrip, 3 torpitobot, 9 mayın arama ve tarama, 12 denizaltı, 1 uçak ana gemisi, 1 balon gemisi, 1 denizaltı ana gemisi, 1 hastane gemisi ve 67 büyük nakliye gemisi olmak üzere 156 parça gemiden ve ayrıca Fransız ve İngilizlerden karma 42 uçaktan ibaretti. Belirtilen deniz ve hava kuvveti dışında, 1. Avustralya ve 29. İngiliz Tümenlerinden başka, ayrıca Mısır'dan bir atlı piyade tümeni ile bir Hint Tugayı da gönderilecekti. Düşmanın Çanakkale'ye yakın adaları elde bulundurmaya devam etmesi, Mondros koyunda çok sayıda gemilerin toplanması, koy dolaylarında depo ve kara birliklerini arttırması, boğaza karşı yakında yeniden harekete geçeceğine dair bir fikir vermekte idi. Nihayet 25 Nisan 1915 günü sabaha karşı Seddülbahir, Arıburnu ve Kumkale'ye çıkarma, Bolayır bölgesine ve Beşike kıyılarına çıkarma gösterisi başlamıştı. Kumkale'ye çıkan Fransız kuvvetlerini desteklemeye iki uçak, Seddülbahir'e çıkan kuvvetleri desteklemeye Bozcaada'da konuşlanan uçaklar, Arıburnu'na çıkan kuvvetleri desteklemeye de Ark Royal ana gemisindeki uçaklar verilmiş ve Manika gemisindeki sabit balon da gözetlemeye ve gemi toplarına ateş açmak için görevlendirilmiştir. Çıkarmada bir deniz uçağı Bolayır ve Saros körfezini gözetleyecekti. 28 Nisan 1915'de kıyıya çıkan düşman kuvvetleri çıktığı yerlerde tutunmaya çalışırken düşman harp gemileri Türk birliklerine ateş yağdırıyor, Kirte'de iki taraf arasında çetin muharebeler oluyordu. Çıkarmadan önceki günlerde, Türk birlikleri sık, sık yer değiştirmiş olduğundan evvelce düşman uçaklarının tespit ettiği yerlerde Türk birlikleri bulunamıyordu. Bu sebepten çıkarma yapılan düşman hava desteği tam etkili olamamıştı. Buna rağmen çıkarma günü ve çıkarmadan sonra harekat bölgesinde düşman hava faaliyeti oldukça yoğun olmuş ve özellikle Manika gemisinden yükselen sabit balon sayesinde, düşman gemi toplarının ateşi iyi bir şekilde idare edilmiş, bu yüzden Türk birlikleri çok kayıp vermişlerdi. Bu balonun gözetlemesine engel olmak için 5. Ordu Komutanı Liman Von Sanders'in 30 Nisan 1915'de Başkomutanlık karargahına ivedi kaydı ile çektiği mesajda anlam olarak şöyle deniliyordu: ''En çok kayıp vermemize sebep olan düşmanın sabit balon gözetlemesidir. Yüzbaşı Serno'nun bu balona taarruz etmesi lazımdır. Adı geçenin Usedom Paşa'nın emrinde mi, yoksa benim emrinde mi olduğunu bilmiyorum. Balon yalnız birliklerimizi gözetliyor. Balon 200 metreye kadar yükselebilmektedir. Bütün düşman harp gemilerinin ateşini balon idare ediyor. Dün Kirte'nin batısındaki kıyıda, yarısı harp gemisi olmak üzere 45 düşman gemisi saydım. Hastane ile beraber Eceabat'ın dünkü bombardımanı pek adi bir hareketti. Gelibolu'ya tayyareden bomba atılmış, bir er şehit , bir kadın ölü ve bir çocuk ağır yaralıdır.'' Gelibolu yarımadası ve Kumkale'ye çıkarma yapıldığı sırada Türklerin Çanakkale'deki alanında üç kara ve bir deniz uçağından oluşmuş bir tayyare bölüğü bulunuyordu. Bu bölük Müstahkem Mevki Komutanlığı emrinde olduğundan ancak bu komutanlığın verdiği görevleri yapmış, 5. Ordu emrinde uçak bulunmadığından ve iki komutanlık arasında uçakların görevlendirilmesi konusunda tam bir anlaşma da olmadığından, çıkarma sırasında Türk uçaklarından gereği kadar faydalanılamamıştı. Çıkarma yapıldıktan ve ilk çıkan birlikler ileri harekete geçtikten sonra, Müstahkem Mevki Komutanlığı çıkarma bölgelerine yakın kıyılardaki düşman deniz kuvvetlerinin durumunu öğrenmek amacıyla hava keşif ekibini görevlendirdi. Görevlendirilen ekip, Saros körfezinin en dar kısmından başlayarak Ege kıyılarına kadar olan sahada uzun bir keşif uçuşu yapmış ve Çanakkale Boğazı giriş kısmının her iki kıyısı ve Arıburnu önünde yükünü boşaltan 45 büyük düşman nakliye gemisi tespit etmişti. Önceden tespit edilmiş olanlara ilaveten Ernest Renen ve Henry IV adlı iki Fransız zırhlı kruvazörünün de katılmış olduğu görülmüş ve düşman nakliye gemilerine birkaç bomba atılmıştı. Elde edilen bu bilgiler 5. Ordu Komutanlığı'na zamanında ulaştırılamadığı için çıkarmayı takip eden günlerde dahi hava keşiflerinden faydalanılamamıştı. Çıkarma yapıldıktan ve ilk çıkan birlikler ileri harekete geçtikten sonra, Müstahkem Mevki Komutanlığı, çıkarma bölgelerine yakın kıyılardaki düşman deniz kuvvetlerinin durumunu öğrenmek amacıyla hava keşif ekibini görevlendirdi. Görevlendirilen ekip, Saros körfezinin en dar kısmından başlayarak Ege kıyılarına kadar olan sahada uzun bir keşif uçuşu yapmış ve Çanakkale Boğazı giriş kısmının her iki kıyısı ve Arıburnu önünde yükünü boşaltan 45 büyük düşman nakliye gemisi tespit etmişti. Hava keşif görevlerinde elde edilen bilgilerin gecikmesini önlemek için, 5. Ordu Komutanı'nın Başkomutanlık karargahına yaptığı teklif üzerine, hava birliğinin faaliyetleri çıkarma kesimler ile yakın kıyılara yönlendirildi. Bu sırada İstanbul'dan geri çağrılan Yüzbaşı Serno, tayyare bölüğünün emir ve komutasını tekrar üzerine aldı. Uçakların uçuşa hazır bir duruma sokulması için yer ve bakım kademeleri aralıksız bir çalışma yaptılar ve hazırlanan uçaklarla düşmanın çıkarma yaptığı bölgedeki depolarını, kıt'a topluluklarını ve topçu mevzilerini tespit etmek ve düşman nakliye ve harp gemilerini bombalamak amacıyla bir çok görevler yapıldı. Bu uçuşlarda, düşman durumunu iyi bir şekilde kavrayabilen deniz yüzbaşısı Hüseyin gözleyici olarak görev yaptı. Mayıs ayı başından itibaren Arıburnu açıklarında bulunan İngiliz balon gemisi, Çanakkale Boğazı iç kısmındaki ikmal yolunu gözetlemek suretiyle tehlikeli olmaya başladı. Bu nedenle, boğazdaki deniz ulaştırmasını gemi topları ile ateş altına almak mümkün oluyordu. Balon gemisi üzerine bir çok hava hücumları yapılmasına rağmen bombalar küçük çaplı olduğundan gemiye etki yapmıyordu. Bununla beraber uçakların taarruz için gemiye yaklaşmaları sırasında balon aşağıya çekilmekte olduğundan, görevi aksamakta ve böylece Türk hava akınlarının faydası olmaktaydı. 23-31 Mayıs 1915 tarihleri arasında yapılan hava keşiflerinden çıkarılan sonuç, düşmanın çıkarma bölgelerini yeniden takviye ederek taarruzi harekatına hız vereceği doğrultusundaydı. Nitekim, Seddülbahir'de devam eden ve 4 Haziran'da başlayan Üçüncü Kirte savaşı şiddetini arttırdı. Donanmanın desteği ve üstün kuvvetlerle saldırıya geçen düşman, Türk birliklerinin azimli direnci ile karşılaşmıştı. Bu çatışmalar sırasında Kanlıdere ve Harapkale dolaylarında bulunduğu tahmin edilen ve Türk kara birlikleri tarafından yerleri tespit edilemeyen düşman bataryaları çok kayıp verdiriyorlardı. Seddülbahir grup komutanı düşman bataryalarının yerlerinin havadan tespit edilmesini istedi. Bunun üzerine görevlendirilen uçak, Kanlıdere'de topçu mevzilerinin görülemediğini, Zeytinlik ve batısında görülenler ile atış sırasında ağız alevleriyle yerleri tespit edilenler Müstahkem Mevki Komutanlığı'na bildirilmişti. 6 Haziran 1915'de Türk uçakları düşman mevzilerini bombaladı. Bu bombardımandan sonra uçakların bakımının yapılması ve arızalarının giderilmesi için 13 Haziran'a kadar uçuşlara ara verildi. 13-14 Haziran tarihlerinde yapılan hava keşiflerinde; Limni adası Mondros yakınlarında şimdiye kadar keşfedilenlere ilave olarak daha büyük çadır ve barakaların kurulduğu, limanda 18 gemi bulunduğu tespit edilmişti. Bozcaada'nın kuzeyinde 1 muharebe gemisi ve 5 muhrip, Gökçeada'da 2 muhrip, 2 muharebe gemisi, adanın güneyinde 3 mayın arama tarama gemisi, Suvla, Arıburnu ve Seddülbahir'de muhrip ve mayın arama tarama gemilerinin bulunduğu tespit edildi. 17 Haziran 1915'de Bozcaada'da bulunan hava alanında 16 uçak ile bir büyük hangar ve 18 uçak çadırı tespit edildi. 22 Haziran 1915'de düşmanı bombalamak için havalanan iki Türk uçağından biri, Alçıtepe hizalarında karşılaştığı bir düşman uçağı ile yaptığı hava muharebesinde motoruna isabet alarak Alibey Çiftliği yakınına iniş yapmak zorunda kalmış, düşmanın yoğun topçu ateşine rağmen uçak, uçuş ekibi ve o civardaki Türk erlerinin yardımı ile kurtarılarak meydana dönmüştü. 25 Haziran 1915'de İstanbul'dan gönderilen bir Türk uçağı aynı gün Arıburnu' ndaki düşman birlikleri üzerine İngilizce yazılmış 300 bildirge atmıştı. 29 Haziran 1915'de Seddülbahir'deki düşman birliklerini bombalamak üzere görevlendirilen iki uçaktan biri kalkışta kırım geçirmiş, diğeri görevini başarı ile tamamlayarak geri dönmüştü. Türk uçakları alçak irtifadan yaptıkları görevlerde yerden açılan ateş ile isabet almakta ve bazen de uçaklarını tanımayan Türk erlerinin açtığı ateşlerden yaralanmaktaydılar. 5 Temmuz 1915 günü akşama doğru düşmanın Çanakkale hava alanına yapmış olduğu hava hücumunda, iki Türk uçağı kullanılamayacak şekilde hasara uğramıştı. 6 Temmuz 1915'de Türk tayyare bölüğünün aylardan beri devam eden uçuşları kısa bir süre durdu. Bu arada bölük, Başkomutan Vekili ve Harbiye Nazırı Enver Paşa tarafından 5.Ordu emrine verildi. Mayıs 1915'de kesilen ikmal ve uçak temini konularını görüşmek üzere Yüzbaşı Serno Almanya'ya gönderilmiş, bunun sonucunda 20 uçak verilmesi kararlaştırılmıştı. Almanya'dan Türkiye'ye gönderilecek uçaklara yedek depo takılarak uçuşa hazırlandı. 1915 Haziran ayı ortasında ilk uçak Türk pilotları ile Macaristan'dan havalandı ve Temmuz sonuna kadar 7 uçak Edirne'ye inmeyi başardı. Balkan dağları üzerinden geçen rota 600 km.den fazla olup, 6 saat sürmekteydi. 100 beygir gücündeki motora sahip bu uçakların uçtuğu mesafenin kıymeti büyük olmakla beraber, pilotların gösterdiği cesaret takdire değerdi. Bulgarlar, Almanlar safında savaşa katılmaya karar verdikten sonra karadan yapılacak uçak ve malzeme gönderme işi serbest hale gelmişti. Bu yolla bir miktar daha uçak getirilerek toplam uçak sayısı 20'ye çıkarılabilmişti. Bu arada İtilaf Devletleri, ayrı ayrı sevk ve idare edilen hava birliklerini bir elden yönlendirilmesinin daha iyi olacağına karar vermiş ve bütün hava birliklerini Gökçeada'daki Kefalo limanı yakınlarında bir araya toplamıştı. Bu gelişmeye paralel olarak İngiltere'den 22 uçak daha gönderilmiş, böylelikle İngiliz ve Fransızların toplam uçak sayısı 55'e yükselmişti. Düşman uçaklarının çoğu makinalı tüfekle donatılmış ve uzun menzilli yeni üretilen tiplerdendi. Bu nedenle, düşmanın hava harekat imkanları büyük ilerleme kaydetmişti. Buna rağmen, 1. Tayyare Bölüğü düşman uçakları ile temastan kaçınmak suretiyle ve fırsatlardan faydalanarak hava harekat görevleri yapıyordu. • 6) 7 Temmuz-6 Ağustos 1915 Hava Harekatı: • Seddülbahir ve Arıburnu bölgelerine çıkarma yapan İngiliz ve Fransız birlikleri, Türklerin azimli savunmaları karşısında çıkarma bölgesinde çakılıp kalmışlardı.Düşmanın son durumunu öğrenmek maksadıyla keşif görevine çıkan Türk uçuş ekibi, 18 Temmuz'da Kefalo koyunda rastladığı Müttefik Kuvvetleri Komutanı Ian Hamilton'un yatına taarruz etti. Atılan bombalar yatın yakınında bulunan diğer gemilere isabet etmişti. 28 Temmuz 1915'de Limni adasındaki düşmanın son durumunu keşfetmek üzere sabaha karşı havalanan Türk uçağı ay ışığında uçuşuna devam etmiş ve gün ağarırken Mondros'a varmıştı. Bu keşifte 13 harp, diğerleri nakliye olmak üzere 87 gemi tespit edilmiş, bazı hedefleri bombalayan uçak üsse geri dönmüştü.3 Ağustos 1915'de, Bozcaada'daki Fransız hava alanına hücum edilerek bomba ve uçak çivileri atılmış, üsse dönüşte düşman uçaklarının hücumuna uğrayan uçaklar, deniz seviyesine kadar alçalarak, zorlukla üslerine varmışlardı. 4 Ağustos gecesi de Kefalo limanına taarruz edilmiş, düşman av uçaklarının hücumuna uğrayan uçaklar bir çok isabet almalarına rağmen üsse geri dönebilmişlerdi. Düşman hava kuvvetlerinin üstünlüğü Türk hava harekatının faaliyetlerini belirli oranda azaltmıştı. Bu nedenle düşmanın Gelibolu yarımadasına yapmakta olduğu takviye ve hazırlıklar yeteri kadar takip edilememişti. Buna rağmen yapılan hava keşiflerinde düşman harp ve nakliye gemilerinin Limni adasında toplanmakta olduğu ve adada kara birliklerine ait çok sayıda çadır kurulduğu ve bir kısım kuvvetlerin de Gökçeada'da toplandığı tespit edilerek 5. Ordu Komutanlığı'na bildirilmişti. Hava keşif ekibinin elde ettiği bilgilerin değerlendirilmesinden sonra düşmanın, birliklerini takviye ettiği sonucuna varılmıştı. • • 7) 7 Ağustos-Kasım 1915 Hava Harekatı: İlk İngiliz takviye çıkarması 6-7 Ağustos' da Suvla' ya yapıldı. Bu çıkarma esnasında Türk uçakları keşif yapamamış, düşman Suvla' ya çıktıktan sonra haber alınmıştı. Düşman, harekat alanında hava üstünlüğünü devam ettirmek amacıyla Çanakkale'deki Türk hava alanına hücum ederek uçakları yerde tahrip etmeye büyük çaba harcıyordu. Düşmanın artan bu hava faaliyeti karşısında Türk uçakları alanda dağılma, gizlenme ve aldatma önlemleri alınarak korunmaya çalışılıyordu. Aldatma önlemlerinden biri de, işe yaramayan uçakların açıkta bırakılmasıydı. Uçuşa hazır uçaklar çok iyi gizlendiğinden fazla bir zarar görmemişti. Çanakkale Savaşı sırasında Türk birliklerinin birlik, silah, cephane ve diğer ihtiyaçları deniz yoluyla yapılıyordu. Savaşın ilerleyen aylarında çok çetin geçen muharebeler nedeniyle Marmara'daki deniz trafiği gittikçe yoğunlaşmıştı. Bu nakliyatın güvenle yapılabilmesi için Marmara'ya giren düşman denizaltılarını tespit etmek amacıyla Müstahkem Mevki Komutanlığı elde kalan tek uçağı keşif ve bombalama amacıyla görevlendirdi. 9 Ağustos öğleden sonra Marmara adaları yakınlarında tespit edilen düşman denizaltısına taarruz eden deniz uçağının yaptığı bombardımanın sonucu anlaşılamamıştı. Türk hava harekat ve faaliyetlerini devam ettirmek için Almanya'dan makineli tüfekle donatılmış, av ve bombardıman görevi yapabilen o günün en üstün uçaklarından olan beş Albatros-C ve beş Gotha tipi deniz uçağı getirilmişti. Albatros-C'lerle 1. Tayyare Bölüğü takviye edilmiş, üç deniz uçağı Müstahkem Mevki Komutanlığı emrine, ikisi de İstanbul'daki hava istasyonuna verilmişti. Uçak ve personelle takviye edilen 1. Tayyare Bölüğü, düşmanın hava üstünlüğüne rağmen, fırsatlardan faydalanarak düşman topçu mevzilerini, depolarını fotoğraflarla tespit ederek bu hedeflere bomba ve uçak oklarıyla hücum ediyordu. Düşman topçusuna ateş düzenlemesi yaptıran sabit balon gemisine, 18 Eylül'de iki deniz uçağı ile hücum edilmiş, bombalar balon gemisinin yanında bulunan bir kruvazör üzerinde patlayarak yangın çıkarmıştı. 20 Eylül'de Limni, Bozcaada, Midilli, Gökçeada, Saros körfezi ve muharebe sahasında yapılan hava keşfinde, adalarda fazla deniz trafiği görülmediği, Gelibolu bölgesinde düşman birliklerinin eskiye göre bir miktar azaldığı tespit edilmişti. 27 Eylül'de balon gemisine taarruz edilmiş, isabet eden bir bombanın yarattığı hasar derecesi tespit edilememişti. 28 Eylül'de havanın sisli olmasına rağmen aynı hedefe tekrar taarruz edilmiş, 300-400 metre yükseklikte görev yapan uçaklar balon gemisini görememişlerdi. Uçaklardan biri o bölgede gördüğü bir torpitobota iki bomba atmış, diğeri de Kabatepe kıyısında bulunan bir düşman gemisine hücum ederek geminin kıç tarafında tam bir isabet sağlamıştı. Keşifler ve diğer kaynaklardan alınan haberler, düşmanın Çanakkale bölgesinden çekilmekte olduğunu, harekatın büyük kısmının sona erdiğini ve deniz kuvvetlerinin faaliyetlerini azalttığını gösteriyordu. 1915 Sonbaharı'nda İtilaf Devletleri, kuvvetlerini Çanakkale'de tutmasında bir fayda görmeyeceğini değerlendirerek bu bölgenin boşaltılmasına karar vermişti. Kasım sonlarında hazırlanan tahliye planına göre Anafarta ve Arıburnu'nu 19/20 Aralık 1915'de, Seddülbahir'i 8/9 Ocak 1916'da tahliye ederek Çanakkale'den yenilmiş olarak çekildi. HAVA HAREKATININ ÖNEMİ Çanakkale Muharebeleri genellikle önce deniz, daha sonra da kara savaşı olarak bilinir. Hava harekatına ise gerektiği kadar önem verilmemiştir. Ama Çanakkale'de deniz,kara ve hava kuvvetlerimiz gözardı edilemeyecek bir başarı kazanmıştır. Düşmanlarımız diğer alanlarda olduğu gibi hava gücünde de bizden kat kat üstündü. Çanakkale'de ufak bir iki çarpışmanın dışında hava da önemli bir çarpışma olmadı denebilir. Hava mücadelesi özellikle bilgi toplama ve strateji belirleme açısından önemliydi. Düşman kuvvetleri bizden daha iyi olanaklara sahip olmasına rağmen havacılarımızın gösterdiği başarıyı gösterememişlerdir. Hava kuvvetlerimiz keşif uçuşlarında düşmanın elindeki silahların sayısını,çeşidini ve asker miktarını birliklerimize ileterek önemli bir görev başarmışlardır. Birliklerimiz bu bilgiler sayesinde düşmanı çok iyi tanımış ve bu yönde strateji belirlemişlerdir.Düşman kuvvetlerinin hangi bölgeleri kullandığı ve nereden saldıracağı tahminleri de hava kuvvetlerimizin raporları göz önüne alınarak yapılmıştır. Uçaklarımız 18 Mart da dahil olmak üzere geceli gündüzlü çalışmışlar ve eldeki kısıtlı imkanlara rağmen başarı elde etmişlerdir. Düşman uçakları ise tam tersine aynı derecede başarısız olmuşlardır. Boğaza mayın döşeyen ve deniz savaşına yön veren Nusrat Mayın gemisini gözden kaçırmışlar, bu da onların büyük kayıp vererek bozguna uğramasına neden olmuştur. Oysaki İngiliz uçakları kendi birliklerine verdikleri raporda "boğaza mayın döşenmemiştir" diye eklemişlerdir. Gözlerinden kaçan bu ayrıntıyla boğaza daha rahat girmişler, ama ateş hattından kendilerini dışarıya zor atmışlardır. Bu olay hem savaşın kaderini belirlemiş, hem de iki kuvvetten hangisinin daha özverili çalıştığını gözler önüne sermiştir. Türk tarafı kısıtlı imkanlarla birliklerin gerekli bütün bilgileri toplamaya çalışırken, karşı taraf daha iyi imkanlarına rağmen her bakımdan bizden geride kalmıştır. Böyle başarılı çalışmaya vatan sevgisi ve halkımızın ülkesini ve bağımsızlığını koruma azmi de eklenince, hem savaş meydanında hem de dünyanın gözünde büyük başarılarımız kaçınılmaz olmuştur. 1916 YILI HAVA HAREKATINDAN NOTLAR 1. 4 Ocak'ta Bozcaada açıklarında Teğmen Schubert'in silahlı deniz uçağı bir Fransız uçağını düşürdü. 2. 6 Ocak'ta Karaca viran'a Buddecke Fokker tayyaresiyle, bir Fransız Farman uçağı düşürüldü, pilot öldü. 3. 6 Ocak'ta öğleden sonra Pazarlıköy civarına Buddecke bir düşman uçağını düşürdü. 4. 6 Ocak'ta topçumuz Arıburnu açıklarına bir uçak düşürdü. 5. 7 Ocak'ta Croneiss Fokker'iyle Seddülbahir'e bir İngiliz Farman'ı düşürdü. 6. 11 Ocak'ta Schüz ve Buddecke Çanakkale'de bir İngiliz uçağını denize düşürdüler. 7. 12 Ocak'ta Schüz, Seddülbahir Kerte'de bir Farman indirdi. 8. 12 Ocak'ta Buddecke, Galata'da bir Fransız Farmanı indirdi. 9. 4 Şubat'ta Croneiss, Kabatepe'de bir Fransız uçağını indirdi. 10. 30 Mart'ta Buddecke, Kumdere üzerinde bir düşman uçağını denize düşürdü. 11. 8 Haziran'da topçumuz Seddülbahir, Kumkale arasında bir düşman uçağı düşürdü. 12. 2 Temmuz'da Akbaş üzerinde bir İngiliz uçağı düşürüldü. 13. 10 Temmuz'da Tekeburnu ile İmroz arasında bir İngiliz deniz uçağı düşürüldü. 14. 3 Ağustos'ta Mecidiye üzerinde uçaklarımız bir İngiliz Bristol uçağını indirdi. BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI TÜRK HAVA HAREKATI 18 Haziran 1914 Birinci Dünya Savaşı başlayınca tayyare tanıma işaretimiz iç içe üç daire oldu. Kırmızı-beyaz-kırmızı 28 Haziran 1914 Birinci Dünya Savaşı boyunca dünyada toplam 51.040 uçak ve 92.594 motor inşa edildi. 28 Haziran 1914 Birinci Dünya Savaşı boyunca Türk Hava Kuvveti 7 uçak ve 10 pilottan 100 uçak ve 100 pilota ulaştı. Savaş boyunca Türk Hava Kuvvetinde 450 uçak görev aldı. 11 Kasım 1914 Osmanlı Birinci Dünya Savaşı'na girdiğinde Hava Kuvveti. 1 Adet Rumpler ( FETHİ ) pilot : Ütğm. Şakir 2 Adet Bleriot (Edremit, Tarık Bin Ziyad) Pilotlar : (Ütğm. Salim, Yzb. Fesa ) 1 adet Deperdessin (Osmanlı) Pilot : Ütğm. M.Ali 2 Adet Nieuport Deniz (Mahmut Şevket Paşa) pilotlar : ( Fazıl Bey ve Bir bahriyeli ) 1 Ponnier ve 1 Bleriot (Ertuğrul) tamirde Mektep Tayyareleri 3 Bleriot Pingouin 1 Deperdessin 6 Kasım 1914 Pilot Fesa (Evrensev) ve Salim (İlkuçan) İstanbul'dan Trabzon'a gemi ile tayyare götürürken, Ruslara esir düştüler. Savaşın sonuna kadar Sibirya'da esir kaldılar. • 1915 YILINDA TÜRK SEMALARINDA DÜŞÜRÜLEN VEYA ESİR EDİLEN UÇAKLAR 20 Nisan 1915 Yzb Fevzi ve Ütğm Sami Karadeniz Boğaz girişine yaptıkları keşif görevinden dönüşte topçumuzun ateşi sonucu İstanbul Uskumru Köyü ( Belgrad ormanı ) na düşerek şehit oldular. 5 Eylül 1915 Çanakkale Savaşı'nda ilk keşif yapıldı. Uçağın pilotu Fazıl Bey idi. 1915 Osmanlı'da havacılık örgütleniyor. 1 Çanakkale, 2 Irak, 3 zunköprü, 4 Adana, 5 Kafkas, 6 Şam, 7 Keşan Tayyare Bölüğü teşkilatın adı. 1915 Çanakkale Hava Harekatı 30 Kasım 1915 Pilot Ali Rıza ve Rasıdı (Gözleyici) Orhan Albatros C1 uçağı ile Kabatepe üzerinde bir Fransız uçağını düşürdü. 1916 YILINDA TÜRK SEMALARINDA DÜŞÜRÜLEN VEYA ESİR EDİLEN UÇAKLAR 20 Nisan 1916 Ütğm Mehmet Ali Rıza görev uçuşunda, motorda oluşan yangın sonucunda düşerek şehit oldu. 11 Eylül 1916 Almanya'ya uçuş eğitimine gönderilen Ütğm Mehmet Ali Wilhelmshaffen de görev uçuşunda düşerek şehit oldu. 9 Kasım 1916 Ütğm Süleyman Hayrettin görev uçuşunda Yeşilköy Meydanı'na düşerek şehit oldu. 13 Kasım 1916 Ütğm Saim görev dönüşü Medine de Abbasiye (Bigri Abbas) meydanına inişte şehit oldu. 1916 Rasat İstasyonları kuruldu 1916 Daha önce Macaristan'dan uçarak uçak getirmek ve Çanakkale Kabatepe üzerinde ilk düşman uçağını düşürmekten taltif edilen Tayyareci Yzb. Ali Rıza ve Tahsin keşif raporu ihtilafından dolayı asli sınıflarına iade edildiler. 1916 İlk Türk pilot brövesi belirlendi. Gümüş defne dalı çelenk üzerinde altın kanat, rasıtlar için gümüş kanat 3 Nisan 1916 IRAK CEPHESİ : İngilizler Kütülemare kalesinin kuşatmaya dayanabilmesi için 26 gün boyunca havadan 3 adet Short 184 tipi 225 beygirlik deniz uçakları ile ikmal yaptılar . Bilinen ilk hava ikmal köprüsüdür. Dicledeki ORA Üs'sünden... Sonuçta Kütülemare kalesi ve içindeki İngilizler ( 5 general, 76 subay, 12828 Er ) Türk ler tarafından teslim alındı. 1917 YILINDA ÇANAKKALE SEMALARINDA TÜRK UÇAKLARIN FAALİYETİ 2 ve 3 Eylül 1917 6 tayyaremiz Limni adasındaki Mondros limanına gece hava taarruzu yaptılar. I.DÜNYA SAVAŞINA GİRERKEN ÜLKELERİN NÜFUSLARI (SÖMÜRGELER DAHİL) İTTİFAK DEVLETLERİ 1915'TEKİ NÜFUSLARI: • 1) Almanya : 79.000.000 • 2) Avusturya - Macaristan: 55.000.000 • 3) Türkiye : 29.000.000 • 4) Bulgaristan : 5.300.000 Toplam : 168.300.000 İTİLAF DEVLETLERİ 1915'TEKİ NÜFUSLARI: • 1) İngiltere : 461.000.000 • 2) Rusya : 181.000.000 • 3) ABD : 111.000.000 • 4) Fransa : 84.000.000 • 5) Japonya : 78.000.000 • 6) İtalya : 38.000.000 • 7) Belçika : 16.000.000 • 8) Portekiz : 15.000.000 • 9) Romanya : 8.000.000 • 10) Sırbistan : 5.000.000 • 11) Yunanistan : 5.000.000 • 12) Karadağ : 435.000 Toplam : 1.002.435.000 I.DÜNYA SAVAŞINDA SİLAH ALTINA ALINAN ASKER SAYISI İTTİFAK DEVLETLERİ: 1)Almanya :11.000.000 2)Avusturya-Macaristan :7.800.000 3)Türkiye :2.900.000 4)Bulgaristan :1.200.000 Toplam :22.900.000 İTİLAF DEVLETLER: 1)Rusya : 12.000.000 2)İngiltere : 8.900.000 3)Fransa : 8.400.000 4)İtalya : 5.600.000 5)ABD : 4.750.000 6)Japonya : 800.000 7)Sırbistan : 750.000 8)Romanya : 750.000 9)Belçika : 300.000 10)Yunanistan : 250.000 11)Portekiz : 100.000 12)Karadağ : 50.000 Toplam :42.700.000 |
04-21-2010, 02:03 AM | #22 |
Forum Kalfası
Kayit Tarihi: Aug 2005
Nerden: ManisA
Yaş: 38
Mesajlari: 7,071
Teşekkür Etme: 5 Teşekkür Edilme: 16 Teşekkür Aldığı Konusu: 15
Üye No: 4
Rep Power: 3490
Rep Puanı : 67186
Rep Derecesi :
Cinsiyet : Erkek
|
ÇANAKKALE KARA SAVAŞLARI GÜNEY CEPHESİ
SEDDÜLBAHİR BÖLGESİ i tilaf kuvvetleri, Türk birliklerinin asıl kuvvetlerinin iç bölgelerde, düşman gemilerinin top menzilinden içeride olmalarından dolayı kıyılarda tutunabilmişler ancak ileriye iç bölgelere ilerleyememişlerdir. Ayrıca Saros Körfezi'ne İngilizler, Kumkale ve Beşike'ye, Fransızlar sahte çıkarma harekatları düzenleyerek Türk kuvvetlerini buraya bağlayıp Gelibolu yarımadasına kuvvet gönderilmesini engellemek istemişlerdir. Bu sahte saldırılar Türk kuvvetleri tarafından püskürtülmüştür. 25-26 Nisan Seddülbahir kıyı muharebelerinde düşman hedefine ulaşamayınca 28 Nisan'da Kirte (Alçıtepe) Köyü'nü ele geçirmek için tekrar saldırdılar.Seddülbahir'deki düşmanı denize dökmek için 1-2 ve 3-4 Mayıs geceleri Türk kuvvetleri taarruza geçtilerse de başarılı olunamamıştır. Türk taarruzlarının hemen ardından düşman kuvvetleri Seddülbahir bölgesinden içerilere dalmak, Kirte'yi almak için ikinci defa saldırıya geçtiler. Bu saldırılara 2. Kirte Muharebesi denir. Ancak 6,7,8 Mayıs tarihlerinde yapılan bu taarruzlarda da hedeflerine ulaşamadılar. Arkasından da 4-6 Haziran'da 3. Kirte Muharebesi cereyan ettiyse de düşman yine başarılı olamadı. Düşman 21 Haziran'a kadar yaptığı taarruzlarda Türk cephelerini yağmalamıştı. Bunun üzerine hem daha fazla donanma desteğini sağlamak hem de Türk cephelerini parçalamak düşüncesi ile 21-22 Haziran 1915'te Kerevizdere bölgesine taarruz ettiyse de başarılı olamadı. Bunun üzerine düşman denize yakın olan Zığındere Mevkii'nde Türk mevzilerine 28,29 Haziran'da taarruz etti. Ancak yine bir sonuç alamadı. Türk kuvvetleri bu bölgede 2 Temmuz'da karşı bir taarruz yaptı, ancak başarılı olunamadı ve geri çekilmek zorunda kalındı. Düşman bu taarruzlara cevap olarak 12-13 Temmuz'da Kerevizdere'ye ikinci kez taarruz etti. Fakat bu kez yine Türk ordusunun güçlü mukavemeti ile karşılaştı. 6-7 Ağustos günleri Seddülbahir bölgesinden Arıburnu bölgesine Türk kuvvetlerinin kaydırılması için Kirte istikametinde yine saldırsalar da başarılı olamadılar. İngiliz genel kurmayı deniz kuvveti ile boğazı geçemeyeceklerini anladıktan sonra amaçlarına kara muharebesi ile ulaşma denemesine karar vermiş ve bu yolla 25 Nisan 1915 sabahı çıkarma harekatına başlamışlardı. Bu maksat için görevlendirilen İngiliz ve Fransız kara kuvveti irili ufaklı 84 taşıt gemisi ile Gelibolu yarımadası kıyısına çıkarılacaktı. Bu kuvvet 63 bin İngiliz, 12 bin Fransız askeri, değişik cins ve çapta 140 topla mücehhez altı tümen ve bir piyade tugayından oluşuyordu. Doğu Akdeniz Seferi Kuvvetleri Baş Komutanı General Hamilton, Çanakkale'de asıl çıkarma yeri olarak Seddülbahir ve yakın çevresi kıyılarını seçmişti. Bu bölgenin taktik derinliklerini Alçıtepe bloğunu bir hamlede ele geçirmek ve boğazdaki Türk topçusunun üzerine çöken etkin bir kıyı başı mevzii tutmak istiyordu. Bölgedeki harekat Alçıtepe'den sonra birkaç yönlü gelişmelere tâbi olacaktı. Dağınık Türk kuvvetlerini çiğneyip Alçıtepe plan hedefine varabileceğini düşünmek doğaldı, fakat bu mümkün olmadı. Çünkü bu saldırılar Türk kuvvetleri tarafından püskürtülmüştür, düşman hedefine ulaşamamıştır. SAROS KÖRFEZİ ÇIKARMASI Bu çıkarma bir gösteri ve aldatmaca çıkarmasıydı. Türk kuvvetlerini bu bölgeye çekmek için akşama doğru 1200 kişi karaya çıkarıldı ve bu bir müddet sonra geriye alındı. BEŞİKE LİMANI ÇIKARMASI Bu da bir gösteri çıkarmasıydı. 25 Nisan'da bir Fransız kruvazörü ve üç torpido muhribi desteğinde yapılan çıkarma, aniden yoğun sisin bastırması ile durduruldu. KUMKALE ÇIKARMASI Bu çıkarma da bir gösteriş niteliğinde çıkarmaydı. Kıyıya Altıncı sömürge piyade alayı çıkmıştır. Savunma birliklerimizin parça parça kullanılmasından dolayı düşmanı denize dökmek mümkün olmadı. Düşman 27 Nisan'da Morto Limanı'na çıkabilmek için Kumkale'yi terk etti . Buna rağmen Fransızlar 778, Türk birlikleri ise 1735 kişi zayiat vermiştir. 24-25 Nisan 1915 gecesi uykusuz geçirilmişti. Gecenin ilk saatleri sakin geçirildi. Düşmanın uzak mesafelerde dolaşan karakol gemilerinden başka bir şey görünmüyordu. Deniz durgun, hava ılıktı. Gece yarısına doğru düşman gemilerinin aniden kıyı sularına toplandıkları görüldü. Şiddetli top ateşi açıldı.25 Nisan saat 04:30'da gemilerden cehennemi bir ateş açıldı. Ayrıca, Queen Elizabeth gemisi taşıdığı 38'li taretleri ile filoyu destekliyordu. Ayrıca Fransızlar, bu bölgeye sahte çıkarma harekatları düzenleyerek Türk kuvvetlerini buraya bağlayıp Gelibolu yarımadasına kuvvet gönderilmesini engellemek istemiştir. Seddülbahir sırtları sayısız infilaklarla kaynıyordu. Ateş yoğunluğu ileri hat siperlerimizin üzerlerine oturtulmuştu. Bu saldırıya rağmen bu küçük Türk birlikleri ellerinde bulunan piyade tüfeklerine ve kanındaki cevhere dayanarak göğsünü düşmana açarak savaşıyordu. Çanakkale'nin kan ve barut kokan destanını olayların içinde gün be gün yaşamış İngiliz baş komutanının tuttuğu günlük notları tarihi bir belge olarak renk katıyor. General Hamilton bakın bu günü nasıl anlatıyor. " Amiral De Robec ile, benim bulunacağım yer Queen Elizabeth'in köprü üstü. Danışma karargahım ise 6 inçlik top bataryası içindeki çelik kulede mevkii aldılar. Böylece , tek gemi halinde seyrettik ve saat 04:30'da Seddülbahir açıklarına ulaştık. Her yer sessiz ve kül rengi . Buradan Kabatepe yönüne rota verdik ve yarı yolda Türkler, Helles burnu tabyalarından ağır top atışına başladılar. Halen Kabatepe açıklarındayız. Güneyden çıkarma tam yüklenerek başladı. Şarapneller deniz üzerinde infilak ediyor, parçaları suya çarpıyor. Makineli tüfekler mermi yağdırıyor, mermi üzerimizden aşıyor, artık her cephede savaş başladı. Güneye doğru rota değiştirdik, tekke burnu doğusundaki sahaya yaklaştık. Başarılı çıkış harekatı icra ediliyor ama kanlı ve zalimcesine....yer gök karışıyor ve Türk toprakları hallaç pamuğu gibi atılıyordu." ALÇITEPE MUHAREBESİ Doğu Akdeniz Seferi Kuvvetleri Baş Kumandanı General Hamilton, Çanakkale 'de asıl çıkarma yeri olarak Seddül-bahir ve yakın çevresi kıyılarını seçmişti. Yukarıda ifade edildiği gibi bölgenin taktik derinliklerini kilitleyen Alçıtepe bloğunu bir hamlede ele geçirmek ve boğazdaki Türk topçusunun üzerine çöken etkin bir kıyı başını mevzii tutmak istiyordu. Çıkarma yapacak olan 29. İngiliz piyade tümeni için beş ayrı çıkarma noktası saptamıştı. General Hamilton bu çıkarma yerleri hakkında büyük umutlar beslemekteydi. Kirte'deki Türk ihtiyatları çok zayıf ve perakende birliklerdi. Saraf'ın çiftliği çevresindeki ihtiyat grupmanı yaklaşık bir alay kuvvetinde olup mesafe bakımından da uzaktı. Bu bakımdan çıkarılacak kuvvetlerin hareketi Kirte doğrultusunda erkenden birleştirilebilirdi. Bölgedeki Türk savunması çözülür ve beş yerde yapılan çıkarmalar derinlikte birleşerek Alçıtepe üzerine bir sel gibi akabilirdi. Takviyeli 29. İngiliz Tümenin ancak iki taburdan ibaret Seddülbahir-Kirte eksenindeki dağınık Türk savunma kuvvetlerini çiğneyip Alçıtepe plan hedefine varacağını düşünmek doğaldı. Fakat, bu mümkün olmadı. Çünkü kıyılara dağılmış bulunan küçük Türk müfrezeleri denizden gelen çelik ateş ve insan sellerine karşı onların asla tahmin etmedikleri bir inanç ve pervasızlık ile direnecek her yerde savunmayı hareketlendirip ileriye atılacak ve amfibi harekat üstünde adeta bir ölüm fırtınası gibi esecekti. Çıkarmayı kıyılar şeridinde söndüren İngilizlerin Alçıtepe'ye ebediyen hasret bırakan asıl gerçek bu idi. Türk birlikleri giriştikleri savunma muharebelerinde çoğu kez taktik kuralları da aşan kendilerine özgü civanmert tutumları ile muharebe sahasına hakim olmuşlar ve ölümden ötesini ararcasına dövüşerek Çanakkale'nin adını tarihselleştirmişlerdir. TEKE VE ERTUĞRUL KOYU ÇIKARMASI Üçüncü tabur on ikinci bölük Teke Koyu'ndaki mevzilerinde hazır beklemekteydi. 40 kadar küçük deniz araçlarına yüklenmiş bir piyade taburu kadar tahmin edilen düşman kuvveti saat 06:00 'da sekiz dizi halinde kıyılara çekildiler. Donanma ateşleriyle bu çıkarmayı desteklemekte idi ve ateşleri 12. bölük mevziine oturtulmuştu. Bu ateş altında bölüğün siperleri çökmüş kumlu yerlerdeki mevzii ve tel örgü hatları birbirine karışmış fakat bölüğün erleri bulundukları çukur ve sütretlerde yuvarlanıp eski düzenlerini bozmamışlardı. Düşman taşıtları kıyı sularına düşer düşmez 12. bölüğün birden bire şahlanarak mevziilerinden çok şiddetli ve isabetli tüfek ateşleri çıkarma birliklerinin birbirine girmesine sebep oldu. İngiliz hücum birlikleri yalnız iki takımdan ibaret Türk kuvvetinin ateşleri ile büyük zayiat vermişti. Teke koyundaki ilk hesaplaşma bu şekilde kapandı. Türklerin buradaki mevziileri İngiliz donanması tarafından bir kez daha ağır bombardımandan geçirildi.12. bölüğü tamamen yok etmek ve kıyılarda sağ kalan İngilizleri yaşatmak için elden gelen her şeye başvuruyorlardı. Saat 06:00'da Ertuğrul Koyu'na tertiplenme çıkarma araçları 400 metre mesafeye gelince bütün hafif ve ağır silahlarıyla topları koy üzerinden ateşlerini topladılar. Saat 06:30'da yirmi filika kıyı üstüne düşerken 10. bölükten çok şiddetli bir tüfek atışı başladı. Türk bölüğü dişini sıkıp son ana kadar sabrederek tam zamanında çıkarma kafilesini bastırmıştır. Atışlar hızlı ve çok isabetli oluyordu. Düşman bozguna uğramıştı. Can kaygısı ile sulara atlayanlar, boğulan ve sularda vurulanlar çoktu. Ertuğrul Koyu muharebelerine ilkin 10. piyade bölüğü başlamıştı. Fakat River Clyde harekatı olan 2. harekat başlarken tabur komutanı binbaşı Mahmut Sabri durumu tehlikeli görerek 11. bölükten bir kısım kuvvet ile bu kanadı takviye etmişti. İşte 25 Nisan'da düşmanın asıl çıkarma eksenine büyük zayiat verdirerek büyük bir başarı kazanan bu bir buçuk bölüklü Türk kuvveti idi. İngiliz ve İrlanda taburları %70 zayiat vermişlerdir. İngiliz harp tarihinin Ertuğrul Koyu ilk çıkarma muharebesini açıklayan şu cümleler büyük anlam taşımak-tadır. " Karaya çıkmak için yapılan herhangi bir harekete karşı atışlar derhal o noktada toplanıyordu.Türklerin ateş disiplinleri cidden hayrete şayandı. 25 Nisan'da güneydeki Türkler bir zafer kazanacak sayıda değillerdi, fakat komutanlarının azmi onlara çok önemli yararlar sağladı. Sed-dülbahir'deki küçücük Türk garnizonu deniz topçusunun dehşet veren ağır etkisini ilk kez tatmış olmasına rağmen 25 Nisan sabahından akşamına kadar yerlerine inatla sarıldılar ve savunmada anlatılması imkansız işler gördüler." İngiliz harp tarihine böyle altın harflerle geçen komutanın adı; Ezine'li Yahya Çavuş idi. KABATEPE ÇIKARMASI 21 Nisan sabahı saat 05:00'e doğru iki zırhlı üç torpido Kabatepe'ye hakim mevzilerde bulunan bataryalarımıza ve Kabatepe'deki siperlerimize açtığı ateşler himayesinde sahile çıkan kuvvetler ateşlerimizle karşılandı ve yapılan hücum ile 200'ü mütecaviz zayiat vererek geri çekildi. Düşmanın bu hareketinden Kabatepe'ye dayanarak sol tarafı tehdit etmek veya Kabatepe'nin tarafımızdan işgal edilip edilmediğini anlamak gibi bir maksat tatbik ettiğine hükmedilebilir. 1.KİRTE (28 NİSAN 1915) MUHAREBESİ Bu saldırılarda asıl amaç Alçıtepe'yi ele geçirmekti ama bunu başaramayan düşman, 29. İngiliz tümeni ve Fransız tugayı ile Kirte bölgesinde yoğun bir harekata geçti. Bu taarruza 25. ve 19. alayların karşılık vermesi ile düşman geri çekilmek zorunda kaldı ve düşmana 30 bin zayiat verdirildi. 2.KİRTE (6-18 MAYIS 1915) MUHAREBESİ Düşman 1. Kirte Muharebesi'nden ders almayıp, ikinci defa Alçıtepe'yi ele geçirmek için harekete geçmişti. Arıburnu bölgesinden bir Avustralya ve bir Yeni Zelanda tugayını bu bölgeye getirdi. 6 Mayıs'ta 5 tümen ve 1 tugayla taaruza geçen düşmanın karşısında 7. ve 9. tümenler bulunuyor, 5.tümen ise ihtiyatta idi. 3 gün süren muharebeler düşmana kuvvetin 1/3 ünü teşkil eden 65 bin kişiye mal olmuştu. Bunun sonucu olarak Çanakkale kara muharebelerinin ilk safhası sona ermiş ve boğaza inmek umudu kaybolmuştu. Geriye ise 30 Nisan da, Mısır'dan yollanan taze Hint tugayından başka bir şey kalmamıştı. 13 Mayıs 1915'te Golyat İngiliz muharebe gemisi batırılmış ve 750 kişilik mürettebattan 570'i ölmüştü. Bu sırada U-21 Alman denizaltısı, 24 Mayıs'ta Triyamf ve 27 Mayıs'ta Macestik Muharebe gemilerini batırdı. 16 Mayıs'ta düşman tarafından komuta değişikliği olmuştu. Fransız komutanı General Damat'ın yerine General Guro ve Amiral Kepratlın yerinede Amiral Nicol atanmıştı. Enver Paşa, 13 Mayıs'ta 5.Ordu Komutanlığı'na Arıburnu'na bir karşı taarruz emri vermişti. Bu amaçla Kuzey Grup Komutanı Esat Paşa komutasında 42 bin kişilik bir kuvvet toplandı. 18-19 Mayıs gecesi, 2.Tümen düşmana kahramanca taarruz etti. Ancak başarı sağlanamadı. Ve bu tümenin kaybı 9 bin ölü olmuştu. O gece 03.30'dan 04.00'e kadar yarım saatte her iki alayda 60 subay ve 5 bin er kayıp verilmişti.Saldırıları tamamen kesilene kadar bu kayıp 9 bine yükselmiştir. Gelibolu'da da bundan daha ağır çarpışmalar olmuş ama hiçbiri bu derece yoğun bir öldürme şeklinde olmamıştı. Bu süre içinde İngiliz ve Fransızların da kayıpları fazla olmuş, İngilizler 683 subay ve 16.000 er, Fransızlar ise 324 subay ve 22.107 er kaybetmişlerdir. Bu yüzden her iki tarafta da nisbî bir sükun başlamış, daha doğrusu bundan sonraki çarpışmalar çok kanlı siper savaşları şeklini almıştı. 3.KİRTE (4-6 HAZİRAN 1915) MUHAREBESİ 19 Mayıs 1915'te Arıburnu bölgesine yapılan Türk taarruzunun başarılı olmayışı ve ağır kayıplar verdirilmesinden cesaretlenen düşman Kirte Bölgesi'nde taarruz hazırlıklarına başladı. 29. , 42. ve Deniz P. Tümeni birleştirilerek 8. Kolordu teşkil edildi. Cephenin sağ tarafında bulunan iki Fransız tümeni de General Guro emrine verildi.Türkler tarafından Kirte yolunun kuzeyinde 9. ve güneyinde 12.tümenler bulunuyordu. 15. ve 7.tümenler başlangıçta ihtiyatta idi. 4 Haziran'da başlayan saldırıda düşman kuvvetleri merkezden saldırıya geçti. Düşman kuvvetlerinin kaybı 7.500, Türklerin kaybı ise 9 bin olmuştu. KEREVİZDERE VE ZIĞINDERE ÇARPIŞMALARI 19 Mayıs Türk taarruzundan sonra başlayan siper savaşlarında kuşkusuz Kerevizdere ve Zığındere çarpışmaları en şiddetlileridir. Kerevizdere Bölgesi'ne ilk taarruz Fransızlar tarafından 21 Haziran, 2. Türk tümenine karşı oldu. Daha önce yapılan topçu saldırısıyla yıpratılan tümen çok ağır kayıplar verdi. 22 Haziran'da yapılan Fransız taarruzu ise pek etkili olmadı. Bu saldırılar sonucunda 2.ve 12. tümenlere 6 bin kayıp verdirilmiş, Fransız kayıpları ise, ölü ve yaralı olarak 2.500 kişi idi.Bu defa düşman 28 Haziran günü Zığındere'nin batısında ve doğusunda 11. Tümene karşı saldırıya geçti. Düşman ezici topçu ateşiyle, tamamen tahrip edilen yaralı ve şehitlerimizle dolu olan Zığındere'nin batısına kolaylıkla girdi. Doğu bölgesindeki başarılı olamamış 157. Tugay Komutanının öldürüldüğü bu çarpışmada kahraman Mehmetçik bölgeyi başarıyla savunmuştu. 28 Haziran'da İngiliz kaybı 1750, Türk kaybı ise 2000 olmuştu. 29,30 Haziranda yapılan Türk taaruzu çok az kazanç, ancak çok ağır kayıpla sonuçlanmıştır. 5 Temmuz'da yapılan diğer Türk taaruzunda Türkler saldırıya geçti. Ancak sonuç alınamadı. 16 bin kayıp verildi. Zığındere, Çanakkale Savaşları içinde en kanlısı olmuştur.28 Haziran-15 Temmuz arası Zığındere bölgesinde Türk tümenlerine yapılan taarruzlar 15 bin zayiata mal oldu. Ve 4.Tümen 3 Temmuz'da 12. Tümeni değiştirerek cephe savunmasını devraldı. Tümen, Saros Bölgesi'ne gönderildi. Ağustos ayında Anafartalar'a yapacağı çıkartmanın başarısını garantilemek isteyen düşman, Türk komutanlığının dikkatini güney bölgesine çekmek amacıyla 12 Temmuz'da çok şiddetli bir topçu hazırlığından sonra Kerevizdere'ye dalgalar halinde taarruza geçti. Türk tümenleri batıdan itibaren 11., 7., 1. ve 4. Tümenler bir cephede, 6. Tümen geride ihtiyatta bulunuyordu. İngiliz taarruzu 7. Tümen, Fransız taarruzu ise ihtiyattaki 6.Tümenin kullanılmasıyla durduruldu. 12-13 Temmuz'da düşman kuvvetleri 1.5 km'lik cephe boyunca saldırmışlar, 400 metre kazanmışlardır.Düşman kaybı 4 bin Türk kaybı ise 10 bin olmuştu. |
04-21-2010, 02:04 AM | #23 |
Forum Kalfası
Kayit Tarihi: Aug 2005
Nerden: ManisA
Yaş: 38
Mesajlari: 7,071
Teşekkür Etme: 5 Teşekkür Edilme: 16 Teşekkür Aldığı Konusu: 15
Üye No: 4
Rep Power: 3490
Rep Puanı : 67186
Rep Derecesi :
Cinsiyet : Erkek
|
BİNBAŞI HALİS BEY'İN ÇANAKKALE RAPORU
Çanakkale Çağlar üzere destanların özüdür Çanakkale Yeni Türkiye'nin ön sözüdür Tarihimiz gizli kalmış bir çöle kahraman ve kahraman ve kahramanlıklarla doludur. Çanakkale'de İngilizlerin ilk çıkarma yaptığı kumsal elverişsiz bir yerdir. Bunun nedeni ise İngilizlerin bir gün önce tespit ettikleri yerlere koydukları işaret şamandıralarını o sırada Çanakkale'de 27. Alayın 3. Tabur kumandanı olan Binbaşı Halis Bey tarafından gönüllü bir askerin verdiği emirle çıkartmaya elverişsiz bir yere çektirmesidir. Çekilen yer bizim makinalı tüfeklerimize tam bir hedef oluşturuyordu sabahın erken saatlerinde çıkartma başladı. Fakat düşman çok aldanmıştı. Bunun sonucu ilk çıkartmaya gelen Anzakların hepsi imha edebilmiştir. Bu sırada düşmanın kaybettiği bu önemli saatler Çanakkale savaşında önemli bir rol oynamıştır. Hayatı bunun gibi sayısız kahramanlıklarla dolu olan Binbaşı Halis Bey'in Çanakkale Raporu atlı eseri 25 Nisan 1915'de Arıburnu-Anafartalar Bölgesinde başlayan Arıburnu muhaberesinde Halis Bey'in günü gününe tuttuğu defterde yer alan taburunu yazışmalarından oluşmaktadır. RAPORLAR Vukuat 31.5.1914 Mahal: Gelibolu Feneri Saat:8 Fırkamızın piyade adayları ile kolordu mıntıkasındaki İstihkam ve ağır topçu kıtaları, bugünden itibaren, seferberlik emrini almıştır. Varış dakikasının bildirilmesi istenmiş ve tebliğ olunmuştur. Mülahazalar Tabur, seferberlik emrini, 31.5.1914 günü öğleden sonra saat 7'de almıştır. Bölüklere saat 7:30'da tebliğ edilmiş ve Yeniköy'deki müfreze Zabitliğine bildirilmiştir. Alaya, ayrıca malumat verilmiştir. Tabur, ordugahını, hastane civarındaki sırtlarda kurmak için hazırlıkta bulunmuş ve gereken yerlere işaret konulmuştur. Bölüklerden, sefer durumu için gerekli malzemelerin bir cetveli istenmiş ve alaydan bu malzemeler istenmiştir. Parti parti gelen hayvanların noksanlarının, ayrıca bir cetvelinin düzenlenmesine iaşe memuru Kamil Efendi atanmıştır. Alayın emri üzerine, 3. Bölükten Mülazımevvel Asım Efendi kumandasında 10 erlik müfreze Yeniköy'e yerleştirilmiştir. Vukuat 1.6.1914 Mahal: Gelibolu Feneri Alaydan/607 Yunan donanmasının, Limni civarında bulunduğu ve bazı tayyarelerinin görülmesi üzerine, alayın her an için bir çıkartma hareketine karşı koymak üzere hazır bulunması, fırka kumandanlığından, şifreli telk emredilmiştir. Buna karşın gereken yerlere gözetleme postaları konulmuştur. Malumat edinilmesi tebliğ olunur. Vukuat 3.6.1914 ve 4.6.1914 Mahal: Gelibolu Feneri Saat: 8 Alaydan/607 Bütün kolordunun da seferberliği ilan edildiği ve 21 Mayısın, bunun başlangıcı olduğu, ordu kumandanlığının tel emri gereği olduğu tebliğ olunur. Mülahazalar Alaydan, tabur için gerekli olan çadır ve diğer malzemeler istenmiştir. Bilenmemiş kasaturaların bilenmesi için tabur tüfekçisine emir verilmiş ve işe başlamıştır. Bölük ve taburun, savaş ve ağırlık numuneleri kıtalara verilmiştir. Vukuat 5.6.1914 Mahal: Gelibolu Feneri Alaydan/624 Ordunun sefer durumuna geçmesine irade-i seniye-i hazreti padişahi şerefsudur buyurulmuş olmakla, erat ve zabitlerin öteki günler gibi yemek yemeleri, Harbiye Nezaretinin tebligatına istinaden ordu kumandanlığından tebliği edilmiştir. Mülahazalar Tabur, hastane civarındaki ordugah yerine taşınmıştır. Vukuat 6.6.1914 Mahal: Hastane Sırtı Alaydan/631 Başkumandanlık ihdas edilerek, Harbiye Nazırı Paşa, bu yüksek göreve, Liman Paşa da 1. Ordu Müfettişliğine tayin edilmişlerdir. Mülahazalar Alaydan alınan malzemeler, bölüklere dağıtılmıştır. Vukuat 7.6.1914 Mahal: Hastane Sırtı Alaydan/635 Seferberlik dolayısıyla, diğer yerlerdeki kıtalara tayin edilen ve kendilerine seferi görevler verilen zabitler ve memurlar dışında, hiçbir zabit ve memurun, izinle ve vazifeyle bir yere gönderilmemesi istenmiştir. Vukuat 2.6.1914 Mahal: Gelibolu Feneri Saat:8 Alaydan/750 İrade-i Seniye Sureti Sevgili vatanımızın, barış ve iyilik içerisinde kalkınmasına çalışırken, Avrupa'da büyük bir harp başladı. Allah'ın yardımıyla, kutsal haklarımızı korumak için bütün evlatlarımızı silah başına çağırdım. Seferberliğin daha haftası bitmeden o kadar çok gençler silah altına girdi ki, ordunun ilk ihtiyacı doldu. Milletin gösterdiği bu gayret ve hamiyetten fevkalade duygulandım. Gerektiğinde tekrar silah başına çağrılmak üzere, şimdilik talim görmemiş yaşlılardan fazla olanlarına izin verilmesi fermanını verdim. Memleketine gidenler, silah altında kalan kardeşlerinin tarlalarını, işlerini görsünler. Devlet sulh içinde yaşamak istiyor. Gerçek hami ulu Allah'ın yardımı ve şanlı peygamberimizin yardımı, milletin gayret ve hamiyeti ile yurdun bağımsızlığını koruyabileceğimize eminim. Bütün evlatlarıma selam ederim. Er evlatlarım, büyüklerin sözünü, sözüm gibi bilerek, canla başla, her işte sarsılmaz bir itaat göstermelerini ve ölüme karşı bile bir vücut gibi gitmelerini isterim. Allah yolunda atalarımız gibi metanetle çalışacak olan ordunun görevini hakkıyla yapacağına eminim. Cenab-ı Allah, her hususta yardımcınız olsun. BAŞKUMANDANLIK VEKİLİ PAŞA HAZRETLERİNİN TEBLİGAT SURETİ Sevgili büyük başkumandanımız, şanlı halifemiz efendimiz hazretlerinin, yüksek emirlerini tebliği ediyorum. Şu bir hafta içinde, milletin ve ordunun, halifelik katının memnunluğunu çekecek derecede gösterdiği gayret ve hamiyeti, ordumuzun geleceğinin, selametinin hayırlı bir işareti olarak görüyorum. Sırasında ordunun, Balkan Harbinin kara kıresini temizlemek için Allah'ın himayesine sığınarak, büyük hakanımızın emirleri istikametinde canla başla en büyük fedakarlıklar yapmak zorundadır. Kutsal halifeliğin ve Osmanlılığın ölmezliği, ordunun vazifesini yapmakta gösterdiği liyakat ve fedakarlığa bağlıdır. Her zabit ve her er bilmelidir ki, emirsiz bir adım gerilemek, kendisinin, devlet ve milletin mahvına sebep olur. Ordu ve millet için, ölüm geride kurtuluş ve mutluluk ileridedir. Düşman, top ve tüfeğiyle ne kadar dehşet saçarsa saçsın daima ileri gitmeyi düşünmeliyiz. Çünkü tekrar ediyorum ki, maddi ve manevi mutluluk ancak ileridedir. Her zabit ve her er kendi kendine düşünerek tereddütsüz iyi hareket etmeye azmeder ve büyük Allah'ın yardımına pak bir iman ile gönül bağlayarak ileri giderse şanlı babalarımız gibi ordumuzun da muzaffer olacağına eminim. Mıntıka Emri, No:6 - Düşmanın karaya asker çıkartma teşebbüsünü zamanında öğrenip çıkartmaya mani olmak ve çıkanları atmak için tarassuda vazifeli kıtaların, birbirleri arasında ve geri ile haberleşme ve irtibatı en emin ve hızlı vasıtalarla sağlamaları ve telefon ve helyoğrar olmayan yerlerde, katranlı ve gazlı meşalelerle işareti kararlaştırarak, ot ve çalı yolarak, düşmanın karaya asker çıkarmaya başladığı zaman, birbirlerinin ve merkezin haberdar edilmesi gerekir. Vukuat 9.8.1914 Mahal: Fener Suret: Boğazın önemi bakımından bir ihtiyat tedbiri olmak üzere aşağıdaki maddelerin tatbiki ve iyi muhafazasında mütemadiyen itina gösterilecektir. 1- a) Boğaz ve adalar denizi ile karşı körfeze nazır olan kasaba, köy, çiftlik ve binalarda geceleyin ışık bulundurulmayacaktır. Bu yasak kışla ve ordugahlar hakkında da geçerli olup deniz istikametindeki pencereler, perde ile örtülecektir. Her mıntıka kumandanı, mıntıkası içindeki hususi ve askeri ikamet mahallerinin bu maddeye riayet edip etmediğini tetkik edecek, uygun hale getirecektir. Aksi halde mesuldur. b) Eski yasak dahilinde, geceleyin Boğazda gezilmeyecektir. Limanda bulunan gemiler hiçbir ışık göstermeyecektir. Nöbetçi bulunan gemiler, karada bir ışık gördüğü zaman, hemen o yer hükümetine haber vermek ve denizdeki vaziyeti tetkik edip, yasaklamak vazifesiyle mesuldur. 2- Her mıntıka kumandanı kendisine ait olmayan karşı ve civar mıntıkalarda da, emre ters bir hareket gördüğünde, hemen telefonla o mıntıka kumandanına haber vererek harketin yapılmasını engellemeye çalışacaktır. 3- Askeriyece görülecek lüzum üzerine, geceleyin liman içinde gidiş geliş için, nöbetçi torpidosuna malumat verilecektir. Vukuat 30.8.1914 Mahal: Gelibolu Yenihan Suret 1- Ruslar, talim için Karadeniz'de bulunan filomuza bugün hücum ettiler. Şimdiye kadar Ruslardan bir gambot ile bir torpil gemisi batırılmış ve 3 zabit ile 23 esir alınmıştır. Bizden hiçbir zayiat yoktur. 2- 7.Fırkadan makinalı tüfek bölüğüne sahip bir piyade alayı ve bir dağ taburu ve hafif cephane kolu yarın Gelibolu'ya çıkacaktır. Bu alayın çıkmasını kolaylaştırmak için gerekli tedbirler bu akşamdan tarafınızdan alınmalıdır. 3- Kıtalara, bayram dolayısıyla erat ve zabitlere izin verilmeyecek ve verilmiş varsa, kıtasınca yerine telgraf çekilerek hemen çağrılacaktır. 4- Vaziyet, son derece önem kazanmıştır. Daima vazife yapmaya hazır bulunacaktır. Bayram merasiminden vazgeçilmiştir. 58 Numaralı Günlük Emre Lahika Rus, İngiliz, Fransız, Belçika, Sırp, Japon, Karadağ hükümetleri bizimle siyasal ilişkilerimizi kestiler. 1.9.1914 sabahı Ruslarla Kafkasya sınırında savaş başladı. İngilizler İzmir, Alcabe taraflarında çatışmaya başladılar. Buna göre bu devletlerle harp halindeyiz. Her ordu v.s. kumandanı şimdiye kadar yapılan tebliğlerle belirtilen harp vazifelerini yapmakta serbesttirler. Müstahkem Mevki Kumandanı Albay Cevat Vukuat 25.2.1915 Perşembe günü Güneş batmadan önce 11:00 Tabur emri, 1...,4. Bölükler Kumandanlıklarına 1- Düşman, Boğazı bombardımana başlamıştır. 2- Savaş gemisi ve taşıma gemisi görüldüğü zaman, mevziin işgal ve savunulması için şimdiden hazır durumda bulunulması gerektir. 2. Bölükler Kumandanlıklarına: 1- Düşman, Boğazı bombardımana başlamıştır. 2- Şimdi, müfreze kumandanlıklarından telefonla alınan emirle, birinci taburun Ağıldere'deki bölüğünün, emir ve kumandası üzerinize alarak, düşman savaş ve nakil gemileri oralara doğru ilerlediği zaman Ağıldere ve Arıburnu'nu müdafaa ediniz. 3- Dağ bataryası mevziine girince, müdafaasıyla, Ağıldere'deki bölük kumandana, kumandanız altında bulunduğun bildiriniz. Binabaşı 1.3.1915 Mahal : Kabatepe Bölükler Komutanlıklarına Müfreze emrinin sureti, yukarıya çıkarıldı. Malumat edinilmekle beraber, fevkalade tetikte ve uyanık bulunarak, düşman gemilerinin yaklaşmasında hemen gerekli tertibatın alınması ve mevziin kahramanca savunulmasıyla, hiçbir düşman erinin karaya ayak bastırılmaması. Binbaşı 25.4.1915 Mahal: Kabatepe 9. Fırka Kumandanlığına Kabatepe'nin, kuzey ve güneyi, Arıburnu ve Ağıldere aralarında düşman bir çok nakliye aracı ile harp gemisi görülmektedir. Düşmanın, Arıburnu'na bir miktar asker çıkardığı, bölük kumandanlıgından bildiriliyor. Düşman hareketlerinin ciddi olduğı anlaşılmakla, buralarını takviye etmeye katiyetle lüzum görüldüğünü arz olur. Kabatepe Mıntıkası Kumandanı Binbaşı 25.4.1915 Mahal: Kabatepe 9. Fırka Kumandanlığına Arıburnu'nu bir takımla takviye ettim, Bir takım, Kabatepe'nin kuzeyindeki siperleri tutmuştur. Geride bir takım kuvvet vardır. Bunu da Kabatepe'nin güney sahilini tutmak üzere bulunduruyorum. Arıburnu ile irtibat kurmak için, ara yerdeki takımlara emir verilmiş ve alınacak malumat arz edecektir. Binbaşı 25.4.1915 Mahal: Kabatepe 9. Fırka Kumandanlığına Şimdi Arıburnu'ndan aldığım haberde, düşmanın, Ağıldere ve Arıburnu'na çıkarma hareketi yaptığı ve bölüğün Kocaçimen dağına çekilmede zorunda kaldığı ve bölük kumandanı ile bir mülazım saninin ve bir başçavuş, selüz kadar etrafın yaralı olduğu anlaşılmıştı. Bölüğün Kocaçimen dağında düşmana direnmekte olduğu arz olunur. Vukuat 2.5.1915 Mahal: Kanlısırt Solkanat Kumandanlığı 1. Taburun şimdiye kadar toplanabilen silahendaz sayısı 306 erle, iki mülazımsani, bir asteğmendir. 2. İki bölüğe bölünerek düzenin sağlandığı ve cephane noksanlıklarının tamamlandığı arz olunur. Binbaşı Vukuat 6.5.1915 Mahal: Kanlısırt Solkanat Kumandanlığı Biri şarapnelden, öteki yemek almaya giderken ve bir başkası da yiyecek getirirken üç erin yaralandığı arz olunur. Binbaşı Vukuat 8.8.1915 Saat 6:45'den sonra 27.Alay Kumandanlığına 1- Düşmanın vaziyetinde bir değişiklik yoktur. 2- Cephede tek tük ateş ve hafif mitralyöz ateşi vardır. 3- Bir şehitle dört yaralıdan başka vukuat olmadığı arz olunur. 27. Alay 2. Tabur Kumandanı Binbaşı MAKAM/BİRLİK RÜTBE ADI VE SOYADI 3.KOLORDU KOMUTANI 3.Kolordu Kur. Bşk. 3. Kolordu Hrk. Ş. Md. 3.Kolordu Kurmayı 9.TÜMEN KOMUTANI 9.Tümen Kur. Bşk. 27.Alay Komutanı 1.Tabur Komutanı 2.Tabur Komutanı 3.Tabur Komutanı 19.TÜMEN KOMUTANI 19.Tümen Kur. Bşk. 57.Alay Komutanı 1. Tabur Komutanı 2. Tabur Komutanı 3. Tabur Komutanı 72. Alay Komutanı 72. Alay Komutanı 39. Topçu Alay Komutanı Tuğgeneral Yarbay Binbaşı Yüzbaşı Albay Binbaşı Yarbay Yüzbaşı Binbaşı Yüzbaşı Yarbay Binbaşı Binbaşı Yüzbaşı Yüzbaşı Yüzbaşı Binbaşı Yarbay Binbaşı Esat paşa (Kor. BÜLKAT) Fahrettin (Org. ALTAY) Ohrili Kemal Burhanettin Halil Sami Hulusi (Albay CONK) Mehmet Şefik (Albay AKER) Malatyalı İbrahim İsmet Halis (ATAKSOR) Mustafa Kemal (Mrş. ATATÜRK) İzzettin (Org. ÇALIŞLAR) Avni (ARIBURNU) A.Zeki (Tümg. SOYDEMİR) Ata Hayri Mehmet Münir Saip Halil Kemal ARIBURNU-ANAFARTALAR BÖLGESİ 25 NİSAN 1915 ARIBURNU MUHAREBESİ "Düşmanın Anzak Kolordusu Conkbayırı ve Kocaçimen tepeleri ele geçip Çanakkale Boğazının en dar yerinde bulunan Eceabat bölgesindeki tabyalara ulaşmak ve boğazı kendi donanmalarına, Seddülbahir bölgesinden Alçıtepe üzerinden gelecek kuvvetlerle beraber açmak için; ilk kademede Avustralya Tümeninin bir tugayını saat 04:30'dan itibaren Kabatepe kuzeyindeki sarp bir kaya aslında Kabatepe plajlarına çıkarmayı planlamışlardı -çıkarmaya başladı. Çıkan kuvvetlerin karşısında sadece 27. alayın bir bölüğü vardı. Düşman zayıf ateş karşısında saat 07:20'ye kadar Conkbayırı güney yamaçlarına, Düztepe bölgesine ulaştı. Saat 08:00'de Tümen komutanından taarruz iznini alan 27. Alay komutanı alayının bütünü ile Kanlısırt üzerinden çıkan düşmanın güney kesimine taarruza başladı. Saat 09:30'da da, ordu ihtiyacı olan 19. Tümen komutanı Yarbay Mustafa Kemal, inisiyatifini kullanarak Kocaçimen bölgesine getirdiği 57. Alay ile, düşmanın kuzey yanından taarruz etti. Düşman ilerlemesi durduruldu. Yarbay Mustafa Kemal, düşmana taarruz etmek için ordu komutanından gerekli izni almayı bekleseydi, düşman muharebenin ilk saatlerinde bölgenin en hakim tepeleri olan Conkbayırı ve Kocaçimen'i ele geçirerek ve boğaz yolunu açmış olacak, Seddülbahir'de savunan Türk kuvvetlerini de kuzeyden kuşatmış olacaktı. Aynı zamanda düşmanın çıkarma yaptığı Arıburnu ve Seddülbahir bölgelerine, muharebenin ilk gününde müdahale edebilecek mesafede Türk birliği bulunmadığından (M.Kemal'in tümeni hariç) Mustafa Kemal'in bu tarihi müdahaleleri olmasaydı Çanakkale Muharebeleri 25 Nisan günü kaybedilebilirdi. Yarbay Mustafa Kemal tümenin diğer alaylarını da bölgeye getirip, 27. Alayı da emrine aldıktan sonra saat 16:00 da yeniden karşı taarruza başladı. Çıkardığı kuvveti 15000'e ulaşan düşman 5000 kişilik Türk taarruzu karşısında, geriye çekilmek zorunda kaldı. Donanma ateşinin sayesinde çok dar bir kıyı şeridinde tutunmayı başardı. Ancak Kor.K. geleceğini çok tehlikeli gördüğünden çıkan kuvvetlerini tekrar gemilere bindirmeye karar verdi. Fakat bunun asgari iki günde olacağının bildirilmesi ve Türk taarruzları karşısında tahliyenin savunmadan daha fazla zayiata sebep olabileceği korkusu Kor. K 'nı geri çekilmek kararından vazgeçirdi. Mustafa Kemal taarruzlara gece de devam etti. Fakat ilerleme kaydedilemedi. Düşman ise 25 Nisan günü çıkaramadığı Yeni Zelanda Tümenini de öğlene kadar çıkardı". "O meşhur Dara'nın eski Yunan topraklarına geçerken azgın sularını dövdürdüğü Gelibolu yarımadasında, Türkler, dünyanın en kudretli donanma ve ordularını dövmüşlerdir. Çanakkale'yi bir asker olarak anlatmak imkansızdır. Çelikten manevi kudretten, vatan aşkından bir insan yapısı ne demektir? BU sualin cevabı, işte bu gösterişsiz, mütevekkil ve sessiz Anadolu çocuğunun kendisiydi. Tarih kitaplarında Türkler için okunanlar, hatta onlarla dövüşenlerin anlattıkları hikayeler hakikati ifadeden acizdir. Saadet Türklerle beraber aynı safta dövüşmektir. Bu şerefi ömrümün sonuna kadar taşıyacağım". |
04-21-2010, 02:04 AM | #24 |
Forum Kalfası
Kayit Tarihi: Aug 2005
Nerden: ManisA
Yaş: 38
Mesajlari: 7,071
Teşekkür Etme: 5 Teşekkür Edilme: 16 Teşekkür Aldığı Konusu: 15
Üye No: 4
Rep Power: 3490
Rep Puanı : 67186
Rep Derecesi :
Cinsiyet : Erkek
|
ÇANAKKALE SAVAŞLARI
Prof. Dr. Zerrin ÖDEN Geride bıraktığımız yüzyılın başında bu topraklarda Türk ve Dünya Tarihi'nde ender görülen benzersiz bir savaş yaşandı. Çanakkale Savaşları hakkında burada konu edeceklerimiz savaşın sebepleri, askeri harekatlar olmayacak.. Bunlar aşağı yukarı hepimizin bildiği veya burada söz konusu edilemeyecek kadar spesifik konular. Üstelik tarih ilminin önünde henüz sıcak son noktası konulmamış bir araştırma konusu . Kişisel girişimler, özel hevesler, yerel teşebbüsler ile taze tutulmaya çalışılmış birkaç kutlama ile kültür ve tarih turizmine hizmet eden bir zaman kesiti. Ama hepsinden gerçek ve önemlisi, bir milletin kutsal saydığı vatan toprağını savunmada gösterdiği benzersiz bir mücadele, tükenen bir devletin yerine yenisini kuracak yeni bir ruhun ve 20. yy'a damgasını vuran bir liderin doğuşudur. Troia Savaşı'ndan bu yana Çanakkale Boğazı çoğu ulusların iştahını kabartan stratejik bir hedef oldu. 14. Yy başlarında Osmanlılardan önce Çanakkale ve civarına hakim olan Karasi Beyliği kısa sürede sahip olduğu deniz gücü ile adalar denizi ve Çanakkale Boğazı'nı denetim altına almayı başarmıştı. Bu üstünlük avrupayı endişelendirmiş Haçlı ittifakını harekete geçirmişti. Antik Troas'ın yeni hakimleri olan Karasili Türk Beyleri birçok defa boğazı geçtiler, Gelibolu'da at koşturdular. Bölgeyi çok iyi tanıyorlardı. Osmanlılara öğrettiler ve Gelibolu'nun Rumeli'nin fethinde önemli rol oynadılar. İlginçtir ki bu dönemde Bizans İmparatoru Kantakuzenos kaleme aldığı tarihinde çağdaşı Karesioğlu Süleyman Beyden Troia Satrapı (beyi) diye söz etmektedir. Kantakuzenos 1353 yılında hizmetleri karşılığında bir ödül olarak Çimpi kalesini yeni Troia beyi Orhan beye verdikten kısa bir süre sonra yaptığının büyük bir hata olduğunu farkettiğinde artık çok geçti. Öte yandan Osmanlılar 1356'da Gelibolu'da ki ilk adımın ,500 yıllık sonu gelmez bir mücadeleye neden olacağını da bilemezlerdi. Ama şimdi bu süre zarfında Osmanlı siyasi tarihinin büyük bir kısmının Rumeli tarafında verilen mücadeleler, savaşlar, antlaşmalar toprak alıp kaybetmelerle dolu olduğu bilinen bir gerçektir. Çanakkale Savaşları ile ilgili olarak İngiliz Resmi Tarihi, Çanakkale Boğazı ve Gelibolu'yu düşman elinde Akhilleus'un topuğu olarak betimler. Bilindiği gibi Homeros'un İlyada destanı , Troia olarak bilinen kentin öyküsüdür. Konusu Troia savaşı olmakla birlikte hem bu savaşın kısa bir dönemini kapsar, hem de esasen Troia'nın değil, yarı tanrı bir kahraman olan Akhilleus'un destanıdır. Mitolojiye göre bu yarı tanrı kahraman Akhilleus'un ölümcül yeri de topuğudur. İngilizlerin bu mitolojik yorumuna göre Çanakkale Boğazı ve Gelibolu; • · Ya İngiliz ve Müttefiklerinin elinde Osmanlı Devletinin ölümcül yeri olacak, • · Ya da Osmanlı Devleti ile Almanya'nın elinde Rus Çarlığı'nın sonunu hazırlayacaktı. Bundan başka; • · SAVAŞ GEMİLERİNDEN BİRİNİN ADININ AKHİLLEUS'UN HASMI AGEMEMNON OLMASI, • · ÖLÜLERİ TOPLAMAK İÇİN TROİA SAVAŞINDA OLDUĞU GİBİ ATEŞKES YAPILMASI • · RİVER CLYDE ÇIKARMASININ BİR ÇEŞİT TAHTA TROİA ATI STRATEJİSİNİ HATIRLATMASI Gibi birçok benzerlikler Çanakkale Savaşlarının mimarı olan İngilizlerin, o sırada umutlarını antik çağın bu destanına bağladıklarını ve adeta Troia savaşını 20 yüzyıla uyarladıklarını göstermektedir. Tarihe ve I. Dünya Savaşının sonuçlarına bakıldığında ,Akhilleus'un topuğu hakkında İngilizlerin ideolojik olduğu kadar romantikte olan bu yorumu bir yönüyle doğrulanmış görünse de mitolojik kahramanları 20 yüzyılın gerçeklerine taşımak pekte realist bir yaklaşım olmasa gerektir. Zira 1353'ten itibaren Türklerin Gelibolu'ya yerleşmeye başlamaları tarihin en uzun ömürlü imparatorluklarından Bizans'ın sonunu hazırlamıştı. 1353 - 1453, yani yüzyıl sonra Bizans İmparatorluğu tarihe karışmıştır. - I. Dünya Savaşının Çanakkale Cephesi sonuçları ise iki devletin sonunu hazırlamışa benziyor; • · Osmanlı Devleti • · Rus Çarlığı. • - ANCAK BİZANS YIKILDIĞINDA YERİNE BAŞKA BİR BİZANS KURULMADI, • - OSMANLI YIKILDIĞINDA İSE YERİNE BU DEVLETİN İÇİNDEN YEPYENİ BİR TÜRK CUMHURİYETİ DOĞMUŞTUR. Savaştan sonra İngilizler I. Dünya savaşına ait olaylar içinde Çanakkale Savaşlarını ordu mensupları, devlet adamları için çok önemli derslerle dolu olduğunu ifade ederler. Savaşın başarısızlığını birtakım savaş esaslarının ihmal edilmiş olmasına bağlarken, seferin önüne geçilememiş başarısızlığını • · boğazın zorlu bir geçit olduğuna, • · o tarihe kadar bu konuda hiçbir başarının sağlanamamış olmasıyla örtüştürüp kendilerini haklı çıkarmaya çalışırlar. İngilizlere göre savaşın kazancı, az bir zaiyat karşılığında Türk ordusunun gençliğini tüketmek, Süveyş kanalını kurtarmak ve Osmanlı Devleti'nin hezimetinin temelini atmak olmuştur. Günümüzde bu konuya nasıl yaklaştıklarını internet sayfalarında açık olarak izleyebildiğimiz birkaç İngiliz web sayfasında Gelibolu savaşları, 1916 ocak ayında son bulmuyor, sonuç 1918'de boğazdan ingiliz ve fransız gemilerinin geçişi ile bağlanıyor. İngiltere ve Fransa Çanakkale seferinden çok şey ummuşlar ve bu uğurda bir düzine kadar zırhlıyı feda etmekten kaçınmayıp, 550.000 kişilik bir kara kuvvetini oldukça ağır emek ve masraflarla aylarca ufacık iki kıyıda tutmuş ve bu kuvvetin üçte birini kaybetmişlerdir. Bu sırada seferden en yüksek ve sorumlu İngiliz hükümeti, Çankkale' nin zorlanmasıyla , dünya tarihinin değişeceğini, savaşın kısa sürede kazanılmasını sağlayacağını, Balkanların toptan kendi taraflarına geçeceğini, Rusya'yı yeniden canlandıracağını umut ediyordu. Evet, Çanakkale'de çarpışan Türk ordusu, dünya tarihinde bir dönüm noktası yarattı. Savaşın süresi uzadı. Öngörülenin aksine batı Avrupa ile Rusya'yı birbirinden uzaklaştırdı, hatta Amerika'yı Rusya'ya karşı batı Avrupa ile ilgilenmek zorunda bıraktı. İngiliz dominyonları Yeni Zelanda ve Avusturalya 'nın ulusal benliğinin oluşumuna hız kattı. Ve hepsinden önemlisi Mustafa Kemal Atatürk'ün de Çanakkale'de takdir ettiği Türk askerinin o yüksek ruhu, yeni bir Türk devletinin doğuşunu hazırladı. Bütün bunlara rağmen, başta İngilizler olmak üzere müttefiklerin , bu savaşlardan yenilgi olarak söz etmekten daima kaçındıklarını görüyoruz. Çanakkale savaşları sırasında bile asla Türkler tarafından yenilgiye uğratılmış görünmek istemeyen İngilizler, yenilginin Mısır ve Hindistan'daki prestijlerini sarsacağından ve bu suretle buralarda doğabilecek tehlikelerden daima korktular. Madem ki, Çanakkale'de Türk savunmasını çökerterek, büyük sonuçlar elde edeceklerini inandılar, üstelik de bir sonuç elde edemediler, neden savaştan önce Osmanlı devleti , İngiltere'ye ittifak teklif ettiği halde , kabul etmeyip Almanya'nın kucağına ittiler? Sebep gayet açıktır. Osmanlı Devletini yıkmak, İstanbul'u ele geçirmek, böylece Anadolu ve Ortadoğunun zenginliklerine kavuşmak. Kaldı ki Rus Çarlığı onların Çanakkale seferi fikrine son derece şüpheci yaklaşmış, başarıyı pek mümkün görmemiştir. Osmanlı Devleti için savaş, Çanakkale cephesinde bitmiyordu. İlk kez bu kadar çok cepheli bir savaş içindeydi. Savaşın gidişatına bakıldığında İngiliz planının aksine, savaşın süresi uzamıştı. İtilaf devletlerinin Çanakkale yenilgisi savaşın seyrini değiştirmişti, ama , sonuç değişmedi. Onlar, savaş yoluyla geçemedikleri boğazı Mondros Ateşkesi'nin ardından rahatça ve kibirle geçtiler. Çok geçmeden 1919 yılında Gelibolu'ya gelerek belki bir vicdan muhasebesiyle , kısa süre içinde birçok mezar ve anıt inşa ettiler. Bu sırada bu topraklarının asıl sahipleri 1919'dan 1922 Ağustosuna kadar uzanan Kurtuluş mücadelesine girişiyordu. Bu nedenle, savaş meydanlarında, siperlerde, cephelerde toprağa düşen şehitlerin anısı üzerinde düşünemeyecek kadar zorlu bir varolma, yeniden doğuş mücadelesi içindeydiler. Ama Çanakkale asla unutulmamıştı, Atatürk'ün önderliğinde Türk ordusu, Dumlupınar zaferi ile onlara ikinci bir Gelibolu tokadı vuruyor , unutmaya çalışdıkları yenilgiyi hatırlatıyordu. 1935 yılında Anafartalar ve Conkbayırını gezen Afet İnan, mütevazı Mehmetçik abidesi karşısında yükselen yabancı abidelere hayranlıkla baktığını ve Atatürk'e niçin büyük bir abide yapmadıklarını sormuştu. Atatürk'ün cevabı şu oldu. " Evet doğru , biz de Mehmetciğimizi anmak için büyük, çok büyük abideler yapmalıyız, fakat bu bir zaman ve imkan meselesidir. Ancak , bu toprakların Türk hudutları içinde kalmasıyla Mehmetcik en büyük abideyi bizat kurmuştur." Dünyada bir savaş alanının tarih, arkeoloji ve hatta mitoloji ile örtüştüğü başka bir yer yok gibidir. Yıllar sonra Gelibolu'da antik Elaious kenti üzerine Çanakkale Şehitleri Anıtı yapıldı.İlginç bir tesadüftür ki, Elaious halkı tarafından ziyaret edilerek saygi gören Akalı kahraman Protesilaos'un anıt mezarı da burada bulunuyordu. Seddülbahir'deki Elaious kenti Türk topçu ateşi sonucu ortaya çıkmış, Fransızlar Elaious buluntularını derhal kendi ülkelerine Louvre müzesi koleksiyonlarına taşımışlardı. Fakat mekan yine anıt mezar özelliğini sürdürmeye devam ediyor. Yarımadada, 1970'lerden sonra ve son 10 yılda birkaç anıt ve mezarlıklar inşa edilmiştir. 24 Temmuz 1923 tarihli Lozan Antlaşmasının mezarlıklar ile ilgili kısmı (124-136.maddeler) 12 madde halinde düzenlenmiştir. 128.maddeye göre, "Türkiye Hükümeti, Britanya İmparatorluğu, Fransa ve İtalya hükümetlerine karşı kendi toprakları üzerinde onların savaş alanında yada yaralama, kaza yada hastalık sonucu ölmüş olan kara ve deniz askerleri ile tutsak iken ölen savaş tutsakları ve sivil tutukluların mezarları, mezarlıkları , toplu ceset çukurları ve adlarına dikilmiş anıtlarının üzerinde bulunduğu arsaları o devletlere ayrı ayrı ve süresiz olarak bırakmayı yükümlenir. Bundan başka, söz konusu yerlere serbestçe girilmesi ve gerekiyorsa cadde ve yol yapılmasına izin vermeği yükümlenir. Bu arsalar, amacı dışında başka hiçbir amaç için kullanılmayacak, söz konusu arsaların deniz kıyısı üzerinde kişi ve mal indirip, bindirmeğe yaralı hiçbir rıhtım , mendirek yada iskele yapılmayacaktır. " Lozan'a kadar geçen süre zarfında 1919'dan 1923'e kadar Arıburnu-Conkbayırı (Anzak) alanında 4300 mezar içeren 29 mezarlığın, Seddülbahir (Helles) alanında 5900 mezar içeren 7 mezarlığın, Suvla'da 4300 mezar içeren 4 mezarlığın ve Yarbay Doughty Wylie'ye ait ayrı bir mezarın, Cape Helles ve Conkbayırı anıtlarının yapımı tamamlanmış, ziyarete açılmıştı bile. Fransız mezarlığı Lozan'dan sonra 1926'da tamamlandı. Mondros Ateşkesi'nin hemen ardından koşarak Gelibolu'ya gelen müttefikler, ilk anda artık sahip oldukları bu topraklarda kendi vicdani sorumluluklarını yerine getirmek için savaş alanlarına telaş içinde mezarlıklar yapıp anıtlar diktiler ve mezarların üzerine "vatanları için öldüler "cümlesini kazıdılar. , Ama Mudanya ateşkesi ile bir daha geri gelmeyecek şekilde bu toprakları terk ettiklerinde , Lozan antlaşmasına mezarlıklar ile ilgili hükümleri koyarken savaştıkları alanların arsalarını üzerlerine almayı başardıklarında, orada kaybettikleri insanlar için bir vicdan muhasebesi içinde olduklarını pek sanmıyoruz. Biz bu arsaların bedelinin Çanakkale'de ödendiğini biliyoruz, onlar da biliyorlar. Geçtiğimiz yıllarda tesadüfen bulunan ve 1916 yılında savaşın hemen ardından Tuğgeneral Şevki Paşa emrindeki bir ekibin hazırladığı 43 pafta ve ayrı bir lejant paftasından oluşan harita, bir savaş alanının savaş sonrasındaki durumunu belgeleyen türünün dünyadaki tek örneğidir. Bir bakıma , savaş alanları arkeolojisi olarak tanımlanabilecek bir disiplinin temel belgesi , bu alanda araştırma yapmak isteyecekler için eşsiz bir referanstır. 1992 yılında ortaya çıkan bu haritayı 1919 yılında Avusturalya Tarih misyonu , müttefik savaş mezarlarını tesbit etmek amacıyla kullanmıştı ve Türkiye unutulan bu haritanın eksik lejant paftasını Avusturalya'dan temin etmek durumunda kalmıştır. Atatürk, yurt toprağının kutlu olduğuna işaret ederken, "Türk toprağı! Sen, seni seven Türk milletinin mezarı değilsin. Türk milleti için yaratıcılığını göster" demiştir. Şimdi bugün sayısız anıtlar yapılabilir, birçok projeler üretilebilir. Fakat 86 yıl önce bu topraklara gömdüklerimizin, asker, aydın ama gencecik evlatlarımızın ruhlarını şad edecek olan , bu toprakların hayatiyet unsurlarının , cumhuriyetin temel niteliklerinin canlı, aktif tutulmasıdır. Atatürk'ün sınırlandırdığı bu vatan toprakları kutsaldır. Onun üzerinde dost elleri sıkılır, fakat düşman ayaklarını bastırmamağa azimli olduğumuzu artık bütün dünya bilmektedir. Bilindiği gibi Genel Kurmay Başkanlığı'nın verdiği rakkamlara göre Çanakkale Savaşları'nda görev başında savaşırken ölen toplam şehit sayımız 57.084'dür. Çanakkale'de Osmanlı ülkesinin her tarafından gelen askerlerin çarpıştığını görüyoruz. En çok şehit veren iller ise 3274 kişi ile Bursa , 3003 kişi ile Balıkesir, 2683 kişiyle Konya,gelmektedir. Bunu 2527 kişi ile Kastamonu, 2258 kişiyle Denizli, 1926 kişiyle Ankara, 1908 kişiyle İstanbul ve 1876 kişiyle Çanakkale izlemektedir. Çanakkale bu listede sekizinci sırada yer almaktadır. Ama Çanakkale Zaferi her nedense sadece Çanakkale ili halkının ve Anzacların katılımlarıyla kutlanıyor. Yukarıda verilen illere göre şehit sıralamalarında 1. Sırada yer alan Bursa'da, 2. Sırada yer alan Balıkesir'de 3. Sırada yer alan Konya'da ve Çanakkale hariç diğer illerde ne yapılıyor. Duyarlılıklarını, ilk kez ülkelerinden çok uzakta nedenini çok fazla bilmedikleri bir şeyler adına savaştıkları bu yerleri ziyarete gelen Anzacları samimiyetle dostlukla karşılıyoruz. Ama , onların Lozan'la satın aldıkları arsaları üzerinde Anzac günü kutlamalarına gıpta ile bakmaya başlıyoruz. Bu kimin zaferidir? İngiliz ve Fransızların artık bu konuyla fazla ilgilenmediklerini izliyoruz. Müttefik kuvvetler içinde yer alan İrlandalılar, İskoçlar, Galliler, Maltalılar, Yunanlılar, Mısırlılar, SriLankalılar, Pakistanlılar , Hintliler, Kanadalılar, Tunuslular, Ganbiyalılar ve Senegalliler için artık unutulmuş görünüyor. Peki biz neler yapıyoruz. Bir iki özel teşebbüs, birkaç kişisel girişim... Dünyaya açılan sayfalarımız birkaç taneden öte değil. Çanakkale savaşları anısına düzenlenen yarışmalara olan ilgisizliğe şaşırıyoruz. Literatüre baktığımızda , belli başlıcası Genelkurmay yayını.. Yakınçağ tarihi ile uğraşan akademisyenlerimizin çalışmaları ise oldukça sınırlı... Türkiye Cumhuriyeti'nin doğuşuna hız katması , bize eşsiz bir lideri sunması açısından, I.Dünya savaşına, Çanakkale ruhuna belki çok şey borçluyuz. Büyük savaşlar, tarihte her zaman büyük sonuçlar doğurmuştur. Ancak bunca yıl sonra bizler, bu savaşın Türkler açısından sonuçlarını kabullenemeyenlerin , akılları , gönülleri 10 Ağustos 1920 Sevr Antlaşmasına takılı kalanların önümüzde sergiledikleri oyunları görmezden gelemeyiz. Bizim evlatlarımız vatanı için savaştılar, canlarını verdiler. Bize bıraktıkları bu toprakların kıymeti büyük. Ancak, bu ülkenin bir zafer sarhoşluğu yaşama lüksü yok. Başımızı kuma gömemeyiz, tarihin yazdıklarına sırtımızı çeviremeyiz. Çünkü tarihimiz bu topraklar üzerine oynanan oyunlar ile dolu. Dün olduğu gibi bugün de ve gelecekte de İngilizlerin görkemli filosunun Boğaz muharebelerinde düştüğü aczi unutup, yeni bir Çanakkale rüyasının peşinden koşacak olanlar da çıkabilir. Şüphesiz o zaman karşılarında Türkiye Cumhuriyeti'nin üstün niteliklerle donatılmış silahlı kuvvetlerini bulacaklardır. Bizler, çok savaş görmüş bir milletin mensubu olarak barışın değerini biliyoruz. Ama, barışı Atatürk'ün işaret ettiği gibi sadece askerî zaferlerin bir sonucu olarak değil, ekonomik zaferlerin de sonucu olarak yaşamak istiyoruz. Günümüz koşullarında dış tehditlere , baskılara uğramadan tam bağımsız yaşamanın birincil koşulu bu. Teşekkür ederim. |
04-21-2010, 02:05 AM | #25 |
Forum Kalfası
Kayit Tarihi: Aug 2005
Nerden: ManisA
Yaş: 38
Mesajlari: 7,071
Teşekkür Etme: 5 Teşekkür Edilme: 16 Teşekkür Aldığı Konusu: 15
Üye No: 4
Rep Power: 3490
Rep Puanı : 67186
Rep Derecesi :
Cinsiyet : Erkek
|
ÇANAKKALE CEPHESİ'NDE RUSYA
I. BÖLÜM I. XVIII. VE XIX. ASIRLARDA RUSYA'NIN SİYASİ HEDEFLERİ a. XIX. Yüzyıl'dan İtibaren Rusya'nın Boğazlar ve Osmanlı Toprakları Üzerindeki Düşünceleri 15.yy sonunda kurulan Rus Çarlığı başlangıçta tamamen bir kara devleti idi ve denizlerle bağlantısı yoktu. 1699 Karlofça Andlaşması ile Azak kalesini alan Rusya ilk defa olarak Karadeniz kıyılarına ayak bastı. İsveç ile yaptığı savaş sonunda 1721 de imzalanan Nysled barışı ile de Rusya Baltık kıyılarına çıktı. Bundan sonra Rusya bütün 18.yy boyunca hem Kafkaslar hem de Balkanlar doğrultusunda olmak üzere Karadeniz'deki kıyılarını genişletmiş ve Balkanlarda Osmanlı-Rus sınırı 1792 Yaş Antlaşması ile Tuna'nın kollarından Prut nehri olmuştu. Böylece bütün Kuzey Karadeniz kıyılarını ele geçiren Rusya'nın 19. yy içindeki çabaları İstanbul ve Çanakkale boğazlarının ele geçirilmesine hiç değilse bu boğazların kendisine devamlı olarak açık olması amacına yönelmiştir. Rusya boğazları ele geçirerek bir nevi deyim yerindeyse dünya siyasetine hakim olmak istiyordu. Çanakkale ve İstanbul boğazı bir çok Avrupa devleti için adeta bir kapı kilidi niteliğini taşıyordu. Bu sebeple devletler yani İngiltere, Fransa ve Almanya gibi o dönemde adından dünya siyasetinde sıkça bahsettiren güçler boğazların egemenliğini kendilerine geçmesi için adeta yarışıyorlardı. Boğazların güçlü bir devletin eline geçmesi bütün Güney Rusya'nın ekonomik hayatının o devletin egemenliği altına girmesi demektir. Rusya için bu yönüyle de önemli bir konum arz eden boğazların başka bir devletin eline geçmesi hayal bile edilemezdi. Boğazların elde tutulması için çok büyük bir devlet olma niteliği göstermese de ele geçirdikten sonra eğer fırsatları değerlendirebilirse dünya hakimi olabilirdi. Müsait olan coğrafi şartlarla birlikte Karadeniz ile Akdeniz'e egemen olmakla kalmaz Anadolu'nun ve Balkanların kilit noktası olurdu. Rusya durumun ehemmiyetinin daha 16.ve 17.yy dan itibaren kavramıştı. Olayların bu şekilde cereyan etmesi onu Boğazları ele geçirmek için harekete geçirdi. İngiliz, Fransız, Alman vb Batılı girişimciler 1877-78 yıllarında yapılan Rus-Türk savaşında Türk ekonomisinin yarattığı talep baskısından ellerinden büyük kazançlarla çıkmışlardır. Böylece 70'li yıllarda Doğu sorununun yeni tırmanma koşullarında Kırım savaşından sonra başlayan Osmanlı İmparatorluğu'nun Batılı devletlerin yarı kolonisi haline dönüştürülmesi süreci hızla etkinleştirilmiştir. Osmanlı İmparatorluğu'nun bu şekilde güç kaybetmeye devam etmesi Batılı devletlerin zihnindeki ihtişamlı Osmanlıyı silmiş hasta adam olarak nitelemeye mahkum etmiştir. Kimi (İngiltere) bu hasta adamı iyi etmek kendi siyasi politikasını ayakta tutabilmek için uğraşmış, kimi (Rusya) de parçala böl öldür siyasetini uygulamak için çaba göstermiştir. Rusya bu nedenle eline geçen ilk fırsatı değerlendirme yoluna gitmeyi tercih etmiştir. Biraz daha gerilere gidecek olursak Osmanlının Rus siyasetine nasıl alet olduğuna tanıklık etmiş oluruz. Tarih 1809 ve 1839 yılları arasında Osmanlı devletinin makus talihine ağlıyordu. Bu tarihte Osmanlıyı bir hayli meşgul eden Mehmet Ali Paşa isyanı çıkmıştı. II. Mahmut müşkil durumdaydı. Fransa ve İngiltere'nin Mehmet Ali tarafını destekler şekilde hareket etmesi sebebiyle Rusya'nın ise beslediği emelleri biliyordu; 8 Temmuz 1833'de Türkiye ile Rusya arasında imzalanan Hünkar İskelesi Antlaşması diğer devletleri hayrete düşürdü. 1-Huzur ve güvenlikleri ile ilgili bütün problemler hakkında birbirlerine yardımda bulunacaklardır. 2-1829 Edirne Antlaşması ile bu antlaşmada geçen diğer antlaşmalar ve Edirne antlaşmasından sonra imzalananlar teyit edilmişti. 3-Olaylar Osmanlı İmparatorluğu için Rusya'dan yardım isteyecek bir durum yaratırsa Rusya'nın karadan ve denizden Osmanlı İmparatorluğu'na iki taraf arasında kararlaştırılan bir kuvvetle yardım edecektir. 4-Yardım isteyen taraf yardıma gelen kuvvetlerin masraflarını ödeyecektir. 5-Antlaşma süresi sekiz yıldır. 6-Bu savunma antlaşması iki ay içinde tasdik edilecek. Rusya ile Batı arasında savaş olursa Osmanlı devleti Çanakkale Boğazını Rusya ile harp halinde bulunan devletlerin donanmasına kapayacak buna karşılık Rusya'nın dostu olduğu Rus gemileri Boğazlardan her iki istikamete gidip gelebileceklerdi. İngiltere ve Fransa'nın bu antlaşmaya olumlu yaklaşacağı beklenemezdi. Fransa'nın XVI. asırdan, İngiltere'nin ise Hindistan'a tam olarak yerleşmesinden itibaren Akdeniz'de hayati menfaatleri vardı. Bu menfaatlerin tehlikeye düştüğünü gördükleri anda harekete geçmeleri tabii bir netice idi. 13 Temmuz 1841'de Boğazlar için tespit edilen yeni durum şöyle idi: 1-Osmanlı Devleti barış halinde bulunduğu devletlerin harp gemilerine boğazları kapamak hususunda Osmanlı İmparatorluğu öteden beri kaide olarak kabul edilmiş olan prensibi, gelecekte de yürürlükte bulundurmak yolunda kesin karar verdiğini bildirir. 2-Padişah eskiden olduğu gibi devlet elçilerinin muharebe hizmetinde bulunacak olan harp bayrağı taşıyan hafif gemilerine özel fermanlarla boğazlardan geçiş hakkı verebilir. Rusya Hünkar İskelesi antlaşmasıyla görüldüğü gibi hem Osmanlının hem de Batılı devletlerin elini ayağını bağlamıştır. İngiltere ve Fransa'nın bu bölge üzerinde siyasi çıkarlarının olması aynı zamanda Osmanlı Devleti üzerinde Rus tehlikesinin geçiştirilmesi konusunda fayda sağlamıştır. Rusya'nın Osmanlı toprakları üzerindeki politikalarını yıllara göre sınıflandırabiliriz. Kırım savaşından sonra 1856'dan sonra 1870'li yıllara kadar Rusya Balkanlarda defansiftir, macera aramaz. Bundan sonra ikinci bir dönem görüyoruz, bu 1870'den Berlin Konferansı'na kadar olan bölümdür. Yani 1878'e kadar. Bu dönemde biz Panslavizm denen ideolojinin Rus Balkan politikasına çok yönlü etki yaptığını görüyoruz. Üçüncü bölüm 1878-1911'e kadar olan bölümdür. Bu bölüm Rus-Balkan politikasının iflası bölümüdür. Sonuç olarak Rusya Boğazları ele geçirebilmek düşüncesi ile Çanakkale Cephesine dek adım adım ilerlemiştir. Boğazlar Rusya için özellikle 19. ve 20. yy olmazsa olmaz olarak nitelendirdiği siyasi isteklerinden en önemlisidir. Bu bölgenin ele geçirilmesi demek bütün dünya siyasetine özellikle batılı devletlerine hakim olmak manasını taşıyordu ona göre. İngiltere ve Fransa'nın Türkiye hakkındaki emelleri Rusya'yı oldukça tedirgin etmekle beraber Boğazlara hakim olmak emelinden vazgeçmemektedir. Rusya'nın İstanbul büyükelçisi Nelidof Çar III. Aleksandra 1882 de gönderdiği raporda Rusların Boğazlara hakim olma lüzum ve vesilelerini şöyle tespit etmiştir: "Boğazların ele geçirilmesi bizce tarihi bir zarurettir. Bunun için şu üç yolu takip etmeliyiz: 1-Her an bir bahane ile çıkarılacak savaşla, 2-Dahili kargaşalıktan istifade edilerek İstanbul'a denizden yapılacak bir baskınla, 3-Osmanlı Devleti'nin sıkışık bir anında isteyebileceği Rus yardımı ittifakı bahanesiyle." İşte Rusya tarih boyunca hep bu taktiklerden yararlanarak Osmanlı Devleti'ni alt ederek Boğazları ele geçirme çabası içersinde bulunmuştur. b.Rusya'nın Emellerini Gerçekleştirebilmek İçin Başvurduğu Siyasi Politikalar Osmanlı Devleti kaldırdığı Yeniçeri Ocağı'nın yerine henüz bir ordu tedarik edememişti. Bu suretle hızla gelişen Rus taarruzlarına karşı Osmanlı Devleti ancak müdafaa harpleri yapmak zorunda kalmıştı. Yetersiz ordusu ile bunu da başaramayınca Rus kuvvetleri Türk topraklarında hızla ilerlemeye başlamışlar. Rumeli'deki durum fecaat halini alınca Kafkas cephesinde de bozgunlar başlamış Erzurum, Kars, Ahıska ve Anapa kısa zamanda Rus kuvvetlerinin eline düşmüştü. Osmanlının bu durum karşısında eli kolu bağlı bir şekilde olayların akışını değiştiremiyordu. Topraklarına göz diken Rusya karşısında makus talihine boyun eğmek zorunda kalıyordu. Kaldı ki topraklarını ve bunun yanında en önemlisi Boğazları koruyabilecek ne yeterli sayıda askeri ne de onların ihtiyaçlarını karşılayabilecek maddi gücü yoktu. Bu sebeple artan saldırılar neticesinde sulh istemek zorunda kalmıştı. Ve sulh isteyen taraf olduğu için Rusya'nın isteklerini kabul etmek mecburiyetinde kaldı. 14 Eylül 1829'da Edirne'de yapılan bu antlaşmaya göre; 1-Ruslar Rumeli yakasında, Tuna nehrinin ağzındaki adalar müstesna Osmanlılardan almış oldukları toprakları geri verecekler. Prut nehri harbden önce olduğu gibi Osmanlı İmparatorluğu ile Rusya arasında sınır olacak. 2-Doğu Anadolu'da Pati, Anapa, Ahıska Rusya'ya bırakılacak. 3-Rus ticaret gemilerine Boğazlardan geçiş hakkı tanınacak Rus halkından olanlar Osmanlı topraklarında serbest ticaret yapabilecekler. 4-Eflak ve Boğdan'a yeni haklar tanınacak. Buralardaki kaleler yıktırılacak. Türk askerleri bundan böyle bu iki eyalette bulunmayacak... 6-Osmanlı Devleti Rusya'ya on bölümde ödenmek üzere on bir buçuk milyon duka altını tazminat olarak ödemeyi yüklenmektedir. 7-Osmanlı Devleti 4 Nisan 1826'da Yunanistan probleminin çözülmesi hususunda İngiltere ve Rusya arasında imzalanmış olan Petersburg protokolünü tanımayı kabul edecektir. Ruslar işte bu şekilde Osmanlının bütün zafiyetlerinden yararlanarak hiçbir fırsatı kaçırmıyor, Boğazlara ulaşabilmek için adım adım Osmanlıyı köşeye sıkıştırmaya çalışıyordu. Ruslar hedeflerine ulaşabilmek için bütün durumları zorluyorlardı. Bunlar, giriştikleri siyasi ilişkilerden şu sonuçları çıkarabiliriz: 1-Osmanlı Devleti ile harp yaparak kendilerini İstanbul'dan ve Akdeniz'den ayıran engelleri ortadan kaldırmak, 2-Osmanlı İmparatorluğu menfaatleri olan devletlerden Avusturya, Fransa ve İngiltere ile fırsat düştükçe Osmanlı topraklarını paylaşmak, 3-Ve nihayet diğer devletlerin Rus ilerleyişine karşı gösterdikleri tepkileri önlemek üzere onlardan önce davranıp Osmanlı hamisi rolünü oynamak. Osmanlının ekonomisinin buna bağlı olarak sosyal hayatının ve yönetim şeklinin de kötüye gitmesi batılı devletlerin Osmanlı üzerindeki düşüncelerinin değişmesine sebep oldu. Osmanlı İmparatorluğu'nun önceleri Rusya tarafından hasta adam olarak nitelendirilmeye başlanması ve daha sonra İngiltere'nin de bu fikre katılması imparatorluğa zor anlar yaşatmıştır. Rusya bu ortamda hem Avrupa'da Balkanlarda hem de Asya'da Uzak Doğu'da yayılma politikası izlemektedir. Her şeyden önce bu kırk yıllık dönemde 1877-78 savaşının ve onun sonuçlarının gölgesindedir. Bu savaş ve onu izleyen Ayestefanos Antlaşması (3 Mart 1878) ve Berlin Antlaşması (13 Temmuz 1878) Türk-Rus ilişkilerinde bir dönüm noktası olmuştur. Rusya'nın Osmanlının mecbur kaldığı bu antlaşmaları iyi değerlendirmesi giderek Boğazlara ve Osmanlı topraklarına yaklaşmasına sebep olmuştur. Herşeyden önce Osmanlı İmparatorluğu büyük ölçüde parçalanmıştır. Bu savaş sonunda Balkanlarda Sırbistan, Romanya, Karadağ bağımsızlıklarına kavuşmuşlar ve Osmanlı-Türk İmparatorluğundan tamamen kopmuşlar. Bulgaristan muhtar bir prenslik haline gelmiş o da büyük ölçüde Osmanlı Devleti'nden kopmuştur. Doğu Anadolu'da Rusya, Kars, Ardahan, Batum'u kendi topraklarına katmış, Osmanlı İmparatorluğu'ndan koparmıştır. Osmanlının bu şekilde ağır darbeler yemesi onu batılı devletlere muhtaç konumuna düşürmüştür. Batılı devletler Osmanlının bu takatsizliği karşısında iştahlanmış, Osmanlıyı adeta paylaşılacak bir pasta olarak görmeye başlamışlardı. Olaylar ardı arkasına, çorap söküğü gibi gelmeye başlamıştı. Artık Osmanlı adım adım sona yaklaşıyordu. Geriye dönüp baktığında kaybettiği topraklar belki bir imparatorluk daha kurabilecek kadar fazlaydı. Fakat kendisi de bunun farkında olmasına rağmen eli kolu bağlı, olanlara razı ve müşkil durumda bulunuyordu. Batılı devletler her fırsatta Osmanlı Devleti'nin iç işlerine müdahaleden zevk alıyorlardı. Islahat ve Tanzimat fermanlarıyla Osmanlı içinde yaşayan azınlık tebası Türk halkından daha da üstün bir yere oturuyordu. Kırım Savaşı'ndan sonra 1856'dan sonra 1870'li yıllara kadar Rusya Balkanlarda defansiftir, macera aramaz. Bundan sonra iki dönem görüyoruz. Bu 1870'den Berlin Kongresi'ne kadar olan bölümdür. Yani 1878'e kadar. Bu dönemde biz Panslavizm denen ideolojinin Rus Balkan politikasına çok yönlü etki yaptığını görüyoruz. Üçüncü dönemi de 1878'den 1911'e kadar ki göz önünde tutabiliriz. Bu dönem de Rus balkan politikasının iflası dönemidir. Ruslar Boğazlara ulaşabilmek için her fırsatı değerlendirmiştir. Önüne çıkan her batılı devlete hedeflerinden bahsetmiş ve Boğazların kendisine verilmesi gerektiği konusunda ısrarcı bir tavır sergilemiştir. İngiltere ve Fransa bu olaya pek ılımlı yaklaşmamış hatta bazen Rusya'ya karşı Osmanlının yanında yerlerini almışlardır. Zaman ilerledikçe Boğazlar İngiltere ve Rusya arasında büyük sorun olmaya başlamıştı. Tabiki Osmanlıyla da son zamanlarda çok ters düşmeye başlamıştı. Gerçek şu idi ki Rusya çıkması çok muhtemel bir savaşta Osmanlı ile aynı safta değil karşı karşıya olmak istiyordu. Rusya'daki siyasal seçkinliklerin gözünde ülkenin savaş araçları arasında ilk planda yer alan Lehistan'da kazanılacak topraklar değil Boğazlar sorununun çözümlenmesiydi. Bu çözümün en ideal yolu Osmanlının Rusya'ya savaş ilan etmesi gibi büyük bir hata işlemesiyle olabilirdi. Öte yandan Sazanov müttefiklerine Osmanlı topraklarında gözleri olmadığını Babıali savaşa girsin veya girmesin Boğazlardaki engelin kesinlikle ortadan kaldırılmasının tek amaçları olduğunu söylüyorlardı. Rusya Boğazlar üzerindeki emelleri konusunda batılı devletlere açık oynuyordu. Onun bu şekilde davranması bazen Batılı aleyhine durumlar ortaya çıkarmıştır. Osmanlının bence bu konuda en fazla ezildiği antlaşma Hünkar İskelesi antlaşması olmuştur. Osmanlının antlaşmada bu şekilde hırpalanması Batılı devletlerin hoşuna gitmemiş, Rusya'nın önünü kapatmaya çaba göstermişlerdir. Zaman zaman da siyasi politikalar gereği fikir değiştirmek zorunda kalmışlardır. Fakat en sonunda Boğazların Rusya'ya verilmesi konusunda hemfikir olmayı başarmıştır. Buna rağmen Rusya Türkiye hakkındaki emellerin tasdikini ancak I. Dünya harbinin başlarında sağlayabilmiştir. 4 Mart 1915'te İngiltere ile Fransa birer nota veren Rusya, İstanbul ve Çanakkale Boğazları ile İzmit'in kuzeye doğru uzanan saha ve Marmara'daki adaların hakimiyeti hakkının kendisine tanınmasını istemiştir. c.Devletler Arası Bloklaşma ve Rusya'ya Karşı Takip Edilen Boğazlar Politikası Rusya'yı Çanakkale cephesine kadar taşıyan olay boğazları ve İstanbul'u tamamiyle kendine mal etmesinden kaynaklanıyordu. Fakat bir türlü siyasi dengeleri yerine oturtmayı başaramadığı için Boğazlar üzerinde işlettiği politikalardan olumlu bir sonuç alamıyordu. Zaten bu devletin boğazlara tamamen hakim olma isteği 19.yy ilk yarısından itibaren baş gösterdiği görülüyor. Boğazları ve İstanbul'u ele geçirebilmek için büyük devletlerin desteğine ihtiyacı vardı. Bundan dolayı Rusya'nın ilk başvurduğu devlet; batılı devletler arasında en güçlüleri olan İngiltere olmuştur. Rusya, Boğazlar ve Balkanlar üzerindeki emellerini gerçekleştirebilmek için 1853 yılında İngiltere ile görüşerek isteklerini dile getirmiştir. Fakat İngiltere'nin bu dönemdeki düşüncesi Osmanlıyı iyileştirme kendi kendini yönetir duruma getirme çabası içindeydi. Osmanlı topraklarının paylaşılması için tasarladığı planı şöyle açıklayacaktır. "İstanbul'un Ruslar tarafından devamlı işgalini isteyecek değilim." Rusya'nın Osmanlı toprakları için beslediği emelleri açıkça bir şekilde dışarı vurması İngiltere ve Fransa'yı yavaş yavaş Osmanlı devletine doğru yanaştırdı. İngilizler görüldüğü gibi Rusya'nın karşısında Osmanlının yanında yer almıştır. Bundaki amacı Hindistan'daki sömürgelerine giden yolu güvence altına almaktı. Neticede Akdeniz ve Hindistan'daki menfaatleri için Fransız ve İngilizler her zaman yıpratmağa çalıştıkları Türklerin yanında tarihte ilk defa harbe gidiyorlardı. İngiltere ve Fransa 12 Mart 1854'te Rusya'ya harp ilan etti. Kırım savaşında güç kaybına uğrayan Ruslar 30 Mart 1856'da imzaladıkları anlaşmanın belli başlı maddeleri şunlardır: 1-Taraflar savaş sırasında işgal etmiş oldukları bütün toprakları birbirlerine iade ediyorlardı. 2-Osmanlı Devleti Avrupa devletleri camiasına dahil oluyor ve toprak bütünlüğü ile bağımsızlığı Avrupa devletlerinin ortak garantisi altına konuyordu. Osmanlının bu şekilde bir anlaşma imzalaması Rusya'ya karşı bir nevi emniyet kemerini takmış böylece boğazları güvence altına almış bulunuyordu. İmzalanan antlaşmanın bu maddeleri Rusya'nın 1841'den itibaren Rusya Boğazlar ve Osmanlı toprakları üzerinde izlediği politikanın geri tepmesine sebep oluyordu. Karadeniz'in tarafsızlaştırılması ve buradaki bulunan askerlerin geri gönderilmesi, tersanelerin boşaltılması Rusya'yı hedeflerinden taviz verdiriyordu. Bu şartlardan sonra Rusya baskılar neticesiyle 1870'de Paris antlaşmasını imzalamaya muvaffak oldu. Bu emrivaki görüşmek üzre 17 Ocak 1871'de Osmanlı devleti Rusya İngiltere, İtalya, Almanya, Avusturya, Fransa temsilcileri Londra'da toplandılar. 13 Mart 1871'de şöyle ilan edildi. 1-1856 Paris antlaşmasında zikredilen Karadeniz'le ilgili 11, 13, 14 maddelerin yani askerlikten tecrit edilen Karadeniz tarafsız hale getirilerek hiçbir devletin tersane kurmaması ve donanma bulundurmasına dair hükümler kaldırılmıştır. 3-Boğazların gerek barış zamanı gerek harp zamanı açılması serbesttir. Diğer hükümler 1856'daki Kırım Antlaşmasında olduğu gibi kabul edilmiştir. Rusya, zamanın ilerlemesine devletlerin politikalarını değiştirmesine rağmen o 1840'dan itibaren aynı iz üzerinden giderek istikrarlı bir politika sergiliyor. Fakat boğazların diğer büyük devletler içinde çok büyük önem arzetmesi onun yardımlaşacağı devletlerin sayısının ciddi boyutlarda etkiliyor. Bu sebeple çok maddi manevi, geçen süre zarfında bir hayli yıpranıyor. İngiltere'den sonra Almanya'nın Boğazlar hakkında ne düşündüğüne bakalım. Almanya Avusturya ve Rusya'yı bir arada tutabilmek için 1879 İttifakı ile Avusturya'yı kendisine bağladı. 1887'de Rusya ile ikili bir antlaşma yaptı. 1887'de Rus-Alman Antlaşması ile politikasını Rusya'ya tekrar kabul ettirdi. Bu antlaşma ile Bismarc Rusya'yı Almanya'nın yanına çekebilmek için Osmanlı İmparatorluğunu feda etmiş ve Rusya'nın Boğazları ele geçirmesini kabul etmiştir. Fakat daha sonra da Almanya'nın Boğazlar ve Rusya üzerindeki düşüncesi taraf değiştirmiştir. Sebebi Bismarc'ın ölmesiyle yerine geçen II. Wilhem Rus Alman ilişkilerine gereken önemi veremeyerek Rusya'nın kendisinden ayrılmasına sebep olmuştur. Bu da Birinci Dünya savaşındaki İttifak ve İtilaf devletlerinin ayrılmasında bir nevi yön belirleyici oldu. Şimdi de I. Dünya Savaşı öncesinde bloklaşmanın hangi yolu takip ettiğine bir bakalım. Üçlü İtilaf üç anlaşma ile olmuştur. Bunlar 1894 Fransız-Rus İttifakı, 1904 İngiliz-Fransız sömürge antlaşması ve 1907 İngiliz Rus sömürge antlaşmasıdır. Fransa'nın ise Almanya'ya tarihten gelme bir garezi olduğundan Fransız ve Rus genelkurmayı arasında herhangi bir tehlikeye karşı askeri bir işbirliği antlaşması imzalanmıştır. İngiltere ile Ruslar arasında Boğazlar büyük bir problem olmasına rağmen 20.yy'daki İttifak antlaşmasında Rusya ile uzlaşı içerisine girilmiştir. İngiltere'nin de Osmanlıya yüz çevirerek Rusya ile beraber olması Osmanlıyı Dünya siyasetinde tek başına bırakmıştır. İngiltere'nin Osmanlı İmparatorluğunun bağımsızlık ve toprak bütünlüğünü Rusya'ya karşı koruma politikası 1878'e kadar devam etti. Bu tarihten sonra İngiltere bu politikayı terketti. Çünkü 1877-78 Osmanlı-Rus savaşı İngiltere'ye şunu gösterdi ki Osmanlı İmparatorluğu çok zayıftır ve yıkılmaya mahkumdur. Osmanlı güçlerini birleştirerek devleşen batılı devletler karşısında adeta erimiştir ve isteklere boyun eğmek zorunda hissetmiştir kendisini. Rusya'nın ise burada tek korkusu kendisinden önce İngiltere ve Fransa'nın Boğazlara yerleşmesinden tedirgin oluyordu. İngiltere ve Fransa'nın Rusya'yı kendi saflarına çekmek için Boğazların statüsünde Rusya lehine değişiklik yapılacağı konusunda şifahen taahhütte bulunmuşlar, ona yazılı bir belge vermekten kaçınmışlardır. Sonuç olarak 1915 yılında İngiltere ve Fransa İstanbul ve Çanakkale Boğazlarını Rusya'ya vermeyi kabul ettiler. Lakin ne var ki 1917 yılında Çarlık rejiminin yıkılması 1915 anlaşmasının fiiliyat alanında gerçekleşmesine imkan vermedi. Boğazların ele geçirilmesi tasarısı daha ciddiyetle ele alındı. Bu fikrin şampiyonu Bahriye Bakanı Vinston Churcill idi ve ona göre Çanakkale Boğazı donanma ile zorlanırsa, Boğazları ve İstanbul'u ele geçirmek mümkün olurdu. II. BÖLÜM II. RUSYA'NIN HÜSRANI a.Savaşın Başlaması ve Çanakkale Cephesi Rusya artık kağıt üzerinde yaptığı anlaşmaları fiiliyata dökmesinin zamanının geldiğini düşünüyordu. Dünya devletleri siyasi çıkarları neticesinde bloklaşmış, olabilecek bir savaş ihtimaline karşı tedbir almaya başlamışlardı. Dünya devletlerinin tedirginlik için hazırlık yapmalarına karşı Rusların sıkıntısı; Boğazlar ve İstanbul üzerinde kilitlenmiş bulunuyordu. Bunu Rus Dışişleri Bakanı Sazanov şöyle dile getirmiştir; Ne yapılırsa yapılsın Osmanlı devleti çökecektir. Dolayısıyla payımızı almaya ve İstanbul ile Boğazları başkalarının yerleşmesini önlemeğe hazır olmalıyız. Sazanov'un kullandığı bu mantıktaki iki yüzlülük şuradadır ki Osmanlı devletini çöküntüye götürecek olan en önemli dış amillerden birini Balkan bağlaşmasını ve onun sonucu olarak Balkan savaşını baştan başa Rusya hazırlamıştır. Rusya hedefleri için ilk olarak Osmanlı içindeki azınlıkları kullanmaktan çekinmedi. Ermenilerin haklarını savunmak bahanesi ile Osmanlı iç işlerine karışarak ordusu üzerinde denetleme hakkı elde etmeye çalışan Rus hükümeti olmuştur. Bir diğer mesele de Slavların bu şekilde karışık halde bulunması ve Avusturya'nın durumdan yararlanabileceği ve Balkanlara egemen olabileceği de Rusya'yı çok fazla tedirgin ediyordu. Ne olursa olsun İstanbul ve Boğazları ele geçirmek istiyordu. Balkan Savaşlarından önce Rusya ile İtalya arasında Boğazlar meselesi üzerinde bir anlaşma yapıldı. Rusya İtalya'nın Trablusgarp üzerindeki hakkını tanıyacak İtalya ise Rusya'nın Boğazlarda emniyet elde etmelerine itiraz etmeyecekti. İngiltere ile Fransa tarafından desteklenmediği için desteksiz kaldı. Türkiye ile de anlaşamayınca Rus hükümeti Balkan savaşının ateşleyicisi oldu. Rusya iyiden iyiye İstanbul ve Boğazlar için endişelenmeye başlamıştı. Kendi ülkelerinin güvenliğini sanayileşen ülkeler karşısında İstanbul ve Boğazlarla güvence altına almaya çalışıyordu. Boğazlar için savaşmaya götüren diğer önemli sebepler de göz ardı edilmemelidir. Boğazları ele geçirmesi halinde hem ekonomisi düzelecek hem de ülke topraklarını kendince güvence altına almış bulunacaktı. En işlek liman ve demiryolları Karadeniz ve Baltık denizinde idi. İkinci yol Alman donanmasının ablukası altındaydı. Birinci yolu da açıp kapamak Türkiye'nin elindeydi. Bu yol açık olsa hem Rusya demiryollarının cephe hizmeti dolayısıyla kuzeye Petrogra'da taşıyamadıkları Ukrayna buğdayını ihraç edip döviz sıkıntısını hafifletecek ve Amerika'dan aldığı silahlar için mali bakımdan İngiltere'ye daha az yük olur, hem de bağlaşıklarından ve Amerika'dan alacağı silah ve cephane ile sonsuz kalabalıklarını yeni savaş kurallarına göre donatabilirdi. Rusya'nın da bu şekilde hareketlerde bulunması gerek İngiltere'yi gerek Fransa, İtalya ve Almanya'yı bir tedirginlik içinde bırakıyordu. Çünkü Boğazlar bu devletler ve güvenlikleri içinde konum itibariyle önem arzediyordu. Bu devletlerin herbirinin Rusya'ya yaklaşımları farklı olmuştur. İngiltere İstanbul ve Boğazların Rusya'ya geçmesinin kabulü karşılığında ileri sürdüğü istek ve şartlar sayılır özetleri aşağıdaki yedi maddede toplanılmıştır. 1.Rus toprakları dışındaki yerlerle yapılacak tecim için İstanbul'da bir sağlam liman kurulması, 2.Boğazlardan tecim gemileri için serbest geçişin sağlanılması, 3.Çanakkale savaşlarına Yunanistan gibi devletlerin katılmasına Rusya'nın itiraz etmemesi, 4.Bulgaristan'la Romanya Rusların Boğazları almasından kuşkulanmaktadırlar. Rus hükümeti onları yatıştırmaya çalışacağını ve keza onların bizim tarafa katılmalarını kendileri için faydalı kılacağını İngiltere hükümeti umar. 5.İslam kutsal yerleri ve Arabistan Müslüman bir yönetim altında kalmalıdır. 6.1907 tarihli İngiliz-Rus anlaşmasına göre tarafsız sayılan İran bölgesi İngiltere'ye ait olacaktır. 7.En çok Bulgaristan'la Romanya bakımından ve bazı kuşkuları uyandırmamak düşüncesi ile bu anlaşma gizil kalmalıdır. Ruslar hemen hemen bütün maddeleri kabul etmelerinin yanısıra Afgan sınırı Rus Bölgesine katılmasını doğru bulur. Yukarıda da görüldüğü gibi Rusya'nın isteklerine karşı İngiltere kendi menfaatlerini korumak amacıyla bir çok ayrıntıya girmiştir. Özellikle Hindistan ve Akdeniz'deki sömürgelerinin tehlikeye düşmemesi önceliğini göz önünde bulundurmuştur. Öte yandan bir başka müttefik devlet olarak seçilen Fransa da aynı politikayı takip etmiştir. Fransa da Rusya'nın İstanbul ve Boğazları istemesine karşı Çukurova ve Kilikya bölgesindeki toprakları kendi himayesine geçmesinin teminatını tedarik etmiştir. Diğer yandan Almanya da Rusya ile ikili temaslarda bulunmaktan geri kalmamıştır. Almanya, I.Dünya savaşına kadar biraz iki yüzlü bir politika takip etmiştir. Savaştan önce Rusya ile ılımlı ilişkileri adeta sağ gösterip sol vurması ile sonuçlanmış. Bunun sebebi ise Rusya'nın Boğazları ele geçirme sendromuna girmesi. Eğer bütün antlaşmalara karşı İngiltere ve Fransa Boğazlara ve İstanbul'a Rusya'dan önce yerleşirse ne yapabilirdi. Hep bunun korkusunu çekiyordu. Almanya'dan kendisi için fırsat gördüğü bu durumdan yararlanmak istiyordu. Yani bu dönemde Osmanlıyı arkasından vurarak diğer ittifak devletleri gibi Rusya ile paylaşım antlaşması için masaya oturuyordu. Almanya bu olay ile dostunu düşmanına tercih etmiştir. Almanya'nın 1915 sonlarında Rusya ile Barış Denemesi • - Moskova sanayicilerince hazırlanmış olan gümrük tarifesi tasarısının kabulü, • - Boğazların tarafsızlaştırılması, • - Almanya ve Rusya lehinde sınır düzeltilmesi arasında bir ara devlet olacak olan büyük Lehistan'ın kurulması, • - Doğu Prusya'da Rusya lehinde sınır düzeltilmesi, • - Almanların eline düşmüş bulunan Rus topraklarının boşaltılması, • - Müşterek düşman olan İngiltere'ye karşı bir Rus-Alman bağlaşması düşüncesini savunmuştur. Almanlar 1915 yılında en çok Çanakkale vuruşmaları sırasında Rusya ile ayrı barışa kavuşmak için yaptıkları denemelerin başlıcaları bunlardır. Hal böyle iken Osmanlının seçeceği en mantıklı seçenek hangisi olurdu? Savaşa girip boğazları düşman gemilerine kapatarak savunması mı, yoksa tarafsız kalarak Boğazları tarafsız hale getirmesi mi? Eğer savaşa seyirci kalsaydı Rusya'nın bu savaştan sağ salim çıkmasına yardımcı olurdu. Çünkü Boğazlar yansızlaştırılacaktı ve Rusların Boğazlardan geçerek gelen yardımı almalarına kolaylık sağlamış olacaklardı. Dolayısıyla Osmanlı Devleti'nin savaşa katılarak Boğazları kapatması Rusya'nın aleyhine olmuştur. Batılı devletler Rusya'ya kolay yardım ulaştırabilmek için savaş döneminde türlü entrikalara başvuruyorlardı. Bunlardan biri 1914 sonlarında İngiltere'de Çanakkale saldırısı düşünüldüğü sırada esas amaç Rusya ile kolay ve verimli bir yoldan bağlantı kurmak olmayıp Osmanlıyı en can alacak noktasından tehdit ederek onun kuvvet göndermesini ve daha sonra da Sarıkamış vuruşmaları sırasında Rusya'ya aşırı baskı yapmasını önlemekti. Bu olayların sonucunda Rusya kendisini I. Dünya Harbinin içinde buldu. Osmanlı donanmasının başında o dönemde Alman Amirali Suşon bulunuyordu ve Kasım 1914'te Enver'den aldığı talimatnameyle Karadeniz saldırısını başlatmayı uygun gördü. Osmanlının bu şekilde tarafsızlığını bozarak Rusya'nın karşısında Almanya'nın yanında savaşa girmesi bütün dengeleri alt üst etti. Savaşa girmesiyle birlikte Rusya'nın yardım kapısı olarak gördüğü Boğazlar kapandı. Böylece Rusya ve Romanya'nın bağlaşıkları ile ilişkisi kesilmiş oluyordu. Osmanlının savaşa girmesi harbin kaderini değiştirdi ve iki yıl uzamasına, Rusya'nın ağır kayıplar almasına sebep oldu. İngiltere Bahriye Nazırı Winston Churcill gerek Rusya'ya destek olmak gerekse Osmanlıyı bir an önce savaştan saf dışı etmek amacı ile Çanakkale cephesini başlatırken Babıali'nin hasımları kağıt üzerindeki gizli antlaşmalarla paylaşıyorlardı. 18 Mayıs 1915 tarihli İstanbul Antlaşmasıyla Boğazların sahibi sayılan Rusya tarihsel misyonunu bir bakıma gerçekleştirmiş oluyordu. Ne var ki Çanakkale cephesi açısından 10 ay sonra İtilaf devletlerinin yenilgisi ile çökmüş ve 1917 Kasımında iktidara gelen Bolşevikler Çarlık arşivindeki bütün gizli antlaşmaları emperyalizmin örnekleri olarak yayınlamışlar ve İstanbul Antlaşmasını tanımadıklarını ilan etmişler. b.Rusya'da Çıkan Devrimin Etkileri Rusya I. Dünya Harbiyle beraber emellerine ulaşacak memleketin anahtarı olarak gördüğü İstanbul ve Boğazları ele geçirecekti. Fakat evdeki hesap çarşıya uymadı. Ekim 1917 de çıkan Bolşevik ihtilali bütün planları altüst etti. İzlediği politika ters tepti ve iç işlerinde kolay kolay aşılamayacak yıkımlara sebep oldu. İhtilal yalnız Kafkaslardaki Türk-Rus harbini değil aynı zamanda Rusların Rus idaresindeki milletlerin kaderlerine de tesir edecek şekilde değişti. Peki Rusya bu savaşa girerken ne umuyordu? Özellikle savaşın cephelerinden en önemlisi olan Çanakkale'den ... Çanakkale teşebbüsünün gayesi şu noktalarda toplanmaktaydı: 1-Boğazlar ve İstanbul müttefiklerin eline geçerse Osmanlı Devleti için barışı kabullenmekten başka çare olamaz. 2-Boğazlar ele geçirilirse Rusya ile yakın temas kurulmuş olur, Rusya'ya silah ve malzeme sevki Rusya'nın da buğdayından faydalanma sağlanmış olurdu. Batılı devletler özellikle Osmanlıya karşı bu önemli cepheyi açarken akıllarından yukarıdaki fikirleri geçiriyorlardı. Fakat bu düşünce Rusya'ya büyük huzursuzluk veriyordu. Çünkü o devletlerin siyasi güvenirliklerine pek inanmıyordu ve aldatılarak sırtından vurulmaktan çok korkuyordu. Bu nedenle İngiltere ve Fransa'ya şu notaları verdi: İstanbul şehri, İstanbul ve Çanakkale Boğazlarının doğu kıyısı ile Sakarya Nehri ve İzmit Körfezinin sonradan tespit edilecek bir noktası arasında kalan topraklar Marmara denizindeki Adalar Rusya'ya ilhak edecektir. Rusya işte bu rüyalar içinde I. Dünya Harbinin olumlu olarak sonuçlanmasını dört gözle beklerken müttefiklerinden gerekli yardımı alamadığından dolayı iç karışıklıklar yaşamaya başladı. Emperyalist Çarlık Rejiminin destekçileri olan toprak ağaları ile zengin iş sahiplerinin ellerinde bulundurdukları ve gayet kötü durumdaki köylü ile işçiler komünistlerin kışkırtmasıyla isyan etmişlerdir. Rusya'nın büyük merkezlerinde meydana gelen bu ayaklanmalar kısa zamanda yayılarak tam bir ihtilale dönüşmüştür. Rusya'da artık yönetim Bolşeviklerin eline geçmiştir. Yönetimin değişmesiyle birlikte siyasi ve askeri konularda izlenilen strateji de değişmiştir. Bolşevikler daha başa geçmeden evvel I. Dünya Harbi'nin bitmesi doğrultusunda çalışmalarını sürdürüyorlardı. Bu düşünce doğrultusunda savaşın uzamasıyla birlikte Osmanlı ile, Kafkas-Türk Cephesindeki Rus-Türk harekat orduları arasında sulh sözleşmesi yapılmıştır. Bu sözleşme 5 Aralık 1917 yılında imzalanmıştır. Çarlık idaresine nihayet vererek idareyi ele olan Bolşevik Hükümeti 7 / 8 Kasım 1917 gecesi duruma tamamen hakim olarak ilk kararlarını da almaya başlamıştı. Kararlardan başta gelenlerinden biri de yukarıda bahsettiğim üzere birkaç seneden beri devam eden ve savaşa iştirak eden devletleri de yeteri derecede yıpratan I. Cihan Harbini sona erdirmek çarelerini araştırmaktı. Yukarıda 5 Aralık 1917'de Erzincan'da yapılan mütareke ile Türk ve Rus cephesindeki harbe son verilmişti. 3 Mart 1918'de beş müttefik devletin iştirakı ile yapılan Brest-Litovsk barışı ise I. Cihan Harbini sona erdirmiştir. Brest-Litovsk görüşmeleri üç devre halinde görüşüldükten sonra karara bağlandı. Başa geçen Bolşevik hükümeti kendisinde baş gösteren ihtilal harekatının tüm Avrupa'ya yayılmasını bekliyordu. Böylece Avrupa karışacak ve görüşmelerde ezilen değil, ezen konumunda olacaktı. Ruslar aynı politikayı kullanarak Osmanlıyı da azınlık konusunu gündeme getirerek parçalanmasına zemin hazırlamaya çalışıyordu. Doğu Anadolu'da bulunan Ermeni topluluğuna bir muhtariyet temin edilmesi konusunda çabaları vardı. Kendisi Doğu Anadolu'yu boşalttığını iddia etmesine rağmen burada bulunan asker ve mühimmatın Ermeni çetelerine aktarıldığı söyleniyor. Burada bulunan Ermeniler de elde ettikleri ileri teknoloji silahları kendilerini korumak için Kürtlere karşı değil Müslüman halka karşı kullanmıştır. Antlaşmanın uzamasına sebep olan diğer bir konu da Ukrayna'nın bir Cumhuriyet olduğunu kabul etmeyişinden kaynaklanmaktadır. Bu durum karşısında Almanlar Ruslara cephe olarak Petrograd'a bir ültimatom vermişler ve arkasından da askeri harekata girişmişlerdi. Rusya'nın Batı ve Güney bölgeleri Almanya ve Avusturyalıların eline geçmiş hatta Petrograd'a kadar yaklaşmışlardı. Bu ilerleyiş karşısında zor durumda kalan Rus devlet merkezi Petrograd'dan Moskova'ya taşınmıştı. Bolşevikler Almanlar karşısında isteklerine itiraz edememişler, Almanların çizdikleri hat kabul edilmiş, Kars, Ardahan ve Batum Osmanlı Devleti'ne katılmıştı. Müzakereler 3 Mart 1918 de sona ermiş barış imzalanmıştı. Brest-Litovsk Antlaşması Osmanlı Devleti tarafından 28 Mart 1918'de Meclisteki bütçe müzakereleri esnasında bu konuda Ahmet Nesimi Bey'in geniş izahatı sonunda kabul edilip tasdik edilmiştir. Rusya'da ise bilhassa Alman isteklerinin yerine getirilmesi ile yapılan antlaşma için Sovyetler Kongresinde aleyhte tezahürler olmuştu. Fakat neticede 16 Mart 1918'de kabul edilmiştir. Antlaşma metni her iki tarafın kendi dillerinde yazılmış olarak 17 Temmuz 1918'de Berlin'de yapılan bir protokol ile karşılıklı tasdiknameler teati edilmiştir. Fakat Brest-Litovsk Antlaşması uzun müddet geçerli olmamış, antlaşmayı yapan devletler yine kendileri az bir zaman sonra bunun maddelerini hiçe saymışlardır. Türk kuvvetlerinin Bakü'yü 14 Eylül'de işgal etmeleri üzerine 20 Eylül'de Sovyetler, Türkiye'ye verdikleri nota ile Brest-Litovsk barışının ortadan kalktığını bildirmişlerdir. Görüldüğü gibi Türk Rus münasebetlerini ve Çanakkale'de Rusya faktörünü incelediğimiz dönemler (1850-1920) arasında, Rusya'nın siyasi politikalarla Osmanlı'yı alt ederek İstanbul ve Boğazları ele geçirme çabası görüyoruz. Ruslar tarih sahnesine bin yıllarında çıkmışlardır. Türklerin ise tarih sahnesinde rol almaya başlamaları İ.Ö. 224 yıllarında Türk-Hun imparatorluğu ile gerçekleştirmiştir. 11.yy dan itibaren devletle olduğu gibi Osmanlı ile de önemli antlaşmalara imza atmıştır. Rusya'nın 1840 yıllardan itibaren dünya devletleri üzerinde takip ettiği politikası değişmiştir. Artık tamamen Osmanlı topraklarının kilit noktası olan İstanbul ve Boğazlar üzerinde taşlarını oynatmaya başlamıştır. Rusya'nın politikasını değiştirdiği dönem Osmanlının yavaş yavaş gerileyerek çöküşe gittiği döneme tekabül eder. İşte bu devirde Osmanlı için tarihçilerimiz şu atasözünü uygun görmüşlerdir. "Denize düşen yılana sarılır." Osmanlının zor durumda kalıp ağır şartlar taşıyan Hünkar İskelesi Antlaşması'nı Rusların isteği doğrultusunda imzalamak zorunda kalması onu bu atasözündeki durumla denk tutulmasına sebep olmuştur. İtilaf devletleri de ilk başlarda Osmanlının yanında olmasına karşın işin vehametini farkettikten sonra Rusya saflarında yardımcı görevinde bulunmaya başlamışlardır. Rusya'nın hasta adam olarak nitelendirdiği Osmanlıyı bir an önce parçalamak istemis ve bunun tek yapılmayacağı düşüncesi ile İngiltere'ye başvurarak hedeflerine ulaşmaya çalışmıştır. 1878-1923 yılları arasında geçen kırk beş senede yedi büyük savaş yaptık. Türk-Rus Savaşı, Girit Savaşı, Trablusgarp-Libya Savaşı, I.ve II. Balkan Savaşları, Yemen savaşı, I. Cihan Harbi ve Kurtuluş Savaşı. Bu savaşlar arasında Türk milleti yönetim değişikliğine de uğrayarak daha demokratik bir hal arzetmeye başlamıştır. Rusya'ya gelince uzun yıllar yoksul düşmüş, işsiz kalmış Rus halkının durumunu düzeltmek, büyük toprak sahiplerinin zulmünü önlemek için Rusya'da bir halk harekatı başlamış Çarlık yönetimine son verilmiş, komünizm denen gözde halka refah getirerek bir rejim egemen kılınmıştır. Bu iş için bütün dünyadaki özel ve tüzel kişilerin taşınır taşınmaz mallarını kamulaştırmıştı. 1917 yılında gerçekleştirilen bu girişim I. Cihan Savaşı sonlarına rastlar. Çarlık Rusyası 1914'te başlayan bu cihan savaşında İngiltere ve Fransa'yla birleşerek İtilaf devletleri cephesi oluşturulmuştu. Ama İngiliz-Fransız donanmaları Çanakkale'de de Türk ordularına yenilince Rus çarlığının çökmesi hızla gerçekleşir. Çarlığın devrilip Bolşeviklerin yönetimi ele geçirmesiyle Rusya'nın görünüşteki politikası da değişir. Bolşeviklerin ifadelerine göre daha özgürlükçü daha liberal bir ortam getireceklerini beyan ederler. Hakimiyeti altında bulunan azınlık Türk muhtarlıklarına daha fazla haklar tanıyacaklarını söylerler. Fakat durum hiç de dedikleri gibi olmaz. Türklerin bağımsızlık zaafından yararlanarak bölgede onları maşa gibi kullanırlar ve topraklarını genişletmek, hakimiyet sınırlarını artırmak için ellerinden geleni yaparlar. Bu arada da bir nifak makinesi olarak çalışmaktan arda kalmazlar. Ülkelerinden çıkan devrimin diğer Avrupa devletlerine dalgalar halinde yayılması için türlü entrikalar çevirirler. Bu düşüncenin baş mimarı olan Lenin ve Stalin Rusya'yı gerçekleştirmek istedikleri geniş çaplı ihtilal hareketiyle dünyanın en güçlü devleti yapmaya çalışırlar. Fakat planlarının hiçbiri tutmaz. Boğazlara ve İstanbul'a da sahip olamazlar. Başlangıçta oldukları sınırlara geri dönmek zorunda kalırlar. |
04-21-2010, 02:05 AM | #26 |
Forum Kalfası
Kayit Tarihi: Aug 2005
Nerden: ManisA
Yaş: 38
Mesajlari: 7,071
Teşekkür Etme: 5 Teşekkür Edilme: 16 Teşekkür Aldığı Konusu: 15
Üye No: 4
Rep Power: 3490
Rep Puanı : 67186
Rep Derecesi :
Cinsiyet : Erkek
|
ÇANAKKALE CEPHESİ'NDE KUZEY GRUBU SAVAŞLARI
I. Dünya Harbi'nde önemli yeri olan Çanakkale Savaşları, Türk Harb Tarihi için bir destan ve yeni nesiller için inceleme konusu olmuş İtilaf Devletleri açısından da bir bozgunun başlangıcı olmuştur. İtilaf Devletleri Denizden açma girişiminde başarılı olamadıkları Çanakkale Boğazını Karadan açma teşebbüsünde bulunmuşlardır. Bu girişim Gelibolu Yarımadasının Güney ve Kuzey kısmına çıkartma şeklinde olmuştur. KARAR AŞAMASI İtilaf devletleri, son kez giriştikleri 18 Mart 1915 deniz harekatında ummadıkları bir yenilgi almışlar ve Çanakkale Boğazı'nı donanma ile açmak teşebbüsünden vazgeçmişlerdir. 1915'te Çanakkale'nin başarısızca geçilmeye çalışılması kadar ilgi toplayan ve üzerinde tartışılan tek bir harekata iki dünya savaşında da rastlanmadığını söylemek pek yanlış olmaz. Sır Edward Grey şöyle yazıyordu. "Gelibolu'daki harekat kadar hiçbir şey boyutları bu kadar çarpıtmamış, tarafsız değerlendirme yeteneğini bu denli bozmamış, stratejik değerler duygusunu bu kadar sakat bırakmamıştır!." demiştir. 18 Mart yenilgisinin itilaf devletlerinde bozgun yaratması çok olağan bir durumdur. İngiltere Bahriye Nazırı Churchill İngiliz donanmasının kırılan onuru iade etmek için ısrarla donanma ile tekrar taarruzu istemişse de, General Hamilton ve Harbiye Nazırı Lord Kitchener'in ısrarları sonucu fikrini değiştirmişti. 22 Mart'ta Hamilton'la Robeck arasında Kurmay heyetlerinin üyelerinin de bulunduğu bir konferansta iki karar alındı. • a) Deniz saldırısı yerine kara ordusunun genel saldırısı ile sorunu çözmek. • b) Bu ordunun gelmiş olan ve gelmekte bulunan kuvvetlerini İskenderiye'ye göndermek, orada bir çıkartma gücü hazırlamak. 18 Mart Deniz Zaferi Türk kamuoyunda memnunluk yaratmış olsa da, İtilaf Devletlerinin boğazı geçme hususunda ısrarlı olacağı biliniyordu. Bunun için V.Ordu'yu kurmuştu. 18 Mart Zaferinden sonra bu ordunun komutanlığına Limon Van Sanders atanmıştır. İtilaf Devletleri ordusu Gelibolu Yarımadası'nın Kuzey ve Güneyine çıkartma yapmıştır. Şimdi biz Kuzey Grubuna göz atalım. ARIBURNU ÇIKARTMASI 23 Nisan akşamı Mondros ve Kandia limanlarında bindirilmesini tamamlamış gemilerle, bunları yolda, kıyıda koruyacak ve çıkarmaları ateşle destekleyecek olan harp gemileri 24 Nisan'da karanlık bastıktan sonra İmroz ve Bozcaada açıklarında birleşti. 109 harp, 308 tarama gemileri ve özel çıkarma taşıtlarıyla kıyılarımıza 8 km açıkta durdu. İki saat ayın batmasını bekledi ve bu sırada askerini küçük çıkarma taşıtlarına aktardı. Karakol gemilerini Boğaz'dan dışarıda kullanamayan, kıyı açıklarını tarayacak ışıldakları bulunmayan Türk kuvvetleri sessizlik içindeydi. Arıburnu kıyılarının savunma görevi de Albay Halil Sami'nin 9.Tümenine aitti. Tümen bu bölgeyi, ihtiyatındaki Yarbay Şefik komutasındaki 27.Alaya vermişti. Düşmanın harekat planı şöyleydi. Anzak kolordusunun örtme kuvveti Kabatepe'ye çıkacak, 2 kademe halinde Anzak kolordusunun bu bölgeden karaya çıkmasını sağlayacaktı. Karaya çıkan birlikler ilk önce Kocaçimen Tepeyi, sonra da talaylarını elde edeceklerdi. Anzak tugayı 25 Nisan 1915 saat 5'de sahile yaklaştı. Fakat burası ellerindeki plana hiç uymuyordu. Akıntı onları Kabatepe yerine Arıburnu'na sürüklemişti. Bu esnada ateşiyle karşılaştılar. Ama yine de I.Avustralya tümeni tamamen karaya çıkmıştı. Mustafa Kemâl birliklere gönderilmek ve bir örneği 9.Tümen'e verilmek üzere altı maddelik emri not ettirmiştir. Bu arada Haintepe'deki takımlarımız erişmişler, kuvvetli duman karşısında başarılarımız yersel kalmıştı. Sabah saatlerinde Mustafa Kemal 57.Alay'ı bir batarya ile Kocaçimentepe istikametinde harekete geçirdi. Kendisi de durumu izlemek için Conkbayırı'na çıktığında Arıburnu tarafından erlerin çekilmekte olduğunu görünce olayı şöyle anlatır. "Niçin kaçıyorsunuz?" dedim "Efendim duman" dediler "Nerede?" "İşte, diye 261 rakımlı tepeyi gösterdiler. Filhakika düşmanın bir avcı hattı 261 rakımlı tepeye yaklaşmış ve kemali serbestiyetle ileri doğru yürüyordu." diye ekler. Askerlere "Dumandan kaçılmaz" dedim. "Cephanemiz kalmadı" dediler "Cephaneniz yoksa, süngünüz var," dedim. "Ve bağırarak süngü taktırdım. Yere yatırdım... Kazandığımız an bu andır" diye anlatır. Mustafa Kemâl daha sonra taarruz emri vermiş ve daha sonra bu taarruz emriyle, Conkbayırı kurtarılmış, düşman Kanlısırt'a geri atılmıştı. Püskürtülen Anzak kolordusunun amacı, yarımadadaki Türklerin kuzey ve güney bağlantısını kesmek amacı ile Kabatepe kuzeyinde karaya çıkmak, sol kanada güvenliğini sağladıktan sonra Maltepe'ye ilerlemekti. Sabahın erken saatlerinde 3 Avustralya tugayı güneyde Kanlısırt ortada Kemalyeri ve Kuzeyde Yüksektepe, taraflarında ilerlemeye başlamıştı. Düşman saat dokuzda Kanlısırt ve Düztepe çizgisini almıştı. Düşmanın Kabatepe'ye asker çıkarmış olduğu alınan yanlış haber, Türk ordusunun yeni tedbirler almasına sebeb olmuştur. 77.Alay Palamutluktepe'ye gitmeyecekti. Mustafa Kemâl'in kararı taarruzdu. Geceleyin taarruzlar yapıldı. Her ne kadar 77.Alay başarısız olmuşsa da, 27. Ve 57.Alayların çarpışmaları başarılı olmuştu. Anzac ordusu şaşkınlık içindeydi. Hamilton anılarında şöyle demiştir. "Gebe dağlar Türk doğurmakta devam ediyor. Bizim mevzimizin en yüksek en merkezi yerine birbirini kovalayan dalgalar halinde yükleniyorlar. 26/27 Nisan'ın, gecesi olumlu haber geldi. 33.Alay gece yarısı, 19.Tümenin emrine girmek üzere Bigalı'dan hareket edecekti. Mustafa Kemâl 27 Nisan'da taarruza karar verdi. Mustafa Kemâl savunma emri vermesinden 10 saat sonra yeni imzaladığı emre göre, 64.Alay 57.Alay üzerinden aşarak sağdan, 27.Alay ortadan ve 72.Alay soldan taarruz edecek, 33.Alay Merkez gerisinde tümenin yedeği olarak bulunacaktı. 27 Nisan'da sağ kanatta başarılar elde edildi. Sol kanatta 72. Ve 77.Alaylar yardım istemekteydi. Mustafa Kemal taarruzların gecede sürdürülmesini istemişti. 28 Nisan sabahı, taarruzları durdurmağa karar verdi. Ve Kolordudan yardım istediyse de cevap olumsuzdu. Düşman, topçusunun ve makinalı tüfeklerin çokluğuna da yanarak taarruza geçti. Önemli bir başarı kazanamadılar. 30 Nisan'da Anzak ordusuyla 200-300 metre mesafede bulunulmuştu. Mustafa Kemâl 1 Mayıs'ta taarruza geçmeye karar verdi. Taarruz planı şöyleydi. Sağ kanat: Binbaşı Avni Bey emrinde 2 alay ve 2 tabur ile Cesarettepe-Yükseksırt hattında Merkez Grubu: Yarbay Ali bey emrinde 3 alay ile Merkeztepe istikametinde. Saat 5'te topçularımızın ateş açmasıyla, yeni gelen 14.Alay Boyun ve Merkeztepe'ye doğru ilerledi. Ordumuzla düşman mevzileri arasındaki mesafe azlığı yüzünden düşman bataryalarının piyadelerimiz üzerinde etkisi olmuyordu. Gece yapılan muharebelerden sonra da düşmanın asıl mevzilerine girmeyi başaramamıştık. Mustafa Kemâl taarruzu durdurdu. İleriki günlerde savaşın seyri siper savaşları ile devam etmiştir. 11 Mayıs'ta Başkomutan Vekili Kemalyeri'ne gelip savaşı izler. Ve Mustafa Kemâl'e düşüncelerini sorar. 16 Mayıs'ta düşman Sazlıdere ağzına çıkartma yaptıysa da geri püskürtülmüştür. 17 Mayıs'ta 3.Kolordu, Kuzey Grup Komutanlığı adıyla o zamana kadar 19.Tümenle birlikte Mustafa Kemâl'in emrinde savaşan kuvvetlerin komutası üzerine alıyordu. Bu çetin savaşlar içinde Mustafa Kemâl'i etkileyen Bomba Sırtı savaşı vardır ki bu büyük Komutanı fazlasıyla etkilemiştir. Kendisi de olayı şöyle anlatmaktadır. "Biz kişilerin kahramanlık sahneleriyle ilgilenmiyoruz. Yalnız size "Bomba Sırtı olayını anlatmadan geçemeyeceğim. Karşılıklı siperler arasında mesafemiz 8 metre, yani ölüm kesin... Birinci siperdekiler hiç biri kurtulamamacasına hepsi düşüyor; ikincidekiler onların yerine giriyor. Fakat ne kadar imrenilecek bir soğukkanlılık ve tevekkülle biliyor musunuz? Öleni görüyor, 3 dakika kadar sonra öleceğini biliyor, en ufak bir duraksama bile göstermiyor. Sarsılmak yok! Okuma bilenler ellerinde Kuran-ı Kerim, cennete girmeye hazırlanıyorlar. Bilmeyenler Kelime-i Şahadet getirerek yürüyorlar. Bu, Türk askerindeki ruh kuvvetini gösteren hayrete ve tebrike değer bir örnektir. Emin olmalısınız ki Çanakkale Muharebesini kazandıran bu yüksek ruhtur." Kuzey Grub Komutanlığı planına göre, eski tertibin aynısı olarak 19.Tümen sağda, 5. Tümen ortada ve 16. Tümen solda bulunacaktı. Grubun sağında Anafartalar Müfrezesi, solunda Kabatepe Müfrezesi eskisi gibi bulunacak ve sahilleri gözetleyeceklerdi. Mustafa Kemâl 18 Mayıs'ta 19.Tümen komutanlığına dönmüştür. 19 Mayıs gecesi 19.Tümene sungu hücumu emri geldi. Bu sungu hücumu Türk ordusu için fena durumlara sebep olmuştur. İngilizlerin 22 Mayıs'ta gelen ateşkes isteğiyle bu tarihte ateşkes yapılmıştır. Anzak ordusu, Türk ordusunun arkasına sarkma girişimi, Halit Rıza Tepesi savaşında engellenmiştir. Bu arada Mustafa Kemâl Haziran başında Miralaylığa terfi etmiştir. Kuzey Grubunda Arıburnu Savaşlarında bundan sonraki tarihlerde kayda değer gelişmeler olmamıştır. Mevzi savaşları ile sürüp gitmiştir. İngiliz Komutan General Hamilton kesin bir sonuç almak için Ağustos ayında yapmak üzere harekat planlıyordu. Hamilton'un planı şöyleydi: Susla Limanına çıkarılacak olan ana kuvvet Koca Çimen Tepesi, Maltepe üzerinden Türk ana kuvvetlerini yarım adanın güneyinde yenecek, bu harekatı kolaylaştırmak üzere bir tümenle kuvvetlendirilecek olan Anzak kolordu Arıburnu Cephesini kuzeyden kuşatarak Conkbayırı'na ve Kocaçimen Tepesi'ne taarruz ederek bununla birlikte Seddülbahir ve Arıburnu bölgelerine de taarruzlar yapılacaktı.Türk Komutanlığı'na savaş taktiği dar cephe esasına bağlıydı. Bir aralık ortaya atılan kuzeye çekilme ve düşman kuvvetlerini denizden içeriye çekme prensibi uygun görülmedi. Anzak ordusunun Limni adasında kuvvet hazırladığı Türk ordusu tarafından biliniyordu. Bu arada Mustafa Kemal'le Kolordu komutanı Esat Paşa düşmanın ne tarafa geleceği konusunda görüş alışverişinde bulunuyorlardı. Mustafa Kemal eliyle Arıburnu yönünü gösterip bütün sahi boyunca Suula'ya kadar işaret etmiş. • - Buradan Esat Paşa • - Pekala buradan geldiklerini kabul edelim. Nasıl ilerleyecekler? Mustafa Kemal Kocaçimen Tepeyi göstererek: • - Buradan dedi Esat Paşa gülümseyerek Mustafa Kemâl'ın omzunu okşadı ve: Merak etme gelemezler, dedi. ANAFARTALAR SAVAŞI 6 Ağustos'ta Arıburnu taraflarına büyük yoğunlukla bir topçu ateşi başladı. Bu atışlar 19.Tümen üzerine öğleden sonra Merkeztepe'de yoğunluğunu arttırdı. Bu arada düşman Kanlısırt'a başarılı bir taarruz yaptı. 7 Ağustos sabah saatlerinde düşman Kabak sırta doğru taarruza geçti. Anzak ordusu 13.İngiliz Tümeniyle kıyı koyundan ilerlemeye başladı. Düşman amacı Kocaçimen tepesini almaktı. 14.Alayın bir taburunu yendiler. Düşman ayrıca 19.Tümen'in kuzeyinden Ağıldere'den ilerliyordu. Mustafa Kemâl buna önlem almak için bir istihkam bölüğünü Şahinsırt'a gönderdi. İngilizler kılavuz noksanlığından dolayı, yanlış doğrultuda ilerleyince Mustafa Kemâl'in gönderdiği kuvvetlerin ateşleri ile karşılaştılar. Ağustos'un 7'sinde Miralay Fevzi'nin kolordusundan başka Conkbayırı'ndaki savaşları da idare edeceği üzerine onay çıktı. Daha sonra Albay Ahmet Fevzi beyin tümen komutanlarından edindiği birliklerin yorgunluğu sebebiyle taarruzun 9 Ağustos'a bırakılması kanaatine uyması, bunu ordu komutanına bildirmesiyle Anafartalar Grup Komutanlığından alınmıştır. 9 Ağustos'ta Albay Mustafa Kemâl Anafartalar Grup Komutanı olmuştur. Mustafa Kemâl karargâhını Gümbürdek boylarında kurmuştu. 12.Tümen'de Mestantepe'ye 7.tümende İngilizlerin Kocaçimen grubunun sol kanadına taarruz etti. Savaşın akışı şöyle gelişmekteydi. 12.Tümene bağlı birlikler ilerliyor, topçumuz ateş ediyordu. 35.Alayımız 32.İngiliz Tugayını Tekketepe Sırtlarında bozguna uğrattı. Saat beş civarlarında başlayan savaşlarda düşmanın 8 taburu dağıtılmıştı. İstihbarat birimlerince verilen bilgilere göre düşmanın 10. Ve 11.Tümenlerinin karada olduğu idi. 8 Ağustos Anzak karargâhında yapılan toplantıda 9 Ağustos günü Anafartalar'da bulunan 9.Kolorduya taarruza karar verildi. Saat üçte kara ve deniz topçuları ateşe başlayacak, saat beşte de taarruz yapılacaktı. Taarruzda beklenen değişiklik olmadı. Hamilton'da Mondros limanındaki karargâhından gelerek Suslaya geldiyse de hiçbir şey yapamadı. Ağustos'un 27'sinde akşam üstü saatlerinde düşman topçusu Kayacıklığı'ndaki siperlerimizi ateş altına aldılar. Durumdan haber alan Mustafa Kemâl 7.Tümene emir verdi. Bunun yanında bu grubun yedeği olan 6.Tümene de emir vermiştir. Çünkü düşman siperlerimize girmiştir. Bu arada Mustafa Kemâl'in bu cepheyle ilgili bir anısını şöyle anlatmıştır: "O Kahramanlar başlarında fedakâr subayları olduğu halde durdurulması mümkün olmayan atışlarıyla düşman hattını sonuna kadar boğdular. Bundan başka önlerine rastlayan, yardıma gelen bütün düşman birliklerini darmadağın ettiler. Hatta bizim bazı askerlerimiz boş buldukları yönlerden denize kadar gitmişlerdir. Bence istenilen maksat elde edilmiştir." 15 Ağustos'ta Kireçtepe'den üstün kuvvetlerle saldırıya geçen düşman ordusu savaşın ilk safhalarında başarılar elde etmişlerdir. Ama bu esnada kendilerine karşı mücadeleye girişen Gelibolu'daki Jandarma Alayı bunları durdurmaya muvaffak olmuştur. Düşman birlikleri ummadıkları bir şekilde mıhlanıp kalmışlardır. İngiliz savaş kabinesinin, umut bağladığı bu güzel plân, kesin bir sonuç getirememiş, o önce kuşatma sonra çıkarmayla devam eden mücadele Türk kuvvetlerin İngilizleri dehşete düşürecek şekilde mücadele etmesiyle tekrar mevzi savaşlarına dönmüştür. İki tarafında yorgunluğu sebebiyle önemli bir taarruz hareketi görülmüyordu. Siper mesafeleri 10 metreye kadar düşmüştü. Artık cephede, el bombası ve yer altından tünel açarak dinamitle karşı taraf siperlerini havaya uçurmaya çalışıyorlardı. Bununla birlikte bazı zamanlarda düşman ordusu mevzilerimizi kara ve denizden ateş altına alıyordu. Çanakkale Savaşlarında en önemli silahlarımız "Mavzer" ve "Süngü" idi. İngiliz Harb Kabinesi 7 Kasım 1915'te Çanakkale'yi boşaltma kararı verdi. Düşman kuvvetleri 20 Aralık 1915'te Anafartalar-Arıburnu, 8 Ocak 1916'da Seddülbahir bölgelerinden çekilmeye başladılar. Düşman, ordusunu Selanik ve Sina'ya sevketti. Türk ordusu birkaç ay sonra ise kuvvetlerini Doğu Cephesi ve Suriye'ye kaydırdı. Savaş sonunda tarafların tahmini kayıpları ise şöyledir: Türkler : 251.309 İngilizler : 205.000 Fransızlar : 47.000 8.5 ay süren Çanakkale kara savaşı, daracık toprak parçası üzerinde, zor koşullarda devam etmiş ve bundan dolayı çok can almıştır. Türk tarafının çok can kaybetmesinin sebebi de düşman donanmasının bombardımanıdır. Çanakkale Savaşlarında bu üzücü olayların ateşinde bir Mustafa Kemâl mucizesi bulunmaktadır. Tümen komutanı olarak girdiği savaşta ileriki zamanlarda Gelibolu'nun kara savunmasından sorumlu idi. Gelibolu'da hayatlarını feda eden düşman askerleri için söylediği sözler çok anlamlıdır. "Bu memleketin toprakları, üstünde kanları döken kahramanlar, burada bir dost vatanının toprağındasınız, huzur ve suskunluk içinde uyuyunuz sizler Mehmetçiklerle yan yana, koyun koyunasınız. Uzak diyarlardan evlatlarını harbe gönderen analar, göz yaşlarınızı dindiriniz, evlatlarınız bizim bağrımızdadır, huzur içindedirler, huzur içinde uyuyacaklardır. Onlar bu toprakta canlarını verdikten sonra artık bizim evlatlarımız olmuşlardır." Bu sözler Gelibolu tarihi Milli Parkı Anzak koyu ile Avustralya'da 1986 yılında açılışı yapılan temsili Anzak Koyu'na dikilen anıtlarda yazılıdır. Mustafa Kemâl, iradesi, mantıklı karar vermesi ve kararlarında isabetliğiyle, Çanakkale Savaşlarında çok iyi bir Komutan olduğunu göstermiş ve bu denemesi Kurtuluş Savaşı'nda tecrübe sahibi olmasını saptamıştır. KARA HAREKATI ÜZERİNE DEĞERLENDİRME Çanakkale Savaşları, Türk Savaş tarihinin gurur veren bir mücadelesi aynı zamanda önemi gün geçtikçe artan ve yeni nesillere büyük merak uyandıran bir inceleme konusudur. Çanakkale Savaşları'nın, bir Türk Destanı aldığı doğrudur. Ama genç bir nesli kaybederek. Düşmanın üstün silahlarına karşı üstün bir mücadele. Üzücü olan da avantajlı olduğumuz halde bunu iyi değerlendirilmemiş olması. Marmara'yı kullanmadan, ikmalimizi karadan yapıyoruz. Sözü uzatmadan Büyük Önder'i dinleyelim: "Biz orada İngiliz, Fransız donanmasını Boğazın dışında tuttuk ve onların müttefikleri Rusya ile irtibat kurmalarını önledik. Rusya böylece çökmüş oldu. Ama neticede biz de yıkıldık. Siz Almanlar İngiliz boğazından, biz Türkler de bu boğazdan çıkmadıkça çökmeye mahkumuz. Zaferi, denizi kontrol altında tutan ihtiyacı olan şeyi, ihtiyacı olduğu zaman, istediği yere ulaştırabilen ülke kazanır." |
04-21-2010, 02:06 AM | #27 |
Forum Kalfası
Kayit Tarihi: Aug 2005
Nerden: ManisA
Yaş: 38
Mesajlari: 7,071
Teşekkür Etme: 5 Teşekkür Edilme: 16 Teşekkür Aldığı Konusu: 15
Üye No: 4
Rep Power: 3490
Rep Puanı : 67186
Rep Derecesi :
Cinsiyet : Erkek
|
ÇANAKKALE'DE Kİ TÜRK ZAFERİNİN DÜNYA ÜZERİNE ETKİLERİ
I.BÖLÜM ÇANAKKALE CEPHESİ'NİN AÇILMASININ SEBEPLERİ: I.Dünya Savaşı'na Osmanlı İmparatorluğu 1914 yılının sonbaharında, Almanya'nın yanında katılmıştır. Osmanlı İmparatorluğu'nun savaşa katılmasıyla müttefiklerin gündemine, boğazlar meselesi gelmiştir. Boğazlar savaşın gidişatında çok önemli bir noktaydı. Çünkü Osmanlı Ordusu Kafkas Cephesi'nde Rusları sıkıştırıyorlardı. Rusya yardım istiyordu. İngiltere, Osmanlı'nın Karadeniz yoluyla Kafkas Cephesini beslediğini düşünüyordu. Boğazlara saldırılırsa, hem Kafkasya Cephesi'nde ki Osmanlı Ordusu'nun bir bölümünü boğazlara çekmiş olacak, hem de Bulgaristan'ın yanlarında savaşa katılması sağlanacaktı. Müttefikler boğazlar yoluyla Rusya'ya silah ve erzak yardımı yapıp, elinde bulunan insan gücünden faydalanmayı tasarlıyordu. Ayrıca boğazlar ele geçirilince Osmanlı devre dışı bırakılacak, Rusya'ya ayıplan yardımla ve Bulgaristan'ın savaşa katılmasıyla Avrupa'da Almanya çökertilecekti. Bu da ömrünün kısalmasını, belki de sonunun gelmesini sağlayacaktı. Çanakkale Cephesi'nin açılmasının diğer sebeplerini de kısaca şöyle sıralamak mümkündür: -Türkiye'nin Süveyş Kanalı ve dolayısıyla Hind Denizi yolu üzerinde ki baskılara son vermek. -İstanbul'u zapt ederek Müslüman Dünyası'nı etki altına almak ve Halife'nin ilan ettiği cihat'ı etkisiz kılmak. -Almanların 1915 yılının baharında yapacağı büyük taarruz hesaplarının ertelemek ve dikkatini bu cepheye çekmek. B-Genel Olarak Çanakkale Cephesi'nin Sonuçları: 1915 senesinin şubat ayında yukarıda saydığım sebepler ve belki de henüz çözemediğimiz gizli amaçlar ve menfaatler doğrultusunda Çanakkale'ye saldırıldı.İngiltere 12 büyük ve bir çok küçük gemiyle boğazda görülmüştü. Müttefikler Osmanlı'yı hafife alıyorlardı. Boğazları aşmanın kolay olacağına inanıyorlardı.Ama inançları gerçekleşmedi. Dünya savaşının gidişatını değiştirecek sonuçlara neden oldu. Öyle ki savaşa girmiş devletlerin kaderinin değişmesinin yanında tarafsız ülkelerin kaderlerini az çok etkilemiştir.Dünya hakimiyetine soyunmuş olan, yeryüzünü tek elden idare etmek isteyen İngiltere'nin büyümesi Çanakkale'de durdu. Sömürgelerde ki İngiliz hakimiyeti ve gücü sarsıldı. İngiltere dominyonlarının milliyet şuurunun oluşmasını sağladı. Hindistan'da ayaklanmalar görüldü.İngiltere sömürgeleri yirmi ya da otuz yıl sonra ulusal devletlerini kurdular. Bunun temelini Çanakkale zaferi atmıştır. Çanakkale yenilgisi sonucu, üzerinde güneş batmayan ülke İngiltere'de bir süre sonra güneş batmaya başlar. Gelelim Çarlık Rusya'ya, Çanakkale zaferi Rus tarihini değiştirdi. Çarlık Rusya boğazları alıp, sıcak denizlere hakim olmak istiyordu. Çanakkale geçilemeyince ve kendisine silah ve erzak yardımı yapılamayanıca; yüzyıllardır süre gelen bu Rus ideali son buldu. Çanakkale zaferi , Rusya'nın iç savaşını Bolşeviklerin kazanmasını sağladı. Rusya yükselişe geçti. Bu yükseliş 2.Dünya savaşıyla önem kazandı. İttifak devletleri Çanakkale zaferi sonucu güçlenmiştir. Çünkü müttefiklerin kendi yanlarına çekmeyi düşündükleri Bulgaristan aralarına katılmıştır. Ayrıca Almanya Sırbistan'ı ele geçirmiş. Bulgaristan'ı da yanına almasıyla Osmanlı'yla kara bağlantısı sağlamıştır. Böylece Almanya Osmanlı Ordusu'nu cephane bakımından rahatlıkla beslemeye başlamıştır. Osmanlı'nın insan gücünün silahlandırılması, Bulgaristan'ın savaşa katılması savaşın büyümesine ve uzamasına sebep olmuştur. Savaşın uzamasıyla milyonlarca masum insan zorla cepheye sürülmüştür. Çanakkale zaferinin belki de dünya açısından tek kötü neticesi budur.Zira bağımsızlık adına büyük bir kazanımdır. Keza yeni Türkiye Cumhuriyeti'ni yaratmak isteyenler, Çanakkale zaferinden güç alacaklardır. Anmaklar, Hintliler bu cepheden sonra ulusal bağımsızlık bilincini kazanmışlardır. 1-İnsan Kayıpları Çanakkale Zaferi'nin sonucu olarak dünya siyasetinde değişmeler oldu. Rusya'nın çökmesi ve sosyalizmin gelmesiyle bu devlet savaştan çekildi. İngiltere ve Fransa ise savaşa daha çok güç katmak zorunda kalmışlardır. Boğazları alarak savaşın ömrünü kısaltmayı düşünenlerin planları ters tepmişti. Savaş iki yıl daha uzadı. Bu müttefiklerin kayıplarını artırdı. Bu kayıpların en önemlisi insan kayıplarıdır. İnsan kayıplarında ki artışlar aşağıda verilmiştir: Fransız Kayıpları İngiliz Kayıpları -------------------------- ------------------------ 1914-15 yılları 1.990.000 286.633 1916 yılında 1.354.000 749.140 1917 yılında 569.000 817.790 1918 yılında 1.197.000 852.861 Eğer 1915'te boğazlar geçilseydi; 1916 sonbaharında savaşın bitmesi planlanıyordu. Beklenen olmadığı için aradaki farkı toplayarak görelim: Fransız Kayıpları İngiliz Kayıpları ---------------------------- --------------------------- 1914-1915-1916 kayıpları 3.344.000 1.035.773 1917-1918 kayıpları 1.766.000 1.670.651 -------------------- ------------------ Toplam 5.110.000 2.706.424 Savaş on milyondan fazla genci öldürmüş ve daha da çoğunu sakat bırakmıştır.İnsanların ruhları yaralanmış, yaraların bazıları zehirli olmuştur. Keza ikinci büyük savaşında bu zehirlerin acısını yaşadı. II.BÖLÜM ÇANAKKALE'DE Kİ TÜRK ZAFERİNİN DEVLETLER TARİHİNE ETKİSİ 1) İngiltere'ye Çanakkale Zaferinin Etkisi 1915 yılının sonunda boğazların geçilememesi ve Rusya'ya yardım gönderilmemesi, İngiltere'nin planlarını alt üst etmiştir. İngiltere, boğazlardan Rusya'nın insan gücüne ulaşıp, onu silahlandırmayı ve savaşın vurucu gücü haline getirmeyi planlıyordu.Boğazlardan alınan Türk yenilgisi, bu yüzden en fazla İngiltere'ye zarar vermiştir. Çünkü, yenilgi; Rusya'nın sosyalist olmasına ve savaştan çekilmesine neden oldu. Müttefiklerin elindeki en büyük insan kaynağına ulaşılamamıştır. Batı cephesinde Fransızlar çok kayıp veriyorlardı. Müttefiklerin gücünü tüketiyordu. İngiltere'nin yardım göndermesi gerekiyordu. Yeterli desteği gönderebilmesi için ülkesinde zorunlu askerlik ilkesi uygulaması gerekiyordu. Fakat İngiltere geleneklerine göre zorla askerlik yaptırılamazdı. Batı cephesinin ve imparatorluğun bir çok cephesinin sürekli artan asker ihtiyacını karşılamak zorundaydı. Bu yüzden Savaş Bakanı Lord Kiçner 1915 yılı sonlarında zorunlu askerlik ilkesinin onaylanmasını ister. 5 ocak 1916'da zorunlu askerlik kanunu meclise sunuldu. Bu kanun tasarısı hükümet içinde çatlaklıklara yol açar. Bakanlardan Maliye, Tecim ve İç İşleri Bakanları karşı koyarlar. İrlandalı ulus severler, kanunun İrlanda'da uygulanmaması şartıyla muhalefetten vazgeçerler. İşçi Partisi'de muhalefetliğinden, sanayi de çalışanlar arasından asker alınmayacağı konusunda başbakanın açıklamasıyla vazgeçerler. Böylece 25 Mayıs 1916'da önerge kanunlaşır Savaş bakanı kanunun onaylanması yüzünden büyük eleştirilere maruz kalır. Bu olaylar Çanakkale Zaferi'nin sonuçlarından biridirÇünkü Çanakkale olayının kapanmasıyla, Türklerin boğazda kaygıları kalmayınca Mısır'a saldırması korkusu yüzünden, buraya büyük ölçüde İngiliz Birlikleri gönderir. Bu birlikler, büyük tepkilere maruz kalan, zorunlu askerlik kanunuyla sağlanır. Batı cephesine gönderilen askerler ise; Almanya cephesini aşmak için dikenli tel ve mitralyözler üzerine saldırıyorlar; ancak sonları ölüm oluyordu. Her saldırıda halk da ve orduda bu kez zafer kesin duygusu uyandırılmıştır. Ancak bu olmayınca 'düşman o ölçüde yıpratıldı ki gelecek saldırıda çökecek' savı ortaya atılıyordu. Kitleler bu duruma bir süre inanmış, ses çıkartmamışlardır. Fakat kitleler bu savlara inanmaz olmuşlardır. İngiltere kamuoyunda büyük tepkiler baş göstermeye başlar. 1917 senesinde Fransız Ordusu Batı Cephesi'nde önemli bir işlev göremez hale gelmiştir. Cephe İngilizlere kalır. İki ay boyunca İngiltere saldırır ve 400.000 kişi kayıpla çekilir. İngiltere asker sıkıntısı çekmektedir. Ve zor durumdadır. Halka 'Silah ve cephane işlerinde çalışan gençleri askere alacağız" denildi. Bu İngiltere'ye binlerce top, tüfek kaybettiren grevlere neden oldu.S 1917 ilkbahar ve yazı içinde Rus çöküntüsünün de etkisiyle Fransa ve İngiltere'de hükümetlerin savaşı sürdürmek için gereken malzemeleri almak istemelerine güçlü bir direnme gösterilmiştir. Bu iki ülke çökmek üzereyken, onların kurtarıcısı taze kan Amerika olmuştur. İNGİLTERE'DE ÇANAKKALE CEPHESİ'NİN VE ZAFERİ'NİN YARATTIĞI HÜKÜMET BUNALIMLARI: İngiltere ilk hükümet bunalımı, Çanakkale'ye çıkartmaları yapılırken; Amiral Fisher'e, Deniz Bakanı Çörçil'in danışmadan bir takım gemilerin yola çıkarılması buyruğunu verdiğini öğrenenice istifa eder. (15 Mayıs 1915 Bu olaydan sonra Liberal Parti hükümeti, mecliste ki büyük çoğunluğa rağmen , muhafazakarların işleri kamuda tartışma konusu yapmalarından çekinir ve karma hükümet kurulur. Liberal Parti Türk düşmanlığı ile ünlüdür. Türklerden aldığı kara ve denizde ki yenilgiler üzerine yönetimi Muhafazakarlarla paylaşmak zorunluluğunda kalır. İkinci hükümet bunalımını beklenildiği gibi sonuçlanmayan Rusların, Avusturya-Macaristan cephesini çökertmesi ve ardından yine batı cephesinde alınan Alman yenilgisi nedeniyle olur.( 5 aralık 1916) Çanakkale geçilseydi, bu yenilgiler olmayacaktı ve hükümet bunalımları da yaşanmayacaktı. İngiltere'ye Mali ve Ekonomik Etkileri Türkiye'nin 1.Dünya Savaşı'na katılması ve en büyük zaferi Çanakkale Cephesi'nde muzaffer olması ve cihan harbinin ömrünü uzatması en çok İngiltere'yi etkiler. Lord Core anılarında," Savaş başında Avrupa'nın en zengin ulusu İngilizlerdir. Bütün dünyada 4 milyar İngiliz Lirası borç vermiştir. Savaş sonunda ise İngiltere dışarıya borçlu devletler arasında yerini alacaktır. 1916 yılı sonunda devlet borçları iki milyar İngiliz lirasını geçmeye başlamıştır. Çanakkale yenilgisinden dolayı savaşın iki yıl uzaması; İngiltere'nin dış borcu 8 milyara yaklaşmıştır. İngiltere'ye mali ve ekonomik bakımdan toparlanması son derece zor bir darbe inmiştir. İngiltere sanayi ürünü ve kömür ihracatçısıdır. Londra Dünya Bankası konumundadır. İngiliz ticaret donanması yeryüzündeki donanmaların toplamının yarısı kadardır. Ülkeye büyük kazanç sağlamaktadır. Savaş 1916 yılında son bulsaydı İngiltere dışarıda ki alıcılarını pek kaybetmezdi. Ancak savaş uzayınca İngiliz sanayi ürünleri alıcıları, kendi ülkelerinde fabrikalar kurmaya ve var olanları çoğaltıp genişletmeye koyulurlar. Hele barışın, resmi ve fiili anlamda yıllarca gecikmesi İngiliz alıcılarının, kendi ürünlerini fazlasıyla imal etmelerini sağlar. Diğer yandan Alman deniz altıları en fazla İngiliz ticaret donanmasını vurmuştur. Savaş nedeniyle tamir edemediği ve yenisini yapamadığı için deniz ticaretinde Amerika, İngiltere'yi geçmiş, Japonya'da ona yakın bir konuma gelmiştir. İngiltere savaş sonunda da büyük bir işsizlikle karşı karşıya gelir. Savaşta yakılıp yıkılan kenti olmadığından, sanayi ürünü alacaklıları da kalmadığından işsizliğe çözüm bulunamamaktadır. 1913 ile 1928 arasında İngiltere ihracatının dünya ihracatına oranı %13.9'dan, %1.2 düşerken tüm Avrupa ihracatı % 55.2 den % 46'ya düşmüştür. Almanya'nın çökmesi, Avusturya- Macaristan'ın dağılması , Fransa'nın en zengin kentlerinin yakılıp, yıkılması, Rusya'nın rejim değiştirmesi, İtalya'nın bunalımlar içinde çalkalanması, şunu diyebiliriz ki dört yılı aşan savaşın, iki yıl uzatılmış olmasından doğan sarsıntılar bu sonuçları doğurmuştur. Savaş sırasında, cepheye silah ve cephane yetiştirmek için açılan fabrikalar, demir ve maden işleyen kuruluşlardır. Savaştan sonra yine demir ve maden işletmeye devam etmeyip makine üretmeye başlarlar. İngiltere'de sanayiinin gerilemesi bu yüzdendir. Yani İngiltere dışında, savaş sırasında ona kurtarıcı olanlar, savaştan sonra sanayi alanında rakipleri olmuştur. Savaş sırasında hükümet savaşanların soy sopunun rahatlığını ve geçimini sağlamışlardır. Bu herkeste her şeyi hükümetten beklemek, iyi yaşantı sağlamasını istemek duygusunu yaratmıştır. Bu da ülkeyi yönetenlerin dağıtım uğruna yatırım yapmalarına neden olmuştur. Halkta ki bu anlayış daha çok mayıs 1916 yılında çıkan zorunlu askerlik etkisini gösterdikten sonra gelişmiştir. Oysa savaş 1916 da bitseydi bunlar yaşanmayacaktı. Osmanlı ile savaş İngiltere'ye bir milyar liraya mal olmuştur. Bunu Paris Konferansı'nda İngiliz Başbakanı Zoyt Core Türklere olan kiniyle açıklamıştır. Lozan Barış Konferansı'nda da yeni Türk Cumhuriyeti temsilcisine, yine savaşa katılmakla, İngiltere'ye verdiğimiz zararı kini kusmuştur. Savaşın uzaması İngilizlerin denizlerdeki hakimiyetlerini de Amerikalılara ve Japonlara kaptırmalarına neden olmuştur. İngiliz Sömürgelerine Çanakkale Zaferinin Etkisi Hindistan, İngiliz İmparatorluğu'nun en değerli taşı ve İngiltere halkının en fazla kazanç sağlayan sömürgesiydi. İngiltere ve Osmanlı ile savaşı önce Hindistan'da Müslümanlar üzerinde huzursuzluk yarattı. Ancak yoksul halk, ücretli asker olarak Hindistan ordusuna yazılmayı ihmal etmeyecektir. İngilizler Çanakkale cephesinden Hindistan'a düştü-düşüyor haberleri veriyordu. Bu aylarca devam etti. İngilizler ocak ayında çekilmelerine rağmen bunu büyük bir başarıymış gibi göstermiş ve davranmıştır. Halkın gözünde küçük düşmüşlerdir. Türk cephelerindeki, İngiliz yenilgilerinin verdiği cesaretle Hindistan'da Müslümanlar ve Hindular eylemde bulunurlar. Osmanlı'nın savaşa katılması askerlik ve genel bakımdan Hindistan'da aşırı güçlük çıkarmamış olması, İngilizler için övgü ve güven konusu olurken; o zamana değin birbirine karşıt iki büyük toplum (Hindular ve Müslümanlar) işbirliği yapmaları Kut-ülh Amara ve Çanakkale yenilgilerinden doğan küçümseme ve güvenmeme sonucu oluşmuştur. Hindu ve Müslümanların işbirliği daha önce ortaya hiç atılmayan 'öz hükümet' isteğini hep birlikte ve resmen dile getirmelerine neden olmuştur. Bu İngilizler için sıkıcı ve geleceği karartıcı bir olay olmuştur. Gelecekte ki yıllarda Türk cephelerinde hayatını kaybedenlerin çocukları bağımsızlıklarını isteyecekler ve İngiltere'nin canını sıkacaklardır. Fransa ve İtalya'ya Çanakkale Zaferi'nin Etkisi Fransa Meclisi Çanakkale cephesinin açılması taraftarı değildi. Ancak cephe açılınca kendisine İskenderun ve çevresi teklif edildi. Ayrıca Batı cephesindeki yükünü azalacağı tahmin ediliyordu. Müttefikler Almanya'nın boğazlara çekip, gücünü ikiye böleceklerdi. Fransa'da Batı cephesinde rahatlayacaktı. Boğazlar aşılırsa Rusya'nın insan gücüne de ulaşılacaktı. Savaş böylece daha kısa bir zamanda son bulacaktı. Fransa'nın Akdeniz'de sömürülerini artırma isteği de gerçekleşecekti. Fransa Çanakkale cephesine büyük umutlarla 79.000 kişi göndermişti. Bunlardan 27.000 geri dönmemiştir. Bunun yanında boğazların açılamamsı ve Rusya'ya ulaşılamaması sonucunda savaş iki yıl uzayacak ve Fransa daha büyük kayıplar verecektir. 1916 yılının sonlarında Fransa Almanlarla Batı cephesindeki çarpışmalarda ağır kayıplar verecektir. İngiltere desteği olduğu halde, Fransa ordusu işe yaramaz hale gelecektir.Bu yenilgi orduda ve halkta ruhsal çöküntülere neden olacaktır.Halk savaştan bıkmıştır. 1917 yılında izinli er ve subaylar barış yapılmasını isteyen toplantılara katılırlar. Bunların ardından da Fransız ordusunda bir sürü ayaklanma, buyruğa uymama, sipere girmeme görülür. Bazı olaylar birleşerek hükümeti barışa zorlamak için Paris'e yürümeye kalkışırlar.İşçi ayaklanmalarını da asker ayaklanmaları takip edecektir. Çanakkale zaferinin ve zaferin sebep olduğu savaşın iki yıl uzamasını Fransız Başkanı Millaran Sevr Antlaşmasında şöyle dile getirir, Hiçbir neden olamadan onlara büyük bir deniz ulaşım yolunun kapayarak bir yandan Rusya'nın ve Romanya'nın öbür yandan da bunların Batı'da ki bağlaşıklarının ulaşımını kesmekle Türkiye en azından savaşın iki yıl uzamasına ve bağlaşıkların milyonlara varan insan ve yüzlerce milyar kaybına sebep olmuştur.Sonsuz zararlar pahasına acunun özerkliğini yeniden kurmuş olanlara Türkiye'nin ödemesi gerektiği tazminat kendisinin ödeme gücünü pek çok aşmaktadır. İtalya'ya gelince savaşa karşı olanlar yüreklenirler. Ekmek satan dükkanlar yağmalanır. Sokak kavgaların da ölüler artmaya başlar. Sosyalist Partisi'nin desteğiyle belediyeler barış için yürümeye karar verirler.İtalya'da da en büyük sorun ekmek kıtlığıdır. Oysa boğazlar geçilseydi, Rusya7dan Avrupa için buğday teminatı sağlanacaktı. Almanya'ya Çanakkale Zaferinin Etkisi 1917 yılında müttefikler çok güçsüz duruma düşmüşlerdi.Rusya komünizm rejimi ilan edilmiş, savaştan çekilmişti. İngiltere ve Fransa ise insan gücü bakımından yetersizdiler. Almanya'nın ve yandaşlarının üstünlüğünü Çanakkale zaferi sağlamıştır. Almanya çok yanlış olan, sonu hesaplanmadan bir kararla Amerika7nın deniz altılarını batırmasıydı. Karşı takım barış istemek zorunda kalırdı. Almanya'ya kendisine sağlanan büyük yarardan faydalanamamıştır. Amerika'nın Savaşa Katılması Amerika'nın savaşa katılması müttefiklerin umduğu gibi 1915 sonunda boğazlar açılarak silah ve cephane ile iyice beslenememiş olan Rusya'nın kendisinden bekleneni yapamamış olmasının bir sonucudur. Amerika savaşa girmekle müttefikleri barış yapmaktan kurtarmış ve onlara kesin zaferi sağlamıştır. Amerikan Başkanı Wilson savaşa girerken 'ulusların hakları' gibi bir çok imparatorlukları sarsacak beyanname yayınlamıştır. Bu da Amerika7nın, imparatorluk müttefiklerinin zararına olmuştur. Rusya'ya Çanakkale Zaferi'nin Etkisi Rus ayaklanması doğrudan doğruya Çanakkale'de ki Türk kahramanlığıyla Çörçil'in 'Kaderin Adamı' dediği Mustafa Kemal'in en can alacak noktada ve anlarda, nisan 1915'te Arıburnu'n da, ağustos ayında Anafartalar'da ve Cokbayırı'n da gösterdiği büyük komutanlık vasıflarının sonucu olarak Boğazların kapalı kalıp Rusya'nın yeter ölçüde cephane ve öbür savaş aracı bulunmaması sonucudur. Rusya'da devrimci ayaklanmalar, Stolipin'in başbakanlığında (1906-1911) sırasında azalmıştır.O ölünce ayaklanmalar yeniden başlar. Rusya'nın 1914'te savaşa katılmasıyla , 'ulusal birlik' kavramı ayaklanmaları azalmasını sağlamıştır. Rus halkı da Almanya>'ya karşı bir anti -pati vardı. Bu nedenle halkta Çarlıkla birleşme oldu. Bu unsurların yanında, 1916'da Rusya ve bağlaşıkları İstanbul'u alsaydı. 1917'de acaba devrim gerçekleşir miydi? 1915 yılında boğazlar açılmış, her türlü savaş ve taşıt araçlarını getirip sonsuz kalabalıkların gereği gibi silahlandırarak 1916 haziran-ağustos aylarında düşmanlarını çökertmiş ve İstanbul'u ele geçirmiş olan bir Rusya'da devrimin gerçekleşmesini bekleyemeyiz. Bunlara dayanarak diyebiliriz ki , Türk zaferinin dünyanın sosyo-ekonomik ve politik dengesinin değişmesini sağlayan Rus Devriminin gerçekleşmesinde büyük payı vardır. |
04-21-2010, 02:06 AM | #28 |
Forum Kalfası
Kayit Tarihi: Aug 2005
Nerden: ManisA
Yaş: 38
Mesajlari: 7,071
Teşekkür Etme: 5 Teşekkür Edilme: 16 Teşekkür Aldığı Konusu: 15
Üye No: 4
Rep Power: 3490
Rep Puanı : 67186
Rep Derecesi :
Cinsiyet : Erkek
|
MUSTAFA KEMAL VE ÇANAKKALE SAVAŞLARI
MUSTAFA KEMAL'İN HAYATI Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu, Türk devriminin yaratıcısı ve uygulayıcısı Mustafa Kemal Atatürk 19 Mayıs 1881'de Selanik'te doğdu. Babası Ali Rıza Efendi annesi Hacı Sofu ailesinden Feyzullah Ağanın kızı Zübeyde Hanımdı.Küçük yaşta babasını kaybeden Mustafa'yı zeki ve büyük bir Türk kadını olan Zübeyde Hanım yetiştirdi.İlk öğrenimini Selanik'te Şemsi Efendi İlköğretim okulunda yaptı.Babasının ölümünden sonra annesiyle beraber köyde yaşayan dayısının yanına yerleşti. Orada köy hayatı yaşamak zorunda kaldı.Annesi okul hayatında uzak kalmasına üzülüyordu.Bu nedenle onu teyzesinin yanında eğitime devam etmesi için Selanik'e yolladı.Okulda bir arkadaşıyla kavga etmesi üzerine Kaymak Hafız adındaki hocası vücudundan kan gelinceye kadar dövmüş, babaannesi de onu okuldan almıştı. Komşuları Binbaşı Kadri Bey'in oğlu Askeri Rüştiyesine gidiyordu. Giydiği kıyafet Mustafa Kemal'i çok özendiriyordu Subayları gördükçe onlara imreniyor onlar gibi Rüştiyeye gitmek istiyordu.Annesi askerlikten koktuğu için askeri okula gitmesini istemiyordu.Bunun üzerine annesinden gizli olarak Rüştiyeye giderek sınavı verdi.Mustafa bu okulda en çok matematik dersiyle uğraşıyor ve çok başarılı oluyordu.Öğretmeninin adı da Mustafa'ydı ve küçük Mustafa'ya senin adın Mustafa benim de bu böyle olmaz.Bundan böyle senin ki Mustafa Kemal olsun diyor.Bundan sonra küçük Mustafa, Mustafa Kemal oluyordu.Matematik dersleri Mustafa Kemal'e çok kolay geliyordu.Hatta bu dalda müzakereci olup ders bile anlatıyordu.Fakat Fransızca'da geriydi.Fransızca hocası Mustafa Kemal ile ilgileniyor acı uyarılarda bulunuyordu.Bu uyarılardan rahatsız olan Mustafa Kemal ilk tatilde Selanik'e geldiğinde Fransız Frerler okuluna devam ederek idadideki derslerinden daha ileri derecede Fransızca öğrendi. Manastır Askeri idadisinde iken şair Ömer Naci ile tanıştı.Ömer Naci o sıralar şiir yazmaktaydı.Mustafa Kemal'den okuyacak bir kitap istemiş getirdiği kitapların hiç birini beğenmemişti.Buna alınan Mustafa Kemal Şiir ve Edebiyata yönelmiş eserler vermeye başlamıştı.Türkçe öğretmeninin 'Şiir seni askerlikten uzaklaştırır.'Uyarısıyla bu isteği içinde kalmış ve bu merakı Tarih'e yönelmiştir.Napolyon'u çok beğeniyor ve örnek alıyordu.Manastır Askeri idadisini bitirdikten sonra harp okulunun piyade bölümüne girdi.Harp okulunu da bitirince Erkan-ı Harbiye'ye girdi.Burada arkadaşlarıyla siyasi fikirlerini anlatmak amacıyla el yazısı bir dergi çıkarmaya başlamıştı.Bir gün veteriner dersliğinde gazete faaliyetleriyle meşgul olurken suçüstü yakalanmıştı.Müfettiş İsmail Paşa sınıfı basarak dersten başka şeylerle uğraştıkları gerekçesiyle tutuklama emri vermiş, okul müdürünün araya girmesiyle izinsizlik cezasıyla yet inilmesine karar verilmişti. Mustafa Kemal 11 Ocak 1905'te Harp Akademisini Kurmay Yüzbaşı olarak 320 kişilik piyade sınıfının 20. likle bitirmiş,kurmaylık hakkı kazanan 13 subay arasına girmişti. İstanbul'da kaldığı sürede arkadaşlarından biri adına tuttukları apartman dairesinde ara sıra toplanıp memleket meselelerini konuşuyorlardı.Aralarına giren bir ajanın bunları ihbar etmesiyle birkaç arkadaşın ve Mustafa Kemal tutuklanmıştı.Birkaç arkadaşı itirafta bulunmuş bir müddet tutuklu kaldıktan sonra serbest bırakılmışlardı.Bir süre sonra Hap Akademisini bitirenleri Genelkurmaydan çağırdılar.Mustafa Kemal'in arkadaşlarıyla arasında bir örgüt olduğu düşüncesiyle Şam daki 30.Süvari Alayına staja gönderdiler.Bu bir nevi sürgündü. Mustafa Kemal'in staj gördüğü alayın komutanı Lütfi Bey idi.Bu komutanla Dürzü ayaklanması sırasında ahbap olmuştu.Lütfi Bey onu diğer arkadaşlarıyla da tanıştırdı.Bunlar 2. Abdülhamit yönetimine karşı bir örgüt kurmak istemiş fakat başaramamışlardır. Mustafa Kemal'le beraber 1906 Ekimi gecesi Tüccar Mustafa'nın evinde Vatan ve Hürriyet derneğini kurdular.Suriye ve yöresinde örgütlenmeyi sağlamak Mustafa Kemal'in göreviydi.Beyrut, Yafa ve Kudüs'e giderek örgütlenmeyi sağladı.Vatan ve Hürriyet cemiyetinin bir şubesini de Selanik'te kurdular.Bir süre topçu stajı yapmak için Şam'a gönderilen Mustafa Kemal staj sonrası Kolağası ( Kıdemli Yüzbaşı) oldu.Şamdaki ordu Kurmay heyetine atandı.( 20 Haziran 1907) Mustafa Kemal'in ayrılmasından sonra Vatan ve Hürriyet derneği Selanik'te gelişme gösteremedi.O sıralarda ittihak ve terakki kurulmuştu.Dr. Nazım'ın aracılığıyla iki dernek ittihak ve terakki adı altında birleşti.(1907) Dr. Nazım ve diğer arkadaşlarının ısrarıyla 29 Ekim de ittihak ve terakki derneğine girdi.Derneğin Makedonya örgütlenme çalışmalarına yardımcı oldu.22 Haziran 1908 de kendisine ek görev olarak Selanik - Üsküp demir yolu müfettişliği görevi verildi.Selanik ve Üsküp demir yolu üzerindeki şehir ve garnizonlara derneğin şubelerini açtı ve gelişmesi için çalıştı. İttihat ve terakki derneği 1876 Anayasasının geri getirilmesini isteyen bir bildiri yayınladı.İstanbul derneğin isteğini kabule mecbur oldu.1908 de 2. Meşrutiyet ilan oldu.Mustafa Kemal meşrutiyeti ilan etmekle işin bitmediğini söyleyerek köklü reformlar yapılması gerektiğini bunun içinde İttihat ve Terakki'nin siyasal parti niteliği almasını, ordunun kesin olarak siyasetten çekilmesini şart görüyordu.Bunun için İttihat ve Terakkicilerle arasında bu noktada görüş ayrılığı ortaya çıktı.Bu sırada Trablusgarp'ta Meşrutiyet idaresine karşı bir ayaklanma hareketi baş gösterdi.İttihatçılar bunu fırsat bilerek Mustafa Kemal'i Selanik'ten uzaklaştırıp Trablus'a gönderdiler.Mustafa Kemal karşılaştıkları tüm güçlüklere rağmen hareketi kan dökmeden bastırdı.Selanik'e 2. Redif tümeni Kurmay başkanı olarak döndü. (13 Ocak 1909) 2.Meşrutiyete rağmen ittihatçılar İstanbul'a tam manasıyla hakim olmadılar.Dernek içinde de ayrılıklar baş gösterdi.(13 Nisan 1909) 31 Mart'ta İstanbul'da rejime karşı bir ayaklanma oldu.Bu hareketi bastırmak üzere İstanbul'a yürümeye karar verdi. Hareket ordusunu kurdu.Kurmay başkanlığını üstlendi. 31 Mart olayından sonra yani ittihak ve terakkicilerin 2. Abdülhamit'i tahttan indirmesinden sonra Selanik'e döndü. Mustafa Kemal'in Selanik'teki çalışmalarından hoşnut olmayan 3. ordu komutanı, kendisini Selanik'ten uzaklaştırmak için Genelkurmay başkanlığında bir göreve atanmasını sağladı.Bu atamadan pek az sonra 13 Eylül 1911 de İtalyanlar Trablusgarp'a saldırdı.Mustafa Kemal Trablusgarp'a giderek İtalyanlarla savaşmaya karar verdi.Devrin genç subaylarından Fethi Okyar , Enver Paşa ve başka subaylarda Trablusgarp'a gitti.Mahmut Şevket Paşa İngilizlerin kendilerini Mısır'dan geçirmeyeceğini söylese de Mustafa Kemal'in direnişine engel olamadı.16 Ekim 1911 de Tobruk a gitti.Ethem Paşanın kurmaylığını üstüne aldı.9 Ocak 1912 de Mustafa Kemal'in idaresinde yapılan Tobruk muhaberesinde başarılı olundu.Mustafa Kemal Trablusgarp'ta iken Balkanlarda savaş patlak verdi.Savaş haberini alır almaz derhal görev almak istedi.İstanbul'a dönmek üzereyken Komonova yenilgisini, Selanik'in düştüğünü,Bulgarların Çatalca önlerine geldiğini öğrenerek büyük üzüntü yaşadı.Türk ordularının bu kadar kolay yenileceğine inanmıyordu.Romanya üzerinden İstanbul'a geldi''Akdeniz Boğazı Kuva-i Mürettebesi ''harekat müdürlüğüne atandı.Bu birliğin kurmay başkanı Fethi Beyle Bulgarlara saldırarak Trakya ve Edirne'nin kurtarılması hakkındaki önerisi çok önemlidir. Kolordu Kurmay başkanı Fethi Bey askerlikten çekildi.İttihak ve Terakki genel sekreteri oldu. Yerine Mustafa Kemal geçti ve Edirne'nin kurtarılması hareketine katıldı. (22 Temmuz1913 ) 27 Ekim 1973 de Fethi Okyar Sofya Elçiliğine M. Kemal'de Sofya askeri ataşeliğine gönderildi.Burada M. Kemal vatanperver faaliyetler yürüttü. Enver Paşa Yarbaylıkta Tümgenareliğe yükselerek harbiye nazırı oldu.M. Kemal'in askerlik ve komutanlık niteliklerini yakından bilmesine rağmen aralarında öteden beri süren rekabet yüzünden M. Kemal'e faal bir görev vermedi.Sadece Mart 1914 de Onu yarbaylığa yükseltti. I.DÜNYA SAVAŞI ÇANAKKALE CEPHESİ VE MUSTAFA KEMAL 28 Haziran 1914'te Avusturya veliahdı arşidük Ferdinand Saraybosna'da bir Sırplı tarafından öldürülmüş, bundan bir ay sonra Avusturya-Sırbistan savaşı başlamıştı.Bu I. Dünya savaşının başlaması demekti.M. Kemal savaşa Almanya'yla beraber girilmesine karşıydı.Almanya savaşı kazanırsa Osmanlı onun uydusu olacak,kaybederse Osmanlı her şeyini kaybedecekti.Ona göre devlet tarafsız kalıp kuvvetlenmeye bakmalıydı.Enver Paşa ise bu düşüncenin tam zıddını savunuyordu.Nitekim onun istediği oldu.Osm. savaşa girdi.bu sırada Batılı müttefikler Almanya karşısında zor duruma düşen Rusya'ya yardım ulaştırabilmek için Çanakkale Boğazını zorla geçmeye karar verdiler.Rus donanması bir çok defa boğazın dış tabyalarını bombardıman etmişti.Bir çıkarma işleminin gün geçtikçe yaklaştığı anlaşılıyordu Mustafa Kemal'in Çanakkale savaşlarına başlaması bu savaşın ilk günlerinde başlar.1 Ekim'de Boğaz resmen kapatıldı.19 Şubat 1915'te düşmanın ilk taarruzu başladı.Mustafa Kemal'in 19. Tümen Karargahı Eceabat'a nakledildi.Şubat sonunda M. Kemal birliklerini kıyılara yerleştirmiştir.5 Mart'ta tümen karargahına gelen Boğaz Komutanı Cevat Paşa'ya (Çobanlı) kendi tümeninin Seddülbahir sahil tertibatını gösterirken düşmen gemilerinin ateşine maruz kalmışlardı. Bölgenin korunmasından sorumla 26. alay M. Kemal'in talimatı ile düşmanı mağlup etti.Bu muhaberelerin kara tarafı M. Kemal'in üzerinde idi.İngiliz ve Fransızların deniz mağlubiyetlerinden sonra vazgeçmeyeceklerini bilen M. Kemal,kıyıya adam çıkaracakları düşüncesiyle maiyetindeki birliklere uyanık olmaları emrini verdi.Gerekli yerlere müracaat edip kuvvetlerini arttırıyordu.O bölge kumandanlığına Halim Sami Bey'in atanmasıyla, Yarbay M. Kemal "genel yedek" olarak kalmıştı.M. Kemal'in tümeninden bir alay Çanakkale'ye geçmişse de geri çevrilmiş.Bunun üzerine o da bütün tümeni Bigalı köyünde toplayarak,talim ve terbiye ediyordu.18 Mart'tan 25 Nisan'a kadar zaman,düşmanın keşif ve oyalama hareketleriyle geçer.Düşman Boğazın geçilemeyeceğini anlayıp,yarımadanın Avrupa kıyılarına asker çıkarma planlarını tamamladı.25 Nisan'da ise önce yarım ada ile Trakya arasındaki Saros körfezine ve Boğaz ağzındaki Anadolu köşesine şaşırtma çıkarmaları yaparlar.26 Nisan'da,Rumeli tarafı giriş noktasında(Seddil Bahir) çıkartma başlar,Bu çıkartma Ege Denizine bakan Kabatepe ve Arıburnu kıyılarındaki çıkartmalarla hedefini belli eder.O günden itibaren de kara harpleri başlamış demektir.Mustafa Kemal bu savaşların tam içinde,Arıburnu cephesindedir. Bu topraklardaki savaşlar bir meydan harbi değildir.Bir harekat harbi değildir.Bu savaşlar birer avuç denebilecek dar topraklar üzerinde binlerce,on binlerce,yüz binlerce insanın kucak kucağa,boğaz boğaza gırtlaklaşmasıdır. Halil Sami Bey'den gelen bir raporla düşmanın Arıburnu sırtlarına çıktığı anlaşılıyor.Mustafa Kemal'den taburunu adı geçen düşmana karşı sevk etmesi isteniyordu.Daha önce tahmin ettiği gibi düşmanın Kabatepe'ye karaya çıkma girişimi başlıyordu.Bu işle mücadelenin zor olacağını bildiği için bütün tümeniyle düşmana yaklaşmayı düşündü.Emrindeki tüm kuvvetleri derhal hazır bulunarak emir almaları için yanına çağırdı.Bigalı deresi boyunca alayı Kocaçimen Tepesi'ne doğrulttu.Yaya olarak Conkbayırına vardılar. Osmanlı Hükümeti ve Genelkurmayın Ege denizinden gelecek bir saldırıya hazırlıklı olmadığı bir gerçektir.Onun içindir ki Gelibolu karaları Ege Denizine karşı tamamen açık bulunuyordu.Bu tertipsizliğin,yolsuzluğun,muharebe şebekelerinden yoksun oluşun, Çanakkale savaşlarında,Türk ordusuna çok pahalıya mal olduğu hakikattir.Kocaçimen'e 57. alayını bizzat sevk ederek ulaştıran M. Kemal'in ilk gördüğü manzara pek fikir verici değildir.Düşmanın çıkartma yeri Arıburnu ölü zaviyededir.Yani Kocaçimen'den görülmez.Bunun üzerine bin bir güçlükle Conkbayırına ulaşır Bu esnada Conkbayırının güneyindeki 261 rakımlı tepeden sahil gözetlemesine memur bir müfreze efradının,Conkbayırına doğru kaçmakta olduğunu gösteren M. Kemal ile arasında şu konuşma geçer: -Niçin kaçıyorsunuz?dedim -Efendim düşman!dediler -Nerede? -İşte,diye 261 rakımlı tepeyi gösterdiler. Hakikaten düşman tepeye serbestçe yaklaşmaktadır.Mustafa Kemal'in ise elinde kuvveti yoktur.Düşman ona Kocaçimen'deki askerinden daha yakındır.Derhal karar verir. "Bu kararı kendisi bir mantıki muhakeme veya sev kitabi olarak değerlendirir."İşte bu karar savaşın gidişatını değiştirir. -Düşmandan kaçılmaz der -Cephanemiz yok diyen askere. -Süngünüz var ya...dedi ve sonrasını şöyle anlatır: Bağırarak bunlara süngü taktırdım.Yere yatırdım.Aynı zamanda Conkbayırına ilerlemekte olan piyade alayı ve cebel bataryasının "marş marşla" benim bulunduğum yerdeki emir zabitini onları çağırmaları için geriye saldırdım.Bu efrat süngü takıp yere yatınca düşman efradı da yere yattı.Kazandığımız an bu andır. -Düşününüz,işte bu bir andı. Conk bayırından harekatı idare eder,sağ sol birliklerle irtibat kurmaya çalışır,taarruz ilerlemektedir.Bu harekatı anlatırken sözleri şuydu:"Herkes öldürmek ve ölmek için düşmana atılmıştı." Ya öldürmek ya ölmek!Zaten bu verilmiş bir emirdir.Aslı şöyledir:-Size taarruzu emretmiyorum ölmeyi emrediyorum. Biz ölünceye kadar geçecek zaman içinde başka kuvvetler ve komutanlar olabilir..."Kumandan işte böyle bir anda böyle bir emri verebilen insandır." Neticede düşmana saldırıldı.Boğuşuldu.Düşman dayanamayıp geri çekildi.Sahile kadar gerileyerek orada tutunabildi.Arıburnu cephesi işte böyle açıldı. 25/26 Nisan 1915 gecesi 5 İngiliz tümeni yeniden Arıburnu'na çıkarma yapar.Bu bir küçük ordudur.Halbuki bizim kuvvetlerimiz yetersizdir.Ayaklarındaki çarıkları dökülmüş,yiyecekleri kıt,yolları yoktur.Muharebe şebekesi iyi kurulamamıştır.Mustafa kemal her türlü olumsuzluğa rağmen emrindeki birliklerle sonuna kadar mücadele etmiş,26 Nisan günü savaş neticesini mağlup olmuyoruz şeklinde bildirmiştir.27 Nisan'da 2 alay daha takviye ederler.Verdiği emir aynıdır.O günkü harekatı yönettiği tepeye Kemalyeri adı verilmiştir. Kemalyerindeki Mustafa Kemal Artık dünyanın en kudretli imparatorluğunun,Türk topraklarına kustuğu sonu gelmez insan ve ateş kudretiyle boğuşmuş kendini denemiştir.Kendine güvenen ve yenilmeyeceğine inanan bir genç ve güzel insandır.Kemalyeri'nden sağ kanattaki bir çok düşman askerinin ellerini kaldırıp,beyaz mendiller sallayarak kendi erlerine teslim oluşunu seyreder.Ama düşmanın asker çıkarması durmaz devam eder.29 Nisan gene çarpışmalarla geçer.Herkes bulunduğu toprağa,taşa elleri,ayakları,tırnaklarıyla sarılmıştır.Gene de herkesin çabası karşısındakinin yapıştığı toprağı onun elinden almaktır.Onu ya öldürmek ya atmaktır. Churchill hatıratında Türklerin mücadelesini şöyle özetler: "Türkler bu daracık geçit başında sıkı bir savunmaya girişmişlerdi.Canlarını veriyorlar fakat vatan toprağından karış vermiyorlardı. 30 Nisan!da bir kumandanlar toplantısı yapılır.Mustafa Kemal şöyle der: "Bire kadar hepimiz ölerek düşmanı mutlaka denize dökmemiz lazımdır."İçimizde ve askerlerimizde,Balkan harbi utancını tekrar görmektense ölmeyecek yoktur.Böyleleri varsa kendi elimizle kurşuna dizelim. Yarımadanın en dar ve en tehlikeli noktası olan Arıburnu cephesinin gerisinde bizim 19. tümenimiz ihtiyatta bulunuyordu.Bunun komutanı genç yarbay Mustafa Kemal idi.Karaya çıkarmayı ve arz ettiği tehlikeyi hissedince kendiliğinden harekete geçti.Tümenin düşmanın eline geçmesi çok tehlikeli bir durum doğuracak olan Kocaçimen tepesi istikametine sevk etti. Bizzat kendisi 57. Alayın başında bu tepenin en şiddetli noktasına yaklaştığı zaman Anzak kolordularının öncüleri tepeye ulaşmışlardı.Kısa bir müddet boğazın en dar noktasını seyredebildiler.Sonra 57. alayın şiddetli bir taaruzuyla geri atıldılar.Çıktıkları sahile sürüldüler ve deniz filosunun himayesine tutunabildiler.Bu hareketiyle Genç Mustafa Kemal boğazı 1. defa kurtarmış oldu.Ya 57. Alay?57. Alay başka türlü bir Alaydı.57. Alaydan Gök kubbeye baki kalan bir hoş sedaydı.57.Alay Çanakkale harbinde tamamen şehit oldu... Ama nasıl olur da Balkanlar'da bir nefeste bir vilayeti bırakıp dağılanlar,bugün burada hem de dünyanın en kudretli imparatorluğunun birlikleri karşısında bir karış torak için bir alayın kanını bir nefeste kurban ederler...Evet bunda bir mucize vardı.Bir kumandan mucizesi.Mustafa Kemal artık 19. Tümen komutanı değildir.Arıburnu ve Ağıl dere Cepheleri Kumandanı Mustafa Kemal'dir. M. Kemal Arıburnu çevresinde savaşlarını yaparken onun sağındaki Anafartalar Cephesi de ateş içindedir.Sol kanattaki Conkbayırını ise gece gündüz endişe ile takip eder.Cephelerin bazıları birbirine karışmış,kumanda karışıklığı ortaya çıkmıştı.Bilhassa Conkbayırı böyleydi.9 Ağustos'ta kumanda karışıklığı son haddine varmış,savaş ise zirve noktasındadır.Düşman denizden durmadan çıkarma yapar,karaya durmadan birlikler kusar.Türk Ordusu karargahın son gücünü da cepheye yollamaktadır.Mustafa Kemal bu cephe kargaşasını düzeltmesi gerektiğini bilir.Yoksa tehlike vardır... Mustafa Kemal bu durumun düzeltilmesi için ordu kumandanına açık ve kesin olarak mevcut kuvvetlerin kendi kumandasına verilmesini isteyerek böyle büyük bir sorumluluktan çekinmemiştir;ve "sorumluluk ölümden ağırdır" sözünü söylemiştir. Ordu karargahtan gelen emirle Anafartalar Grup Komutanlığına tayin edilmiştir.10 Ağustosta Taarruza geçmesi emredilmiştir.Çanakkale harbinin en büyük ve en kanlı taarruzu için harekete geçti.Düşmanı ani ve şiddetli bir baskınla yenmek istiyordu.Bu işte kuvvetten çok karar vardır.Her türlü olumsuzluğa rağmen verdiği karar şudur.Düşman yenilecek ve mahvedilecekti. Mustafa Kemal hücum anını şöyle anlatır: "Bütün askerler,zabitler her şeyi unutmuşlar,başkalarının kalplerini verilecek işarete bağlamışlardı.Süngüleri ve bir ayakları ileri uzatılmış olan askerlerimiz,onların önlerinde ellerinde tabancaları,kılıçları,zabitlerimiz kırbacımın aşağı inmesiyle demirden bir kitle halinde aslanca bir saldırışla ileriye atıldılar.Bir saniye sonra düşmanın siperlerinde gökleri dolduran Allah Allah!uğultularından başka bir şey işitilmiyordu.Düşman silah kullanmaya vakit bulamadı.Boğaz boğaza kahramanca bir boğuşma sonunda birinci hattaki düşman kamilen imha edildi.Mustafa Kemal;bu muhaberede hücuma kalkarken askerlerden okuma bilenlerin Kuran-ı Kerimi göğüslerine basarak,bilmeyenlerin kelime-i şahadet getirerek ve hemen hepsinin de iki üç dakika sonra öleceklerini bilerek,nasıl titremeden,irkilmeden ileri atıldıklarını anlatır. "Emin olmalısınız ki,Çanakkale muhaberesini kazandıran bu yüksek ruhtur" demiştir. 10 Ağustos Conkbayırı Savaşı o gün, Mustafa Kemal'in askerlerinin başarısıyla böyle bitmiştir.M. Kemal Çanakkale Muhabereleri denilen destanın ortasında işte bu zafer halesiyle görülür.Yaklaşık 8 aylık Çanakkale savaşlarında Türk askeri cesur,akıllı ve ortak bir komutanın idaresinde neler yapmaya gücü yettiğini göstermiştir.Bilhassa anafartalar savaşında(7-8 Ağustos 1915) yarbay olan M. Kemal'in askere "taarruzu değil ölmeyi emretmesi" savaşın kaderini etkilemiştir.Churchill'in kaderin adamı olarak tanıdığı Mustafa Kemal Conkbayırı ve Kocaçimen'de ilerleyen,Anzak Ordusunu geri çekilmeye zorlayarak işgal edilen noktaları kurtarmıştır.19. Tümen ve 57. Alayı merkezden emir beklemeden kendi inisiyatifiyle cepheye sürmüş,Çanakkale cephesinin düşmesini engellemiş,Boğazları kurtarmıştır.Savaşlar İngilizlerin 19/20 Aralıkta Arıburnu ve Anafartalar'ı 8/9 Ocak Seddülbahri boşaltmasıyla sona ermiştir. Çanakkale Muharebesi bize bir çok muvaffakiyetten mada bir de Mustafa Kemal kazandırmıştı.Osmanlı tarihinin en şerefli sahifesini işgal edeceğine hiç şüphe olmayan Çanakkale muvaffakiyeti Orada çarpışan Türklük ruhunu,Türklük fedakarlığını ispat ettiği gibi büyük bir kahramana malik olduğumuzu gösterdi.Çanakkale zaferi Türk kahramanlık destanıydı.Türk askeri ne demektir?Bunu cihan Çanakkale'de bir daha tanıdı.Düşman çok kuvvetli,bol silahlı ve çok zengin bir milletti.Ona rağmen Türk askeri süngüsüne dayanarak,düşmanı siperlerine mıhladı.Düşmanı tek adım ileri attırmadı.Türk'ün süngüsü Çanakkale'de çelik bir kale oldu.Mustafa Kemal'in kuvvetli sevk ve idaresi,Türk askerinin sarsılmaz iman ve iradesi Türk tarihine altın yaldızlı bir Çanakkale zaferi yazdı.Hiç Şüphesiz Mustafa Kemal ve Cevat Paşaların bu savaşlardaki çabaları yadsınamaz.Mustafa Kemal genç ve azimkar metin bir kumandandır.Çanakkale'de ordu nevmid bir vazifeye düştüğü zaman ümidini bozmamış ve imanından aldığı kuvvetle,ordunun da maneviyatını yükseltmiştir.Büyüklerini tanımak mecburiyetinde olan gençlik "Mustafa Kemal" namını da hafızalarına ilave etmeli halaskarlarımızdan birinin de o olduğunu unutmamalıdır. Düşmanlar Çanakkale boğazından hüsranla çekip gidince artık İstanbul da zabıt ve istila tehlikesinden kurtulmuş demekti.Bütün memleket ahalisinin hususile İstanbulluların M. Kemal'e hürmet minnettarlıkları son dereceyi bulmuştu.Düşmanlar bile bu dahi kumandan idaresindeki Türk askerinin harekatına hürmet ve takdirlerini ifadeden geri durmamıştır.Artık Çanakkale savaşlarının siper savaşına dönüşmesi üzerine son bir saldırı ile düşmanı denize dökme önerisinin reddedilmesi üzerine 10 Aralık 1915'te görevinden istifa etti.Kendisine çok büyük saygısı olan Limon Von Sanders bu istifayı kabul etmeyerek kendisine hava değişimi verildi.İngilizlerin Gelibolu'yu boşalttıkları öğrenildi.İngiliz ve Fransızlar hiç kayba uğramadan çekilmek istiyorlardı.Mustafa Kemal Buna razı olmuyor, düşmanın bedavadan çekip gitmesi sonradan bizimle alay etmesini istemiyordu.10 Aralık 1915'te grup komutanlığından istifa etti.Limon Von Sanders'in bu istifayı hava tebdili iznine çevirmesinden sonra M. Kemal Gelibolu'dan ayrıldı. M. Kemal'in 31 Mart irtica olayını ezmekteki hizmeti daha o dönemde gölgelenmiş ve unutturulmuştu.Arıburnu Conkbayırı ve Anafartalardaki kahramanlıkları ise örtbas edilmeyecek bir hal almıştı.İstanbul'da sansürün gazetelerde isminin yazılmasına izin vermemesi,Enver Paşanın bir çok subayın rütbesini yükselttiği halde onunkinin olduğu gibi kalması,bir çok kişinin hizmetlerini küçük göstermeye çalışmasına rağmen,M. Kemal'in ülke ve ordudaki şanı azalmadı.Artık o bir ad,bir kuvvet,bir umut olmuştu.O iki kere İstanbul'u kurtarmış ve cihan harbinin gidişini değiştirmekte esas amil olmuştu.Türk erlerinin kahramanlığından azami sonuç almayı o bilmiştir.En kalabalık ve güçlü Osmanlı ordusunu o komuta etmişti.Bu yeni duruma dayanarak sırf askerlik görevi dışında bir çok uğraşta bulundu.Bir süre İstanbul ve Sofya'da dinlendikten sonra 1916 yılı başında Edirne'de 16. Kolordu Kolordu Komutanlığı'na atandı.Bir ay sonra Muş ve Bitlis dolaylarında kurulan b aşka bir kolorduya nakledildi.Bu göreve giderken Tüm Generalliğe yükseldi.Van Gölü güneyinden,Çapakur Boğazına kadar 80 km'lik cephede Kazım Karabekir Paşayla beraberdi.Önce cephe hattını geri çekti,sonra Muş ve Bitlis'i geri aldı.Kendisine altın kılıçlı imtiyaz madalyası verildi.M. Kemal Sekarat'ta bulunan 2. Ordu Kumandanlığı'na gelince,Orada Ordu Kurmay Başkanı İsmet İnönü ile tanıştı.Hicaz Seferiyesi Komutanlığı önerildi.Kabul etmedi.Enver Paşa Bağdat'ı geri alma hayaliyle Yıldırım Ordular Grubunu kurdu.M. Kemal de bu orduya bağlı 7. Ordu Komutanı olmuştu.Asıl sorunun Irak'ta değil Filistin'de olduğu anlaşılınca Bağdat'ın geri alınmasından vazgeçilerek,Yıldırım Orduları Filistin'e gönderildi.M. Kemal bu cephede göreve başladıktan sonra,Enver,Talat ve Cevat Paşalara rapor vererek savaş yönetimi ve halkın içinde bulunduğu durumu bildirmiş ve alınması gereken önlemleri açıkça anlatmıştı.Bu rapora 2. bir ek olarak da Yıldırım Ordu Komutanı Falkenhayn'ın tutumunu şiddetle eleştirdi.Enver Paşandan Falkenhayn'ı tutan bir cevap gelince 7. Ordu Komutanlığını Ali Rıza Paşa'ya bırakarak İstanbul'a geldi.2.Ordu kumandanlığına atandıysa da görevi kabul etmedi. 3 Temmuz 1918'de Sultan Reşat'ın ölümüyle yerine Vahdettin geçti.Yarbay Naci'yi kendisine başyaver,İzzet Paşa'yı yaver-i ekrem yaptı.M. Kemal böbrek rahatsızlığı yüzünden Krlsbadda'ydı.Tedavisini yarım bırakıp İstanbul'a geçti(Padişahın emriyle)M. Kemal burada Padişaha orduyu ele almak gerektiğini söylemiş,Vahdettin de gereken işleri Talat ve Enver Paşa ile görüştüğünü söylemiş.Fakat yıkım görülmeye İttihat ve Terakki iktidarının düşeceği sezilmeye başlayınca M. Kemal'in yaver olması gündeme geldi. Vahdettin kendisini yeniden Fahri Yaverliğe ve 7. Ordu komutanlığına getirdi.Osmanlı'nın Filistin'de verdiği mücadele yenilgiyle sonuçlandı.Bulgaristan da Selanik anlaşması ile çekildi.Bu surette Osmanlı'nın müttefikleriyle bağlantısı kesildi.Çok geçmeden Almanya da mütareke istedi.8 Ekim'de Talat Paşa kabinesi istifa etti.M. Kemal bu durumda Osmanlı Devleti'nin müttefiklerinden ayrı bir barış yapmasını sağlamak,elde kalan kuvvetlere ileri sürülecek ateşkes önerilerine karşı milletçe direnmeyi düşünüyordu.Padişaha telgraf çekerek Ahmet İzzet Paşa'yı Sedaret'e getirerek,kendisi harbiye nazırı olmak birkaç kişiyi daha kabineye almak istiyordu.Sadrazam Ahmet İzzet Paşa oldu.M. Kemal'i Harbiye Nazırı yapmadı ama kabine M. Kemal'in isteğine yakındı. 30 Ekim 1918'de Osmanlı Devleti Rauf Bey başkanlığındaki heyetin 36 saat tartışarak kabul ettiği Mondros Mütarekesi imzalandı.Mütareke gereğince Alman komutanların Türkiye'yi terk etmesi gerekiyordu.Limon Von Sanders Yıldırım Orduları Grup Komutanlığını Mustafa Kemal'e verdi.Bu anlaşma ile Osmanlı Devleti kendini düşmana kayıtsız şartsız teslim etmiş,bununla da kalmayarak memleketin istilası için onlara yardım da etmişti.M. Kemal bu mütarekenin sakıncalı bulduğu noktaları sadrazama bildirip bir yandan da elindeki 2. ve 7. kolorduları ulusal savunma kuvveti haline getirmek için çalışmaya koyuldu. 13 Kasım 1918'de itilaf donanmasına bağlı gemilerin İstanbul'a girmesi üzerine yanındakilere dönerek "geldikleri gibi giderler" dedi.Bu sözü bir gün ülkenin bağımsızlığına kavuşacağına olan inancını belirtiyordu.İstanbul fiilen işgal altındaydı.Enver,Cemal ve Talat Paşa'lar memleketten kaçmış,meclis ve hükümet üyeleri birbirine düşmüştü.M. Kemal İstanbul'da kaldığı 6 ay içinde vatanın kurtuluşuna en küçük yardımı dokunabilecek herkesle ilişki kurdu,görüştü.Düşüncelerini daha kolay yayabilmek için Fethi Bey'in çıkardığı Minber gazetesine ortak oldu.Komutan ve subayların moralini yükseltebilmek için,Hasbihal adlı eserini yayımladı.Onun bu çok yönlü çalışmaları işgal kuvvetleri yetkililerini ve hükümeti kuşkulandırıyordu.Onu tevkif etmenin,halk çoğunluğu üzerinde kötü etkileri olacaktı.Şu halde M. Kemal'i İstanbul'dan uzaklaştırmak için uygun bir görev gerekliydi.İngiliz raporlarına göre bir görev vardı.Samsun dolaylarında Türk ahali Rum halka baskı yapıyordu.Bu durumda hükümet önlem olarak M. Kemal'i 9. Ordu Müfettişliğine atadı.Bu kıtaat 15. Kolordu Kazım Karabekir'e bağlıydı.M. Kemal Kazım Paşa'nın yardımıyla çok geniş yetkilerle göreve gidiyordu.Buna göre müfettişlik sınırları dışındaki bütün komutan ve sivil makamlara emir verebilecekti.Bu doğrultuda İngilizlerin vereceği vizeyi heyecanla beklemeye başladı. KURTULUŞ MÜCELESİ Yunan birlikleri 20.000 kişilik bir orduyla İzmir'i işgale başladı.Böylece Türk kurtuluş savaşı 15 Mayıs 1919'da Yunanlıların İzmir'i işgali sırasında düşmana ilk kurşun sıkmasıyla fiilen başladı.İngilizler padişahın M. Kemal'e güveni vardır gerekçesi ile beklenen vizeyi verdiler.16 Mayıs akşamı eski bir şilep olan Bandırma ile yola çıktı.M. Kemal her an bir İngiliz tarafından yolu kesileceğinden kuşkulanıyordu.Kuşkusunda da haklıydı.M. Kemal'in nasıl bir amaçla gittiğini anladılar.Fakat geç kaldıkları için durdurmayı başaramadılar.M. Kemal fırtınalı bir havada Samsun limanına çıktı. Anadolu,İzmir'in işgali ve bunun doğuracağı sonuçlar hakkında çok az bilgiye sahipti.M. Kemal burada telgraf aracılığıyla yetki altında bulundurduğu makamlarla sıkı bir ilişki kurmak,halka protesto ve mitingler yaptırarak Bab-ı Ali ve müttefiklere karşı halkın cephe aldığını göstermek istedi.Askeri ve siyasi alanda çalışmalara başladı.Müdafaa-i Hukuk ve Redd-i İlhak cemiyetleriyle bağlantı kurdu. Bu cemiyetler Yunan işgaline karşı kurulduğu için ve Kuvay-i Milliye ile ilişki kurulamadığı için vatanı kurtaracak güce erişemiyordu. Bu çalışmalar gerek işgal kuvvetleri gerek İstanbul'u rahatsız ediyordu.İngilizler baskılarını arttırınca M. Kemal geri çağırıldı. Oysa Samsun'a geleli bir hafta olmuştu ve rahat çalışabilme imkanları arıyordu.Dolayısıyla bu çağrıya kulak asmadı.Karargahını Havza'ya çekti.Mitingler düzenletti.Müdafa-i Hukuk Derneğinin Havza şubesini kurdu.Reddi İlhak ve Müdafa-i Hukuk dernekleriyle Anadolu ve Trakya'daki bütün komutan ve sivil yöneticilere Havza'dan ilk genelgesini yolladı.Devlete baş kaldırmış olan efeler derhal M. Kemal ve arkadaşlarıyla işbirliğine karar verdiler.Amasyalılar M. Kemal'i davet ettiler o da kabul etti.Amasya çalışmalarına uygun bir ortamdı.Ali Fuat ve Rauf Beyler ile 21-22 Haziran Amasya Genelgesini yayınladı. Mustafa Kemal bu genelge ile Sivas'ta bir kongre toplanması kararını İstanbul hükümeti ve işgal kuvvetlerine duyurdu.İşgal kuvvetleri M. Kemal'i görevden azletti. Bu haberi alır almaz 3. Ordu Müfettişliği ve askerlikten istifa etti.Milli kurtuluş hareketinde milletle beraber herhangi bir fert gibi çalışmak istediğini Ordulara ve millete duyurdu.Vilayet-i Şarkiye Müdafa-i Hukuku Milliye derneğinin Erzurum şubesinin isteğiyle derneğin faal heyetinin başına geçti.Erzurum kongresi 23 Temmuz'da toplandı.9kişilik bir heyeti temsiliye seçildi bunun başında M. Kemal vardı.Temsilcilerin bir çoğu Sivas'a varmışlar,M. Kemal ve arkadaşlarını bekliyorlardı.Erzurum'dan ayrılması gerekiyordu.Sivas kongresi Doğu ve Batı illeri ile Trakya'nın yani bütün bir memleketin birliğini sağlamak gayesi güdülüyordu. Sivas Kongresi 4 Eylül 1919'da lise binasında toplandı.Şark-ı Anadolu Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Derneği adını aldı.11 eylül 1919'daki toplantıda Heyet-i Temsiliye' ye ek olarak 6 kişi daha seçildi.16 kişilik Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Derneği Heyet-i Temsiliyesi oldu.Bu bir geçici hükümet sayılıyordu.Kongre Erzurum Kongresi kararlarını onayladı.Damat Ferit'in adamı Elazığ valisi Ali Galip, Kürt aşiretlerini M. Kemal'e karşı kışkırtıp,çalışmalarını bozmaya çabaladıysa da başarılı olamadı.M. Kemal tarafından sorgulandı.Halep'e kaçtı.Sivas kongresi bu hava içinde sona erdi.Damat Ferit kabinesinin olumsuz çabalarını tespit eden M. Kemal ve arkadaşları,yapmış olduğu olumsuz çalışmaları padişaha bildirdiler.Ferit Paşa Kabinesi çekilmek zorunda kaldı.Yerine gelen Ali Rıza Paşa hükümeti,Heyet-i Temsiliye hükümetini şartlı olarak desteklemeye karar verdi.M. Kemal Sivas'ta iken İrade-i Milliye gazetesin çıkarmıştı.(13 Eyl).Bu defa Ankara'da Hakimiyet-i Milliye gazetesini kurdu.(10 Ocak 1920) Meclis-i Mebusan 12 Ocak'ta İstanbul'da açıldı.Mustafa Kemal İstanbul' giden millet vekillerine,kendisini seçmelerini ve mecliste Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyetini kurmalarını tavsiye etmişti. Kendisi hazır bulunmayan birini seçmenin sakıncalı olacağı düşüncesiyle onu başkanlığa seçmediler.Kurdukları gruba Felah-ı Vatan adı verdiler.Mebusan meclisi heyeti 28 Ocak 1920'de Misak-ı Milli esaslarını bir bildiri şeklinde kabul ve imza etti.Pariste toplanan müttefikler arası konsey 13 Mart'ta İstanbul'un fiilen işgaline karar verdi.16 Mart'ta İstanbul fiilen işgal edildi.M. Kemal olayı İslam elemi ve dünya parlamentolarına yayınladığı bildirilerle protesto etti.Bildiride 700 yıllık Osmanlı Devletinin hayat ve hakimiyetinin sona erdiğini belirterek, milleti hayat ve bağımsızlığını bütün geleceğini korumaya çağırdı. BÜYÜK MİLLET MECLİSİ 19 Mart 1920'de yayınladığı bildiride Ankara'da olağanüstü yetkilerle ve milletin gerçek iradesine sahip bir meclis toplanacağını,bu meclisin milletin yeniden seçeceği temsilcilerle İstanbul Meclis üyelerinden, Anadolu'ya geçe bilenlerden oluşacağını belirtti.Her ilden 5 milletvekili seçilirken 5 Nisan'da Sadaret'e gelen Damat Ferit Milli Hareket'in Padişaha isyan,hareketin başındakileri de eşkıya olarak niteleyen fermanlar yayınlatıyor.Şeyhülislam Abdullah Efendi verdiği fetvada bunları kafir ilan ediyor,öldürülmelerinin dinen caiz olduğunu bildiriyordu.Bu durumu değerlendiren Damat Ferit,İngilizlerin desteğiyle kurduğu bir takım saf ve cahil insanlardan oluşan Kuva-i İnzibatiye ve Hilafet Ordusu'nu Anadolu'ya göndermeye yelteniyordu.TBMM 23 Nisan 1920'de en yaşlı milletvekili Şerif Bey'in başkanlığında toplanıyordu.Ertesi Gün M. Kemal meclis başkanı seçildi.Bir hükümet kurulmasının zorunlu olduğunu söyledi.3 Mayıs 1920'de 11 kişilik icra heyetini seçti.20 Ocak 1921 Teşkilat-ı Esasiye Yasası ile icra vekilleri heyeti kuruluncaya kadar başkanlık yaptı.29 Nisan 1920 günü kabul edilen Hiyanet-i Vataniye yasası ile TBMM'nin niteliğine isyan edenler,sözle veya yazılı saldırı yapanların vatan haini sayılacağı ilan edildi.Bu tür suçluları yargılamak için de İstiklal Mahkemeleri'nin kurulmasına karar verildi. Bu dönemde halkçılık programını düşüncelerine uygun bulmayanlar muhalefet grupları şeklinde ortaya çıktılar.Muhalefette olan anlaşmazlıkları gidermek için mecliste Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti kurdu.10 Mayıs 1921 günü M. Kemal grubun başkanı seçildi.Bu I. Meclis zaman zaman üyeler arası şiddetli tartışmalara sahne olurken konu vatan olduğunda birlik ve beraberlikten hiç ayrılmamıştı.Nihayet zafer sonrası 16 Nisan 1923 günü son birleşimi yapılarak tarihin şerefli sayfalarına geçti. Mustafa Kemal'i meclis çalışmaları dışında meşgul eden konuların başında,dağınık haldeki Türk Ordu'sunu yeniden seferber etmek,silahlandırmak ve eğitmek meselesi geliyordu.Ordu kurulana kadar Kuva-i Milliye birliklerinden yararlanmayı düşünmüş,fakat bunların başındaki Çerkez Ethem ve Demirci Mehmet Efe gibi diğer Kuva-i Milliye birliklerinin keyfi davranışları,yarardan çok zarar getiriyorlardı. Bu durum da düzenli ordunun kurulmasını hızlandırmıştı. SARIKAMIŞ VE KARS GÜMRÜ'NÜN ELE GEÇİRİLMESİ 1877 Osm-Rus savaşı sonrası Rusya'da kalan ve Kars dolaylarında Bağımsız bir Ermeni Devleti kurulmuştu.Ermeniler bu bölgede İngilizlerle işbirliği yapıp Türkleri katlediyor,Türkiye ve Rusya'nın bağlantısını kesmeye çalışıyorlardı.9 Haziran 1920'de Kazım Karabekir 19. Kolordu Kumandanı Doğu Cephesi Kumandanlığına atandı.Doğu illerinde seferberlik ilan ederek kuvvetli bir ordu meydana getirdi.Kars,Sarıkamış ve Gümrü işgal edildi.3 Aralık 1920'de TBMM'nin taraf olduğu ilk anlaşma olan Gümrü imzalandı.Ermeni sorunu ortadan kalktı.Doğu kuvvetlerinin Batı:'ya aktarılması gerçekleşti.Fransızların Güney bölgesindeki(Mersin'den Urfa'ya saldırılarına M. Kemal direktifinde kahramanca karşı koyan milis kuvvetleri Arap savunması sonunda Gazi unvanını almıştı.Fransızlar Türklerle savaşın sonuç vermeyeceğini anlamışlardı.Sakarya savaşından sonra Ankara İtilafname'sini imzaladılar.T.B.M.M ve Türklerin Misak-ı Milli'deki bağımsızlık ilk defa bir devlet tanımıştı. SEVR ANLAŞMASI Yunanlılar 22 Haziran 1920'de Türklerin düzenli ordu kurmasına engel olmak ve barış projesini kabule zorlamak için 3 yönden ileri harekata geçti.T.B.M.M Yunan ilerleyişini durdurmak üzere 20. Kolordu Komutanı Ali Fuat Cebesoy'u Batı Cephesi komutanlığına getirdi.Yunanlılar kuzeyde başarılı olmuşlardı.Balıkesir ve Bursa'yı işgal etmişler,20-27 Temmuz'da Edirne dahil bütün Batı ve Doğu Trakya'yı işgali başarmışlardı.Bu işgaller -özellikle Bursa'nın işgali- mecliste ağır eleştirilere sebep olmuştu.(eski başkentin yitirilişi siyah örtü örtülerek protesto edildi).M. Kemal henüz ordumuzun kuruluş aşamasında olduğunu,zafere inandığını belirtti.Fakat Vahdettin ve İstanbul Hükümeti barış yapılmasını kabul ettiler.10 Ağustos 1920'de Sevr imzalandı.T.B.M.M bu anlaşmayı imzalayanları vatan haini ilan etti. Bu anlaşmayı Türk milletine kabul ettiremeyeceklerini anlayan işgal kuvvetleri,Yunanlıları tekrar saldırıya geçirdiler.Türk Ordu'sunun Çerkez Ethem ile uğraşmasını fırsat bilerek Afyon,Eskişehir,Bursa üzerinden İnönü'ye yürümeye başladılar.Albay İnönü Yunanlıları 3 günlük çetin mücadeleler sonuca mağlup etti.Bu kez Sevr'i uzlaşma yoluyla kabul ettirmeye çalıştılar.Ankara hükümetini Londra'ya çağırdılar.13 günlük konferans sonuç vermedi.Yunan kuvvetleri 23 Mart'ta tekrar saldırıya geçtiler.II. İnönü'de de yenildiler.T.B.M.M ve S.S.C.B Moskova ant. İmzalamış Ankara hükümeti diplomatik güç kazanmış. Yunanlıların 2. kez mağlup olması hoşnutsuzluk ve siyasi buhran yarattı.Yunanlılar farklı bir taktikle tekrar saldırma kararı aldılar.M. KEMAL Batı cephesi ordularının Sakarya'ya çekilmesini istedi.Meclis M. Kemal'in T.B.M.M Ordularının başına getirilmesine karar verdi.(5 Ağustos 1921) olağanüstü yetkilere sahip olmuştu.M. Kemal bu sürecin 3 ayla sınırlanmasını ,gerekirse her 3 ay sonucu sürenin uzatılmasını uygun gördüğünü belirtti. M. Kemal Başkomutan olduktan sonra Tekalif-i Milliye emirlerini yayınladı.Ordunun ihtiyacı olan her türlü malzemenin Ordu emrine verilmesini öngören emirler uygulamak için de Tekalif-i Milliye komisyonu kuruldu.Yunanlıların kesin sonuç almak için tekrar saldırıya geçeneğini biliyordu. 23 Ağustos'ta Yunanlılar tek savunma hattına şiddetli saldırıya başlamış oldu.Sakarya Meydan Savaşı başlamış oldu.22 gün ve 21 gece aralıksız devam eden savaşta M. Kemal ünlü "Hattı müdafaa yoktur,sathı müdafaa vardır.O satıh bütün vatandır" emrini vermiştir.Savunma durumundaki Türk birlikleri saldırıya geçtiler.Sakarya'nın doğusunda yunan askeri kalmamıştı. Türklerden her bakımdan iki kat üstün araç gereçle savaşan Yunan Ordularını yenilgiye uğratan M. Kemal'e Gazi unvanı verildi.Savaş sonrası Fransızlarla Ankara Antlaşması imzalandı.İtilaf devletlerini güvenini sarsan Yunanlılar son bir kez saldırıya geçti.Türk Ordu'sunun da kendisini toplaması gerekliydi.11 ayda bunu başardı.Başkomutanlık Meydan Muharebesi başlamıştı.Garp Cephesi Orduları 2'ye ayrıldı.6 Ağustos 1922'de M. Kemal P.,İsmet P., Genel Kurmay Başkanı Fevzi Paşa taarruz hazırlıklarını gözden geçirdiler.Türkler şiddetli bir saldırı sonucu Çiğiltepe, Erkmentepe, Tınaztepe, Belentepe, vs. ele geçirdi.Afyon kuzeyindeki Yunan Orduları geri çekilmek zorunda kaldılar.Türk ordusu Dumlupınar'a yöneldi. Dumlupınar'ın kuzey ve kuzeydoğudaki 5 tümenlik Trikupis Grubu yenildi. M. Kemal Yunanlıların herhangi bir yerde tutunup savunmaya geçmelerine ve itilaf devletlerinin müdahalesine meydan bırakmamak için düşmanın süratle ve aralıksız kovulmasını istiyordu.Bunun için "Ordular ilk hedefiniz Akdeniz dir" hedefini vermişti.9 Eylül'de 3,5 yıl işgal altındaki İzmir de kurtuldu. Annesi Zübeyde Hanım 14 Ocak 1923'te öldü.29 Ocak 1923 İzmir'in ünlü ailelerinden Uşşakizade'lere mensup Muammer Bey'in kızı Latife Hanım ile evlendi.Evlilikleri 5 Ağustos 1923'e kadar sürdü.18 Eylül'e kadar Batı Anadolu Yunan ordusundan temizlenmiş bulunuyordu. Türk-Yunan Savaşı Mudanya Mütarekesi ile sona erdi.(1 Ekim 1922) Yunanlılar yeterli delege olmadığı gerekçesi ile imzadan kaçındılar.İtilaf Devletlerinin Barış konferansına Ankara Hükümeti ile beraber İstanbul Hükümetini de çağırmak istemesi T.B.M.M' yi harekete geçirdi.Meclis 1 Kasım1922'de saltanat ile halifeliğin ayrılması ve saltanatın kaldırılmasına karar verdi. Vahdettin İngilizlere sığındı.17 Kasım gecesi bir İngiliz zırhlısı ile kaçtı.Abdülmecit Halife oldu. Lozan Barış Ant. 28 Temmuz 1923 günü imzalandı.Yunan sorunu dışında Şark sorunu ve diğer sorunlar ele alındı.I. Dünya savaşında savaş durumunda olan devletler arası barış yapıldı.Türkiye'yi İsmet Paşa temsil ediyordu. İşgal kuvvetleri 30 Ekim 1923'te İstanbul'u boşalttılar.M. Kemal toprak bütünlüğünün ifadesi olarak,Ankara'yı başkent yapmak istiyordu. Tasarı meclise sunuldu. Ankara başkent oldu. M. Kemal askeri alanda büyük başarılar kazanmıştı.Bundan sonra daha fazlası gerekliydi.Şimdi devlet adamı bir devrimci olarak iş başındaydı. 6 Aralık 1922'de basına verdiği demeçte Cumhuriyet Halk partisi adında, Halkçılık ilkesine dayalı bir parti kuracağını ve her türlü yoruma açık olduğunu belirtti. Herkes çeşitli endişeler ortaya attı. Buna rağmen M. Kemal CHP'yi kurdu. Ölünceye kadar da başında kaldı. M. Kemal artık cumhuriyeti ilan etmek için faaliyetlere geçti.Milletvekilleri de bu görüşteydiler.1920 yılında "Egemenlik Ulusundur" ilkesine dayalı idarenin başladığı günden itibaren aslında Cumhuriyet kurulmuş fakat adı söylenmemişti. M. Kemal,İsmet Paşa ve Fethi Bey'i köşküne çağırdı ve cumhuriyeti ilan edeceğini bildirdi. Anayasaya Türkiye Devleti bir Cumhuriyettir maddesi ekendi.29 EKİM 1923'TE Teşkilat-ı Esasiye Yasasında değişiklik yapılarak, cumhuriyetin ilanına karar verildi.Oylamaya katılan milletvekilleri cumhuriyeti kabul ederek kendisini ilk Cumhurbaşkanı seçtiler.1927-31-35 yıllarında 4 yılda bir Cumhurbaşkanı seçildi. T.B.M. M nin 3 Mart 1924 tarihli oturumunda Medreselerin kapatılmasına,eğitim ve öğretimin birleştirilmesine ve Şeriye ve Evkaf Vekaleti'nin kabineden çıkarılmasına ilişkin yasalar kabul edildi.20 Nisan 1924'te 2. anayasa yürürlüğe girdi.Türkiye Cumhuriyeti'nin Laik olduğu kesinlik kazandı. ( 10 Nisan 1928 ) İNKLAPLAR, DEVRİMLER M. Kemal'in gerçekleştirdiği devrimler tek bir temele dayanıyordu.Türk milletini gerçekten Layık olduğu yüksek,güçlü ve müreffeh bir yaşam düzeyine kavuşturmak. Bu düşünceyi engellemeye çalışan her türlü kurum ve muhalifin karşısında bulunuyordu.Eski Ortaçağ karanlığını içinde tutan topluma,ilkel bir görüntü veren kurumları hükümleri ve alışkanlıkları kaldırarak,çağdaş uygarlığın akıl ve bilime dayanan değerlerini getirmek istiyordu. Bu temel görüşler doğrultusunda devrimleri geçekleştirdi. Bu devrimler,hilafetin kaldırılması,eğitimin tek elden yönetilmesi,şeriye mahkemelerinin kaldırılması,Tekke,zaviye ve türbanın kaldırılması,şapka giyiminin zorunlu olması,takvim ve saatte değişiklik,Türk medeni yasasının kabulü,Latin harflerinin kabulü,ulusal okulların açılması ulusal rakamların kabulü, Kur'an ve ezanın Türkçeleştirilmesi.Lakap ve unvanların kaldırılması ve bazı kisvelerin giyilmemesi,hafta tatili cumadan,pazara alındı ve en önemlisi medeni yasanın evlenmeyle ilgili hükümleri...Tanzimat dönemindeki Mecellenin yerini İsviçre medeni kanunundan örnek olarak hazırlanan Türk Medeni Yasası 17 Şubat 1926'da kabul edildi.Medeni yasa ile kadınlara haklar tanınırken,onların siyasal ve ekonomik yaşama katkıları da düşünüldü. 1930'da belediye seçme ve seçilme,1934'te de milletvekili seçme ve seçilme hakkını kazanmıştı.21 haziran 1934'te soyadı yasası kabul edilmiş,T.B.M.M' de M. Kemal'e Atatürk soyadını vermişti.Bunun daha öncesinde hem askeri hem askeri hem siyasi önder olmasını çekemeyenler yüzünden askerlikten istifa etti.(30 haz 1927).Atatürk Cumhuriyet idaresindeki bir ülkenin demokratik olması gerektiği,bunun için birden fazla parti kurulması gerektiğini savunuyordu.Cumhuriyetçilik ve Laiklik ilkesinden ödün vermek istemiyordu.Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası(1924-25) ile Serbest Cumhuriyet Fırkası(1930) bu ülke sınırlarını aştıkları için uzun ömürlü olmadılar. Cumhuriyet Halk Partisinin 2. büyük kurultayında gerek parti,gerekse Türkiye açısından büyük önem taşıyan büyük Nutku'nu okudu.(15-20 Ekim 1927) Nutukta kuruluş savaşının tüm evrelerini belgelerle açıkladı.Cumhuriyetin kuruluşunu,devrimleri,devrimlere karşı çıkanları ayrı, ayrı anlattı. Sonunda da Türkiye Cumhuriyetini Türk gençliğine emanet ettiğini bildirdi.12 Nisan 1931'de Türk Tarih Kurumu'nu kurdu. 12 Temmuz 1932'de Türk Dil Kurumunu kurdu. 1933'te Cumhuriyet'in 10. yılı dolayısıyla konuşma yaptı.Halkı en geniş refah araç ve kaynaklarına sahip çıkmaya ulusal kültürü,çağdaş uygarlık düzeyinin üzerine çıkaracağını söz verdi.Sözünü "Ne Mutlu Türküm Diyene" diyerek noktaladı.Ekonomi ve siyasete önem verdi.Ekonomik sistem olarak Devletçiliği benimsedi.Devlet denetiminde özel girişimi öngördü. Ülke ekonomisi için gerekli büyük,küçük her çeşit sanayii kurmayı ilke edindi.Yalnız ülke çıkarlarına uygun olan yabancı sermayenin ülkede yatırım yapmasına izin verdi.Ülkenin gerçek sahibinin köylü olduğunu belirterek, makinalı tarıma geçmeyi öngördü.Dış siyaseti dostluk ve barış temeline dayandırarak,bu doğrultuda(1934)Balkan(1937) Sadabat Paktını kurdu. 4. kez Cumhurbaşkanlığına seçilen Atatürk Ankara Ant. İle Fransa'ya bırakılan Hatay'ı ülkemize katmak için büyük çaba harcadı.Fakat sağlığı günden güne bozuluyordu.20 Mayıs 1938'de Hatay sorunu ile ilgili olarak Mersin ve çevresindeki askeri birlikleri denetledi. İstanbul'a gitti 5 Eylül'de son biçimini verdiği vasiyetnamesini İstanbul 6. Notere kapalı bir zarf içinde verdi.1kasım 1938 meclis açılışına hastalığı yüzünden katılamadı. Büyük Komutan, devlet adamı,büyük insan 10 kasım 1938 Perşembe günü saat 9.05'te hayata gözlerini yumdu...Bu haber Türk milletini yasa boğdu . |
04-21-2010, 02:07 AM | #29 |
Forum Kalfası
Kayit Tarihi: Aug 2005
Nerden: ManisA
Yaş: 38
Mesajlari: 7,071
Teşekkür Etme: 5 Teşekkür Edilme: 16 Teşekkür Aldığı Konusu: 15
Üye No: 4
Rep Power: 3490
Rep Puanı : 67186
Rep Derecesi :
Cinsiyet : Erkek
|
MUSTAFA KEMAL VE ÇANAKKALE SAVAŞLARI
MUSTAFA KEMAL'İN HAYATI Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu, Türk devriminin yaratıcısı ve uygulayıcısı Mustafa Kemal Atatürk 19 Mayıs 1881'de Selanik'te doğdu. Babası Ali Rıza Efendi annesi Hacı Sofu ailesinden Feyzullah Ağanın kızı Zübeyde Hanımdı.Küçük yaşta babasını kaybeden Mustafa'yı zeki ve büyük bir Türk kadını olan Zübeyde Hanım yetiştirdi.İlk öğrenimini Selanik'te Şemsi Efendi İlköğretim okulunda yaptı.Babasının ölümünden sonra annesiyle beraber köyde yaşayan dayısının yanına yerleşti. Orada köy hayatı yaşamak zorunda kaldı.Annesi okul hayatında uzak kalmasına üzülüyordu.Bu nedenle onu teyzesinin yanında eğitime devam etmesi için Selanik'e yolladı.Okulda bir arkadaşıyla kavga etmesi üzerine Kaymak Hafız adındaki hocası vücudundan kan gelinceye kadar dövmüş, babaannesi de onu okuldan almıştı. Komşuları Binbaşı Kadri Bey'in oğlu Askeri Rüştiyesine gidiyordu. Giydiği kıyafet Mustafa Kemal'i çok özendiriyordu Subayları gördükçe onlara imreniyor onlar gibi Rüştiyeye gitmek istiyordu.Annesi askerlikten koktuğu için askeri okula gitmesini istemiyordu.Bunun üzerine annesinden gizli olarak Rüştiyeye giderek sınavı verdi.Mustafa bu okulda en çok matematik dersiyle uğraşıyor ve çok başarılı oluyordu.Öğretmeninin adı da Mustafa'ydı ve küçük Mustafa'ya senin adın Mustafa benim de bu böyle olmaz.Bundan böyle senin ki Mustafa Kemal olsun diyor.Bundan sonra küçük Mustafa, Mustafa Kemal oluyordu.Matematik dersleri Mustafa Kemal'e çok kolay geliyordu.Hatta bu dalda müzakereci olup ders bile anlatıyordu.Fakat Fransızca'da geriydi.Fransızca hocası Mustafa Kemal ile ilgileniyor acı uyarılarda bulunuyordu.Bu uyarılardan rahatsız olan Mustafa Kemal ilk tatilde Selanik'e geldiğinde Fransız Frerler okuluna devam ederek idadideki derslerinden daha ileri derecede Fransızca öğrendi. Manastır Askeri idadisinde iken şair Ömer Naci ile tanıştı.Ömer Naci o sıralar şiir yazmaktaydı.Mustafa Kemal'den okuyacak bir kitap istemiş getirdiği kitapların hiç birini beğenmemişti.Buna alınan Mustafa Kemal Şiir ve Edebiyata yönelmiş eserler vermeye başlamıştı.Türkçe öğretmeninin 'Şiir seni askerlikten uzaklaştırır.'Uyarısıyla bu isteği içinde kalmış ve bu merakı Tarih'e yönelmiştir.Napolyon'u çok beğeniyor ve örnek alıyordu.Manastır Askeri idadisini bitirdikten sonra harp okulunun piyade bölümüne girdi.Harp okulunu da bitirince Erkan-ı Harbiye'ye girdi.Burada arkadaşlarıyla siyasi fikirlerini anlatmak amacıyla el yazısı bir dergi çıkarmaya başlamıştı.Bir gün veteriner dersliğinde gazete faaliyetleriyle meşgul olurken suçüstü yakalanmıştı.Müfettiş İsmail Paşa sınıfı basarak dersten başka şeylerle uğraştıkları gerekçesiyle tutuklama emri vermiş, okul müdürünün araya girmesiyle izinsizlik cezasıyla yet inilmesine karar verilmişti. Mustafa Kemal 11 Ocak 1905'te Harp Akademisini Kurmay Yüzbaşı olarak 320 kişilik piyade sınıfının 20. likle bitirmiş,kurmaylık hakkı kazanan 13 subay arasına girmişti. İstanbul'da kaldığı sürede arkadaşlarından biri adına tuttukları apartman dairesinde ara sıra toplanıp memleket meselelerini konuşuyorlardı.Aralarına giren bir ajanın bunları ihbar etmesiyle birkaç arkadaşın ve Mustafa Kemal tutuklanmıştı.Birkaç arkadaşı itirafta bulunmuş bir müddet tutuklu kaldıktan sonra serbest bırakılmışlardı.Bir süre sonra Hap Akademisini bitirenleri Genelkurmaydan çağırdılar.Mustafa Kemal'in arkadaşlarıyla arasında bir örgüt olduğu düşüncesiyle Şam daki 30.Süvari Alayına staja gönderdiler.Bu bir nevi sürgündü. Mustafa Kemal'in staj gördüğü alayın komutanı Lütfi Bey idi.Bu komutanla Dürzü ayaklanması sırasında ahbap olmuştu.Lütfi Bey onu diğer arkadaşlarıyla da tanıştırdı.Bunlar 2. Abdülhamit yönetimine karşı bir örgüt kurmak istemiş fakat başaramamışlardır. Mustafa Kemal'le beraber 1906 Ekimi gecesi Tüccar Mustafa'nın evinde Vatan ve Hürriyet derneğini kurdular.Suriye ve yöresinde örgütlenmeyi sağlamak Mustafa Kemal'in göreviydi.Beyrut, Yafa ve Kudüs'e giderek örgütlenmeyi sağladı.Vatan ve Hürriyet cemiyetinin bir şubesini de Selanik'te kurdular.Bir süre topçu stajı yapmak için Şam'a gönderilen Mustafa Kemal staj sonrası Kolağası ( Kıdemli Yüzbaşı) oldu.Şamdaki ordu Kurmay heyetine atandı.( 20 Haziran 1907) Mustafa Kemal'in ayrılmasından sonra Vatan ve Hürriyet derneği Selanik'te gelişme gösteremedi.O sıralarda ittihak ve terakki kurulmuştu.Dr. Nazım'ın aracılığıyla iki dernek ittihak ve terakki adı altında birleşti.(1907) Dr. Nazım ve diğer arkadaşlarının ısrarıyla 29 Ekim de ittihak ve terakki derneğine girdi.Derneğin Makedonya örgütlenme çalışmalarına yardımcı oldu.22 Haziran 1908 de kendisine ek görev olarak Selanik - Üsküp demir yolu müfettişliği görevi verildi.Selanik ve Üsküp demir yolu üzerindeki şehir ve garnizonlara derneğin şubelerini açtı ve gelişmesi için çalıştı. İttihat ve terakki derneği 1876 Anayasasının geri getirilmesini isteyen bir bildiri yayınladı.İstanbul derneğin isteğini kabule mecbur oldu.1908 de 2. Meşrutiyet ilan oldu.Mustafa Kemal meşrutiyeti ilan etmekle işin bitmediğini söyleyerek köklü reformlar yapılması gerektiğini bunun içinde İttihat ve Terakki'nin siyasal parti niteliği almasını, ordunun kesin olarak siyasetten çekilmesini şart görüyordu.Bunun için İttihat ve Terakkicilerle arasında bu noktada görüş ayrılığı ortaya çıktı.Bu sırada Trablusgarp'ta Meşrutiyet idaresine karşı bir ayaklanma hareketi baş gösterdi.İttihatçılar bunu fırsat bilerek Mustafa Kemal'i Selanik'ten uzaklaştırıp Trablus'a gönderdiler.Mustafa Kemal karşılaştıkları tüm güçlüklere rağmen hareketi kan dökmeden bastırdı.Selanik'e 2. Redif tümeni Kurmay başkanı olarak döndü. (13 Ocak 1909) 2.Meşrutiyete rağmen ittihatçılar İstanbul'a tam manasıyla hakim olmadılar.Dernek içinde de ayrılıklar baş gösterdi.(13 Nisan 1909) 31 Mart'ta İstanbul'da rejime karşı bir ayaklanma oldu.Bu hareketi bastırmak üzere İstanbul'a yürümeye karar verdi. Hareket ordusunu kurdu.Kurmay başkanlığını üstlendi. 31 Mart olayından sonra yani ittihak ve terakkicilerin 2. Abdülhamit'i tahttan indirmesinden sonra Selanik'e döndü. Mustafa Kemal'in Selanik'teki çalışmalarından hoşnut olmayan 3. ordu komutanı, kendisini Selanik'ten uzaklaştırmak için Genelkurmay başkanlığında bir göreve atanmasını sağladı.Bu atamadan pek az sonra 13 Eylül 1911 de İtalyanlar Trablusgarp'a saldırdı.Mustafa Kemal Trablusgarp'a giderek İtalyanlarla savaşmaya karar verdi.Devrin genç subaylarından Fethi Okyar , Enver Paşa ve başka subaylarda Trablusgarp'a gitti.Mahmut Şevket Paşa İngilizlerin kendilerini Mısır'dan geçirmeyeceğini söylese de Mustafa Kemal'in direnişine engel olamadı.16 Ekim 1911 de Tobruk a gitti.Ethem Paşanın kurmaylığını üstüne aldı.9 Ocak 1912 de Mustafa Kemal'in idaresinde yapılan Tobruk muhaberesinde başarılı olundu.Mustafa Kemal Trablusgarp'ta iken Balkanlarda savaş patlak verdi.Savaş haberini alır almaz derhal görev almak istedi.İstanbul'a dönmek üzereyken Komonova yenilgisini, Selanik'in düştüğünü,Bulgarların Çatalca önlerine geldiğini öğrenerek büyük üzüntü yaşadı.Türk ordularının bu kadar kolay yenileceğine inanmıyordu.Romanya üzerinden İstanbul'a geldi''Akdeniz Boğazı Kuva-i Mürettebesi ''harekat müdürlüğüne atandı.Bu birliğin kurmay başkanı Fethi Beyle Bulgarlara saldırarak Trakya ve Edirne'nin kurtarılması hakkındaki önerisi çok önemlidir. Kolordu Kurmay başkanı Fethi Bey askerlikten çekildi.İttihak ve Terakki genel sekreteri oldu. Yerine Mustafa Kemal geçti ve Edirne'nin kurtarılması hareketine katıldı. (22 Temmuz1913 ) 27 Ekim 1973 de Fethi Okyar Sofya Elçiliğine M. Kemal'de Sofya askeri ataşeliğine gönderildi.Burada M. Kemal vatanperver faaliyetler yürüttü. Enver Paşa Yarbaylıkta Tümgenareliğe yükselerek harbiye nazırı oldu.M. Kemal'in askerlik ve komutanlık niteliklerini yakından bilmesine rağmen aralarında öteden beri süren rekabet yüzünden M. Kemal'e faal bir görev vermedi.Sadece Mart 1914 de Onu yarbaylığa yükseltti. I.DÜNYA SAVAŞI ÇANAKKALE CEPHESİ VE MUSTAFA KEMAL 28 Haziran 1914'te Avusturya veliahdı arşidük Ferdinand Saraybosna'da bir Sırplı tarafından öldürülmüş, bundan bir ay sonra Avusturya-Sırbistan savaşı başlamıştı.Bu I. Dünya savaşının başlaması demekti.M. Kemal savaşa Almanya'yla beraber girilmesine karşıydı.Almanya savaşı kazanırsa Osmanlı onun uydusu olacak,kaybederse Osmanlı her şeyini kaybedecekti.Ona göre devlet tarafsız kalıp kuvvetlenmeye bakmalıydı.Enver Paşa ise bu düşüncenin tam zıddını savunuyordu.Nitekim onun istediği oldu.Osm. savaşa girdi.bu sırada Batılı müttefikler Almanya karşısında zor duruma düşen Rusya'ya yardım ulaştırabilmek için Çanakkale Boğazını zorla geçmeye karar verdiler.Rus donanması bir çok defa boğazın dış tabyalarını bombardıman etmişti.Bir çıkarma işleminin gün geçtikçe yaklaştığı anlaşılıyordu Mustafa Kemal'in Çanakkale savaşlarına başlaması bu savaşın ilk günlerinde başlar.1 Ekim'de Boğaz resmen kapatıldı.19 Şubat 1915'te düşmanın ilk taarruzu başladı.Mustafa Kemal'in 19. Tümen Karargahı Eceabat'a nakledildi.Şubat sonunda M. Kemal birliklerini kıyılara yerleştirmiştir.5 Mart'ta tümen karargahına gelen Boğaz Komutanı Cevat Paşa'ya (Çobanlı) kendi tümeninin Seddülbahir sahil tertibatını gösterirken düşmen gemilerinin ateşine maruz kalmışlardı. Bölgenin korunmasından sorumla 26. alay M. Kemal'in talimatı ile düşmanı mağlup etti.Bu muhaberelerin kara tarafı M. Kemal'in üzerinde idi.İngiliz ve Fransızların deniz mağlubiyetlerinden sonra vazgeçmeyeceklerini bilen M. Kemal,kıyıya adam çıkaracakları düşüncesiyle maiyetindeki birliklere uyanık olmaları emrini verdi.Gerekli yerlere müracaat edip kuvvetlerini arttırıyordu.O bölge kumandanlığına Halim Sami Bey'in atanmasıyla, Yarbay M. Kemal "genel yedek" olarak kalmıştı.M. Kemal'in tümeninden bir alay Çanakkale'ye geçmişse de geri çevrilmiş.Bunun üzerine o da bütün tümeni Bigalı köyünde toplayarak,talim ve terbiye ediyordu.18 Mart'tan 25 Nisan'a kadar zaman,düşmanın keşif ve oyalama hareketleriyle geçer.Düşman Boğazın geçilemeyeceğini anlayıp,yarımadanın Avrupa kıyılarına asker çıkarma planlarını tamamladı.25 Nisan'da ise önce yarım ada ile Trakya arasındaki Saros körfezine ve Boğaz ağzındaki Anadolu köşesine şaşırtma çıkarmaları yaparlar.26 Nisan'da,Rumeli tarafı giriş noktasında(Seddil Bahir) çıkartma başlar,Bu çıkartma Ege Denizine bakan Kabatepe ve Arıburnu kıyılarındaki çıkartmalarla hedefini belli eder.O günden itibaren de kara harpleri başlamış demektir.Mustafa Kemal bu savaşların tam içinde,Arıburnu cephesindedir. Bu topraklardaki savaşlar bir meydan harbi değildir.Bir harekat harbi değildir.Bu savaşlar birer avuç denebilecek dar topraklar üzerinde binlerce,on binlerce,yüz binlerce insanın kucak kucağa,boğaz boğaza gırtlaklaşmasıdır. Halil Sami Bey'den gelen bir raporla düşmanın Arıburnu sırtlarına çıktığı anlaşılıyor.Mustafa Kemal'den taburunu adı geçen düşmana karşı sevk etmesi isteniyordu.Daha önce tahmin ettiği gibi düşmanın Kabatepe'ye karaya çıkma girişimi başlıyordu.Bu işle mücadelenin zor olacağını bildiği için bütün tümeniyle düşmana yaklaşmayı düşündü.Emrindeki tüm kuvvetleri derhal hazır bulunarak emir almaları için yanına çağırdı.Bigalı deresi boyunca alayı Kocaçimen Tepesi'ne doğrulttu.Yaya olarak Conkbayırına vardılar. Osmanlı Hükümeti ve Genelkurmayın Ege denizinden gelecek bir saldırıya hazırlıklı olmadığı bir gerçektir.Onun içindir ki Gelibolu karaları Ege Denizine karşı tamamen açık bulunuyordu.Bu tertipsizliğin,yolsuzluğun,muharebe şebekelerinden yoksun oluşun, Çanakkale savaşlarında,Türk ordusuna çok pahalıya mal olduğu hakikattir.Kocaçimen'e 57. alayını bizzat sevk ederek ulaştıran M. Kemal'in ilk gördüğü manzara pek fikir verici değildir.Düşmanın çıkartma yeri Arıburnu ölü zaviyededir.Yani Kocaçimen'den görülmez.Bunun üzerine bin bir güçlükle Conkbayırına ulaşır Bu esnada Conkbayırının güneyindeki 261 rakımlı tepeden sahil gözetlemesine memur bir müfreze efradının,Conkbayırına doğru kaçmakta olduğunu gösteren M. Kemal ile arasında şu konuşma geçer: -Niçin kaçıyorsunuz?dedim -Efendim düşman!dediler -Nerede? -İşte,diye 261 rakımlı tepeyi gösterdiler. Hakikaten düşman tepeye serbestçe yaklaşmaktadır.Mustafa Kemal'in ise elinde kuvveti yoktur.Düşman ona Kocaçimen'deki askerinden daha yakındır.Derhal karar verir. "Bu kararı kendisi bir mantıki muhakeme veya sev kitabi olarak değerlendirir."İşte bu karar savaşın gidişatını değiştirir. -Düşmandan kaçılmaz der -Cephanemiz yok diyen askere. -Süngünüz var ya...dedi ve sonrasını şöyle anlatır: Bağırarak bunlara süngü taktırdım.Yere yatırdım.Aynı zamanda Conkbayırına ilerlemekte olan piyade alayı ve cebel bataryasının "marş marşla" benim bulunduğum yerdeki emir zabitini onları çağırmaları için geriye saldırdım.Bu efrat süngü takıp yere yatınca düşman efradı da yere yattı.Kazandığımız an bu andır. -Düşününüz,işte bu bir andı. Conk bayırından harekatı idare eder,sağ sol birliklerle irtibat kurmaya çalışır,taarruz ilerlemektedir.Bu harekatı anlatırken sözleri şuydu:"Herkes öldürmek ve ölmek için düşmana atılmıştı." Ya öldürmek ya ölmek!Zaten bu verilmiş bir emirdir.Aslı şöyledir:-Size taarruzu emretmiyorum ölmeyi emrediyorum. Biz ölünceye kadar geçecek zaman içinde başka kuvvetler ve komutanlar olabilir..."Kumandan işte böyle bir anda böyle bir emri verebilen insandır." Neticede düşmana saldırıldı.Boğuşuldu.Düşman dayanamayıp geri çekildi.Sahile kadar gerileyerek orada tutunabildi.Arıburnu cephesi işte böyle açıldı. 25/26 Nisan 1915 gecesi 5 İngiliz tümeni yeniden Arıburnu'na çıkarma yapar.Bu bir küçük ordudur.Halbuki bizim kuvvetlerimiz yetersizdir.Ayaklarındaki çarıkları dökülmüş,yiyecekleri kıt,yolları yoktur.Muharebe şebekesi iyi kurulamamıştır.Mustafa kemal her türlü olumsuzluğa rağmen emrindeki birliklerle sonuna kadar mücadele etmiş,26 Nisan günü savaş neticesini mağlup olmuyoruz şeklinde bildirmiştir.27 Nisan'da 2 alay daha takviye ederler.Verdiği emir aynıdır.O günkü harekatı yönettiği tepeye Kemalyeri adı verilmiştir. Kemalyerindeki Mustafa Kemal Artık dünyanın en kudretli imparatorluğunun,Türk topraklarına kustuğu sonu gelmez insan ve ateş kudretiyle boğuşmuş kendini denemiştir.Kendine güvenen ve yenilmeyeceğine inanan bir genç ve güzel insandır.Kemalyeri'nden sağ kanattaki bir çok düşman askerinin ellerini kaldırıp,beyaz mendiller sallayarak kendi erlerine teslim oluşunu seyreder.Ama düşmanın asker çıkarması durmaz devam eder.29 Nisan gene çarpışmalarla geçer.Herkes bulunduğu toprağa,taşa elleri,ayakları,tırnaklarıyla sarılmıştır.Gene de herkesin çabası karşısındakinin yapıştığı toprağı onun elinden almaktır.Onu ya öldürmek ya atmaktır. Churchill hatıratında Türklerin mücadelesini şöyle özetler: "Türkler bu daracık geçit başında sıkı bir savunmaya girişmişlerdi.Canlarını veriyorlar fakat vatan toprağından karış vermiyorlardı. 30 Nisan!da bir kumandanlar toplantısı yapılır.Mustafa Kemal şöyle der: "Bire kadar hepimiz ölerek düşmanı mutlaka denize dökmemiz lazımdır."İçimizde ve askerlerimizde,Balkan harbi utancını tekrar görmektense ölmeyecek yoktur.Böyleleri varsa kendi elimizle kurşuna dizelim. Yarımadanın en dar ve en tehlikeli noktası olan Arıburnu cephesinin gerisinde bizim 19. tümenimiz ihtiyatta bulunuyordu.Bunun komutanı genç yarbay Mustafa Kemal idi.Karaya çıkarmayı ve arz ettiği tehlikeyi hissedince kendiliğinden harekete geçti.Tümenin düşmanın eline geçmesi çok tehlikeli bir durum doğuracak olan Kocaçimen tepesi istikametine sevk etti. Bizzat kendisi 57. Alayın başında bu tepenin en şiddetli noktasına yaklaştığı zaman Anzak kolordularının öncüleri tepeye ulaşmışlardı.Kısa bir müddet boğazın en dar noktasını seyredebildiler.Sonra 57. alayın şiddetli bir taaruzuyla geri atıldılar.Çıktıkları sahile sürüldüler ve deniz filosunun himayesine tutunabildiler.Bu hareketiyle Genç Mustafa Kemal boğazı 1. defa kurtarmış oldu.Ya 57. Alay?57. Alay başka türlü bir Alaydı.57. Alaydan Gök kubbeye baki kalan bir hoş sedaydı.57.Alay Çanakkale harbinde tamamen şehit oldu... Ama nasıl olur da Balkanlar'da bir nefeste bir vilayeti bırakıp dağılanlar,bugün burada hem de dünyanın en kudretli imparatorluğunun birlikleri karşısında bir karış torak için bir alayın kanını bir nefeste kurban ederler...Evet bunda bir mucize vardı.Bir kumandan mucizesi.Mustafa Kemal artık 19. Tümen komutanı değildir.Arıburnu ve Ağıl dere Cepheleri Kumandanı Mustafa Kemal'dir. M. Kemal Arıburnu çevresinde savaşlarını yaparken onun sağındaki Anafartalar Cephesi de ateş içindedir.Sol kanattaki Conkbayırını ise gece gündüz endişe ile takip eder.Cephelerin bazıları birbirine karışmış,kumanda karışıklığı ortaya çıkmıştı.Bilhassa Conkbayırı böyleydi.9 Ağustos'ta kumanda karışıklığı son haddine varmış,savaş ise zirve noktasındadır.Düşman denizden durmadan çıkarma yapar,karaya durmadan birlikler kusar.Türk Ordusu karargahın son gücünü da cepheye yollamaktadır.Mustafa Kemal bu cephe kargaşasını düzeltmesi gerektiğini bilir.Yoksa tehlike vardır... Mustafa Kemal bu durumun düzeltilmesi için ordu kumandanına açık ve kesin olarak mevcut kuvvetlerin kendi kumandasına verilmesini isteyerek böyle büyük bir sorumluluktan çekinmemiştir;ve "sorumluluk ölümden ağırdır" sözünü söylemiştir. Ordu karargahtan gelen emirle Anafartalar Grup Komutanlığına tayin edilmiştir.10 Ağustosta Taarruza geçmesi emredilmiştir.Çanakkale harbinin en büyük ve en kanlı taarruzu için harekete geçti.Düşmanı ani ve şiddetli bir baskınla yenmek istiyordu.Bu işte kuvvetten çok karar vardır.Her türlü olumsuzluğa rağmen verdiği karar şudur.Düşman yenilecek ve mahvedilecekti. Mustafa Kemal hücum anını şöyle anlatır: "Bütün askerler,zabitler her şeyi unutmuşlar,başkalarının kalplerini verilecek işarete bağlamışlardı.Süngüleri ve bir ayakları ileri uzatılmış olan askerlerimiz,onların önlerinde ellerinde tabancaları,kılıçları,zabitlerimiz kırbacımın aşağı inmesiyle demirden bir kitle halinde aslanca bir saldırışla ileriye atıldılar.Bir saniye sonra düşmanın siperlerinde gökleri dolduran Allah Allah!uğultularından başka bir şey işitilmiyordu.Düşman silah kullanmaya vakit bulamadı.Boğaz boğaza kahramanca bir boğuşma sonunda birinci hattaki düşman kamilen imha edildi.Mustafa Kemal;bu muhaberede hücuma kalkarken askerlerden okuma bilenlerin Kuran-ı Kerimi göğüslerine basarak,bilmeyenlerin kelime-i şahadet getirerek ve hemen hepsinin de iki üç dakika sonra öleceklerini bilerek,nasıl titremeden,irkilmeden ileri atıldıklarını anlatır. "Emin olmalısınız ki,Çanakkale muhaberesini kazandıran bu yüksek ruhtur" demiştir. 10 Ağustos Conkbayırı Savaşı o gün, Mustafa Kemal'in askerlerinin başarısıyla böyle bitmiştir.M. Kemal Çanakkale Muhabereleri denilen destanın ortasında işte bu zafer halesiyle görülür.Yaklaşık 8 aylık Çanakkale savaşlarında Türk askeri cesur,akıllı ve ortak bir komutanın idaresinde neler yapmaya gücü yettiğini göstermiştir.Bilhassa anafartalar savaşında(7-8 Ağustos 1915) yarbay olan M. Kemal'in askere "taarruzu değil ölmeyi emretmesi" savaşın kaderini etkilemiştir.Churchill'in kaderin adamı olarak tanıdığı Mustafa Kemal Conkbayırı ve Kocaçimen'de ilerleyen,Anzak Ordusunu geri çekilmeye zorlayarak işgal edilen noktaları kurtarmıştır.19. Tümen ve 57. Alayı merkezden emir beklemeden kendi inisiyatifiyle cepheye sürmüş,Çanakkale cephesinin düşmesini engellemiş,Boğazları kurtarmıştır.Savaşlar İngilizlerin 19/20 Aralıkta Arıburnu ve Anafartalar'ı 8/9 Ocak Seddülbahri boşaltmasıyla sona ermiştir. Çanakkale Muharebesi bize bir çok muvaffakiyetten mada bir de Mustafa Kemal kazandırmıştı.Osmanlı tarihinin en şerefli sahifesini işgal edeceğine hiç şüphe olmayan Çanakkale muvaffakiyeti Orada çarpışan Türklük ruhunu,Türklük fedakarlığını ispat ettiği gibi büyük bir kahramana malik olduğumuzu gösterdi.Çanakkale zaferi Türk kahramanlık destanıydı.Türk askeri ne demektir?Bunu cihan Çanakkale'de bir daha tanıdı.Düşman çok kuvvetli,bol silahlı ve çok zengin bir milletti.Ona rağmen Türk askeri süngüsüne dayanarak,düşmanı siperlerine mıhladı.Düşmanı tek adım ileri attırmadı.Türk'ün süngüsü Çanakkale'de çelik bir kale oldu.Mustafa Kemal'in kuvvetli sevk ve idaresi,Türk askerinin sarsılmaz iman ve iradesi Türk tarihine altın yaldızlı bir Çanakkale zaferi yazdı.Hiç Şüphesiz Mustafa Kemal ve Cevat Paşaların bu savaşlardaki çabaları yadsınamaz.Mustafa Kemal genç ve azimkar metin bir kumandandır.Çanakkale'de ordu nevmid bir vazifeye düştüğü zaman ümidini bozmamış ve imanından aldığı kuvvetle,ordunun da maneviyatını yükseltmiştir.Büyüklerini tanımak mecburiyetinde olan gençlik "Mustafa Kemal" namını da hafızalarına ilave etmeli halaskarlarımızdan birinin de o olduğunu unutmamalıdır. Düşmanlar Çanakkale boğazından hüsranla çekip gidince artık İstanbul da zabıt ve istila tehlikesinden kurtulmuş demekti.Bütün memleket ahalisinin hususile İstanbulluların M. Kemal'e hürmet minnettarlıkları son dereceyi bulmuştu.Düşmanlar bile bu dahi kumandan idaresindeki Türk askerinin harekatına hürmet ve takdirlerini ifadeden geri durmamıştır.Artık Çanakkale savaşlarının siper savaşına dönüşmesi üzerine son bir saldırı ile düşmanı denize dökme önerisinin reddedilmesi üzerine 10 Aralık 1915'te görevinden istifa etti.Kendisine çok büyük saygısı olan Limon Von Sanders bu istifayı kabul etmeyerek kendisine hava değişimi verildi.İngilizlerin Gelibolu'yu boşalttıkları öğrenildi.İngiliz ve Fransızlar hiç kayba uğramadan çekilmek istiyorlardı.Mustafa Kemal Buna razı olmuyor, düşmanın bedavadan çekip gitmesi sonradan bizimle alay etmesini istemiyordu.10 Aralık 1915'te grup komutanlığından istifa etti.Limon Von Sanders'in bu istifayı hava tebdili iznine çevirmesinden sonra M. Kemal Gelibolu'dan ayrıldı. M. Kemal'in 31 Mart irtica olayını ezmekteki hizmeti daha o dönemde gölgelenmiş ve unutturulmuştu.Arıburnu Conkbayırı ve Anafartalardaki kahramanlıkları ise örtbas edilmeyecek bir hal almıştı.İstanbul'da sansürün gazetelerde isminin yazılmasına izin vermemesi,Enver Paşanın bir çok subayın rütbesini yükselttiği halde onunkinin olduğu gibi kalması,bir çok kişinin hizmetlerini küçük göstermeye çalışmasına rağmen,M. Kemal'in ülke ve ordudaki şanı azalmadı.Artık o bir ad,bir kuvvet,bir umut olmuştu.O iki kere İstanbul'u kurtarmış ve cihan harbinin gidişini değiştirmekte esas amil olmuştu.Türk erlerinin kahramanlığından azami sonuç almayı o bilmiştir.En kalabalık ve güçlü Osmanlı ordusunu o komuta etmişti.Bu yeni duruma dayanarak sırf askerlik görevi dışında bir çok uğraşta bulundu.Bir süre İstanbul ve Sofya'da dinlendikten sonra 1916 yılı başında Edirne'de 16. Kolordu Kolordu Komutanlığı'na atandı.Bir ay sonra Muş ve Bitlis dolaylarında kurulan b aşka bir kolorduya nakledildi.Bu göreve giderken Tüm Generalliğe yükseldi.Van Gölü güneyinden,Çapakur Boğazına kadar 80 km'lik cephede Kazım Karabekir Paşayla beraberdi.Önce cephe hattını geri çekti,sonra Muş ve Bitlis'i geri aldı.Kendisine altın kılıçlı imtiyaz madalyası verildi.M. Kemal Sekarat'ta bulunan 2. Ordu Kumandanlığı'na gelince,Orada Ordu Kurmay Başkanı İsmet İnönü ile tanıştı.Hicaz Seferiyesi Komutanlığı önerildi.Kabul etmedi.Enver Paşa Bağdat'ı geri alma hayaliyle Yıldırım Ordular Grubunu kurdu.M. Kemal de bu orduya bağlı 7. Ordu Komutanı olmuştu.Asıl sorunun Irak'ta değil Filistin'de olduğu anlaşılınca Bağdat'ın geri alınmasından vazgeçilerek,Yıldırım Orduları Filistin'e gönderildi.M. Kemal bu cephede göreve başladıktan sonra,Enver,Talat ve Cevat Paşalara rapor vererek savaş yönetimi ve halkın içinde bulunduğu durumu bildirmiş ve alınması gereken önlemleri açıkça anlatmıştı.Bu rapora 2. bir ek olarak da Yıldırım Ordu Komutanı Falkenhayn'ın tutumunu şiddetle eleştirdi.Enver Paşandan Falkenhayn'ı tutan bir cevap gelince 7. Ordu Komutanlığını Ali Rıza Paşa'ya bırakarak İstanbul'a geldi.2.Ordu kumandanlığına atandıysa da görevi kabul etmedi. 3 Temmuz 1918'de Sultan Reşat'ın ölümüyle yerine Vahdettin geçti.Yarbay Naci'yi kendisine başyaver,İzzet Paşa'yı yaver-i ekrem yaptı.M. Kemal böbrek rahatsızlığı yüzünden Krlsbadda'ydı.Tedavisini yarım bırakıp İstanbul'a geçti(Padişahın emriyle)M. Kemal burada Padişaha orduyu ele almak gerektiğini söylemiş,Vahdettin de gereken işleri Talat ve Enver Paşa ile görüştüğünü söylemiş.Fakat yıkım görülmeye İttihat ve Terakki iktidarının düşeceği sezilmeye başlayınca M. Kemal'in yaver olması gündeme geldi. Vahdettin kendisini yeniden Fahri Yaverliğe ve 7. Ordu komutanlığına getirdi.Osmanlı'nın Filistin'de verdiği mücadele yenilgiyle sonuçlandı.Bulgaristan da Selanik anlaşması ile çekildi.Bu surette Osmanlı'nın müttefikleriyle bağlantısı kesildi.Çok geçmeden Almanya da mütareke istedi.8 Ekim'de Talat Paşa kabinesi istifa etti.M. Kemal bu durumda Osmanlı Devleti'nin müttefiklerinden ayrı bir barış yapmasını sağlamak,elde kalan kuvvetlere ileri sürülecek ateşkes önerilerine karşı milletçe direnmeyi düşünüyordu.Padişaha telgraf çekerek Ahmet İzzet Paşa'yı Sedaret'e getirerek,kendisi harbiye nazırı olmak birkaç kişiyi daha kabineye almak istiyordu.Sadrazam Ahmet İzzet Paşa oldu.M. Kemal'i Harbiye Nazırı yapmadı ama kabine M. Kemal'in isteğine yakındı. 30 Ekim 1918'de Osmanlı Devleti Rauf Bey başkanlığındaki heyetin 36 saat tartışarak kabul ettiği Mondros Mütarekesi imzalandı.Mütareke gereğince Alman komutanların Türkiye'yi terk etmesi gerekiyordu.Limon Von Sanders Yıldırım Orduları Grup Komutanlığını Mustafa Kemal'e verdi.Bu anlaşma ile Osmanlı Devleti kendini düşmana kayıtsız şartsız teslim etmiş,bununla da kalmayarak memleketin istilası için onlara yardım da etmişti.M. Kemal bu mütarekenin sakıncalı bulduğu noktaları sadrazama bildirip bir yandan da elindeki 2. ve 7. kolorduları ulusal savunma kuvveti haline getirmek için çalışmaya koyuldu. 13 Kasım 1918'de itilaf donanmasına bağlı gemilerin İstanbul'a girmesi üzerine yanındakilere dönerek "geldikleri gibi giderler" dedi.Bu sözü bir gün ülkenin bağımsızlığına kavuşacağına olan inancını belirtiyordu.İstanbul fiilen işgal altındaydı.Enver,Cemal ve Talat Paşa'lar memleketten kaçmış,meclis ve hükümet üyeleri birbirine düşmüştü.M. Kemal İstanbul'da kaldığı 6 ay içinde vatanın kurtuluşuna en küçük yardımı dokunabilecek herkesle ilişki kurdu,görüştü.Düşüncelerini daha kolay yayabilmek için Fethi Bey'in çıkardığı Minber gazetesine ortak oldu.Komutan ve subayların moralini yükseltebilmek için,Hasbihal adlı eserini yayımladı.Onun bu çok yönlü çalışmaları işgal kuvvetleri yetkililerini ve hükümeti kuşkulandırıyordu.Onu tevkif etmenin,halk çoğunluğu üzerinde kötü etkileri olacaktı.Şu halde M. Kemal'i İstanbul'dan uzaklaştırmak için uygun bir görev gerekliydi.İngiliz raporlarına göre bir görev vardı.Samsun dolaylarında Türk ahali Rum halka baskı yapıyordu.Bu durumda hükümet önlem olarak M. Kemal'i 9. Ordu Müfettişliğine atadı.Bu kıtaat 15. Kolordu Kazım Karabekir'e bağlıydı.M. Kemal Kazım Paşa'nın yardımıyla çok geniş yetkilerle göreve gidiyordu.Buna göre müfettişlik sınırları dışındaki bütün komutan ve sivil makamlara emir verebilecekti.Bu doğrultuda İngilizlerin vereceği vizeyi heyecanla beklemeye başladı. KURTULUŞ MÜCELESİ Yunan birlikleri 20.000 kişilik bir orduyla İzmir'i işgale başladı.Böylece Türk kurtuluş savaşı 15 Mayıs 1919'da Yunanlıların İzmir'i işgali sırasında düşmana ilk kurşun sıkmasıyla fiilen başladı.İngilizler padişahın M. Kemal'e güveni vardır gerekçesi ile beklenen vizeyi verdiler.16 Mayıs akşamı eski bir şilep olan Bandırma ile yola çıktı.M. Kemal her an bir İngiliz tarafından yolu kesileceğinden kuşkulanıyordu.Kuşkusunda da haklıydı.M. Kemal'in nasıl bir amaçla gittiğini anladılar.Fakat geç kaldıkları için durdurmayı başaramadılar.M. Kemal fırtınalı bir havada Samsun limanına çıktı. Anadolu,İzmir'in işgali ve bunun doğuracağı sonuçlar hakkında çok az bilgiye sahipti.M. Kemal burada telgraf aracılığıyla yetki altında bulundurduğu makamlarla sıkı bir ilişki kurmak,halka protesto ve mitingler yaptırarak Bab-ı Ali ve müttefiklere karşı halkın cephe aldığını göstermek istedi.Askeri ve siyasi alanda çalışmalara başladı.Müdafaa-i Hukuk ve Redd-i İlhak cemiyetleriyle bağlantı kurdu. Bu cemiyetler Yunan işgaline karşı kurulduğu için ve Kuvay-i Milliye ile ilişki kurulamadığı için vatanı kurtaracak güce erişemiyordu. Bu çalışmalar gerek işgal kuvvetleri gerek İstanbul'u rahatsız ediyordu.İngilizler baskılarını arttırınca M. Kemal geri çağırıldı. Oysa Samsun'a geleli bir hafta olmuştu ve rahat çalışabilme imkanları arıyordu.Dolayısıyla bu çağrıya kulak asmadı.Karargahını Havza'ya çekti.Mitingler düzenletti.Müdafa-i Hukuk Derneğinin Havza şubesini kurdu.Reddi İlhak ve Müdafa-i Hukuk dernekleriyle Anadolu ve Trakya'daki bütün komutan ve sivil yöneticilere Havza'dan ilk genelgesini yolladı.Devlete baş kaldırmış olan efeler derhal M. Kemal ve arkadaşlarıyla işbirliğine karar verdiler.Amasyalılar M. Kemal'i davet ettiler o da kabul etti.Amasya çalışmalarına uygun bir ortamdı.Ali Fuat ve Rauf Beyler ile 21-22 Haziran Amasya Genelgesini yayınladı. Mustafa Kemal bu genelge ile Sivas'ta bir kongre toplanması kararını İstanbul hükümeti ve işgal kuvvetlerine duyurdu.İşgal kuvvetleri M. Kemal'i görevden azletti. Bu haberi alır almaz 3. Ordu Müfettişliği ve askerlikten istifa etti.Milli kurtuluş hareketinde milletle beraber herhangi bir fert gibi çalışmak istediğini Ordulara ve millete duyurdu.Vilayet-i Şarkiye Müdafa-i Hukuku Milliye derneğinin Erzurum şubesinin isteğiyle derneğin faal heyetinin başına geçti.Erzurum kongresi 23 Temmuz'da toplandı.9kişilik bir heyeti temsiliye seçildi bunun başında M. Kemal vardı.Temsilcilerin bir çoğu Sivas'a varmışlar,M. Kemal ve arkadaşlarını bekliyorlardı.Erzurum'dan ayrılması gerekiyordu.Sivas kongresi Doğu ve Batı illeri ile Trakya'nın yani bütün bir memleketin birliğini sağlamak gayesi güdülüyordu. Sivas Kongresi 4 Eylül 1919'da lise binasında toplandı.Şark-ı Anadolu Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Derneği adını aldı.11 eylül 1919'daki toplantıda Heyet-i Temsiliye' ye ek olarak 6 kişi daha seçildi.16 kişilik Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Derneği Heyet-i Temsiliyesi oldu.Bu bir geçici hükümet sayılıyordu.Kongre Erzurum Kongresi kararlarını onayladı.Damat Ferit'in adamı Elazığ valisi Ali Galip, Kürt aşiretlerini M. Kemal'e karşı kışkırtıp,çalışmalarını bozmaya çabaladıysa da başarılı olamadı.M. Kemal tarafından sorgulandı.Halep'e kaçtı.Sivas kongresi bu hava içinde sona erdi.Damat Ferit kabinesinin olumsuz çabalarını tespit eden M. Kemal ve arkadaşları,yapmış olduğu olumsuz çalışmaları padişaha bildirdiler.Ferit Paşa Kabinesi çekilmek zorunda kaldı.Yerine gelen Ali Rıza Paşa hükümeti,Heyet-i Temsiliye hükümetini şartlı olarak desteklemeye karar verdi.M. Kemal Sivas'ta iken İrade-i Milliye gazetesin çıkarmıştı.(13 Eyl).Bu defa Ankara'da Hakimiyet-i Milliye gazetesini kurdu.(10 Ocak 1920) Meclis-i Mebusan 12 Ocak'ta İstanbul'da açıldı.Mustafa Kemal İstanbul' giden millet vekillerine,kendisini seçmelerini ve mecliste Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyetini kurmalarını tavsiye etmişti. Kendisi hazır bulunmayan birini seçmenin sakıncalı olacağı düşüncesiyle onu başkanlığa seçmediler.Kurdukları gruba Felah-ı Vatan adı verdiler.Mebusan meclisi heyeti 28 Ocak 1920'de Misak-ı Milli esaslarını bir bildiri şeklinde kabul ve imza etti.Pariste toplanan müttefikler arası konsey 13 Mart'ta İstanbul'un fiilen işgaline karar verdi.16 Mart'ta İstanbul fiilen işgal edildi.M. Kemal olayı İslam elemi ve dünya parlamentolarına yayınladığı bildirilerle protesto etti.Bildiride 700 yıllık Osmanlı Devletinin hayat ve hakimiyetinin sona erdiğini belirterek, milleti hayat ve bağımsızlığını bütün geleceğini korumaya çağırdı. BÜYÜK MİLLET MECLİSİ 19 Mart 1920'de yayınladığı bildiride Ankara'da olağanüstü yetkilerle ve milletin gerçek iradesine sahip bir meclis toplanacağını,bu meclisin milletin yeniden seçeceği temsilcilerle İstanbul Meclis üyelerinden, Anadolu'ya geçe bilenlerden oluşacağını belirtti.Her ilden 5 milletvekili seçilirken 5 Nisan'da Sadaret'e gelen Damat Ferit Milli Hareket'in Padişaha isyan,hareketin başındakileri de eşkıya olarak niteleyen fermanlar yayınlatıyor.Şeyhülislam Abdullah Efendi verdiği fetvada bunları kafir ilan ediyor,öldürülmelerinin dinen caiz olduğunu bildiriyordu.Bu durumu değerlendiren Damat Ferit,İngilizlerin desteğiyle kurduğu bir takım saf ve cahil insanlardan oluşan Kuva-i İnzibatiye ve Hilafet Ordusu'nu Anadolu'ya göndermeye yelteniyordu.TBMM 23 Nisan 1920'de en yaşlı milletvekili Şerif Bey'in başkanlığında toplanıyordu.Ertesi Gün M. Kemal meclis başkanı seçildi.Bir hükümet kurulmasının zorunlu olduğunu söyledi.3 Mayıs 1920'de 11 kişilik icra heyetini seçti.20 Ocak 1921 Teşkilat-ı Esasiye Yasası ile icra vekilleri heyeti kuruluncaya kadar başkanlık yaptı.29 Nisan 1920 günü kabul edilen Hiyanet-i Vataniye yasası ile TBMM'nin niteliğine isyan edenler,sözle veya yazılı saldırı yapanların vatan haini sayılacağı ilan edildi.Bu tür suçluları yargılamak için de İstiklal Mahkemeleri'nin kurulmasına karar verildi. Bu dönemde halkçılık programını düşüncelerine uygun bulmayanlar muhalefet grupları şeklinde ortaya çıktılar.Muhalefette olan anlaşmazlıkları gidermek için mecliste Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti kurdu.10 Mayıs 1921 günü M. Kemal grubun başkanı seçildi.Bu I. Meclis zaman zaman üyeler arası şiddetli tartışmalara sahne olurken konu vatan olduğunda birlik ve beraberlikten hiç ayrılmamıştı.Nihayet zafer sonrası 16 Nisan 1923 günü son birleşimi yapılarak tarihin şerefli sayfalarına geçti. Mustafa Kemal'i meclis çalışmaları dışında meşgul eden konuların başında,dağınık haldeki Türk Ordu'sunu yeniden seferber etmek,silahlandırmak ve eğitmek meselesi geliyordu.Ordu kurulana kadar Kuva-i Milliye birliklerinden yararlanmayı düşünmüş,fakat bunların başındaki Çerkez Ethem ve Demirci Mehmet Efe gibi diğer Kuva-i Milliye birliklerinin keyfi davranışları,yarardan çok zarar getiriyorlardı. Bu durum da düzenli ordunun kurulmasını hızlandırmıştı. SARIKAMIŞ VE KARS GÜMRÜ'NÜN ELE GEÇİRİLMESİ 1877 Osm-Rus savaşı sonrası Rusya'da kalan ve Kars dolaylarında Bağımsız bir Ermeni Devleti kurulmuştu.Ermeniler bu bölgede İngilizlerle işbirliği yapıp Türkleri katlediyor,Türkiye ve Rusya'nın bağlantısını kesmeye çalışıyorlardı.9 Haziran 1920'de Kazım Karabekir 19. Kolordu Kumandanı Doğu Cephesi Kumandanlığına atandı.Doğu illerinde seferberlik ilan ederek kuvvetli bir ordu meydana getirdi.Kars,Sarıkamış ve Gümrü işgal edildi.3 Aralık 1920'de TBMM'nin taraf olduğu ilk anlaşma olan Gümrü imzalandı.Ermeni sorunu ortadan kalktı.Doğu kuvvetlerinin Batı:'ya aktarılması gerçekleşti.Fransızların Güney bölgesindeki(Mersin'den Urfa'ya saldırılarına M. Kemal direktifinde kahramanca karşı koyan milis kuvvetleri Arap savunması sonunda Gazi unvanını almıştı.Fransızlar Türklerle savaşın sonuç vermeyeceğini anlamışlardı.Sakarya savaşından sonra Ankara İtilafname'sini imzaladılar.T.B.M.M ve Türklerin Misak-ı Milli'deki bağımsızlık ilk defa bir devlet tanımıştı. SEVR ANLAŞMASI Yunanlılar 22 Haziran 1920'de Türklerin düzenli ordu kurmasına engel olmak ve barış projesini kabule zorlamak için 3 yönden ileri harekata geçti.T.B.M.M Yunan ilerleyişini durdurmak üzere 20. Kolordu Komutanı Ali Fuat Cebesoy'u Batı Cephesi komutanlığına getirdi.Yunanlılar kuzeyde başarılı olmuşlardı.Balıkesir ve Bursa'yı işgal etmişler,20-27 Temmuz'da Edirne dahil bütün Batı ve Doğu Trakya'yı işgali başarmışlardı.Bu işgaller -özellikle Bursa'nın işgali- mecliste ağır eleştirilere sebep olmuştu.(eski başkentin yitirilişi siyah örtü örtülerek protesto edildi).M. Kemal henüz ordumuzun kuruluş aşamasında olduğunu,zafere inandığını belirtti.Fakat Vahdettin ve İstanbul Hükümeti barış yapılmasını kabul ettiler.10 Ağustos 1920'de Sevr imzalandı.T.B.M.M bu anlaşmayı imzalayanları vatan haini ilan etti. Bu anlaşmayı Türk milletine kabul ettiremeyeceklerini anlayan işgal kuvvetleri,Yunanlıları tekrar saldırıya geçirdiler.Türk Ordu'sunun Çerkez Ethem ile uğraşmasını fırsat bilerek Afyon,Eskişehir,Bursa üzerinden İnönü'ye yürümeye başladılar.Albay İnönü Yunanlıları 3 günlük çetin mücadeleler sonuca mağlup etti.Bu kez Sevr'i uzlaşma yoluyla kabul ettirmeye çalıştılar.Ankara hükümetini Londra'ya çağırdılar.13 günlük konferans sonuç vermedi.Yunan kuvvetleri 23 Mart'ta tekrar saldırıya geçtiler.II. İnönü'de de yenildiler.T.B.M.M ve S.S.C.B Moskova ant. İmzalamış Ankara hükümeti diplomatik güç kazanmış. Yunanlıların 2. kez mağlup olması hoşnutsuzluk ve siyasi buhran yarattı.Yunanlılar farklı bir taktikle tekrar saldırma kararı aldılar.M. KEMAL Batı cephesi ordularının Sakarya'ya çekilmesini istedi.Meclis M. Kemal'in T.B.M.M Ordularının başına getirilmesine karar verdi.(5 Ağustos 1921) olağanüstü yetkilere sahip olmuştu.M. Kemal bu sürecin 3 ayla sınırlanmasını ,gerekirse her 3 ay sonucu sürenin uzatılmasını uygun gördüğünü belirtti. M. Kemal Başkomutan olduktan sonra Tekalif-i Milliye emirlerini yayınladı.Ordunun ihtiyacı olan her türlü malzemenin Ordu emrine verilmesini öngören emirler uygulamak için de Tekalif-i Milliye komisyonu kuruldu.Yunanlıların kesin sonuç almak için tekrar saldırıya geçeneğini biliyordu. 23 Ağustos'ta Yunanlılar tek savunma hattına şiddetli saldırıya başlamış oldu.Sakarya Meydan Savaşı başlamış oldu.22 gün ve 21 gece aralıksız devam eden savaşta M. Kemal ünlü "Hattı müdafaa yoktur,sathı müdafaa vardır.O satıh bütün vatandır" emrini vermiştir.Savunma durumundaki Türk birlikleri saldırıya geçtiler.Sakarya'nın doğusunda yunan askeri kalmamıştı. Türklerden her bakımdan iki kat üstün araç gereçle savaşan Yunan Ordularını yenilgiye uğratan M. Kemal'e Gazi unvanı verildi.Savaş sonrası Fransızlarla Ankara Antlaşması imzalandı.İtilaf devletlerini güvenini sarsan Yunanlılar son bir kez saldırıya geçti.Türk Ordu'sunun da kendisini toplaması gerekliydi.11 ayda bunu başardı.Başkomutanlık Meydan Muharebesi başlamıştı.Garp Cephesi Orduları 2'ye ayrıldı.6 Ağustos 1922'de M. Kemal P.,İsmet P., Genel Kurmay Başkanı Fevzi Paşa taarruz hazırlıklarını gözden geçirdiler.Türkler şiddetli bir saldırı sonucu Çiğiltepe, Erkmentepe, Tınaztepe, Belentepe, vs. ele geçirdi.Afyon kuzeyindeki Yunan Orduları geri çekilmek zorunda kaldılar.Türk ordusu Dumlupınar'a yöneldi. Dumlupınar'ın kuzey ve kuzeydoğudaki 5 tümenlik Trikupis Grubu yenildi. M. Kemal Yunanlıların herhangi bir yerde tutunup savunmaya geçmelerine ve itilaf devletlerinin müdahalesine meydan bırakmamak için düşmanın süratle ve aralıksız kovulmasını istiyordu.Bunun için "Ordular ilk hedefiniz Akdeniz dir" hedefini vermişti.9 Eylül'de 3,5 yıl işgal altındaki İzmir de kurtuldu. Annesi Zübeyde Hanım 14 Ocak 1923'te öldü.29 Ocak 1923 İzmir'in ünlü ailelerinden Uşşakizade'lere mensup Muammer Bey'in kızı Latife Hanım ile evlendi.Evlilikleri 5 Ağustos 1923'e kadar sürdü.18 Eylül'e kadar Batı Anadolu Yunan ordusundan temizlenmiş bulunuyordu. Türk-Yunan Savaşı Mudanya Mütarekesi ile sona erdi.(1 Ekim 1922) Yunanlılar yeterli delege olmadığı gerekçesi ile imzadan kaçındılar.İtilaf Devletlerinin Barış konferansına Ankara Hükümeti ile beraber İstanbul Hükümetini de çağırmak istemesi T.B.M.M' yi harekete geçirdi.Meclis 1 Kasım1922'de saltanat ile halifeliğin ayrılması ve saltanatın kaldırılmasına karar verdi. Vahdettin İngilizlere sığındı.17 Kasım gecesi bir İngiliz zırhlısı ile kaçtı.Abdülmecit Halife oldu. Lozan Barış Ant. 28 Temmuz 1923 günü imzalandı.Yunan sorunu dışında Şark sorunu ve diğer sorunlar ele alındı.I. Dünya savaşında savaş durumunda olan devletler arası barış yapıldı.Türkiye'yi İsmet Paşa temsil ediyordu. İşgal kuvvetleri 30 Ekim 1923'te İstanbul'u boşalttılar.M. Kemal toprak bütünlüğünün ifadesi olarak,Ankara'yı başkent yapmak istiyordu. Tasarı meclise sunuldu. Ankara başkent oldu. M. Kemal askeri alanda büyük başarılar kazanmıştı.Bundan sonra daha fazlası gerekliydi.Şimdi devlet adamı bir devrimci olarak iş başındaydı. 6 Aralık 1922'de basına verdiği demeçte Cumhuriyet Halk partisi adında, Halkçılık ilkesine dayalı bir parti kuracağını ve her türlü yoruma açık olduğunu belirtti. Herkes çeşitli endişeler ortaya attı. Buna rağmen M. Kemal CHP'yi kurdu. Ölünceye kadar da başında kaldı. M. Kemal artık cumhuriyeti ilan etmek için faaliyetlere geçti.Milletvekilleri de bu görüşteydiler.1920 yılında "Egemenlik Ulusundur" ilkesine dayalı idarenin başladığı günden itibaren aslında Cumhuriyet kurulmuş fakat adı söylenmemişti. M. Kemal,İsmet Paşa ve Fethi Bey'i köşküne çağırdı ve cumhuriyeti ilan edeceğini bildirdi. Anayasaya Türkiye Devleti bir Cumhuriyettir maddesi ekendi.29 EKİM 1923'TE Teşkilat-ı Esasiye Yasasında değişiklik yapılarak, cumhuriyetin ilanına karar verildi.Oylamaya katılan milletvekilleri cumhuriyeti kabul ederek kendisini ilk Cumhurbaşkanı seçtiler.1927-31-35 yıllarında 4 yılda bir Cumhurbaşkanı seçildi. T.B.M. M nin 3 Mart 1924 tarihli oturumunda Medreselerin kapatılmasına,eğitim ve öğretimin birleştirilmesine ve Şeriye ve Evkaf Vekaleti'nin kabineden çıkarılmasına ilişkin yasalar kabul edildi.20 Nisan 1924'te 2. anayasa yürürlüğe girdi.Türkiye Cumhuriyeti'nin Laik olduğu kesinlik kazandı. ( 10 Nisan 1928 ) İNKLAPLAR, DEVRİMLER M. Kemal'in gerçekleştirdiği devrimler tek bir temele dayanıyordu.Türk milletini gerçekten Layık olduğu yüksek,güçlü ve müreffeh bir yaşam düzeyine kavuşturmak. Bu düşünceyi engellemeye çalışan her türlü kurum ve muhalifin karşısında bulunuyordu.Eski Ortaçağ karanlığını içinde tutan topluma,ilkel bir görüntü veren kurumları hükümleri ve alışkanlıkları kaldırarak,çağdaş uygarlığın akıl ve bilime dayanan değerlerini getirmek istiyordu. Bu temel görüşler doğrultusunda devrimleri geçekleştirdi. Bu devrimler,hilafetin kaldırılması,eğitimin tek elden yönetilmesi,şeriye mahkemelerinin kaldırılması,Tekke,zaviye ve türbanın kaldırılması,şapka giyiminin zorunlu olması,takvim ve saatte değişiklik,Türk medeni yasasının kabulü,Latin harflerinin kabulü,ulusal okulların açılması ulusal rakamların kabulü, Kur'an ve ezanın Türkçeleştirilmesi.Lakap ve unvanların kaldırılması ve bazı kisvelerin giyilmemesi,hafta tatili cumadan,pazara alındı ve en önemlisi medeni yasanın evlenmeyle ilgili hükümleri...Tanzimat dönemindeki Mecellenin yerini İsviçre medeni kanunundan örnek olarak hazırlanan Türk Medeni Yasası 17 Şubat 1926'da kabul edildi.Medeni yasa ile kadınlara haklar tanınırken,onların siyasal ve ekonomik yaşama katkıları da düşünüldü. 1930'da belediye seçme ve seçilme,1934'te de milletvekili seçme ve seçilme hakkını kazanmıştı.21 haziran 1934'te soyadı yasası kabul edilmiş,T.B.M.M' de M. Kemal'e Atatürk soyadını vermişti.Bunun daha öncesinde hem askeri hem askeri hem siyasi önder olmasını çekemeyenler yüzünden askerlikten istifa etti.(30 haz 1927).Atatürk Cumhuriyet idaresindeki bir ülkenin demokratik olması gerektiği,bunun için birden fazla parti kurulması gerektiğini savunuyordu.Cumhuriyetçilik ve Laiklik ilkesinden ödün vermek istemiyordu.Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası(1924-25) ile Serbest Cumhuriyet Fırkası(1930) bu ülke sınırlarını aştıkları için uzun ömürlü olmadılar. Cumhuriyet Halk Partisinin 2. büyük kurultayında gerek parti,gerekse Türkiye açısından büyük önem taşıyan büyük Nutku'nu okudu.(15-20 Ekim 1927) Nutukta kuruluş savaşının tüm evrelerini belgelerle açıkladı.Cumhuriyetin kuruluşunu,devrimleri,devrimlere karşı çıkanları ayrı, ayrı anlattı. Sonunda da Türkiye Cumhuriyetini Türk gençliğine emanet ettiğini bildirdi.12 Nisan 1931'de Türk Tarih Kurumu'nu kurdu. 12 Temmuz 1932'de Türk Dil Kurumunu kurdu. 1933'te Cumhuriyet'in 10. yılı dolayısıyla konuşma yaptı.Halkı en geniş refah araç ve kaynaklarına sahip çıkmaya ulusal kültürü,çağdaş uygarlık düzeyinin üzerine çıkaracağını söz verdi.Sözünü "Ne Mutlu Türküm Diyene" diyerek noktaladı.Ekonomi ve siyasete önem verdi.Ekonomik sistem olarak Devletçiliği benimsedi.Devlet denetiminde özel girişimi öngördü. Ülke ekonomisi için gerekli büyük,küçük her çeşit sanayii kurmayı ilke edindi.Yalnız ülke çıkarlarına uygun olan yabancı sermayenin ülkede yatırım yapmasına izin verdi.Ülkenin gerçek sahibinin köylü olduğunu belirterek, makinalı tarıma geçmeyi öngördü.Dış siyaseti dostluk ve barış temeline dayandırarak,bu doğrultuda(1934)Balkan(1937) Sadabat Paktını kurdu. 4. kez Cumhurbaşkanlığına seçilen Atatürk Ankara Ant. İle Fransa'ya bırakılan Hatay'ı ülkemize katmak için büyük çaba harcadı.Fakat sağlığı günden güne bozuluyordu.20 Mayıs 1938'de Hatay sorunu ile ilgili olarak Mersin ve çevresindeki askeri birlikleri denetledi. İstanbul'a gitti 5 Eylül'de son biçimini verdiği vasiyetnamesini İstanbul 6. Notere kapalı bir zarf içinde verdi.1kasım 1938 meclis açılışına hastalığı yüzünden katılamadı. Büyük Komutan, devlet adamı,büyük insan 10 kasım 1938 Perşembe günü saat 9.05'te hayata gözlerini yumdu...Bu haber Türk milletini yasa boğdu . |
04-21-2010, 02:07 AM | #30 |
Forum Kalfası
Kayit Tarihi: Aug 2005
Nerden: ManisA
Yaş: 38
Mesajlari: 7,071
Teşekkür Etme: 5 Teşekkür Edilme: 16 Teşekkür Aldığı Konusu: 15
Üye No: 4
Rep Power: 3490
Rep Puanı : 67186
Rep Derecesi :
Cinsiyet : Erkek
|
NUSRAT MAYIN GEMİSİ
NUSRAT NASIL BİR GEMİYDİ? Nusrat Mayın Gemisi, 1912 yılında Almanya'nın Kiel şehrinde Germenia tezgahlarında inşa ettirilmiştir. Eni: 7,4 m. Boyu: 40m. Çektiği su: 2 m. Sürati: 15 mildir. Bu tekne dar alanlarda kolayca manevra yapabiliyor ve az su çektiğinden mayın alanları üzerinde güvenle dolaşabiliyordu. Gemi 3 eylül 1914'te Çanakkale'ye getirildi. NUSRAT''TA İKİ KAHRAMAN YÜZBAŞI Hafız Nazmi Bey: Balkan Savaşı'ndan sonra Çanakkale Boğazı Mayın Grup Komutanlığına ve klavuzluğa atanmıştır. Balkan Savaşı'nda bir iki düşman gemisi batırmakla da ün yapmıştır. 18 Mart 1915 tarihinde kazanılan başarıda büyük pay sahibi olan Hafiz Nazmi binbaşılıktan emekli olmuştur. Son günlerine kadar denizden ayrılamayan Binbaşı Nazmi Akpınar 65 yaşındayken 5 mayıs 1940 günü hayata gözlerini yummuştur. Tophaneli Hakkı Kaptan: Nusrat Mayın Gemisi komutanıdır. Bu önemli görevden iki gün önce kalp krizi geçirdiği halde, bu tarihi görevi Hafız Nazmi Beyle paylaşmak istemiş hayatından fedakarlık ederek onunla birlikte ve Nusrat'ın komutanı sıfatı ile göreve çıkmıştır. Mayınları döşedikten sonra geri dönüş esnasında düşman gemilerinin projektörlerle denizi taraması sırasında Nusrat'ın görülebileceği endişesi ve üzüntüsüne dayanamayıp yeni bir kalp krizi ile Çanakkale'ye dönmeden şehit olmuştur. Diğer Nusrat personeli: Güverte Yüzbaşısı Hüseyin, Önyüzbaşı Çarkçı Ali, İkinci Çarkçı Ahmet, Üçüncü Çarkçı Yüzbaşı Hasan, Elektrik Zabiti Mülazım Hasan, Top Zabiti Mülazım Kadri Bey ve elli dört Nefer. MAYINLAR NASIL DÖŞENDİ ? 6 Mart gecesi Cevat Bey, Mayın Grup Komutanı Hafız Nazmi Bey'e "Oğlum! Sana çok önemli bir görev veriyorum. Vatanın selameti bu görevin başarıyla yerine getirilmesine bağlıdır. Yarın akşam, Nusratın son yirmi altı mayınını şu gördüğün karanlık limanda kıyıya paralel olarak dökeceksin. Düşman hareketinizi seçer, size saldırıya kalkışırsa kıyı toplarımız önceden aldıkları talimata uygun olarak hareket edecek ve sizi himaye ateşiyle koruyacaktır. Kendinizi göstermemeye çaba harcayın. Allah yardımcınız olsun". Mayınların kıyıya paralel dökülmesi ve mahalin karanlık liman olarak seçilmesi son derece dahiyane bir fikirdi. Düşman gemileri boğaza giriyorlar, görevlerini tamamlayan zırhlı arkadakilerin yollarına engel olmamak için Karanlık liman' da dönüş yapıyorlardı. Nusrat'ın dökeceği mayınlar kıyıya paralel olup manevra hattına dik olarak yerleştirilecekti. Nusdatın, büyük bir kahramanlıkla karanlık bir gecede, Karanlık Liman'ın, kapkara sularına serptiği bu mayınlar, Osmanlı Bahriyesi'nin elinde mevcut son mayınlardı. 7 Mart'ı 8'e bağlayan gece yarısı Nusrat Çanakkale'den demir aldı. Gemide sessizlik hakimdi. Tüm ışıklar söndürülmüştü. Gemi Karanlık Liman'a yol aldı. Düşman projektörleri denizi tarıyordu. Anadolu yakasındaki Akyarlar'a birer birer sessiz bir şekilde mayınlar bırakılmaya başlandı. Birkaç dakikada tüm mayınlar planlandığı gibi sulara indi. Geri dönüş esnasında düşman devriyelerinin Nusrat'a doğru projektör yakması tüm gemi personelinin yüreğini ağzına getirmişti. O an bir mucize gerçekleşti. Nusrat'i korumakla görevli Türk devriyelerinin projektörleri Nusrat'ı düşmana karşı karambole getirdi. Bu ışık kavgası esnasında sessizce Çanakkale'ye yol alan Nusrat Mayın Gemisi görevini tamamlamıştı. Ancak gemi komutanı Hakkı Bey daha öncede bahsedildiği gibi Çanakkale'ye dönmeden şehit düştü. Mayınların döşenmesinden on gün sonra düşman saldırıya geçmişti. İkmal için geri dönene gemiler onları bekleyen sürpriz'den habersizdiler. Ardı ardına patlamalar meydana gelmeye başladı. 7-8 Mart gecesinde dökülmüş, tüm taramalara rağmen fark edilememiş mayınlar sayesinde savaşın kaderi değişmişti. İlk olarak 639 kişilik mürettebatıyla Bouve adlı zırhlı battı. Ardından İnflexible ve Bolva sulara gömüldüler. İngilizler 18 Mart günü meydana gelen bu talihsizliğin mağlubiyetin acısını son taramasını yaptıktan sonra mayın yoktur raporunu veren pilottan çıkardılar. MÜTTEFİKLER AÇISINDAN18 MART ZAFERİ İngiliz General Oglander'in "Çanakkale-Gelibolu Askeri Harekatı" adlı eserinin 1. cildinde: "Pek uygun başlamış olan gün bu meçhul mayın hattının olağan üstü ve ortalığı kırıp geçiren başarısı yüzünden, tam bir başarısızlıkla sona erdi. Bu yirmi mayının seferin talihi üzerindeki etkisi ölçülemez." Bahriye Nazırı Winston Chuchill 1930'da "Revue de Paris" dergisinde olayı şöyle yorumlamıştır: "Birinci Dünya Harbi'nde bu kadar insanın ölmesine harbin ağır masraflara maal olmasına, denizlerde onca ticaret ve savaş gemisinin batmasına başlıca neden, Türkler tarafından bir gece önce atılan o incecik çelik halat ucunda sallanan yirmi altı adet mayındır." "Nusret'in gizlice döktüğü bu 26 demir kap, savaşın devamı ve dünyanın geleceği bakımdan, diğer tüm çabalardan daha tam ve daha kesin sonuçtu. Hedeflere varmak içindi. Bu engel, İngilizler tarafından başarıyla başlatılmış olan Çanakkale Operasyonunun durduran bir çok psikolojik karışıklıklar doğurdu . Yanlız başına bu mayın engelidir ki Türkiye'yi bir yenilgiden kurtardı ve savaşı uzattı." NUSRAT MAYIN GEMİSİ'NİN AKIBETİ Şuan Mersin İl Kültür Müdürlüğü, Nusrat Mayın Gemisi'ni aynen Yavuz ve Midilli gemileri gibi "jilet" yapmak istemektedir Enzar Töre'nin www.canakkale.org/nusrat.shtml adresinde gördüğüm konuyla ilgili yazısını aktarmak istiyorum. Yazının başlığı "Çanakkale Nusratı'nı Bekliyor." Kalkınmanın Temel taşı ülkesini seven insanların çokluğudur. Ülkeyi sevmenin temelinde ülkenin geçmişini bilmek yatar. Eğer tarihinizi bilmiyorsanız neyi, niçin seveceğinizi bilemezsiniz. Seviyorum derseniz bu anlamsız bir sevmedir. Türkiye'yi seviyorum diyorsanız, önce tarihinizi bileceksiniz, tarihinize sahip çıkacaksınız. Bunu yapmıyorsanız en azında ülkenizi sevmiyorsunuz demektir. Çanakkale Savaşları Dünya üzerinde bir dönüm noktasıdır. Balkan harbi ile başlayan yenilgiler zinciri ile ülkemizin artık elden gittiği yapacak hiç bir şey olmadığı şeklindeki karamsarlık ve yıkıntıyı ortadan kaldırmış ve Türkün bir muhaberede yenilebileceği ama hiç bir zaman yok edilemeyeceği tekrar ispatlanmıştır. En zayıf sanıldığımız bu anda dünyanın en son teknolojileri ile donatılmış ordularını dize getirmiş vatanını savunmuştur. Bugün Orduların varlık sebebi savaşmaktan ziyade caydırıcılıktır. Bu nedenle ordular gerçek güçlerini saklarlar. Önemli olan düşmanın elinizdeki gücü bilip sizden çekinmesi değil, bilmeyerek çekinmesidir. Eğer elinizdeki gücü bilirse ona göre hazırlık yapabilir. Ancak bilemezse her zaman için tereddüt içinde olacaktır. Çanakkale Savaşları bu yönden de önem taşır. Bu büyük savaş, tarihimizde Türk'ün her zaman savaşa hazır olduğunu ve hiç bir zaman güçsüz sanılarak ona saldırılamayacağını göstermiştir. Bu kanaati sağlayan bugünkü ordumuzun gücü kadar tarihimizin bu altın sayfasıdır. İşte bu altın sayfanın yazarı bugün çürüyor. Bu çürümeyi durdurmanın bedeli bugün için savunmaya harcadığımız en küçük bir yeni teknoloji silahtan bile çok daha azdır. Halbuki Nusret anılardaki varlığı ile bu modern silahların yapabileceğinden çok daha fazlasını geçmişte yaptığı gibi bugün de yapıyor. Yeter ki var olsun yeter ki insanlar onu ve hikayesini öğrensinler. Ey Türk Devleti ! Türk milleti ! Tarihinin bu eşsiz kahramanını çürümeye mi terkettin. Eğer bunu yaparsan sen, bugünkü nesil ona layık değilsin. Ve bunun bedelini çok daha ağır ödeyeceksin demektir. Nusrat çiçeklerle bezeli olarak boğaza açıldığı limanda olmalı. Her gün onu görmeliyiz göstermeliyiz ve tüm dünya onun bedeninde görmeli ve anlamalı ki Bu millet en güçsüz sanıldığı anda bile yeterince güçlüdür ve tarih bunu bilmeyenlerin uğradığı felaketleri anlatır. Böyle bir kampanya'yı ortaya atıp başlatan değerli Erol Ercan, yaşadığımız bu toprakları bize emanet eden, bu topraklara basarken ayaklarımızın belki de bir kaç santim altında kemikleri çürüyen binlerce vatan evladı dedemiz ninemiz seni şükranla anıyor. Nusrat jilet olmayacak. Olamayacak. Buna kimsenin gücü yetmez. Ancak çürütmeye gücü yetiyor. Bu kampanyayı gören herkes sayfasına link yapmalı. Çürümesine müsaade etmemeliyiz. -Enzar TÖRE Evet. Nusrat Mayın Gemisi 2001 yılı itibarıyla Mersin'nde çürümeye terkedilmiştir. Batmaması için duyarlı insanlar tarafından içindeki su boşaltılmaktadır. Akıbetinin layık olduğu gibi olması için yardıma muhtaçtır. |
Bu Konudaki Online üyeler: 5 (Üye Sayisi : 0 Ziyaretçi Sayisi : 5) | |
|
|