![]() |
![]() |
#21 |
Guest
Mesajlar: n/a
Üye No:
Cinsiyet :
|
![]() BÖLÜM 4 - Flourish ve Blotts'ta
Kovuk'ta hayat, Privet Drive'dakinden olabildiğince farklıydı. Dursley'ler her şeyin temiz, tertipli olmasını isterdi; Weasley'lerin evi ise ağzına kadar tuhaf ve beklenmedik şeylerle doluydu. Harry mutfak şöminesinin üstündeki aynaya ilk kez bakıp da ayna ona, "Gömleğini içine sok, pasaklı!" diye bağırdığında şok geçirdi. Tavan arasındaki gulyabani, etrafı fazla sessiz bulunca uluyor ve boruları düşürüyordu. Fred ve George'un yatak odasından gelen küçük patlamalar ise tamamen normal sayılıyordu. Ancak Harry'nin, Ron'ların evindeki hayata ilişkin olarak en sıradışı bulduğu şey konuşan ayna ya da şıngırdayan gulyabani değildi. Oradaki herkesin onu seviyor görünmesiydi. Mrs Weasley çoraplarının durumu için yaygara kopardı durdu, her yemekte tabağını dördüncü kez doldurup onu yemeye zorladı. Mr Weasley yemekte Harry'nin yanına oturmasını seviyordu. Böylece onu Muggle hayatı hakkında sorularla bombardıman ediyor, elektrik prizleri ve posta servisi gibi şeylerin nasıl çalıştığım sorabiliyordu. Harry bir telefon vasıtasıyla onunla konuşurken, "Büyüleyici!" derdi. "Muggle'ların sihirsiz idare etmek için buldukları yöntemler çok ustaca, gerçekten." Harry, Kovuk'a geldikten yaklaşık bir hafta sonra güneşli bir sabah Hogwarts'tan haber aldı. O ve Ron kahvaltıya indiklerinde, Mr ve Mrs Weasley ile Ginny çoktan masaya oturmuşlardı. Ginny, Harry'yi gördüğü anda yulaf lapası kâsesine yanlışlıkla çarpıp büyük bir gümbürtüyle yere düşürdü. Ginny, Harry bir odaya her girişinde ona buna çarpmaya çok yatkın görünüyordu. Kâseyi almak için masanın altına daldı ve yüzü batan güneş renginde masanın altından çıktı. Harry bunu fark etmemiş gibi yaparak oturdu ve Mrs Weasley'nin ona verdiği kızarmış ekmeği aldı. "Okuldan mektuplar," dedi Mr Weasley, Harry ve Ron'a sarımsı parşömenden, adresleri yeşil mürekkeple yazılmış, birbirinin eşi zarflar uzatarak. "Dumbledore burada olduğunu zaten biliyor, Harry o adamın da gözünden hiçbir şey kaçmaz. Size de var," dedi, pijamalarıyla ağır ağır içeri giren Fred ve George'a. Hepsi mektuplarını okurken birkaç dakikalık bir sessizlik oldu. Harry'ninkinde, her zaman olduğu gibi l Eylül'de King's Cross İstasyonu'ndan kalkacak Hogwarts Ekspresi'ne binmesi isteniyordu. O yıl Harry'ye gerekecek yeni kitapların da listesi vardı. İkinci yıl öğrencilerine şu kitaplar gerekli olacaktır: Temel Büyüler Kitabî (Sınıf 2) (Miranda Goshawk) Ölüm Perisini Kovalamak (Gilderoy Lockhart) Gulyabanilerle Gezip Tozmak (Gilderoy Lockhart) Cadalozlarla Tatiller (Gilderoy Lockhart) ifritlerle Geziler (Gilderoy Lockhart) Vampirlerle Seyahatler (Gilderoy Lockhart) ********larla Yollarda (Gilderoy Lockhart) Yeti'yle Geçen Yıl (Gilderoy Lockhart) Kendi Üstesini okumayı bitirmiş olan Fred, Harry' ninkine bir göz attı. "Senden de Lockhart'in bütün kitaplarını alman istenmiş!" dedi. "Karanlık Sanatlara Karşı Savunma dersinin yeni hocası onun hayranı olmalı - bahse girerim bir cadıdır." Fred tam bu noktada annesiyle göz göze geldi ve derhal tabağındaki marmelatla ilgilenmeye başladı. George da annesiyle babasına çabucak bir göz atarak, "Bunlar hiç de ucuza mal olmaz," dedi. "Lockhart'in kitapları sahiden de pahalıdır..." "Eh, idare ederiz," dedi Mrs Weasley, ama dertlenmiş görünüyordu. "Ginny'ye almamız gerekenlerin çoğunu ikinci el alırız diye düşünüyorum." Harry, "Ah," dedi Ginny'ye, "Bu yıl Hogwarts'a başlıyor musun?" Kız başını salladı, alev rengi saçlarının diplerine kadar kızardı ve dirseğini tereyağı tabağına soktu. Neyse ki bunu Harry'den başka gören olmadı, çünkü o sırada Ron'un büyük ağabeyi Percy içeri girmişti. Giyinmişti bile, Hogwarts sınıf başkanı rozeti de örgü yeleğine iğnelenmişti. "Herkese günaydın," dedi Percy çabucak. "Güzel bir gün." Geriye kalan tek iskemleye oturdu, ama hani neredeyse o an yerinden sıçrayıp, altından tüyleri dökülmüş gri bir tüy fırça çıkardı - en azından Harry böyle sanmıştı, ta ki onun nefes aldığını görene kadar. "Errol!" dedi Ron, gevşemiş baykuşu Percy'den alıp kanadının altından bir mektup çıkartarak. "Nihayet - Hermione'nin cevabını getirmiş. Ona yazıp seni Dursley'lerden kurtarmaya çalışacağımızı söylemiştim." Errol'ı arka kapının hemen içindeki bir tüneğe taşıdı ve üzerinde durdurmaya çalıştı, ama hayvan hemencecik tünekten düştü. Ron da, "İçler acısı," diye mırıldanarak, onu bulaşıkların suyu süzülsün diye koydukları tezgâha yerleştirdi. Sonra da Hermione'nin mektubunu açtı ve yüksek sesle okudu: Sevgili Ron ve Harry, eğer oradaysan, Umarım her şey yolunda gitmiştir ve Harry de iyidir ve umarım onu evden çıkarmak için yasadışı bir şey yapmamışsındır, Ron, çünkü bu da Harry'nin başını derde sokar. Sahiden kaygılandım, eğer Harry iyiyse lütfen bana hemen haber ver. Ama belki başka bir baykuş kullansan daha iyi olur, çünkü ikinci bir teslimatın bunun işini bitireceğini düşünüyorum. Ders çalışmakla meşgulüm tabii -"Nasıl olabilir ki?" dedi Ron, dehşet içinde. "Tatildeyiz!"- ve önümüzdeki çarşamba yeni kitaplarımı almak için Londra'ya gidiyoruz. Niye Diagon Yolu'nda buluşmayalım? Mümkün olan en kısa zamanda bana neler olduğunu bildir, sevgiler, Hermione. Mrs Weasley, masayı temizlemeye başladı. "Eh, bu da pek güzel uyuyor, biz de gidip sizin öteberinizi o zaman alırız. Bugün ne yapacaksınız?" Harry, Ron, Fred ve George tepeye tırmanıp Weasley'lerin sahibi oldukları küçük bir çimenliğe gitmeyi planlıyorlardı. Burası onları aşağıdaki köyün gözünden saklayacak ağaçlarla çevriliydi. Yani çok yükseğe uçmadıkça burada Quidditch antrenmanı yapabilirlerdi. Gerçek Quidditch topları kullanamazlardı, çünkü bir tanesi kaçıp da köyün üstünden uçarsa bunu açıklamak zor olurdu. Onun yerine birbirlerine yakalasınlar diye elmalar atıyorlardı. Şüphesiz en iyi süpürge olan, Harry'nin Nimbus İki Bin'ine sırayla bindiler. Ron'un eski Kuyruklu Yıldız'ı ise, oralarda uçan kelebekler tarafından bile geçiliyordu. Beş dakika sonra, süpürgeler omuzlarında tepeyi tırmanıyorlardı. Percy'ye onlara katılmak ister mi diye sormuşlar, ama o çok işi olduğunu söylemişti. Harry şimdiye kadar Percy'yi sadece yemek saatlerinde görmüştü. Günün geri kalanını odasına kapanmış halde geçiriyordu. Fred, kaşlarını çatarak, "Keşke ne işler çevirdiğini bilsem," dedi. "Her zamankinden farklı davranıyor. Sınav sonuçları senden bir gün önce geldi. On iki S.B.D. almış, gene de övünüp durdu sayılmaz." George, Harry'nin yüzündeki şaşkın ifadeyi görünce, "Sıradan Büyücülük Düzeyi," diye açıkladı. "Bill'in de on iki tane vardı. Dikkat etmezsek ailede bir Öğrenciler Başkanı daha olacak. Bu utanca dayanabileceğimi sanmıyorum." Bili, Weasley'lerin en büyük oğluydu. O ve bir küçüğü Charlie, artık Hogwarts'tan ayrılmışlardı. Harry ikisiyle de tanışmamıştı, ama Charlie'nin Romanya'da ejderhalar üzerine incelemeler yaptığını, Bill'in de Mısır'da büyücüler bankası Gringotts için çalıştığını biliyordu. George, bir süre sonra, "Annemle babamın bu yıl bütün okul gereçlerimizin parasını nasıl karşılayacaklarını bilmiyorum," dedi. "Beş takım Lockhart kitabı! Ve Ginny'nin de bir cüppeye, bir asaya, her şeye ihtiyacı var..." Harry hiçbir şey söylemedi. Kendini biraz tuhaf hissediyordu. Londra'da Gringotts'ta yeraltındaki bir mahzende annesiyle babasının ona bıraktığı küçük bir servet yatıyordu. Tabii bu para yalnızca büyücülük dünyası için geçerliydi. Galleon'lar, Sickle'lar ve Knut'ları, Muggle dükkânlarında kullanamazsınız. Gringotts'taki hesabından Dursley'lere hiç söz etmemişti. Sihire ilişkin her şeye karşı duydukları dehşetin koca bir altın yığınını da kapsamına alacağına inanmıyordu. Mrs Weasley ertesi çarşamba sabahı hepsini erkenden uyandırdı. Adam başı yarım düzine pastırmalı sandviçi çarçabuk yedikten sonra paltolarını giydiler. Mrs Weasley de mutfağın şöminesinin üstündeki bir saksıyı kaldırıp içine baktı. "Stoğumuz azalıyor, Arthur," diye içini çekti. "Bugün biraz daha almamız gerek... Eh peki, önce konuklar! Önden buyur, Harry'ciğim!" Ve saksıyı ona ikram etti. Harry onlara bakakaldı, hepsi gözünü ona dikmişti. "Ne... ne yapmam gerekiyor?" diye kekeledi. Ron birden, "Uçuç tozuyla hiç uçmamış," dedi. "Kusura bakma, Harry, unuttum." "Hiç mi?" dedi Mr Weasley. "Ama geçen yıl okul gereçlerini almak için Diagon Yolu'na nasıl gittin?" "Metroyla." "Sahiden mi?" diye sordu Mr Weasley, hevesle. "Yürüten merdiven var mıydı? Tam olarak nasıl oluyor da..." "Şimdi değil, Arthur," dedi Mrs Weasley. "Uçuç tozu çok daha çabuk, canım, ama hey Tanrım, daha önce hiç kullanmadıysan..." Fred, "Bir şey olmaz, anne," dedi. "Harry, önce bizi gözle." Saksıdan bir tutam ışıl ışıl parlayan toz aldı, ateşin önüne geldi ve tozu alevlere savurdu. Ateş bir kükreyişle zümrüt yeşiline döndü, yükselerek Fred'in boyunu aştı. Fred dosdoğru ateşin içine girerek, "Diagon Yolu!" diye bağırdı ve yok oldu. George da elini saksıya sokarken, Mrs Weasley Harry'ye, "Açık seçik konuşmalısın, canım," dedi. "Ve doğru ızgaraya çıkmaya da dikkat et..." "Doğru ne?" dedi Harry endişeyle, ateş kükreyip George'u gözden uzaklaştırırken. "Bir sürü büyücü ateşi var, ama açık seçik konuştuğun sürece..." "Bir şey olmaz, Molly, merak etme," dedi Mr Weasley, kendisi de Uçuç tozu alarak. "Ama canım, ya kaybolursa, teyzesiyle eniştesine durumu nasıl açıklarız?" Harry, "Aldırmazlar," diye güvence verdi ona. "Bir bacanın içinde kaybolursam Dudley bunun harika bir espri olduğunu düşünür, üzülmeyin siz." "Eh... peki... öyleyse sen Arthur'dan sonra git," dedi Mrs Weasley. "Şimdi, ateşe girince, nereye gittiğim söyle..." "Ve dirseklerini vücuduna yapıştır” diye akıl verdi Ron. Mrs Weasley, "Gözlerini de kapat," dedi. "Yoksa kurum..." "Rahat dur," dedi Ron. "Yoksa yanlış şömineden çıkarsın..." "Ama paniğe kapılıp erken de çıkma, Fred'le George'u görene kadar bekle." Harry, bütün bunları aklında tutmaya çalışarak bir tutam Uçuç tozu aldı, ateşin yanına yürüdü. Derin bir nefes alarak tozu alevlere savurdu, bir adım attı. Ateş, ılık bir meltem gibiydi sanki. Ağzını açtı, açar açmaz da epeyce sıcak kül yuttu. "Di... Dia... gon Yolu," dedi öksürerek. Sanki dev bir tapa deliğinden aşağı çekiliyormuş gibi hissetti kendini. Çok hızlı dönüyor gibiydi... kulaklarında sağır edici bir gürleme vardı... gözlerini açık tutmaya çalıştı, ama yeşil alevlerin fırıl fırıl dönmesi midesini bulandırdı. Dirseğine sert bir şey çarpınca sıkıca yanına yapıştırdı, hâlâ topaç gibi dönüyordu... şimdi soğuk eller yüzünü tokatlar gibiydi... gözlüğünün arasından gözünü kısıp bakınca flu bir şömine seli gördü, arkalarındaki odalara da şöyle bir göz attı... pastırmalı sandviçler midesinde çalkalanıp duruyordu... Keşke dursa dileğiyle gene gözlerini yumdu ve sonra -soğuk bir taşa yüzüstü düştü, gözlüğünün sarsıldığını hissetti. Başı dönerek, yara bere içinde, baştan aşağı kurumla kaplı, yavaşça ayağa kalktı. Kırık gözlüğünü gözüne tuttu. Yalnızdı ama nerede olduğu konusunda en ufak fikri yoktu. Bir tek, koca, loş bir büyücü dükkânını andıran bir yerin taş şöminesinde durduğunu anlamıştı, o kadar - ama buradakilerin hiçbiri Hogwarts okul listesinde yer alacak cinsten şeyler değildi. Yakınındaki cam bir muhafazada bir yastık üzerinde kurumuş bir el, kan lekeli bir iskambil destesi ve ona dik dik bakan bir cam göz duruyordu. Kötülük saçan maskeler duvarlardan aşağı pis pis bakıyordu, tezgâh üzerinde çeşit çeşit insan kemiği vardı, tavandan ise paslı, sivri uçlu aletler sarkıyordu. Daha da beteri, Harry'nin tozlu dükkân vitrininden gördüğü karanlık, dar sokak da kesinlikle Diagon Yolu değildi. Buradan ne kadar çabuk çıksa o kadar isabet olurdu. Şöminenin tabanına vurduğu burnu hâlâ sızlayan Harry çabucak ve sessizce kapıya yöneldi. Ama daha yolun yarısına gelmeden vitrinin öbür yanında iki kişi belirdi -- bir tanesi Harry'nin kaybolmuş, kuruma bulanmış ve kırık gözlük takmış haldeyken görmek isteyeceği son kişiydi: Draco Malfoy. Harry hızla etrafı kolaçan etti, sol yanında kocaman siyah bir dolap gördü. Ok gibi içine dalıp kapıları çekti, dışarıyı gözleyecek küçük bir aralık bıraktı. Birkaç saniye sonra bir zil çaldı ve Malfoy dükkâna girdi. Arkasından gelen adam, olsa olsa babasıydı. Aynı solgun, sivri yüze, oğlununkinin eşi soğuk kurşuni gözlere sahipti. Malfoy sergilenen şeylere tembel tembel bakarak lil'kâm geçti ve tezgâhtaki bir zili çaldı. Sonra da oğluna dönüp, "Hiçbir şeye elini sürme, Draco," dedi. Cam göze elini uzatmış olan Malfoy, "Bana bir armağan alacağını sanıyordum," diye cevap verdi. Babası parmaklarıyla tezgâh üzerinde trampet çalarak, "Sana bir yarış süpürgesi alacağımı söyledim," dedi. "Bina takımında olmadıktan sonra ne anladım bundan?" Malfoy'ur. somurtkan ve huysuz bir hali vardı. "Harry Potter'a geçen yıl bir Nimbus İki Bin alındı. Gryffindor'da oynasın diye Dumbledore özel izin verdi. O kadar iyi bile değil, sadece meşhur olduğu için... alnınada aptal bir yara izi okluğu için meşhur..." Malfoy, kafatası dolu bir rafı incelemek için eğildi. "... herkes onun pek akıllı olduğunu düşünüyor, yara izi ve süpürgesiyle harika Potter..." Mr Malfoy oğluna susturmak isteyen bir bakış attı. "Bana bunu on kereden fazla söyledin. Seni uyarıyorum. Harry Potter'dan hoşlanmıyor görünmek hiç de... tedbirli bir davranış değil. Hele bizim cinsimizin çoğu ona Karanlık Lord'un yok olmasını sağlayan kahraman gözüyle bakarken - ah, Mr Borgin." İki büklüm bir adam, yağlı saçlarını elleriyle arkaya yatırarak tezgâhın arkasından göründü. "Mr Malfoy, sizi tekrar görmek ne zevk efendim," dedi Mr Borgin, saçları kadar yağlı bir sesle. "Çok memnun oldum - işte küçükbey de burda - ne kadar hoş. Size nasıl yardımcı olabilirim? Mutlaka göstermeliyim, daha bugün geldi, fiyatı da çok makul..." "Bugün almıyorum, Mr Borgin, satıyorum," dedi Mr Malfoy. "Satmak mı?" Mr Borgin'in yüzündeki gülümseme silinir gibi oldu. "Bakanlığın arka arkaya baskın düzenlediğini duymuşsunuzdur mutlaka," dedi Mr Malfoy, iç cebinden bir parşömen rulosu çıkartıp Mr Borgin okusun diye açarak. "Benim evde, Bakanlık uğrarsa eğer... eee... beni rahatsız edebilecek birkaç parça şeyim var..." Mr Borgin burnuna bir kelebek gözlük oturtup listeye baktı. "Bakanlık sizi rahatsız etmeye cüret etmez ama, değil mi, efendim?" Mr Malfoy'un dudağı kıvrıldı. "Henüz kapımı çalan olmadı. Malfoy adı hâlâ belli bir saygı uyandırıyor. Ama Bakanlık da burnunu her şeye sokmaya başladı artık. Yeni bir Muggle Koruma Yasası'na ilişkin dedikodular dolaşıyor ortada - eminim ki bunun arkasında o pire ısırıklı, Muggle âşığı aptal Arthur Weasley vardır." Harry sıcak bir öfke dalgasına kapıldı. "Ve görüyorsunuz, bu zehirlerden bazıları insanda sanki..." "Anlıyorum, efendim, elbette," dedi Mr Borgin. "Bir bakayım..." "Bunu alabilir miyim?" diye araya girdi Draco, yastıktaki kurumuş eli gösteriyordu. "Ah, Şanlı El," dedi Mr Borgin, Mr Malfoy'un listesini bırakıp Draco'nun yanına koşturarak. "İçine bir mum koyarsanız, sadece sahibine ışık verir! Hırsızlarla soyguncuların en iyi dostu' Oğlunuz zevk sahibi, beyefendi." Mr Malfoy, soğuk soğuk, "Umarım oğlum hırsız ya da soyguncudan daha iyi bir şey olur, Borgin," dedi. Mr Borgin hemen düzeltti. "Estağfurullah, efendim, saygısızlık etmek istemedim..." Mr Malfoy daha da soğuk bir edayla, "Ama okulda notlan yükselmezse," diye ekledi, "belki de elinden gelen tek şey bu olur." Draco, "Benim kabahatim değil ki," diye cevabı yapıştırdı. "Öğretmenlerin hepsinin gözdesi var, o Hermione Granger..." "Ailesi büyücü olmayan bir kızın her sınavda seni alt etmesinden utanırsın sanıyordum." "Hah!" dedi Harry kendi kendine, Draco'nun hem utanmış, hem de kızgın görünmesine sevinmişti. Mr Borgin yağlı sesiyle, "Her yerde aynı," dedi. "Büyücü kanı artık gittikçe değersizleşiyor..." Mr Malfoy, "Benim için değil," dedi, uzun burun delikleri tir tir titriyordu. Mr Borgin yerlere kadar eğilerek reverans yaptı. "Benim için de değil, efendim, benim için de değil." "Madem öyle, belki de listeme dönebiliriz," diye lafı kısa kesti Mr Malfoy. "Hayli acelem var, Borgin, bugün başka yerde önemli işler beni bekliyor." Çekişe çekişe pazarlık etmeye başladılar. Harry ise, Draco satılık eşyaları inceleyerek adım adım saklandığı yere yaklaşırken kaygıyla onu izledi. Draco uzun bir cellat ipi kangalını incelemek için durdu ve görkemli bir opal kolyeye iliştirilmiş kartı aptal aptal sırıtarak okudu: Dikkat: Dokunmayın. Lanetlidir - Bugüne Kadar Sahibi Olmuş On Dokuz Muggle'ın Canını Aldı. Draco döndü ve tam önündeki dolabı gördü. Adım attı... sapını tutmak için elini uzattı... "Tamam," dedi Mr Malfoy tezgâhtan. "Gel, Draco!" Draco geriye dönünce, Harry alnını koluna sildi. "İyi günler, Mr Borgin. Yarın malları almaya gelmeniz için sizi malikâneye bekliyorum." Kapı kapanır kapanmaz, Mr Borgin de yağlı tavırlarını bir yana bıraktı. "Sana iyi günler, Mister Malfoy, eğer anlatılanlar doğruysa bana malikânende saklı olanların yarısını bile satmadın demektir..." Mr Borgin. melun melun homurdanarak arka odaya gidip gözden kayboldu. Harry belki gelir diye bir dakika bekledi, sonra elinden geldiği kadar sessizce dolaptan dışarı kaydı, cam muhafazaların yanından geçti ve dükkân kapısından dışarı çıktı. Kırık gözlüğünü yüzüne yapıştırarak etrafa bakındı. Tamamen Karanlık Sanatlar'a adanmış dükkânlardan oluşuyormuş gibi görünen kasvetli, dar bir sokağa çıkmıştı. Az önce çıktığı dükkân, Borgin ve Burkes, en büyükleri gibiydi. Ama karşıda kirli bir vitrinde kuruyup küçülmüş kafataslan sergileniyordu ve iki kapı aşağıda da içinde devasa kara örümceklerle capcanlı bir kafes vardı. Pejmürde görünüşlü iki büyücü bir kapı aralığının gölgesinden onu gözlüyor, mırıldanarak konuşuyorlardı. Kendini diken üstünde hisseden Harry, gözlüğünü düz tutmaya çalıştı ve umut etmeye neden olmadığı halde gene de buradan çıkmanın bir yolunu bulmayı umut etti. Zehirli mumlar satan bir dükkânın üzerindeki eski, tahta sokak tabelası, ona Knockturn Yolu'nda olduğunu söylüyordu. Bunun bir faydası olmadı, çünkü Harry daha önce böyle bir yerin adını hiç duymamıştı. Weasley'lerin şöminesindeki ateşte, ağız dolusu külün gerisinden yeterince açık konuşamamış olmalıydı. Sakin kalmaya çalışarak ne yapabileceğini düşündü. Tam o sırada kulağının dibinde bir ses, "Kaybolmadın ya, tatlım?" deyince de yerinde zıpladı. Önünde yaşlı bir cadı duruyordu, korkunç bir şekilde insan tırnaklarına benzeyen bir tepsi taşıyordu. Ona pis pis gülerek, yosunlu dişlerini gösterdi. Harry geriye çekildi. "İyiyim, teşekkürler," dedi. "Ben sadece..." "HARRY! Burda n'aptığını sanıyorsun sen?" Harry'nin yüreği hopladı. Cadının da kendisi hopladı. Bir dolu tırnak, ayaklarına doğru şelale gibi yağdı. Hogwarts bekçisi Hagrid muazzam cüssesiyle, dimdik kabarmış sakalının üstünde parıldayan böcek karası gözleriyle uzun adımlar atarak onlara doğru gelirken, cadı ona lanet okudu. Rahatlayan Harry, "Hagrid!" dedi karga gibi bir sesle. "Kayboldum... Uçuç tozu.." Hagrid, Harry'yi ensesinden yakaladı ve cadıdan uzaklaştırdı, elindeki tepsiyi de savurdu. Çalının çığlıkları, dolambaçlı sokak boyunca, parlak güneş ışığına erişene kadar onları izledi. Harry uzakta aşira, kar beyazı mermer bir bina gördü: Gringotts bankası. Hagrid onu dosdoğru Diagon Yolu'na götürmüştü. "Üstün başın berbat” dedi boğuk bir sesle, Harry'nin kurumlarını öyle kuvvetle silkeledi ki, az daha onu bir eczanenin dışındaki ejderha gübren variline yapıştırıyordu. "Knockturn Yolu'nda sinsi sinsi dolaşmak, bilmiyorum tekinsiz bir yer, Harry - kimsenin seni orada görmesini istemezsin..." Harry, "Bunun farkındayım," dedi, Hagrid tekrar üstünü süpürmeye kalkışınca da ona şaşırtmaca verip kurtuldu. "Dedim ya, kayboldum. Peki sen burada ne yapıyordun?" "Et Yiyen Sümüklüböcek Kovucusu arıyordum," diye homurdandı Hagrid. "Okulun kıvırcık salatalarını mahvediyorlar. Tek başına değilsin ya?" "Weasley'lerde kalıyordum, ayrı ayrı düştük," diye açıkladı Harry. "Gidip onları bulmam gerek..." Birlikte sokaktan aşağı doğru yola koyuldular. Harry yanı sıra koşar gibi yürürken (Hagrid'in o muazzam çizmelerinin her adımı için onun üç adım atması gerekiyordu) Hagrid, "N'oldu da bana cevap vermedin hiç?" diye sordu. Harry, Dobby'yi ve Dursley'lerin yaptıklarını açıkladı. "Kahrolasıca Muggle'lar!"diye homurdandı Hagrid. "Bilseydim..." "Harry! Harry! Burdayım!" Harry kafasını kaldırınca Hermione Granger'ın Gringotts'a çıkan beyaz basamakların tepesinde durduğunu gördü. Gür kestane rengi saçları ardında uçuşarak onların yanına, aşağı koştu. "Gözlüğüne de ne oldu? Merhaba, Hagrid... Ah, ikinizi yeniden görmek ne harika... Gringotts'a geliyor musun, Harry?" "Weasley'leri bulur bulmaz, ı odi Harry. "Fazla beklemeyeceksin," diye sırıttı Hagrid. Harry ve Hermione etraflarına baktılar. Ron, Fred, George, Percy ve Mr Weasley kalabalık sokaktan doğru son sürat geliyorlardı. "Harry," dedi Mr Weasley soluk soluğa. "Sadece bir p-vn? öteye gitmiş olsan diye umut ediyorduk..." Kafasının pırıl pırıl parlayan saçsız bölümünü kuruladı. "Molly çok endişelendi - o da şimdi geliyor." "Nereye çıktın?" diye sordu Ron. Hagrid, haşin bir edayla, "Knockturn Yolu” dedi. "Müthiş!" dedi Fred ve George, bir ağızdan. Kon, hasetle, "Bizim oraya gitmemize asla izin ve-" dedi. "Herhalde verilmez," diye homurdandı Hagrid. Mrs Weasley dörtnala göründü, bir elinde deli gibi çantasını sallıyordu, Ginny ise öbür eline ancak tutunabilmişti. "Ah, Harry - ah, canım - her yere gitmiş olabilirdin..." Soluk almaya çalışarak çantasından koca bir elbise fırçacı çıkardı ve Hagrid'in temizleyemediği kurumlan süpürmeye koyuldu. Mr Weasley Harry'nin gözlüğünü aldı, anasıyla bir dokundu ve yepyeni halde geri verdi. "Eh, artık gitmem gerek” dedi Hagrid, Mrs Weasley elini sıkarken "Knockturn Yolu, ha! Eğer onu bulmuş olmasaydın, Hagrid!" "Hogwarts'ta görüşürüz!" Sonn da, başı ve omuzlan tıbş tıkış sokağı dolduran he^tsın üstünde, oradan uzaklaştı. Harry, Gringotts merdivenlerini tırmanırlarken Ron ve Hermione'ye, "Bilin bakalım Borgın ve Burke&'te kimi îr»rdüm?" dedi. "Malfoy ve babası." Arkalarından gelen Mr Weasley, "Lucius Malfoy bir şey aldı mı7" diye sordu hemen. "Hayır, satıyordu." Mr Weasley, ürperten bir memnuniyetle, "Demek kaygılanmış," dedi. "Ah, Lucius Malfoy'u herhangi bir nedenle yakalamayı nasıl isterdim..." Kapıda reverans yapan bir cincüce onları bankaya buyur ederken, Mrs Weasley, "Dikkat et, Arthur," dedi haşin haşin. "O aile insanın başına dert açar, beceremeyeceğin işin altına girme." "Demek sen benim Lucius Malfoy'la başa çıkamayacağımı sanıyorsun?" Mr Weasley incinmişti, ama Hermione'nin annesiyle babasını görür görmez dikkati dağıldı. Büyük mermer holü boydan boya dolanan bankonun başında durmuş, Hermione'nin onları tanıştırmasını bekliyorlardı. Mr Weasley sevinçle, "Ama siz Muggle'sınız!" dedi. "Beraber bir içki içmeliyiz! Neymiş bakalım bu? Ah, Muggle parası değiştiriyorsunuz. Molly, bak!" Heyecanla, Mr Grarnger'ın elindeki on sterlinlik banknota işaret etti. Weasley'ler ve Harry, başka bir Gringotts cincücesi tarafından yeraltındaki mahzenlere götürülürken, Ron Hermione'ye, "Burada buluşuruz," dedi. Mahzenlere, cincücelerin sürdüğü ve bankanın altındaki tüneller boyunca uzanan minyatür raylarda hızlı hızlı giden arabalarla ulaşılıyordu. Harry, Weasley'lerin mahzenine kadar olan kelle koltukta yolculuktan pek keyiflendi. Ama mahzen açılınca kendini Knockturn Yolu'nda olduğundan da kötü hissetti. İçerde küçücük bir gümüş Sickle yığını ve sadece bir altın Gaileon vardı. Mrs Weasley önce köşe bucakta kalan olmasın diye yokladı, sonra da hepsini çantasına süpürdü. Harry mahzenine vardığında kendini daha da kötü hissetti. Avuç dolusu madeni parayı çantasına doldururken içerdekileri gözden saklamaya çalıştı. Dışarı mermer merdivenlere yeniden çıkınca ayrıldılar. Percy yeni bir tüy kaleme ihtiyacı olduğu konusunda belli belirsiz bir şeyler mırıldandı. Fred ve George, Hogwarts'tan arkadaşları Lee Jordan'ı görmüşlerdi. Mrs Weasley ve Ginny, elden düşme elbiseler satan dükkâna gidiyorlardı. Mr Weasley, Granger'lan bir içki için Leaky Cauldron'a götürmekte ısrar edip duruyordu. Mrs Weasley, Ginny'le yola çıkarken, "Okul kitaplarınızı almak için hepimiz bir saat sonra Flourish ve Blotts'un önünde buluşuruz," dedi. İkizlerin arkasından da bağırdı: "Knockturn Yolu'na adım atmak yok, anlaşıldı mı?" Harry, Ron ve Hermione dolambaçlı, parke taşı döşeli yolda yürümeye başladılar. Harry'nin cebindeki kesede neşeyle şangırdayan altın, gümüş ve bronzlar ille de harcanmak istiyordu. O da çilekli ve fıstıklı üç tane kocaman dondurma aldı, sevinçle yalaya yalaya dolaşmaya koyuldular, bir yandan da dükkânların baştan çıkarıcı vitrinlerine bakıyorlardı. Ron, "Kaliteli Quidditch Malzemeleri" dükkânının vitrinindeki bir tam takım Chudley Cannon giysisine özlemle gözlerini dikti. Derken Hermione onları mürekkep ve parşömen kâğıt almak üzere bitişiğe sürükledi. Gambol ve Japes Büyücülük Şakaları Mağazası'nda Fred, George ve Lee Jordan'la karşılaştılar; "Dr. Filibuster'ın Meşhur Islak Başlamalı, Isısız Maytaplarından stok yapmakla meşguldüler. Kırık asalar, titrek pirinç teraziler ve iksir lekeli eski cüppelerle dolu minicik bir elden düşme eşya dükkânında da Percy'yi buldular. Güç Sahibi Olan Sınıf Başkanları adlı küçük ve son derece sıkıcı bir kitabı derin derin okumaya dalmıştı. Ron kitabın arka kapağından yüksek sesle okudu: "Hogwarts Sınıf Başkanları ve daha sonraki meslek hayatları üzerine bir çalışma. Büyüleyici, ha..." "Git surdan," diye tersledi Percy. Percy'yi kendi haline bırakıp giderlerken, Ron, Harry ile Hermione'ye alçak sesle, 'Tabii, çok hırslı," dedi. "Percy her şeyi önceden planlamış durumda... Sihir Bakanı olmak istiyor..." Bir saat sonra Flourish ve Blotts'a gittiler. Anlaşılan kitapçıya tek giden onlar değildi. Dükkâna yaklaştıklarında şaşkınlık içinde kapının dışında büyük bir kalabalığın içeri girmek için itiştiğini gördüler. Bunun nedeni de, üst vitrine boydan boya asılmış bir pankartla ilan ediliyordu zaten. GILDEROY LOCKHART bugün 12.30 -16.30 arasında özyaşamöyküsü SİHİRLİ BEN'i imzalayacak Hermione, "Onunla sahiden tanışabileceğiz demek!" diye çığlık attı. "Yani, listedeki kitapların neredeyse hepsini yazmış!" Kalabalık daha çok Mrs Weasley'nin yaşına yakın cadılardan oluşmuşa benziyordu. Canından bezmişe benzeyen bir büyücü kapıda durmuş, "Sakin olalım, hanımlar..." diyordu. "Lütfen, itmeyin... kitaplara dikkat edin, lütfen..." Harry, Ron ve Hermione itişe kakışa içeri girdiler. Büyük bir kuyruk, Gilderoy Lockhart'ın oturmuş, kitaplarını izlediği dükkânın arka bölümüne kadar uzanıyordu. Her biri Ölüm Perisini Kovalamaktan birer tane kapıp, sıraya, Weasley'lerin geri kalanının Mr ve Mrs Granger ile birlikte durduğu noktaya sokuldular. "Ah, buradasınız, iyi," dedi Mrs Weasley. Soluk soluğa kalmış gibiydi, boyuna saçını düzeltiyordu. "Bir dakika sonra onu görebileceğiz..." Gilderoy Lockhart yavaş yavaş göründü. Kendi yüzünün büyük resimleriyle çevrili bir masaya oturmuştu. Resimlerin hepsi göz kırpıyor ve göz kamaştıracak kadar beyaz dişlerini kalabalığa gösteriyorlardı. Gerçek Lockhart ise, gözlerinin rengine tamı tamına uyan unutmabeni mavisi giysilere bürünmüştü. Ucu sivri büyücü şapkası, dalgalı saçlarına şık bir açıyla oturtulmuştu. Kısa boylu, öfkesi burnunda bir adam dans edercesine koşuşturup, her kör edici çakışıyla birlikte mor dumanlar çıkartan büyük siyah bir fotoğraf makinesiyle fotoğraf çekiyordu. Daha iyi bir görüntü için geriye çekilirken, Ron'a, "Çekil yolumdan," diye hırladı. "Bu resimler Gelecek Postası için." Fotoğrafçının üzerine bastığı ayağını ovan Ron, "Aman, ne önemli," dedi. Gilderoy Lockhart onu duydu. Başını kaldırıp baktı. Ron'u gördü - sonra da Harry'yi gördü. Bakakaldı. Derken ayağa fırladı ve resmen haykırdı: "Bu Harry Potter olamaz, değil mi?" Kalabalık ikiye ayrılarak heyecanla fısıldaşmaya koyuldu. Lockhart ileri atlayıp Harry'nin kolundan yakaladı ve onu öne çekti. İnsanlar alkışlamaya başladılar. Lockhart, deliler gibi makinesinin düğmesine basıp Weasley'leri kalın bir dumana boğan fotoğrafçı çeksin diye onun elini sıkarken, Harry'nin yüzü alev alev yanıyordu. "Şöyle güzel, büyük bir tebessüm, Harry," dedi Lockhart, kendi pırıl pırıl dişlerinin arasından. "Sen ve ben birlikte, birinci sayfayı hak ediyoruz." Sonunda elini bıraktığında, Harry nerdeyse parmaklarını hissedemez hale gelmişti. Gene Weasley'lerin yanına sokulmaya çalıştı, ama Lockhart kolunu omzuna asmış ve onu yanına sıkıca kenetlemişti. Susmaları için elini sallayarak, "Hanımlar, beyler," dedi yüksek sesle. "Ne kadar olağanüstü bir an bu! Bir süredir yapmaktan kaçındığım küçük bir duyuruyu nihayet yapmam için en uygun an! "Genç Harry, Flourish ve Blotts'a bugün girdiğinde, sadece benim özyaşamöykümü almak istiyordu, ki ona hemen şimdi memnuniyetle, parasız bir tane vereceğim." kalabalık gene alkışladı, "- ve hiçbir fikri yoktu," diye devam etti Lockhart. Harry'yi biraz sarsaladı, oğlanın gözlüğü sarsılıp burnunun ucuna düştü. "Evet, çok geçmeden benim özyaşamöyküm Sihirli Ben'den çok, çok daha fazlasını elde edeceği konusunda hiçbir fikri yoktu. Aslında o ve okul arkadaşları gerçek 'sihirli ben'e sahip olacaklar. Evet, hanımlar, beyler, bu eylülde Hogwarts Cadılık ve Büyücülük Okulu'nda Karanlık Sanatlara Karşı Savunma hocalığı görevini üstleneceğimi size bildirmekle büyük zevk ve gurur duyuyorum." Kalabalık bağırdı ve alkışladı, Harry'ye de Gilderoy Lockhart'ın bütün eserleri sunuldu. Ağırlıkları altında birazcık sendeleyerek, sahne ışıklarından kurtulup odanın kenarına varmayı başardı. Ginny orada yeni kazanının yanında duruyordu. Harry ona, "Bunlar senin olsun," diye mırıldandı, kitapları kazana yuvarlayarak. "Ben kendiminkileri satın alırım..." Harry'nın tanımakta hiç güçlük çekmediği bir ses, "Bahse girerim ki buna bayıldın, değil mi, Potter?" diye sordu. Doğruldu ve kendini, yüzünde her zamanki alaycı gülüşü tanıyan Draco Malfoy'la yüz yüze buldu. "Meşhur Harry Potter," dedi Malfoy. "Birinci sayfaya geçmeden bir kitapçıya bile giremiyor." Ginny, "Onu rahat bırak!" dedi. "Bütün bunları istemedi ki!" Harry'nın önünde ilk defa konuşmuştu. Malfoy'a ters ters baktı. "Potter, bir kız arkadaşın olmuş!" dedi Malfoy ağzını yaya yaya. Ron ve Hermione, her ikisi de Lockhart kitapları yığınlarını sıkı sıkıya tutmuş halde boğuşa boğuşa yanlarına gelirken, Ginny kıpkırmızı kesildi. "Sensin ha," dedi Ron. Malfoy'a sanki ayakkabısının tabanındaki nahoş bir şeymiş gibi bakıyordu. "Harry'yi burda gördüğüne şaşırdın, ha?" "Seni bir kitapçıda gördüğüme şaşırdığım kadar değil, Weasley. Herhalde annenle baban bunların parasını ödemek için bir ay aç kalmıştır." Ron, Ginny kadar kızardı. Kitapları kazana bırakıp Malfoy'a doğru hamle etti, ama Harry ile Hermione arkadan onun ceketini yakaladılar. "Ron!" dedi Mr Weasley, Fred ve George'la birlikte kalabalıkla mücadele ederek gelmişti. "Ne yapıyorsun? Burası çıldırmış, hadi dışarı çıkalım." "Bak hele sen - Arthur Weasley." Mr Malfoy'du. Elini Draco'nun omzuna koymuş, tıpkı onun gibi alayla gülüyordu. Mr Weasley başıyla soğuk bir selam vererek, "Lucius," dedi. "Bakanlık'ta çok meşgulmüşsün diye duydum," dedi Mr Malfoy. "Bütün bu baskınlar... umarım sana fazla mesai ödüyorlardır?" Ginny "nin kazanına uzanarak oradaki parıl parıl Lockhart kitaplarının arasından, Yeni Başlayanlar için Biçim Değiştirme Rehberi'nin çok eski, çok yıpranmış bir baskısını çıkardı. "Besbelli ki ödemiyorlar. Yazıklar olsun, sana iyi para vermiyorlarsa, büyücü adına leke sürmenin ne yararı var?" Mr Weasley, Ron ve Ginny'den daha da fazla kızardı. "Büyücü adına neyin leke süreceği konusunda çok farklı fikirlerimiz var, Malfoy." Mr Malfoy, soluk renkli gözleriyle, onları kaygıyla izleyen Mr ve Mrs Granger'ı süzerek, "Anlaşılıyor," dedi. "Kimlerle dolaşıyorsun, Weasley... oysa ben senin ailenin daha alçalamayacağını düşünüyordum… Ginny'nin kazanı havada uçarken madeni bir gümbürtü duyuldu. Mr Weasley kendini Mr Malfoy'un üstüne atmış, onu bir kitap rafının üstüne, geriye savurmuştu. Onlarca ağır büyü kitabı, gümbür gümbür hepsinin başına indi. Fred ve George, "İşini bitir, baba!" diye bağırdılar. Mrs Weasley, avaz avaz, "Hayır, Arthur, hayır!" diye haykırıyordu. Kalabalık geriye doğru kaçıştı, sonuçta daha da fazla raf devirdiler. Mağaza görevlisi, "Beyler lütfen... Lütfen!" diye bağırdı. Sonra daha da yüksek sesle bağırdı: "Ayrılın, hadi, beyler, ayrılın..." Hagrid bir kitap denizi arasından onlara doğru kararlı bir şekilde geliyordu. Bir anda Mr Weasley ile Mr Malfoy'u çekip ayırdı. Mr Weasley'nin dudağı kesilmişti, Mr Malfoy da gözüne bir Zehirli Mantarlar Ansiklopedisi yemişti. Ginny'nin eski biçim değiştirme kitabını hâlâ elinde tutuyordu. Gözleri kötülükle ışıldayarak kitabı kıza fırlattı. "Al, kız - kitabını al - babanın sana verebileceğinin en iyisi bu..." Kendini Hagrid'in kıskacından kurtararak Draco işaret etti ve dükkândan hızla çıkıp gitti. Hagrid, giysilerini düzeltirken Mr Weasley'yi neredeyse havaya kaldırarak, "Ona aldırmamalıydın, Arthur," dedi. "Kokuşmuş onlar, bütün aile, herkes bilir bunu. Hiçbir Malfoy'un söylediğini dinlemeye değmez. Kötü kan, mesele bu. Hadi yürü çıkalım burdan." Görevli sanki onlara, gitmesini engellemek istermiş gibi görünüyordu, ama boyu Hagrid'in beline bile gelmiyordu, o da bir şey yapmamanın kendisi için hayırlı olacağını düşündü herhalde. Aceleyle sokağa çıktılar, Granger'lar korkudan titriyordu, Mrs Weasley ise çileden çıkmıştı. "Çocuklarına çok iyi örnek oluyorsun doğrusu, çok... halkın içinde kavga etmek... Gilderoy Lockhart ne düşünmüş olmalı kim bilir..." "Memnun oldu," dedi Fred. "Biz çıkarken ne sorduğunu duymadın mı? Gelecek Postası'nda çalışan o adama, kavgayı da yazısının içine sokabilir mi diye soruyordu hepsi tanıtıma girermiş." Ama Leaky Cauldron'da şömine başına geri döndüklerinde, hızı kesilmiş bir gruptular. Harry, Weasley'ler ve aldıkları her şey Kovuk'a, Uçuç tozu kullanarak gidecekti. Meyhaneden öbür yandaki Muggle sokağına gitmek için ayrılan Granger'larla vedalaştılar. Mr Weasley tam onlara otobüs duraklarının nasıl kullanıldığını sormaya başlamıştı ki, Mrs Weasley'nin yüzündeki bakışı görünce hemen sustu. Harry, Uçuç tozu kullanmadan önce gözlüğünü çıkarıp sağ salim cebine koydu. Bu onun en sevdiği seyahat şekli değildi, orası kesindi |
![]() |
![]() |
#22 |
Guest
Mesajlar: n/a
Üye No:
Cinsiyet :
|
![]() BÖLÜM 5 - Şamarcı Söğüt
Yaz tatilinin sonu, Harry'ye göre pek çabuk geldi. Hogwarts'a geri dönmek istiyordu, ama Kovuk'ta geçen bir ayda ömrünün en mutlu günlerini yaşamıştı. Dursley'leri ve Privet Drive'da bir daha göründüğünde nasıl buyur edileceğini düşündükçe, Ron'u kıskanmaktan kendini alamıyordu. Son akşamlarında Mrs Weasley, sihir marifetiyle, Harry'nin en çok sevdiği şeylerin hepsini içeren ve ağız sulandırıcı cinsten bir melas pudingiyle noktalanan görkemli bir yemek hazırladı. Fred ve George, akşamı bir Filibuster maytaplan gösterisiyle sona erdirdiler. Mutfağı, en azından yarım saat sureyle tavandan duvara zıplayıp duran kırmızı ve mavi yıldızlarla doldurdular. Derken sıra son bir fincan sıcak çikolataya, sonra da yatağa geldi. Ertesi sabah yola çıkmak çok vakit aldı. Horoz öter ötmez kalkmışlardı, ama nasılsa daha yapacak pek çok iş var gibiydi. Mrs Weasley keyifsiz bir şekilde, yedek çorap ve tüy kalemleri arayarak sağa sola koşturuyordu, insanlar yarı yarıya giyinmiş, ellerinde kızarmış ekmek dilimleriyle merdivenlerde birbirine çarpıyordu. Mr Weasley ise Ginny'nin sandığını arabaya taşırken bahçede serseri bir tavuğa çarpıp düştü, az daha boynu kırılıyordu. Harry sekiz kişinin, altı büyük sandığın, iki baykuşun ve bir farenin nasıl olup da küçük bir Ford Anglia'ya sığacağını anlamıyordu. Mr Weasley'nin eklediği özellikleri hesaba katmamıştı, tabii. Bagajı açarak, sandıklar kolayca sığacak şekilde nasıl sihirle genişletilmiş olduğunu Harry'ye gösterirken, "Molly'ye tek kelime etmek yok ha," diye fısıldadı. Sonunda hepsi arabaya binince, Mrs Weasley, Harry, Ron, Fred, George ve Percy'nin yan yana rahat rahat oturduğu arka koltuğa baktı ve, "Muggle'lar gerçekten de sandığımızdan çok şey biliyor, değil mi?" dedi. O ve Ginny, bir park sırasına benzeyecek şekilde uzatılmış ön koltuğa geçtiler. "Yani, dışardan bakınca bu kadar geniş olduğunu hiç anlamazsınız, değil mi?" Mr Weasley motoru çalıştırdı. Yuvarlana yuvarlana bahçeden dışarı çıkarlarken, Harry eve son kez bakmak için arkasına döndü. Onu ne zaman yeniden göreceğini merak etmesine fırsat kalmadan geri döndüler: George, Filibuster maytap kutusunu unutmuştu. Ondan beş dakika sonra da bahçede kayarak durdular ki Fred süpürgesini almak için eve girebilsin. Ginny feryat edip güncesini unuttuğunu söylediğinde hemen hemen otoyola çıkmışlardı. O yeniden güçbela arabaya tırmandığında ise çok gecikmişlerdi, herkesin de sinirleri gerilmişti. Mr Weasley önce saatine, sonra karısına baktı. "Molly, canım..." "Hayır, Arthur." "Kimse görmez. Buradaki küçük düğme, benim koyduğum bir Görünmezlik Motoru. Bizi havalandırır, sonra da bulutların üzerinde uçarız. 10 dakikada orada oluruz, kimsenin de haberi olmaz..." "Hayır, dedim, Arthur, gün ışığında olucak şey değil." King's Cross'a on bire çeyrek kala vardılar. Mr Weasley yolu koşarak geçip sandıklar için araba buldu. Sonra da, bir telaş, hepsi istasyona koştu. Harry bir yıl önce Hogwarts Ekspresi'ne binmişti. İşin zor yanı, Muggle gözlerine görünmeyen Peron Dokuz Üç Çeyrek'e girmekti. Bunu yapmak için dokuz ve on sayılı peronları ikiye bölen katı bir bölmenin içinden geçmeniz gerekiyordu. İnsanın canı acımıyordu, ama Muggle'lardan hiçbiri sizi yok olurken fark etmesin diye dikkat etmek gerekiyordu. Bölmeden geçip kayıtsız bir edayla yok olmak için sadece beş dakikaları kaldığını gösteren tepedeki saate endişeyle bakan Mrs Weasley, "Önce Percy," dedi. Percy hızla ilerledi ve yok oldu. Mr Weasley onu izledi, sonra da Fred ve George gitti. Mrs Weasley, Harry ve Ron'a, "Ben Ginny'yi alıyorum, siz ikiniz de hemen bizim arkamızdan gelin” dedi. Ginny’nin elini sıkı sıkı tutup yürüdü. Göz açıp kapayana kadar gitmişlerdi. "Beraber gidelim, bir dakikamız kaldı," dedi Harry'ye. Harry, Hedwig'in kafesinin sandığının üstüne güvenli bir şekilde tutturduğundan emin olduktan sonra, el arabasını bölmeyle karşı karşıya gelecek şekilde sürdü. Kendinden son derece emindi. Bu iş Uçuç tozu kullanmanın yarısı kader bile rahatsız değildi. İkisi de el arabası tutamaklarının üzerine eğildiler ve gittikçe hızlanarak azimle bölmeye doğru yürüdüler. Birkaç metre kala bir koşu kopardılar ve... KÜÜT. Her iki el arabası da bölmeye çarpıp geriye savruldu. Ron'un sandığı gümbürtüyle yere düştü. Harry dengesini kaybedip yuvarlandı, Hedwig'in kafesi ise parlak zemine çarptı, Hedwig canhıraş çığlıklar atarak, yuvarlanarak uzaklaştı. Çevrelerindeki herkes onlara baktı, yakındaki bir bekçi de, "Ne halt ettiğinizi sanıyorsunuz siz?" diye bağırdı. Harry kalkarken kaburgalarını tutarak, "El arabasının kontrolünü kaybettim” dedi soluk soluğa. Ron, Hedwig'i yerden kaldırmaya koştu. Kuş öyle bir kıyamet koparmıştı ki, çevrelerindeki kalabalıktan hayvanlara zalimce davranmakla ilgili mırıltılar yükselmeye başlamıştı. Harry dişlerinin arasından Ron'a, "Niye geçemiyoruz?" dedi. "Bilmem..." Ron çılgın gibi etrafa baka. On kadar meraklı hâlâ onları izliyordu. "Treni kaçıracağız," diye fısıldadı. "Geçişin niye kendini kapattığını anlamıyorum..." Harry midesinin tam ortasında tatsız bir duyguyla başını kaldırıp devasa saate baktı. On saniye... dokuz saniye... El arabasını ihtiyatla öne doğru sürdü, ta ki bölmeyle tam karşı karşıya gelene kadar. Sonra da bütün gücüyle itti. Katı metal yol vermedi. Üç saniye... iki saniye... bir saniye... Ron sersemlemiş halde, "Gitti," dedi. 'Tren gitti. Ya annemle babam dönüp yanımıza gelemezse? Yanında hiç Muggle parası var mı?" Harry acı acı güldü. "Dursley'ler bana altı yıldır harçlık vermedi." Ron kulağını soğuk bölmeye yapıştırdı. Gergin bir halde, "Hiçbir şey duyamıyorum," dedi. "Ne yapacağız şimdi? Annemle babamın dönüp yanımıza gelmesi ne kadar vakit alır, bilmiyorum." Etraflarına baktılar. İnsanlar hâlâ onları gözlüyordu, daha çok da Hedwig'in bitmek tükenmek bilmez feryatları yüzünden. "Bence en iyisi gidip arabanın yanında beklemek. Çok fazla dikkat çekiy..." "Harry!" dedi Ron, gözleri parlayarak. "Araba!" "N'olmuş arabaya?" "Onunla Hogwarts'a uçabiliriz!" "Ama ben sanıyordum ki..." "Burda takıldık kaldık, tamam mı? Ve okula da gitmemiz gerek, ha? Eğer gerçekten acil bir durum varsa, yaşı tutmayan büyücülerin bile sihir kullanmasına izin verilir. Kısıtlama'nın on dokuzuncu bölümü mü ne..." Harry'nin panik duygusu birden heyecana dönüştü. "Uçurabilir misin?" Ron el arabasını çıkışa döndürerek, "Sorun değil," dedi. "Hadi, gidelim. Acele edersek Hogwarts Ekspresi'ni izleyebiliriz." Meraklı Muggle'lar kalabalığının arasından geçerek istasyondan çıktılar, eski Ford Anglia'nın park edilmiş olduğu yan yola geldiler. Ron asasının birkaç dokunuşuyla mağarayı andıran bagajı açtı. Sandıklarını gerisin geri içeri koydular, Hedwig'i arka koltuğa yerleştirip kendileri öne oturdular. Asasının bir başka dokunuşuyla marşı çalıştıran Ron, "Dikkat et, kimse bize bakıyor olmasın," dedi. Harry başım pencereden çıkardı: İlerdeki anayolda trafik gürültüyle akıyordu, ama onların sokağı boş görünüyordu. "Tamam " Ron, gösterge tablosundaki minik gümüş bir düğmeye bastı, içinde bulundukları araba gözden kayboldu onlar da. Harry altındaki koltuğun titrediğini hissediyordu, motorun sesini duyuyordu, dizlerindeki elleriyle burnunun üstündeki gözlüğünü de hissediyordu. Ama görebildiği kadarıyla, park edilmiş arabalarla dolu pis bir sokakta yerin biraz yukarısında havada uçan bir çift gözbebeğiydi. Sağından Ron'un sesi, "Gidelim hadi," dedi. Yer ile iki yandaki kirli bunlar aşağıda kaldı, araba yükselince gözden uzaklaştı. Birkaç saniye sonra bütün Londra, dumanlı ve ışıl ışıl, altlarında yatıyordu. Derken patlamayı andıran bir ses duyuldu, arabayla Harry ve Ron yeniden görünür hale geldiler. "Hey," dedi Ron, Görünmezlik Motoru'nü kurcalayarak. "Bozuk..." İkisi birden düğmeyi yumruklamaya koyuldular. Araba kayboldu. Sonra bir anda geri döndü. "Sıkı tutun!" Ron ayağını gaz pedalına bastırdı, dosdoğru alçaktaki pamuk gibi bulutların arasına daldılar. Her şey donuk ve puslu bir hal aldı. Her yandan üstlerine bastıran kalın bulut kitlesine gözlerini kırpıştırarak bakan Harry, "Şimdi ne yapacağız?" dedi. "Hangi yönde gittiğimizi anlamak için treni görmemiz gerek." "Aşağı in öyleyse, çabucak..." Gene bulutların altına düştüler, koltuklarında dönerek aşağıyı süzdüler... "Görüyorum!" diye haykırdı Harry. "İleride... orda!" Hogwarts Ekspresi, kıpkırmızı bir yılan misali, aşağıda ok gibi gidiyordu. Gösterge tablosundaki pusulayı kontrol eden Ron, "Kuzeye gidiyor," dedi. "Peki, yarım saatte bir kontrol etsek yeter demek ki. Sıkı tutun..." Bir hamlede bulutların içinden yukarı geçtiler. Bir dakika sonra bir güneş ışığı parıltısı içine dalmışlardı. Bambaşka bir dünyaydı. Arabanın tekerlekleri pamuksu bulut denizinin kenarına değiyordu, gökyüzü kör edici beyazlıktaki güneşin altında parlak, bitmez tükenmez bir maviydi. "Şimdi tek derdimiz, uçaklar," dedi Ron. Birbirlerine bakıp gülmeye başladılar, sonra da susamadılar bir türlü. Sanki akıl almaz bir rüyanın içine atılmıştılar. İnsan ancak böyle yolculuk yapmalı, diye düşündü Harry: Sıcak, parlak güneş ışığıyla dolu, torpido gözünde koca bir karamela paketi olan bir arabayla kar gibi bulut kıvrımları ve kulelerinin yanından geçmek. Hogwarts şatosunun önündeki gepgeniş çimenliğe tereyağından kıl çeker gibi ve pek gösterişli şekilde indiklerinde, Fred ve George'un yüzlerindeki kıskanç ifadeyi görme beklentisi de cabası. Gittikçe daha kuzeye giderken düzenli olarak treni kontrol ediyorlardı, bulutların altına her indiklerinde başka bir manzarayla karşılaşıyorlardı. Londra kısa sürede gerilerde kalmıştı. Yerini önce derli toplu yeşil tarlalar almış, sonra geniş, morumsu çalılıklar gelmişti. Aşağıda bazen minik, oyuncaktan farksız kiliseleriyle köyler, bazen de rengârenk karıncalan andıran arabalarıyla büyük bir kent görünüyordu. Ancak olaysız birkaç saatin ardından Harry artık durumun başlangıçtaki kadar eğlenceli olmadığını kabul etmek zorunda kaldı. Karamelalar onları çok susatmıştı ve içecek bir şey yoktu. Ron'la ikisi kazaklarını çıkarmışlardı, ama Harry'nin sırtındaki tişört koltuğunun arkasına yapışmıştı, gözlüğü de terli burnundan aşağı kayıp duruyordu. Artık acayip bulut biçimlerini fark etmeyi bırakmıştı. Özlem içinde binlerce metre aşağıdaki treni düşünüyordu. İnsan orada tombul bir cadının sürdüğü el arabasından buz gibi balkabağı suyu alabilirdi. Neden Peron Dokuz Üç Çeyrek'e geçememislerdi ki sanki? Saatler sonra, güneş altlarındaki buluttan zemine doğru batmaya başlayıp bulutlan koyu pembe bir renge bururken, Ron karga gibi bir sesle, "Daha da uzakta olamaz, değil mi?" dedi. "Treni kontrol etmeye hazır mısın?" Tren hâlâ tam altlarındaydı, karla kaplı dağların yanından dolanarak geçiyordu. Bulutların tentesi altında hava daha da karanlıktı. Ron ayağını gaza bastı ve arabayı yeniden yükseltti ama, tam o bunu yaparken motor inlemeye başladı. Harry ve Ron birbirlerine endişeli bakışlar attılar. Ron, "Yoruldu herhalde," dedi. "Daha önce hiç bu kadar uzağa gitmemişti..." Ve ikisi de, gökyüzü gittikçe kararırken inleme sesinin de gitgide arttığını fark etmiyormuş gibi davrandılar. Yıldızlar karanlıkta tomurcuklanıyordu. Harry kazağını yeniden giydi, cam sileceklerinin sanki durumu protesto ediyormuş gibi daha halsizce hareket etmelerini de görmezlikten gelmeye çalıştı. "Pek bir şey kalmadı” dedi Ron. Harry'den çok arabayla konuşur gibi bir hali vardı. "Artık pek bir şey kalmadı." Sonra da kaygılı bir edayla gösterge tablosuna okşarcasına vurdu. Az sonra yeniden bulutların altına indiklerinde, tanıdıkları bir nirengi noktasını karanlıkta görmek için gözlerini kısmaları gerekti. "işte!" diye haykırdı Harry, Ron'la Hedwig'i de yerlerinden sıçrattı. "Dosdoğru ileride!" Gölün üzerindeki yarın tepesinde duran Hogwarts şatosunun silueti, birçok kulesiyle karanlık ufka vurmuştu. Ama araba da titremeye ve yükselti kaybetmeye başlamıştı. "Hadi," dedi Ron kandırmak istercesine, direksiyonu biraz salladı. "Geldik sayılır, hadi..." Motor inim inim inledi. Kaportanın altından ince buhar fıskiyeleri fışkırıyordu. Göle doğru uçarlarken Harry kendini koltuğunun kenarlarına sımsıkı yapışmış buldu. Araba pis bir yalpa vurdu. Camından bakan Harry, suyun düzgün, kara, parlak yüzeyini bir mil aşağıda gördü. Ron'un direksiyondaki parmaklarının boğumları bembeyaz olmuştu. Araba yeniden yalpaladı. "Hadi," diye mırıldandı Ron. Gölün üzerindeydiler... şato hemen ilerideydi... Ron ayağını gaza bastı. Bir şeyler gürültüyle şangırdadı, bir cızırtı duyuldu ve motor tamamen sustu. "Hey," dedi Ron, sessizliğe. Arabanın burnu düştü. Gittikçe hız alarak düşüyorlardı, dosdoğru kalın şato duvarının üstüne gidiyorlardı. Ron, direksiyonu tam devir döndürerek, "Haayııır!" diye haykırdı. Araba büyük bir kavis çizerken taş duvara vurmaktan birkaç santimle kurtuldular. Karanlık seraların üzerinde uçtular, sonra sebze tarhını geçtiler, onun ardından da siyah çimenleri. Bu arada boyuna yükselti kaybediyorlardı. Ron direksiyonu büsbütün bırakıp arka cebinden asasını çıkardı. "DUR! DUR!" diye bağırdı, bir yandan da gösterge tablosuyla ön cama pat pat vuruyordu. Ama hâlâ aşağı düşüyorlardı, toprak hızla onlara doğru yükseliyordu. "O AĞACA DİKKAT ET!" diye böğürdü Harry, direksiyona atıldı, ama çok geç... KÜÜT. Madenin tahtaya vurmasından çıkan sağır edici patırtıyla koca ağaç gövdesine çarptılar ve yere vurdular. Ezilen kaportanın altından buhar dalgaları çıkıyordu. Hedwig dehşet içinde bağırıyordu. Harry'nin başını ön cama vurduğu yerde golf topu büyüklüğünde bir şiş zonkluyordu. Sağında ise Ron pes perdeden umutsuz bir inilti kopardı. "İyi misin?" dedi Harry hemen. Ron, sesi titreyerek, "Asam," dedi. "Asama bak." Asa kırılmış, nerdeyse ikiye ayrılmıştı. Birkaç kıymığın tuttuğu ucu gevşek gevşek sarkıyordu. Harry okulda tamir edeceklerinden emin olduğunu söylemek için ağzını açıyordu ama, söze başlayamadı bile. Tam o anda arabanın onun olduğu tarafına bir şey vurdu. Hem de saldıran bir boğanın gücüyle. Bu vuruş onu yana, Ron'a doğru savurdu. Tam o sırada, aynı derecede sağlam bir darbe de arabanın tavanına geldi. "N'oluyo..." Ön camdan dışarı bakan Ron soluğunu tuttu, Harry de başını çevirdi ve piton kadar kalın bir dalın ön cama vurduğunu gördü. Çarptıkları ağaç onlara saldırıyordu. Gövdesi neredeyse ortadan ikiye eğilmişti, boğum boğum dallarıyla arabanın erişebildiği her santimetre karesine darbeler indiriyordu. Bir başka büyük dal kapıda büyük bir göçük meydana getirirken, Ron, "Aaah!" diye bağırdı. Ön cam şimdi yumruk halini almış küçük dalların darbe sağanağı altında titriyordu. Koçbaşı kadar kalın bir başka dal ise, içeri göçüyor gibi olan çatıya kudurmuşçasına vuruyordu... "Kaç, canını kurtar!" diye bağırdı Ron. Tüm gücüyle kapısına yüklendi, ama bir saniye sonra başka bir dalın acımasız aparkütüyle gerisin geri Harry'nin kucağına düştü. Tavan çökerken, "İşimiz bitik!" diye sızıldandı. Neyse ki tam o anda arabanın döşemesi titreşmeye başladı - motor yeniden çalışmıştı. "Geri vites!" diye haykırdı Harry ve araba ok gibi geriye gitti. Ağaç hâlâ onlara vurmaya çalışıyordu. Hızla erişme mesafesinden uzaklaştıkları sırada onları kamçılamaya çalışırken neredeyse topraktan çıkmıştı, köklerinin gıcırdadığını duyabiliyorlardı. Ron, soluk soluğa, "Ucu ucuna yırttık," dedi. "Aferin, araba." Ancak araba da artık gücünün son haddine erişmişti. İki şıngırdamayla kapılar açıldı, Harry koltuğunun yan yattığını hissetti. Bir an sonra nemli toprak üzerine serilmişti. Gürültülü pat pat sesleri ona arabanın eşyalarını bagajdan boşalttığını anlattı. Hedwig'in kafesi arabadan uçarak çıktı, havada açıldı. Hedwig de, yüksek öfkeli bir ötüşle, geriye bile bakmadan şatoya doğru hızla uçtu. Sonra göçmüş, çizilmiş halde, buharlar içindeki araba, arka farları öfkeli öfkeli yanarak karanlığın içinde gürleye gürleye uzaklaştı. Ron arkasından, "Geri dön!" diye bağırdı, kırık asasını sallayarak. "Babam beni öldürecek!" Ama araba, egzozundan çıkan son bir homurtuyla gözden kaybolmuştu. Ron, canından bezmiş halde, fare Scabbers'ı almak için eğilerek, "Şansımıza inanabiliyor musun?" dedi. "Çarpabileceğimiz bütün ağaçlar içinde, bize vurarak karşılık verecek bir ağacı seçtik." Omzunun üstünden geriye, dallarını hâlâ tehdit edici biçimde sallayan ihtiyar ağaca baktı. Harry, yorgun yorgun, "Hadi," dedi, "yukarı, okula gitsek iyi olacak." Hiç de hayal ettikleri muzaffer geliş değildi bu. Kaskatı, soğuk ve zedelenmiş halde, sandıklarının ucundan yakaladılar ve onları otlarla kaplı yamaçtan yukarı, okulun meşe ön kapısına doğru çekmeye başladılar. "Sanırım şölen başlamış bile," dedi Ron. Sandığını ön merdivenin altında bıraktı, ışıklı bir pencereden içeri bakmak için sessizce öte yana geçti. "Hey, Harry, gel de bak Seçme'yi yapıyorlar!" Harry bir koşu onun yanına gitti, Ron'la ikisi Büyük Salon'u gözlediler. Dört uzun, kalabalık masanın üstünde, havanın ortasında sayısız mum uçuşuyordu, altın tabaklarla kadehleri parlatıyorlardı. Tepede, hep dışarıdaki gökyüzünü yansıtan büyük tavan, yıldızlarla ışıl ısıldı. Ucu sivri, siyah Hogwarts şapkalarının oluşturduğu ormanın arasından Harry ödü kopmuş gibi görünen birinci sınıfların tek sıra halinde Salon'a girdiğini gördü. Ginny de aralarındaydı, capcanlı Weasley saçları sayesinde rahatça göze çarpıyordu. Bu arada, saçı sımsıkı topuz yapılmış gözlüklü bir cadı olan Profesör McGonagall, meşhur Hogwarts Seçmen Şapkası'nı yeni gelenlerin önündeki bir tabureye yerleştiriyordu. Her yıl bu eski, yamalı, yıpranmış ve pis şapka, Hogwarts'ın dört binasına (Gryffindor, Hufflepuff, Ravenclaw ve Slytherin) girecek öğrencileri seçerdi. Harry tam bir yıl önce onu başına koyduğunu ve taşlaşmış bir halde kulağına yüksek sesle mırıldandığı kararı beklediğini çok iyi hatırlıyordu. Birkaç dehşet verici saniye boyunca şapkanın onu Slytherin'e, diğerlerinin hepsinden daha fazla karanlık cadı ve büyücü çıkarmış olan binaya vereceğinden korkmuştu. Neyse ki sonunda Ron, Hermione ve geri kalan Weasley'lerle birlikte kendini Gryffindor'da bulmuştu. Geçen yıl Harry ile Ron, Gryffindor'un yedi yıldır Slytherin'i ilk kez yenip Okul Şampiyonluğu'nu kazanmasına yardımcı olmuşlardı. Küçücük, saçları kurşuni renkli bir oğlan şapkayı başına koymaya çağrılmıştı. Harry'nin bakışları onun üzerinden Okul Müdürü Profesör Dumbledore'un öğretmenler masasından seçimi izlediği yere kaydı. Dumbledore'un uzun gümüş rengi sakalı ve yarım ay gözlüğü mumların ışığında pırıl pırıl parlıyordu. Birkaç iskemle ötede Harry, gökzümrüt rengi cüppesiyle Gilderoy Lockhart'ı gördü. En uçta da kocaman, bol saçlı sakallı, kadehinden doya doya içen Hagrid oturuyordu. Harry, "Dur bakalım..." diye mırıldandı Ron'a. "Öğretmenlerin masasında boş bir iskemle var... Snape nerede?" Profesör Severus Snape, Harry'nin en az sevdiği öğretmendi. Harry de Snape'in en az sevdiği öğrenci oluyordu. Zalim, alaycı, kendi binası (Slytherin) dışındaki hiçbir öğrencinin sevmediği Snape, iksir dersim okutuyordu. Ron umutla, "Belki de hastadır!" dedi. "Belki de ayrılmıştır. Biliyorsun, Karanlık sanatlara Karşı Savunma dersini gene elden k ediyor ve..." Ron coşkuyla, "Hatta kovulmuş olabilir," dedi. "Yani, herkes ondan nefret "Ya da," dedi arkalarından gelen buz gibi bir ses, "ikinizin neden okul treniyle gelmediğini duymayı bekliyordur." Harry hızla arkasına döndü. Orada, kara cüppesi soğuk bir esintiyle dalgalanarak, Severus Snape duruyordu. Sıska, soluk yüzlü, kanca burunlu, omuzlarına kadar inen yağlı saçları olan bir adamdı. Şu anda da, Harry ile Ron'a başlarının adamakıllı dertte olduğunu anlatan bir edayla gülümsüyordu. "Arkamdan gelin," dedi Snape. Harry ve Ron, birbirlerine bakmaya bile cesaret edemeyerek onu merdivenlerden yukarı, alev alev yanan meşalelerle aydınlatılmış muazzam, bol yankılı Giriş Salonu'na kadar izlediler. Büyük Salon'dan pek leziz bir yemek kokusu dalga dalga yayılıyordu, ama Snape onları sıcaklık ve ışıktan uzağa, mahzenlere inen dar taş merdivenden aşağı götürdü. Soğuk geçidin ortasındaki bir kapıyı açıp parmağıyla işaret ederek, "İçeri!" dedi. Titreyerek Snape'in odasına girdiler. Gölgeli duvarlar boyunca, içlerinde Harry'nin o anda isimlerini bilmeyi pek de istemediği her türlü iğrenç şeyin yüzdüğü büyük cam kavanozlar sıralanmıştı. Şömine karanlık ve boştu. Snape kapıyı kapadı, dönüp onlara baktı. Yumuşak bir edayla, "Demek," dedi, "tren meşhur Harry Potter ve sadık yardakçısı Weasley için yeterince iyi değil. Gelişimizle bir patırtı koparmak istedik, öyle mi, beyler?' "Hayır, efendim, King's Cross'taki bölme yüzünden, o..." "Sus!" dedi Snape soğuk soğuk. "Arabayı ne yaptınız?" Ron yutkundu. Bu, Shape'in, Harry'de, düşünceleri okuyormuş izlenimini ilk uyandırışı değildi. Ama bir ân sonra Snape bugünün Akşam Postası sayısını açınca,meseleyi anladı. Onlara manşeti göstererek Görüldünüz," diye tısladı. "UÇAN FORD ANGLIA, MUGGLE'LARI ŞAŞKINA ÇEVİRİYOR". Yüksek sesle okumaya başladı: "Londra'da iki Muggle, Postane kulesi üstünden uçan eski bir araba gördüklerinden eminler... öğleyin Norfolk'ta Mrs Heuy Ehyliss çamaşırlarını asarken... Peebles'lı Mr An-gus Fleet polise bildirdi' ... toplam altı-yedi Muggle. Sanırım baban Muggle Eşyalarının Kötüye Kullanımı Dairesi'nde çalışıyor, değil mi?" dedi, Ron'a bakıp daha da pis pis gülümseyerek. "Vay vay vay... öz oğlu..." Harry kendini, çılgın ağacın daha büyük dallarından biriyle midesine çok kuvvetli bir darbe yemiş gibi hissetti. Eğer bir tek kişi bile Mr Weasley'nin arabayı büyülediğini anlayacak olursa... bunu hiç düşünmemişti... "Parkta arama yaparken, çok değerli bir Şamara Söğüt'e hatırı sayılır ölçüde hasar verildiğim fark ettim," diye devam etti Snape. Ron, "O ağaç bize, bizim ona verdiğimizden daha fazla zarar verdi," diye patladı. "Sus dedim! Ne yazık ki benim binamda değilsiniz ve sizi okuldan atma kararı bana ait değil. Şimdi gidip bu mutluluk verici yetkiye sahip olan insanları çağıracağım. İkiniz de burada bekleyin." Harry ve Ron, bembeyaz yüzlerle birbirlerine baktılar. Harry artık karnının açlığının bile farkında değildi. Şu anda kendini son derece hasta hissediyordu. Snape'in masasının arkasındaki rafta yeşil bir sıvıya sarkıtılmış uzun, çamurumsu şeye bakmamak için kendini zorladı. Snape, Gryffindor binasının başında olan Profesör McGonagall'ı almaya bile gitmiş olsa daha iyi durumda sayılmazlardı. Snape'ten daha adil olabilirdi, ama gene de kurallara son derece bağlıydı. On dakika sonra Snape döndü, elbette ki yanında Profesör McGonagall vardı. Harry daha önce de birkaç kez Profesör McGonagal 'ı kızgın görmüştü ama, ya ağzının ne kadar incelebileceğini unutmuştu ya da onu daha önce hiç bu kadar kızgın görmemişti. Girer girmez asasını kaldırdı. Harry de, Ron da oldukları yere sindiler, ama o asasını sadece boş şömineye doğru tuttu, birden alevler parladı. "Oturun," dedi, ikiside geri geri şöminenin yanındaki iskemlelere gittiler. Profesör McGonagall gözlüğü tekinsiz bir şekilde parıldayarak, "Açıklayın” dedi. Ron istasyonda onların geçmesine izin vermeyen bölmeden alarak, hikâyeye başladı. "... yani başka şansımız yoktu, Profesör, trene binemiyorduk." Profesör McGonagall, soğuk bir edayla Harry'ye, "Niye bize baykuşla mektup yollamadınız?" diye sordu. "Senin bir baykuşun olsa gerek." Harry ağzı açık ona bakakaldı. Besbelli yapmaları gereken buydu, ama ancak o söyleyince anlayabilmişti. "Ben... ben düşünemedim..." "Bu," dedi, Profesör McGonagall, "hemen belli oluyor". Kapı vurulunca, her zamankinden daha da memnun görünen Snape açtı. Müdür Profesör Dumbledore orada duruyordu. Harry'nin bütün vücudu uyuştu. Dumbledore fevkalade ciddi görünüyordu. Adamakıllı kemerli burnunun üzerinden onlara baktı. Harry birden kendini, keşke Ron'la ikisi hâlâ Şamarcı Söğüt'ten dayak yiyor olsalar diye düşünürken buldu. Uzun bir sessizlik oldu. Sonra Dumbledore, "Lütfen bunu neden yaptığınızı açıklayın," dedi. Bağırsa daha iyi olurdu. Harry onun sesindeki hayal kırıklığından nefret etti. Nedense gözlerine bakamadığı için, dizlerine doğru konuştu. Dumbledore'a, büyülü arabanın sahibinin Mr Weasley olduğu dışında her şeyi anlattı, işin o kısmına sanki Ron'la ikisi istasyonun dışında tesadüfen uçan bir araba bulmuşlar süsü verdi. Dumbledore'un işin aslını hemen anlayacağından emindi, ama müdür araba hakkında hiçbir şey sormadı. Harry sözlerini bitirince de, gözlüğünün arkasından onlan süzmeye devam etti. Ron, umutsuz bir sesle, "Gidip eşyalarımızı toplayalım," dedi. Profesör McGonagall, "Sen neden söz ediyorsun, Weasley?" dedi yüksek sesle. "Eh, bizi kovuyorsunuz, değil mi?" Harry hemen Dumbledore'a baktı. "Bugün değil, Mr Weasley," dedi Dumbledore. "Ama ikinize de yapmış olduğunuz şeyin ciddiyetini mutlaka anlatmalıyım. Bu akşam ikinizin de ailelerine yazacağım. Ayrıca sizi uyarmak zorundayım, eğer bunun gibi bir şey daha yaparsanız, sizi okuldan atmaktan başka seçeneğim kalmayacak." Snape'in sanki Noel iptal edilmiş gibi bir hali vardı. Boğazını temizleyerek, "Profesör Dumbledore," dedi, "bu iki oğlan Genç Yaşta Büyücülüğün Kısıtlanması Kararnamesi'ni hiçe saydı, ihtiyar ve değerli bir ağaca önemli bir hasar verdi... eminim ki bu türden davranışlar..." Dumbledore, sakin sakin, "Bu çocukların cezalandırılmasına karar vermek Profesör McGonagall'a düşer, Severus," dedi. "Onun binasında, onun sorumluluğu altındalar." Profesör McGonagall'a döndü. "Şölene dönmem gerek, Minerva. Birkaç duyuru yapmak zorundayım. Gel, Severus, tadına bakmam gereken pek lezzetli görünüşlü bir hardallı kek var." Snape, Harry ve Ron'a zehir dolu bir bakış ata ve kendi odasından çıkartılmasına göz yumdu. Onları, hâlâ intikam peşindeki bir kartal gibi süzen Profesör McGonagall'la yalnız bıraktı. "Hastane kanadına gitsen iyi olur, Weasley, yaran kanıyor." "Pek sayılmaz," dedi Ron, gözünün üstündeki kesiği koluyla siliverdi. "Profesör, kardeşimin Seçilmesini görmek istiyordum..." "Seçme Töreni bitti. Kız kardeşin de Gryffindor da." "Ah, iyi." "Hazır Gryffindor'dan laf açılmışken..." dedi Profesör McGonagall, sert sert. Ama Harry hemen onun sözünü kesti: "Profesör, arabayı alırken sömestr başlamamıştı. Yani... yani aslında Gryffindor'dan puan düşülmesine gerek yok, değil mi?" Sözünü bitirip kaygıyla onu süzdü. Profesör McGonagall ona delici bir bakış attı, ama Harry onun neredeyse gülümsediğinden emindi. Hiç değilse, ağzı o kadar ince görünmüyordu. "Gryffindor'dan puan düşmeyeceğim," deyince, Harry'nin yüreği ferahladı. "Ama ikiniz de paydos saatinde çalışarak cezalandırılacaksınız." Bu, Harry'nin istediğinden daha iyiydi. Dumbledore'un Dursley'lere yazmasına gelince umurunda bile değildi. Harry onların Şamarcı Söğüt kendisini dümdüz etmedi diye hayal kırıklığına uğrayacaklarını gayet iyi biliyordu. Profesör McGonagall yeniden asasını kaldırdı ve Snape'in masasına tuttu. İki büyük tabak sandviç, iki gümüş kadeh ve bir sürahi buzlu balkabağı suyu bir pop sesiyle ortaya çıktı. "Burada yiyip sonra dosdoğru yatakhanenize gideceksiniz," dedi. "Ben de şölene dönmeliyim." Kapı arkasından kapanınca, Ron uzun, alçak bir ıslık çaldı. Bir sandviç kaparak, "İşimiz bitti sanmıştım," dedi. "Ben de," dedi Harry. O da bir sandviç eldi. Ron, bir ağız dolusu tavuk ve jambonun abasından, "Ama şansımıza inanabiliyor musun?" diye sordu. "Fred ve George o arabayla beş ya da altı kere uçmuş olmalı ve onları hiçbir Muggle görmedi." Yutarak koca bir ısırık daha aldı. "Neden bölmeden geçemedik?" Harry omuzlarını silkti. "Ama bundan sonra attığımız adıma dikkat etmemiz gerek," dedi, hayatından memnun halde büyük bir yudum balkabağı suyu içti. "Keşke şölene katılabilseydik..." Ron, bilgiç bilgiç, "Gösteriş yapmamızı istemedi," dedi. "İnsanların bunun akıllıca bir şey olduğunu düşünmesini istemiyor, uçan arabayla gelmenin..." Yiyebildikleri kadar sandviç yedikten sonra (tabak bittikçe kendini yeniden dolduruyordu) kalkıp odadan çıktılar, Gryffindor Kulesi'ne giden bildik yolu tuttular. Şato sessizdi; şölen bitmişti galiba. Mırıldanan portrelerle gıcırdayan zırhların yanından geçip dar taş merdivenleri tırmandılar. Sonunda Gryffindor Kulesi'nin gizli girişinin, pembe ipek elbiseli çok şişman bir kadının yağlıboya portresi arkasında saklı olduğu geçide vardılar. Onlar yaklaşırken kadın, "Parola?" dedi. "Şey..." dedi Harry. Yeni yılın parolasını bilmiyorlardı, henüz bir Gryffindor Sınıf Başkanı'yla karşılaşmamışlardı. Ama biri hemen imdatlarına yetişti. Arkalarında acele acele gelen birinm ayak seslerini duydular, dönünce de Her-mione'nin onlara doğru koşa koşa geldiğini gördüler. "Bardasınız demek! Nerelerdeydiniz peki? Saçma sapan söylentiler çıkmıştı., sözde uçan bir arabayla kaza yaptığınız için okuldan atılmışsınız." Harry, "Eh, atılmadık," diye rahatlattı onu. "Bana buraya uçtuğunuzu söylemeyeceksiniz ya?" dedi Hermione. Sesi Profesör McGonagall'ınki kadar sertti. Ron, "Nutku boş ver de," diye sabırsızlandı, "bize parolayı söyle. Bu sefer Hermione sabırsızlandı. "Parola, hotozlu kuş, ^trıa mesele o değil ki..." Ancak, şişman hanımın portresi açılıp aniden bir alkış fırtınası duyulunca sözleri yarıda kaldı. Gryffindor binasındakilerin hepsi hâlâ ayaktaydı sanki. Daire şeklindeki ortak salona doluşmuşlar, eğri masalarla pelte yumuşaklığındaki koltukların üzerine çıkmış, onların i bekliyorlardı. Kollar uzanarak, portre deli-Harry ve Ron'u içeri çekti, Hermione de onların ardından tek başına tırmanmak zorunda kaldı. "Çok zekice!" diye bağırdı Lee Jordan. "Nefis buluş! Ne gelişti ama! Bir arabayla dosdoğru Şamarcı Söğüt'e çarpmak, insanlar yıllarca bunu anlatacak!" Harry'nin daha önce hiç konuşmamış olduğu, beşinci sınıftan bir çocuk, "Aferin sana!" dedi. Birisi, sanki az önce bir maraton kazanmış gibi, sırtını sıvazlıyordu. Fred ve George ite kaka kalabalığın önüne gelip bir ağızdan, "Bizi niye geri çağırmadınız, ha?" diye sordular. Ron'un yüzü kıpkırmızı olmuştu, utangaç utangaç sırıtıyordu. Ama Harry hiç de memnun olmuşa benzemeyen birini görebiliyordu. Percy, heyecanlanmış birtakım birinci sınıfların başlarının tepesinden bakıyordu. Sanki yakına gelip onları azarlamaya çalışır gibiydi. Harry Ron'un kaburgalarını dürtüp Percy'nin yönünde başını salladı. Ron hemen mesajı aldı. "Yukarı çıkmam gerek," dedi, "biraz yorgunuz." İkisi insanları iterek odanın öbür ucundaki kapıya doğru gittiler. Bu kapı döne döne yukarı çıkan bir merdivene açılyor, merdiven de yatakhaneye çıkıyordu. Harry, tıpkı Percy gibi suratını beş karış asmış olan Hermione'ye, "İyi geceler," diye seslendi. Gene sırtları sıvazlanarak ortak odanın öbür yanına geçmeyi başardılar, merdivenin sakinliğine kavuştular. Hızla dosdoğru yukarı çıktılar ve sonunda, üzerinde artık "ikinci sınıflar" yazan yatakhanelerinin kapısına vardılar. O bildik, daire şeklindeki odaya girdiler: Dört yanma koyu kırmızı kadifeden perdeler asılmış dört direkli beş karyola ve yüksek, dar pencereler. Sandıkları yukarı çıkarılıp yataklarının ayakucuna konmuştu. Ron suçlu suçlu Harry'ye sırıttı. "Biliyorum, bundan hoşlanmamış olmam falan gerekiyordu ama..." Yatakhanenin kapısı ardına kadar açıldı ve diğer ikinci sınıf Gryffindor öğrencileri içeri girdiler: Seamus Finnigan, Dean Thomas ve Neville Longbottom. Seamus, ağzı kulaklarında, "inanılmaz!" dedi. "Kıyak," dedi Dean. Neville, nutku tutulmuş, "Şaşırtıcı," diyebildi. Harry dayanamadı. O da sırıttı. |
![]() |
![]() |
#23 |
Guest
Mesajlar: n/a
Üye No:
Cinsiyet :
|
![]() BÖLÜM 6 - Gilderoy Lockhart
Ancak ertesi gün Harry bir kere bile şöyle ağız tadıyla sırıtamadı. Her şey Büyük Salon'daki kahvaltının ardından tepe aşağı gitmeye başladı sihirli tavan altındaki (bugün kasvetli, bulutlu bir kurşuni), dört binanın öğrencilerine ait uzun masaların üstü, kapaklı büyük kâseler içindeki yulaf lapaları, balığı tabakları, kızarmış ekmek tepeleri ve pastırmayla doluydu. Harry ve Ron, Gryffindor masasında, Vampirlerle Seyahatler kitabını bir süt sürahisine dayamış olan Hermione'nin yanına oturdular. "Günaydın," derken sesinde hafif bir sertlik vardı. Harry onun, okula geliş biçimlerini hâlâ onaylamadığını anladı. Öte yandan Neville Longbottom onları neşeyle karşıladı. Neville yuvarlak yüzlü ve kaza yapmaya eğilimli bir çocuktu,Harry'nin tanıdığı kişiler içinde hafızası en zayıf insandı. "Birazdan posta gelir, sanırım büyükannem unuttuğum birkaç şeyi yolluyor." Harry tam yulaf lapasını yemeye başlamıştı ki, tepede bir hışırtı duyuldu ve yüz kadar baykuş içeri daldı. Salon'un tepesinde daireler çizerek gevezelik eden kalabalığın arasına mektuplar ve paketler bıraktılar. Büyük, yamru yumru bir paket Neville'in başına çarpıp zıpladı, bir saniye sonra ise kocaman, kurşuni renkte bir şey hepsinin üstüne süt ve tüy saçarak Hermione'nin sürahisinin içine düştü. "Errol!" dedi Ron, ıslanmış pejmürde baykuşu ayaklarından tutup çekerek. Errol baygın halde masaya yığıldı, bacakları havadaydı, gagasında da ıslak, kırmızı bir zarf vardı. Ron'un nefesi kesildi. "Ah, hayır..." Hermione, parmağının ucuyla yavaşçacık Errol'ı dürttü, "Tamam, tamam, yaşıyor." "O değil... bu!" Ron parmağıyla kırmızı zarfı işaret ediyordu. Zarf Harry'ye hayli sıradan görünüyordu ama, Ron ve Neville ona sanki patlamasını bekliyormuş gibi bakıyorlardı. "Neler oluyor?" dedi Harry. Ron ancak, "Bana... bana bir Çığırtkan göndermiş" diyebildi. Neville ürkekçe fısıldadı: "Açsan iyi olur, Ron. Açmamak daha kötü. Büyükannem bir seferinde bana bir tane göndermişti, ben de yok saydım ve..." Yutkundu. "Korkunçtu." Harry önce onların taşlaşmış yüzlerine, sonra da kırmızı zarfa baktı. "Bir Çığırtkan nedir?" diye sordu. Ama Ron'un bütün dikkati, köşelerinden tütmeye başlayan mektup üzerinde odaklanmıştı. "Aç," diye zorladı Neville. "Birkaç dakikada bitip gider." Ron titreyen elini uzatıp Errol'ın gagasındaki zarfı aldı ve açtı. Neville parmaklarını kulaklarına tıkadı. Bir saniye bile geçmeden Harry onun niye böyle yaptığım anladı. Bir an için zarfın sahiden de patladığını sanmıştı. Koskoca Salon'u bir kükreyiş doldurdu, tavandan tozlar düşürdü. "... ARABAYI ÇALMAK HA, SENÎ OKULDAN ATSALAR HÎÇ ŞAŞMAM, HELE BENİM ELLERİME GEÇ DE GÖR NELER OLACAK, ARABANIN GİTTİĞİNİ GÖRÜNCE BABANLA BENİM NELER HİSSEDECEĞİMİZİ HÎÇ DÜŞÜNMEDİN SANIRIM..." Mrs Weasley'nin normaldekinden yüz kere daha gürültülü olan feryatları, masalardaki tabaklarla kaşıkları takırdattı ve taş duvarlardan sağır edici bir yoğunlukla yankılandı. Salon'un her yanındaki insanlar, Çığırtkan'ın kime geldiğini görmek için dönüp bakıyorlardı. Ron iskemlesinde o kadar aşağı kaydı ki, sadece vişne çürüğüne dönmüş alnı görülebiliyordu. "... DÜN AKŞAM DUMBLEDORE'DAN MEKTUP GELDİ, BABAN UTANÇTAN ÖLECEK SANDIM, BİZ SENİ BU ŞEKİLDE DAVRANASIN DİYE YETİŞTİRMEDİK, SEN DE HARRY DE ÖLEBİLİRDİNİZ..." Harry, adı ne zaman geçecek diye merak ediyordu. Sanki kulak zarlarını zonklatan sesi duymuyormuş gibi görünmek için elinden geleni yaptı. "... GERÇEKTEN İĞRENÇ, BABANA İŞYERİNDE SORUŞTURMA AÇACAKLAR, TÜMÜYLE SENİN KABAHATİN VE EĞER KÜÇÜK BİR HATA DAHA İŞLERSEN SENİ DOSDOĞRU EVE GETİRECEĞİZ." Ortalığa çınlayan bir sessizlik çöktü. Ron'un elinden düşen kırmızı zarf alev aldı ve kıvrılarak küle dönüştü. Harry ve Ron, üstlerinden bir deprem dalgası geçmiş gibi, nutku tutulmuş halde oturuyorlardı. Birkaç kişi güldü ve yavaş yavaş yeniden aralarında konuşmaya başladılar. Hermione, Vampirlerle Seyahatleri kapatıp, aşağı, Ron'un kafasının tepesine baktı. "Eh, ne beklediğini bilmiyorum, Ron, ama sen de..." "Bana bunu hak ettin deme!" Harry yulaf lapasını öteye itti. İçi suçluluk duygusuyla yanıyordu. Mr Weasley işyerinde bir soruşturmayla karşı karşıyaydı. Hem de yaz boyu Mr ve Mrs Weasley'nin onun için yaptıklarından sonra... Ama bunun üzerinde duracak vakti olmadı. Profesör McGonagall, Gryffindor masasında dolaşarak, ders programı dağıtıyordu. Harry kendisininkini aldı. İlk olarak Hufflepuff’larla Bitkibilim dersleri olduğunu gördü. Harry, Ron ve Hermione şatodan birlikte ayrılıp sebze tarhını geçtiler ve sihirli bitkilerin bulunduğu seralara doğru gittiler. Çığırtkan hiç değilse bir tek işe yaramıştı: Hermione onların yeterince cezalandırıldığını düşündüğü için şimdi yemden tam anlamıyla dostça davranıyordu. Seralara yaklaşınca, sınıfın geri kalanının orda durmuş, Profesör Sprout'u beklediğini gördüler. Harry, Ron ve Hermione henüz onlara katılmıştı ki, Profesör, yanında uzun adımlar atarak çimenliği geçen Gilderoy Lockhart'la göründü. Profesör Sprout'un kollan bandajlarla doluydu. Birden vicdan azabına kapılan Harry, uzakta, dallarından birkaç tanesi askıya alınmış olan Şamarcı Söğüt'ü gördü. Profesör Sprout, tıknaz küçük bir cadıydı, uçuşan saçlarının üstüne yamalı bir şapka takardı. Giysilerinde genellikle bol miktarda toprak bulunurdu, tırnaklan da Petunia Teyze'nin baygınlık geçirmesine yetebilirdi. Ancak Gilderoy Lockhart, fiyakayla yerine oturtulmuş, kenarları altın işlemeli turkuvaz bir şapkanın altındaki saçları ve uçuşan turkuvaz cüppesiyle lekesiz görünüyordu. "Ah, hepinize merhaba!" diye seslendi, orada toplanmış öğrencilere gülümseyen Lockhart. "Profesör Sprout'a bir Şamarcı Söğüt'ün aslında nasıl tedavi edilmesi gerektiğini gösteriyordum, hepsi bu. Ama benim Bitkibilim'de ondan iyi olduğum fikrine kapılmanızı istemiyorum, elbette. Ben sadece seyahatlerimde bu egzotik bitkiler gibilerini daha sık gördüm, o kadar..." Her zamanki neşesinden yoksun görünen, belirgin şekilde canı sıkkın olan Profesör Sprout, "Bugün Üç Numaralı Sera'dayız, arkadaşlar," dedi. Bir ilgi mırıltısı dolaştı. Daha önce sadece Bir Numaralı Sera'da çalışmışlardı. Üç Numaralı Sera'da ise çok daha ilginç ve tehlikeli bitkiler vardı. Profesör Sprout belinden koca bir anahtar çıkartıp kapıyı açtı. Harry'nin burnuna ıslak toprak ve gübre kokusu geldi. Bu koku, tavandan sarkan şemsiye boyundaki birtakım dev çiçeklerin ağır rayihasına karışmıştı. Tam Ron ve Hermione'nin ardından içeri girecekti ki, Lockhart'ın eli uzandı. "Harry! Seninle konuşmak istiyorum - biraz gecikse bir sakıncası yok, değil mi, Profesör Sprout?" Profesör Sprout'un yüzünün hemen asılmasına bakılırsa, vardı, ama Lockhart, "Tamam öyleyse," dedi ve sera kapısını onun suratına kapattı. "Harry," dedi Lockhart, başını sallarken koca beyaz dişleri güneş ışığında parıldıyordu. "Harry, Harry, Harry." Neye uğradığını şaşıran Harry bir şey demedi. "Duyduğum zaman... eh, tabii ki benim kabahatim. Kendi kendimi tekmeleyebilirdim." Harry'nin onun neden söz ettiği konusunda en ufak bir fikri yoktu. Tam bunu söyleyecekti ki, Lockhart devam etti. "Daha büyük bir şok geçirdiğimi hatırlamıyorum. Hugwarts'a bir arabayla uçarak gelmek! Tabii bunu niye yaptığını hemen anladım. Öyle belli oluyor ki. Harry, Harry, Harry." Konuşmazken bile nasıl yapıyorsa becerip de o parlak dişlerin her birisini teker teker gösterebilmesi hayret verici bir şeydi. "Sana şöhreti tattırdım, değil mi?" dedi Lockhart. "Virüs bulaştı. Benimle birlikte gazetenin birinci sayfasına çıktın ve bir kere daha olsun diye sabırsızlandın." "Ah - hayır, Profesör, bakın..." "Harry, Harry, Harry," dedi Lockhart, uzanıp onun omzunu tutarak. "Anlıyorum ben. İlk kez tattıktan sonra biraz daha istemen doğal - sana onu tattırdığım için de kendime kusur buluyorum, çünkü başına vuracağı belliydi. Ama anlıyorsun ya, delikanlı, seni fark etsinler diye arabaları uçuramazsın. Biraz sakinleş, tamam mı? Büyüdüğün zaman bunları yapmak için çok vaktin olacak. Evet, evet, ne düşündüğünü biliyorum. Onan için söylemesi kolay, o zaten uluslararası şöhrete sahip bir büyücü!' diyeceksin. Ama ben on iki yaşındayken bir hiçtim, senin şimdi olduğun gibi. Hatta senden bile daha az tanındığımı söyleyebilirim! Yani, senin adım duymuş birkaç kişi vardı, değil mi? Adı Anılmaması Gereken Kişi'yle olanlar falan!" Harry'nin alnındaki şimşek izine baktı. "Biliyorum, biliyorum, bunlar beş kere üst üste Cadı Gündemi'nin En Büyüleyici Tebessüm Ödülü'nü almak kadar iyi değil - yani benim gibi. Ama bir başlangıç, Harry, bir başlangıç." Hany'ye candan bir edayla göz kırptı ve uzaklaştı. Harry şaşkınlıktan birkaç dakika olduğu yerde kalakaldı, sonra serada dersi olduğunu hatırlayarak, kapıyı açıp içeri süzüldü. Profesör Sprout seranın ortasındaki ayaklıklı bir sıranın arkasında duruyordu. Sıranın üstünde farklı renklerde yirmi çift kulaklık vardı. Harry, Ron ile Hermione arasında yerini alınca, "Bugün Adamotları'nı yeniden saksılara ekiyoruz," dedi. "Kim bana Adamotları'nın özelliklerini söyleyebilir, bakalım?" Elini ilk kaldıranın Hermione olmasına kimse şaşmadı. "Adamotu, ya da Adamkökü, şifalı bir bitkidir," dedi Hermione. Her zamanki gibi, ders kitabını yutmutşa benziyordu. "Biçimleri değiştirilmiş ya da lanete uğramış kişileri eski hallerine döndürmede kullanılır." "Mükemmel. Gryffindor'a on puan. Adamotu, birçok panzehirin önemli bir parçasını oluşturur. Ancak, aynı zamanda zararlıdır. Niye olduğunu kim söyleyebilir?" Hermione elini gene ok gibi kaldırırken az daha Harry'nin gözlüğüne çarpıyordu. Hemen, "Adamotu'nun çığlığı, duyan kişi için ölümcüldür," dedi. "Aynen. On puan daha al. Şimdi, elimizdeki Adamotları henüz çok genç." Konuşurken, bir sıra derin tepsiye işaret etti, herkes daha iyi görmek için ayaklarım sürüyerek öne geldi. İçinde morumsu yeşil renkte yüz kadar püsküllü küçük bitki, sıra sıra duruyordu. Hermione'nin, Adamotu "çığlığı"yla neyi kastettiği konusunda en ufak bir fikri olmayan Harry'ye hayli sıradan göründüler. Profesör Sprout, "Herkes bir çift kulaklık alsın," dedi. Herkes pembe ve yumuşak tüylü olmayan bir kulaklık bulmaya çalışırken, bir itiş kakış oldu. "Size takın dediğim zaman, kulaklarınızın tamamen tıkalı olduğundan emin olun. Tehlike geçip te çıkarma vakti gelince ben size tamam işareti vereceğim. Hadi bakalım - takın kulaklıkları." Harry kulaklığını kulağına taktı. Sesi tamamen kestiler. Profesör Sprout kendi kulaklarına pembe yumuşacık tüylü kulaklık taktıktan sonra, cüppesinin kollarını sıvadı, püsküllü bitkilerden birini sıkıca yakaladı ve iyice çekti. Harry kimsenin duyamayacağı bir şaşkınlık soluğu koyuverdi. Topraktan kök yerine küçük, çamurlu ve son derece çirkin bir bebek çıkmıştı. Yapraklar hemen kafasından çıkıyordu. Açık yeşil, benekli bir cildi vardı ve besbelli ki ciğerlerinin tüm gücüyle haykırıyordu. Profesör Sprout, masanın altından koca bir saksı alarak Adamotu'nu içine daldırdı. Sadece püsküllü yaprakları görünür kalana kadar onu koyu renk, nemli doğal gübrenin içine gömdü. Ellerinin tozunu silkeledi, başparmağını kaldırıp tamam işareti verdi ve kendi kulaklığını çıkardı. "Adamotlarımız henüz sadece fide oldukları için çığlıkları da şimdilik öldürmez," dedi sakin sakin. Bir begonyaya su vermekten daha heyecan verici bir şey yapmamış gibiydi, "Gene de birkaç saat baygın kalmanıza yol açarlar. Geri döndükten sonraki ilk gününüzü kanırmak istemeyeceğinizden emin olduğum için, çalı strkep kulaklıklarınızın sıkı sıkı yerinde olduğundan emin olun diyorum. Toparlanma vakti gelince ben dikkatinizi çekerim." "Her tepsiye dört kişi - burada çok saksı var - doğal gübre oradaki çuvallarda. Zehirli Tentacula'ya da dikkat edin, dişleri çıkıyor." Konuşurken dikenli, koyu kırmızı bir bitkiye sağlam bir tokat attı. Böylece, sinsi sinsi onun omzunda ilerleyen uzun antenlerini geri çekmesini sağladı. Harry, Ron ve Hermione'ye, Harry'nin yüzünü bildiği ama daha önce hiç konuşmamış olduğu kıvırcık saçlı, Hufflepuff lu bir oğlan katılmıştı. Çocuk neşeyle, "Justin Finch-Fletchley" dedi, Harry'nin elini sıkarak. "Kim olduğunu biliyorum, tabii, meşhur Harry Potter... sen de Hermione Granger'sın, her şeyin birincisi..." (Hermione kendi eli de sıkılırken gülümsedi) "ve Ron Weasley. Uçan araba senindi, değil mi?" Ron gülümsemedi. Besbelli Çığırtkan henüz aklından çıkmamıştı. Justin, saksılarını ejderha pisliği gübresiyle doldurmaya başlarlarken, "O Lockhart da çok esaslı, değil mi?" dedi. "Ne kadar cesur adam. Kitaplarını okudunuz mu? Beni telefon kulübesinde bir ******** kıstırmış olsa korkudan ölürdüm, ama o sakin kalmış ve -pat - muhteşem yani. "Ben Eton'a yazılmıştım, biliyor musunuz, onun yerine buraya geldiğim için ne kadar sevindiğimi size anlatamam. Tabii annem biraz hayal kırıklığına uğradı ama, sanırım ona Lockhart'ın kitaplarını okuttuğundan beri ailede tam eğitim görmüş bir büyücü bulunmasının ne kadar işe yarayacağını anlamaya başladı..." Ondan sonra pek konuşma şansları olmadı. Kulaklıklarını yeniden takmışlardı ve Adamotlan üzerinde yoğunlaşmaları gerekiyordu. Profesör Sprout çok kolay bir iş yapıyor gibi davranmıştı, ama değildi. Adamotları topraktan çıkmaktan hoşlanmıyorlardı, ama tekrar içeri girmekten de hoşlanmıyorlardı. Kıvranıyorlar, tekme atıyorlar, sağlam küçük yumruklarını savuruyorlar ve dişlerini gıcırdatıyorlardı. Harry pek şişman bir tanesini bir saksıya sıkıştırmak için tam on dakika uğraştı. Dersin sonunda herkes gibi Harry de kan ter içinde kalmıştı, her yeri ağrıyordu ve toprağa bulanmıştı. Çabucak bir duş almak için yorgun argın şatoya döndüler, sonra da Gryffindor'lar, Biçim Değiştirme dersine koştu. Profesör McGonagall'ın dersleri her zaman zordu, ama bugün daha da zorlaşmış gibiydi, Harry'nin geçen yıl öğrendiği her şey yaz sırasında aklından çıkıp gitmişti sanki. Sözde kınkanatlı bir böceği düğmeye dönüştürmesi gerekiyordu, ama bütün yaptığı, asasından kaçarak sıranın üstünde oradan oraya kaçan böceğine iyice egzersiz yaptırmak oldu. Ron'un daha da ciddi sorunları vardı. Ödünç aldığı Büyülü Seloteyp'le asasını yamamıştı ama, asa tamir edilemeyecek kadar hasar görmüş gibiydi. Çatırdayıp duruyor, olmadık zamanda kıvılcımlar saçıyordu ve Ron böceğine biçim değiştirtmeye kalkışınca, onu çürük yumurta kokan kalın kurşuni bir duman içlide bırakıyordu. Ne yaptığını göremeyen Ron, kazayla böceği dirseğiyle ezdi ve yenisini istemek zoruunda kaldı. Profesör McGonagall bu durumdan hiç memnun kalmadı. Harry öğle yemeği çanını duyunca rahat bir nefes aldı. Beyni sıkılmış sünger gibiydi. O ve Ron dışında herkes tek sıra olup sınıfı terk etti, ama Ron hâlâ çıldırmış gibi asasını sıraya vurup duruyordu. "Aptal... işe yaramaz... şey..." Harry, "Eve yazıp başka bir tane iste," dedi, asa maytap misali bir çat çut bombardımanı çıkartırken. "Ya, evet, sonra da bir Çığırtkan daha yollasınlar, değil mi?" dedi Ron, şimdi tıslayan asasını çantasına koyarken. "Asanın kırılması senin kabahatin..." Birlikte yemeğe indiler, Hermione'nin onlara Biçim Değiştirme dersinde yaptığı bir avuç kusursuz palto düğmesini göstermesi, Ron'un moralini düzeltmedi doğrusu. Harry, telaşla konuyu değiştirerek, "Öğleden sonra ne var?" diye sordu. Hermione hemen, "Karanlık Sanatlara Karşı Savunma," dedi. Ron onun ders programını kaparak, "Neden Lockhart in bütün derslerinin etrafına küçük kalpler çizdin?" diye sordu. Hermione kıpkırmızı kesilerek programını kaptı. Yemeklerini bitirip dışarı, üstü kapalı avluya çıktılar. Hermione taş bir basamağa oturup burnunu yeniden Vampirlerle Seyahatler'e gömdü. Harry ve Ron birkaç dakika Quidditch üzerine konuştular. Derken Harry çok yakından idendiğini fark etti. Başını kaldırınca, önceki gece Seçmen Şapka'yı başına takarken gördüğü minicik, kurşuni saçlı oğlanın donup kalmış gibi gözlerini dikmiş, kendisine baktığını gördü. Normal bir Muggle fotoğraf makinesini andıran bir şeye sıkı sıkı sarılmıştı. Harry ona baktığı an yüzü parlak kırmızı bir renk aldı. "Tamam mı, Harry? Ben... ben Colin Creevey'yim," dedi nefes nefese. İleri doğru da ürkek bir adım attı. Kamerayı umutla havaya kaldırarak, "Ben de Gryffindor'dayım," dedi. "Sence - yani sakıncası yoksa - bir resim çekebilir miyim?" Harry, boş boş, "Resim mi?" diye tekrarladı. Colin Creevey hevesle daha da öne gelerek, "Seninle tanıştığımı kanıtlamak için," dedi. "Hakkındaki her şeyi biliyorum. Herkes bana anlattı. Kim-Olduğunu-Bilirsin-Sen seni öldürmeye kalkınca nasıl hayatta kaldığını, onun nasıl yok olduğunu falan ve başında hâlâ şimşek şeklinde bir yara izi olduğunu" (bakışları Harry'nin saçlarının başladığı yeri taradı), "ve yatakhanemdeki bir çocuk diyor ki, eğer doğru iksirde banyo edersem, resimler hareket edermiş." Colin büyük, ürpertili bir heyecan soluğu aldı ve, "Burası müthiş ama, değil mi?" dedi. "Hogwarts'tan mektup gelene kadar yapabildiğim o tuhaf şeylerin sihir olduğunu bilmiyordum. Babam sütçüdür, o da inanamadı. Ben de bir sürü fotoğraf çekip eve, ona yolluyorum. Ve senin de bir fotoğrafını çekersem iyi olacak -" yalvarırcasına Harry'ye baktı, "- belki arkadaşın çeker, ben de senin yanında dururum, ha? Ve sonra, imzalayabilir misin?" "İmzalı fotoğraf mı? İmzalı fotoğraflar mı dağıtıyorsun, Potter?" Draco Malfoy'un sesi, yüksek ve incitici, avlu boyunca yankılandı. Colin'in tam arkasında durmuştu, iki yanında Hogwarts'tayken hep olduğu gibi iriyarı ve serseri kılıklı yardakçıları Crabbe ve Goyle vardı. Malfoy, kalabalığa doğru, "Herkes sıraya girsin!" diye bağırdı, "Harry Potter imzalı fotoğraf dağıtıyor!" Harry öfkeyle, yumruklarım sıkarak, "Hayır, dağıtmıyorum," dedi. "Kes sesini, Malfoy." Bütün gövdesi aşağı yukarı Crabbe'nin boynu kalınlığındaki Colin, "Kıskanıyorsun, o kadar," dedi, şarkı söyler gibi. Avludakilerin yarısı dinlediği için artık haykırması gerekmeyen Malfoy, "Kıskanmak mı?" dedi. "Neyi? Ben başımı kaplayan pis bir yara izi istemiyorum, sağ olun. Bana kalırsa, kafayı deldirmek insanı özel yapmaz." Crabbe ve Goyle aptal aptal kişniyorlardı. "Sümüklüböcek ye, Malfoy," dedi Ron öfkeyle. Crabbe gülmeyi kesti ve koca yumruklarını tehdit edici bir şekilde birbirine sürtmeye başladı. "Dikkat et, Weasley," diye dudak büktü Malfoy. "Başına dert açmak istemezsin, değil mi? Yoksa anneciğin gelip seni yaka paça götürür." Tiz, insanın içine işleyen bir sesle, "Eğer küçük bir hata daha işlersen..." diye bağırdı. Yakınlarda duran bir grup Slytherin beşinci sınıf öğrencisi buna yüksek sesle güldüler. Malfoy, "Weasley imzalı bir fotoğraf istiyor, Potter," diye aptal aptal gülümsedi. "Ailesinin o evinden daha çok para edebilir." Ron, tam Büyülü seloteyp'li asasını çekmişti ki, Hermione Vampirlerle Seyahatler'i pat diye kapattı ve fısıldadı: "Dikkat et!" "Ne oluyor, neler oluyor?" Gilderoy Lockhart, turkuvaz cüppesi arkasında dalgalanarak uzun adımlarla onlara doğru geliyordu. "Kim imzalı fotoğraf dağıtıyor?" Harry konuşmaya niyetlenirken, Lockhart omzuna kolunu atıverince vazgeçti. Pek neşeli görünen Lockhart gürledi. "Sormamalıydım! Gene karşılaştık, Harry!" Lockhart'ın yanma yapışmış, küçük düşmenin utancıyla alev alev yanan Harry, Malfoy'un marifet yapmış gibi sırıtarak kalabalığa karıştığını gördü. "Gel bakalım, Mr Creevey," dedi Lockhart, Colin'e gülümseyerek. "İkili bir portre, bundan âlâsı can sağlığı, hem ikimiz de imzalayacağız." Colin el yordamıyla fotoğraf makinesini arandı ve arkalarında çalan zil öğleden sonra derslerinin başladığını duyururken, onların resmini çekti. Lockhart kalabalığa, "Hadi bakalım, yürüyün," diye seslendi ve kendisi de, keşke iyi bir yok olma büyüsü bilseydim diye düşünen Harry yanına yapışmış halde, şatoya yürümeye Koyuldu. Bir yan kapıdan içeri girerlerken, Lockhart, baba edasıyla, "Bilge olana tek söz yeter, Harry," dedi. "Orada genç Creevey'yle sana siper oldum - benim de fotoğrafımı çekince, okul arkadaşların senin pek fazla ortaya çıktığını düşünmezdi..." Harry'nin kekelemelerine hiç kulak vermeyen Lockhart, gözlerini dikmiş onlara bakan öğrencilerin sıralandığı bir koridor boyunca ve merdivenlerden yukarı onu sürükledi. "Sana şunu söyleyeyim ki, meslek hayatının bu aşamasında imzalı fotoğraf dağıtmak akıllıca bir iş değil -doğruyu söylemek gerekirse, biraz kendini beğenmiş görünürsün, Harry. Elbette bir gün benim gibi sen de nereye gitsen el altında bir deste bulundurmak zorunda kalabilirsin ama," bir kıkırtı koyuverdi, "henüz o noktaya gelmedin sanırım." Lockhart’ın ders vereceği sınıfa gelmişlerdi, o da Harry'yi sonunda bıraktı. Harry cüppesini düzeltip sınıfın en arkasında bir sıraya gitti, orada önüne Lockhart'ın yedi kitabını birden yığın yapıp dizdi ki, gerçek olanına bakmaktan kaçınabilsin. Sınıfın geri kalanı şamata yaparak içeri girdi. Ron ve Hermione, Harry’nin iki yanına oturdular. Ron, "Yüzünde yumurta pişirilebilirdi," dedi. "Sen dua et te Creevey ile Ginny karşılaşmasın, yoksa bir Harry Potter Hayranları Kulübü kurarlar." "Kes sesini," diye onu susturdu Harry. Hayatta en son ihtiyacı olan şey, Lockhart’in, "Harry Potter Hayranları Kulübü" laflarını duymasıydı. Bütün sınıf oturunca, Lockhart yüksek sesle boğazını temizledi ve odaya sessizlik çöktü. Öne doğru uzandı, Neville Longbottom'ın ifritlerle Geziler kitabını aldı, kapağındaki kendi göz kırpan portresini gösterecek şekilde tuttu. "Ben” dedi, resmini işaret edip kendisi de göz kırparak, "Gilderloy Lockhart'ım, Merlin Nişanı, Üçüncü Sınıf, Karanlık Sanatlar Savunma Birliği'nin Onur Üyesi ve beş kere üst üste Cadı Gündemi'nin En Büyüleyici Tebessüm Ödülü sahibi - ama bundan söz etmem ben. Ölüm Perisi Bandon'dan ona tebessüm- ederek kurtulmadım!" Gülmelerini bekledi, birkaç kişi isteksizce gülümsedi. "Görüyorum ki hepiniz kitaplarımı tam takım almışsınız - aferin. Bugün küçük bir testle başlarız diye düşündüm. Merak edecek bir şey yok - onlan ne kadar okuduğunuzu, ne kadarını hazmettiğinizi görmek için..." Test kâğıtlarını dağıttıktan sonra yeniden sınıfın ön tarafına döndü ve, "Otuz dakikanız var," dedi. "Başlayın - şimdi" Harry kâğıdına bakıp sorulan okudu: ı. Gilderoy Lockhart'ın en sevdiği renk nedir? 2. Gilderoy Lockhart'ın gizli emeli nedir? 3. Sizce Gilderoy Lockhart'ın bugüne kadarki en büyük başarısı nedir? Böyle devam edip gidiyordu işte, üç sayfadan da fazla sürüyordu. En son soru şuydu: 54. Gilderoy Lockhart'ın doğum günü ne zaman ve ona verilecek ideal armağan ne olabilir? Yarım saat sonra Lockhart kâğıtları topladı ve sınıfın önünde onlara bir göz gezdirdi. "Çık ok - hemen hemen hiçbiriniz benim en sevdiğim rengin leylak rengi olduğunu hatırlamamış. Yeti'yle Geçen Yılda öyle söylüyorum. Bazılarınızın da ********larla Yollarda'yı daha dikkatle okuması gerekiyor -on ikinci bölümde ideal doğum günü armağanımın bütün sihir insanları ile sihirden uzak olanlar arasında uyum sağlanması olacağını söylüyorum - ama Ogden'ın Eski Ateş Viskisi'nden büyük bir şişeye de hayır demem doğrusu!" Onlara yeniden çapkınca göz kırptı. Ron arak Lockhart'a yüzünde bir inanamamazlık ifadesiyle bakmaya başlamıştı. Önde oturan Seamus Finnigan ve Dean Thomas, sessiz kahkahalarla sarsılıyorlardı. Öte yandan Hermione, Lockhart'ı kendinden geçmiş gibi dinliyordu, adı söylenince irkildi. "... ama Miss Hermione Granger gizli emelimin dünyayı kötülükten kurtarmak ve kendi saç bakımı iksirleri setimi pazarlamak olduğunu biliyor - iyi kız! Aslında -" onun sınav kâğıtlarına baka, "tam not! Miss Hermione Granger nerede?" Hermione titreyen elini kaldırdı, "Mükemmel!" diye ağzı kulaklarında tebessüm etti Lockhart. "Adeta mükemmel! Gryffindor için on puan! Ve şimdi, işimize dönelim..." Masasının arkasına eğildi ve büyük, kapaklı bir kafesi alarak üstüne koydu. "Şimdi - sizi uyarıyorum! Sizi büyücü takımına malum en berbat yaratıklara karşı uyarmak benim görevim. Kendinizi bu odada en pis korkularınızla karşı karşıya bulabilirsiniz. Bilin ki ben buradayken size hiçbir zarar gelmez. Sizden sadece sakin kalmanızı istiyorum." Harry her şeye rağmen kafese daha iyi bakmak için kitap yığınının yanından eğildi. Lockhart elini kapağın üstüne koydu. Dean ve Seamus artık gülmeyi kesmişti. Neville ise ön sıradaki yerinde sinmiş, oturuyordu. Lockhart, alçak sesle, "Sizden çığlık atmamanızı istemeliyim," dedi. "Onları tahrik edebilir." Ve bütün sınıf nefesini tutarken, Lockhart tek hamlede kapağı açtı. "Evet," dedi dramatik biçimde. "Taze yakalanmış Cormuall cinperileri." Seamus Finnigan kendini tutamadı. Lockhart’ın in bile dehşet çığlığı sayamayacağı bir kahkaha patlattı. "Evet?" diye gülümsedi Lockhart ona. "Eh, yani - pek de... tehlikeli sayılmazlar, değil mi?" diye kıkırdadı Seamus. Lockhart parmağını sinir bozucu bir şekilde sallayarak, "O kadar emin olma!" dedi. "Küçük keratalar şeytan gibi numaracı olabilir!" Cinperiler elektrik mavişiydi, boyları da yirmi santim kadardı. Sivri yüzleri vardı, sesleri ise öyle tizdi ki, insan bir sürü yarasanın tartışmasını dinler gibi oluyordu. Kapak kalkar kalkmaz anlaşılmaz bir şeyler konuşarak kendilerini oradan oraya atmaya başladılar. Parmaklıkları zıngırdatıp, en yakınlarındakilere bakarak yüzlerini acayip şekillere soktular. "Peki öyleyse," dedi Lockhart, yüksek sesle. "Bakalım onlarla nasıl başa çıkacaksınız!" Sonra da kafesi açtı. Pandomimden farksızdı. Cinperiler roket gibi her yöne fırladı gitti. İkisi Neville'i kulaklarından yakalayıp havaya kaldırdı. Birkaçı dosdoğru pencereden dışarı fırlayıp arka sırayı kırık cam parçalarına buladı. Geri kalanı da, saldıran bir gergedandan daha etkin biçimde sınıfı dağıtmaya koyuldu. Mürekkep şişelerini alıp sınıfın her yanına püskürttüler, kitaplarla kâğıtları parçaladılar, duvardaki resimleri yırttılar, çöp tenekesini tersyüz çevirdiler, çantalarla kitapları yakalayıp kırık camdan dışarı attılar. Birkaç dakika sonra öğrencilerin yansı sıralarının altına saklanmıştı, Neville de tavandaki kollu avizeden sarkıyordu. "Hadi bakalım, toplayın onları, toplayın, sadece cinperi bunlar..." diye bağırdı Lockhart. Kollarım sıvadı, asasını çıkardı ve böğürdü: "Peski-piksi Pesternomi!" Hiç mi hiç faydası olmadı. Cinperilerden biri Lockhart'in asasını alıp onu da camdan dışan attı. Lockhart yutkundu ve kendi masasının altına girdi. Bir saniye sonra da kollu şamdan bel verince düşen Neville'in altında ezilmekten güç bela kurtuldu.Zil çaldı, herkes deli gibi çıkışa koştu. Bunu izleyen görece sakinlikte Lockhart doğruldu, hemen hemen kapıya varmış olan Harry, Ron ve Hermione'yi gördü ve, "Eh, onları yeniden kafese koymanızı siz üçünüzden isteyeyim," dedi. Yanlarından geçti, kapıyı arkasından çeki verdi. Geri kalan cinperilerden biri kulağından ısırıp canını acıtınca, Ron, "Olup bitenlere inanabiliyor musunuz?" diye gürledi. Hermione, "Bize birinci elden deneyim kazandırmak istiyor," dedi. Bir yandan da akıllıca bir Dondurma Büyüsü ile aynı anda iki ciperiyi hareketsiz hale getirip kafeslerine tıkmıştı. "Birinci elden mi?" dedi Harry, ona dilini çıkaran ve ulaşamayacağı bir yere dans ederek kaçan bir cinperiyi tutmaya çalışırken. "Hermione, ne yaptığı konusunda zerrece fikri yoktu." "Saçma," dedi Hermione. "Kitaplarını okudunuz -yaptığı bütün o şaşırtıcı şeylere baksanıza..." "Yaptığım söylediği," diye mırıldandı Ron. |
![]() |
![]() |
#24 |
Guest
Mesajlar: n/a
Üye No:
Cinsiyet :
|
![]() BÖLÜM 7 - Bulanık'lar ve Mırıltılar
Harry ondan sonraki birkaç günün pek çok dakikasını, Gilderoy Lockhart'ın bir koridordan geldiğini görünce sıvışarak geçirdi. Colin Creevey'den kaçmak daha zordu, çünkü Harry'nin ders programını ezberlemişe benziyordu. Anlaşılan hayatta hiçbir şey Colin'e günde altı yedi kere, "Tamam mı, Harry?" deyip de, "Selam, Colin," cevabını almak kadar heyecan vermiyordu. Harry bu cevabı verdiğinde sesi ne kadar öfkeli çıkarsa çıksın... Hedwig, o felaket araba kazası yüzünden Harry'ye hâlâ kızgındı, Ron'un asası da hâlâ doğru dürüst çalışmıyordu. Hatta cuma sabahı Muska dersinde Ron'un elinden fırlamış ve minicik yaşlı Profesör Flitwick'i tam iki gözünün ortasından vurmuştu. Vurduğu yerde de büyük, nabız gibi atan yeşil bir çıban meydana getirmişti. Yani şöyle ya da böyle, Harry hafta sonuna ulaşmış olmaktan memnundu. O, Ron ve Hermione cumartesi sabahı Hagrid'i ziyaret etmeyi tasarlıyorlardı. Ama Harry, uyanmak istediği saatten birkaç saat önce, Gryffindor Quidditch takımının kaptanı Oliver Wood tarafından sarsılarak uyandırıldı. Harry, uyku sersemi, "N'oluyo yav?" dedi. "Quidditch antrenmanı. Yürü hadi!" Harry gözlerini kısarak pencereye baktı. Pembe ve altın rengi gökyüzünde ince bir sis asılı kalmıştı. Artık uyandığı için, kuşların şamatası sırasında nasıl olup da uyuduğunu anlayamıyordu. "Oliver," dedi Harry, çatlak bir sesle, "gün henüz doğuyor." "Aynen öyle." Wood uzun boylu, sağlam yapılı bir altıncı sınıf öğrencisiydi. O anda da gözleri çılgın bir coşkuyla yanıyordu. Canı gönülden, Yeni antrenman programımızın parçası," dedi. "Hadi, süpürgeni yakala da gidelim. Öbür takımların hiçbiri antrenmana başlamadı, bu yıla ilk başlayan biz olar Harry esneyerek ve hafiften, bir gayret, yataktan kalktı, Quidditch cüppesini bulmaya çalıştı. "Afferin sana," dedi Wood. "On beş dakika sonra sahada buluşuruz." Vişne çürüğü rengi takım cüppesini bulup üşümemek için de pelerinini sırtına alınca, Harry, Ron'a bir not yazıp nereye gittiğini açıkladı. Sonra da Nimbus İki Bin'i omzunda, döne döne inen merdivenden aşağı, ortak salona indi. Portre deliğine tam gelmişti ki, arkasında bir tıkırtı duyuldu ve Colin Creevey telaş içinde merdivenlerden indi. Fotoğraf makinesi boynunda çılgın gibi sallanıyordu, elinde sımsıkı bir şey tutuyordu. "Merdivende birinin senin adını söylediğini duydum, Harıy! Bak burda ne var! Banyo ettirdim, sana göstermek istedim..." Harry, Colin'in burnunun ucunda salladığı fotoğrafa şaşkın şaşkın baktı. Hareket eden, siyah beyaz bir Lockhart, Harry'nin kendi kolu olduğunu anladığı bir kolu çekiştirip duruyordu. Fotoğraf benliğinin iyi mücadele ettiğini ve görüntüye girmek istemediğini memnuniyetle fark etti. Harry bakarken Lockhart pes etti ve soluk soluğa kendini koyverip resmin beyaz kenarına dayandı. Colin hevesle, "İmzalayacak mısın?" dedi. Harry kararlı şekilde, "Hayır," diye cevap verdi. Bir yandan da oda sahiden boş mu diye kontrol ediyordu. "Kusura bakma, Colin, acelem var - Quidditch antrenmanı." Portre deliğine tırmanıp çıktı. "Vay canına! Beni de bekle! Daha önce hiç Quidditch maçı izlemedim!" Colin de onan arkasından delikten geçti. Harry hemen, "Gerçekten sıkıcı olur," diye atıldı ama, Colin onu dinlemedi bile. Yüzü heyecandan parlıyordu. Yanı sıra koşturarak, "Sen yüz yıldır bir bina takınanda oynayan en genç oyuncusun, değil mi, Harry? değil mi? Harika olmalısın. Ben hiç uçmadım. Kolay in • . ,<in kendi süpürgen mi? En iyi cinsten mi?" Harry bundan nasıl kurtulacağını bilemiyordu. Gölgeli vardı sanki. Collin soluk soluğa, "Quıdditch'i tam olarak anlamıyorum," dedi. "Dört top olduğu doğru mu? İki tanesi uçup insanları süpürgelerinden düşürmeye mi çalışıyor?" Harry, canı sıkkın, "Evet," dedi. Kadere rıza göstermiş, Quidditch'in zor kurallarını anlatmaya razı olmuştu. "Onlara Bludger denir. İki takımda da ikişer Vurucu vardır, Bludger'lan takımlarından uzak tutmak için sopalar taşırlar. Gryffindor Vurucu'ları Fred ve George Weasley." "Peki, öbür toplar neye yarar?" Colin, ağzı açık, Harry'ye baktığı için merdivende birkaç basamak tekerlendi. "Ee, Quaffle, yani büyük kırmızı top, sayı yapan toptur. Her takımdaki üç Kovalayıcı Quaffle'ı birbirine atarak, sahanın ucundaki çemberlere sokmaya çakşırlar - sahanın ucunda, uzun direklerin ucuna takılı çemberlere." "Peki, ya dördüncü top -" "İşte o Altın Snitch. Çok küçüktür, çok hızlıdır, yakalaması da zordur. Ama Arayıcı'mn işi de budur zaten, çünkü Snitch yakalanmadan Quidditch maçı bitmez. Ve hangi takımın Arayıcısı Snitch'i tutarsa, takımına fazladan yüz elli puan kazandırır." Colin saygıyla, 'Ve Gryffindor Arayıcısı sensin, öyle mi?" diye sordu. "Evet," dedi Harry, şatodan çıkıp çiğlere bulanmış çimenliği geçmeye başlarlarken. "Bir de Tutucu vardır. Çemberleri savunur. Hepsi bu kadar işte." Ama Colin kaygan çimenleri geçip Quidditch sahasına varana kadar Harry'yi soru yağmuruna tutmaktan vazgeçmedi. Harry onu ancak soyunma odalanna gelince başından atabildi. Colin düdük gibi bir sesle arkasından bağırdı: "Gidip iyi bir yer bulayım, Harry!" Sonra da koşarak tribünlere gitti. Gryffindor takımının geri kalanı soyunma odasına gelmişti bile. Gerçekten uyanmış görünen tek kişi de Wood'du. Fred ve George Weasley, şişkin gözler ve karmakarışık saçlarla, arkasındaki duvara dayanıp içi geçiveriyormuş gibi görünen dördüncü sınıf öğrencisi Alicia Spinnet'ın yanında oturuyorlardı. Alicia gibi Kovalayıcı olan Katie Bell ve Angelina Johnson da onların karşısında yan yana, esneyin duruyorlardı. "Şükür geldin, Harry, nerde kaldın?" dedi Wood aceleyle. "Şimdi, sahaya çıkmadan önce sizinle çabucak konuşmak istiyorum, çünkü bütün yazı yeni bir antrenman programı hazırlayarak geçirdim. Sanırım bu program her şeyi değiştirecek." Wood'un elinde Quidditch sahasının kocaman bir şeması vardı. Üzerine farklı renkte mürekkeplerle birçok çizgi, ok ve çarpı çizilmişti. Asasını çıkardı, tahtaya vurdu, oklar şema üzerinde tırtıl gibi kıvranmaya başladı. Wood yeni taktikleri hakkında konuşmaya başlarken, Fred Weasley’nin başı dosdoğru Alicia Spinner in omzuna düştü ve Fred horlamaya başladı. İlk tahtanın açıklanması yaklaşık yirmi dakika aldı. Ama onun altında da bir tahta vardı, onun alfanda da bir üçüncüsü. Wood hiç durma ian monoton bir sesle konuşurken Harry iyice sersemlemişti. En sonunda Wood, "İşte boy1 e," dedi ve Harry tam şu anda şatoda olsa kahvaltıda neler yiyor olacağı şeklindeki özlem dolu bir hayalden çekip aldı. "Anlaşıldı mı? Sorusu olan?" Zıplayarak uyanan George, "Benim bir sorum var, Oliver," dedi. "Bunları bize dün hepimiz uyanıkken anlatamaz miydin?" Bu sözler Wood'un hiç hoşuna gitmedi. Gözlerinden şimşekler çakarak hepsine baktı. "Size söylüyorum, beni iyice dinleyin. Quidditch Kupası'nı geçen yıl kazanmalıydık. En iyi takım biziz. Ama ne yazık ki, tamamen kontrolümüz dışındaki olaylar yüzünden..." Harry oturduğu yerde suçlu suçlu kıpırdandı. Geçen yıl son maçın yapıldığı günde baygın halde hastane kanadında yatıyordu. Böylece Gryffindor bir oyuncudan yoksun kalmış ve üç yüz yıllık tarihlerinin en berbat yenilgisine uğramışlardı. Wood yeniden kendini kontrol edebilir hale gelene kadar bekledi. Besbelli son yenilgileri hâlâ ona ıstırap veriyordu. "Bu yüzden de bu yıl her zamankinden daha sıkı çalışıyoruz... Hadi bakalım, şimdi gidip yeni kuramlarımızı uygulamaya koyalım!" diye haykırdı. Süpürgesini kavrayıp önleri sıra soyunma odasından çıktı. Takımı, bacaklar kaskatı, esneye esneye onu izledi. Soyunma odasında o kadar uzun süre kalmışlardı ki, güneş bayağı yükselmişti. Ama sisten geriye kalanlar gene de stadyumdaki çimenlerin üzerinde asılıydı. Harry sahaya yürürken, tribünde oturan Ron ile Hermione'yi gördü. Ron, inanamayarak, "Antrenman daha bitmedi mi?" diye sordu. Harry, Ron ile Hermione'nin Büyük Salon'dan getirdikleri kızarmış ekmek ve marmelata hasetle bakarak, "Daha başlamadık ki," diye cevap verdi. "Wood bize yeni taktikler öğretiyor." Süpürgesine binip ayaklarını hızla yere vurdu, havalandı. Serin sabah havası yüzünü kamçıladı ve onu Wbod'un uzun konuşmasından çok daha etkin biçimde uyandırdı. Yeniden Quidditch sahasında olmak harika bir duyguydu. Fred ve George'la yarışarak stadyumu son hızla fırdolayı döndü. Köşeden hızla savrulurlarken, Fred, "O garip klik sesi de ne?" diye sordu. Harry tribüne baktı. Colin en yukarıdaki yerlerden birine oturmuş, fotoğraf makinesini kaldırmış, art arda fotoğraf çekiyordu. Makinenin sesi ıssız stadyumda garip şekilde birkaç katı büyüyordu. Tiz bir sesle, "Buraya bak, Harry! Buraya bak!" diye feryat etti. "O da kim?" dedi Fred. Harry, "Hiçbir fikrim yok," diye yalan söyledi. Ve hızını birden artırarak Colin'den mümkün olduğu kadar uzağa gitti. Wood onlara doğru havada sıyrılıp gelirken, "Neler oluyor?" dedi. "O birinci sınıf öğrencisi niye fotoğraf çekiyor? Hiç hoşuma gitmedi bu. Yeni antrenman programımız hakkında bilgi almak isteyen bir Slytherin casusu olabilir." Harry hemen atıldı: "O, Gryffindor'dan." George da, "Ayrıca Slytherin'lerin casusa ihtiyacı yok, Oliver," dedi. Wood, huysuz huysuz, "Niye böyle söylüyorsun ki?" diye sordu. George parmağıyla işaret etti: çünkü bizzat kendileri burdalar da ondan." Yeşil cüppeli insanlar sahaya doğru yürüyorlardı, ellerinde süpürgeler vardı. Wood öfkesinden tıslarcasına, "İnanmıyorum!" dedi. "Ben sahayı bugün için ayırtmıştım! Şimdi icabına bakarız!" Ok gibi aşağı doğruldu, öfkelendiği için gereğinden daha sert indi, birazcık sendeledi. Harry, Fred ve George ardından gittiler. Wood, Slytherin kaptanına, "Flint!” diye gürledi. "Bu bizim antrenman saatimiz! Özel olarak geldik! Şimdi defolup gidebilirsiniz!" Marcus Flint, Wood'dan da iriyarıydı. Yüzünde ifritimsi bir kurnazlık ifadesiyle cevap verdi: “Hepimize yetecek kadar yer var, Wood." Angelina, Alicia ve Katie de gelmişlerdi Yüzleri Gryffindorlara dönük, hepsinin suratında alaycı bir sırıtmayla omuz omuza duran Slytherin takımında ise kız yoktu. Wood, duyduğu kızgınlık yüzünden ağzından tükürükler saçarak, "Ama sahayı ben ayırttım!' dedi. "Ayırttım diyorum sana!" "Ah," dedi Flint, "ama benim elimde de Profesör Snape'in özel olarak imzaladığı bir not var. Ben, Profesör S. Snape, yeni Arayıcılarını çalıştırma gereksinimi nedeniyle bugün Slytherin takımını Quidditch sahasında çalışma izni veriyorum." Aklı dağılan Wood, "Yeni Arayıcı'nız mı var?" diye sordu. "Nerde?" Ve önlerindeki altı iriyarı kişinin arkasında bir yedinci göründü. Solgun, sivri yüzünü baştan başa kaplayan övüngen gülümseyişle, daha küçük bir oğlan: Draco Malfoy. Fred, hoşnutsuzlukla Malfoy'u süzerek, "Sen Lucius Malfoy'un oğlu değil misin?" dedi. Flint, "Draco'nun babasından söz etmen ne garip," dedi. Bu arada, Slytherin takımı elemanlarının yüzündeki sırıtış daha da genişlemişti. "Dur, sana onun Slytherin takımına verdiği cömert armağanı göstereyim." Yedisi birden süpürgelerinin sopalarım uzattılar. Erken sabah güneşinde Gryffindor oyuncularının burunları dibinde yedi tane pırıl pırıl cilalanmış, yepyeni sap ve yedi takım ince altın yazı belirdi: "Nimbus İki Bin Bir" Rint kayıtsızca kendi süpürge sopasının ucundan bir toz zerresini süpürerek, "En son model," diye ekledi. "Geçen ay çıktı. Sanırım Nimbus İki Bin dizisinden çok daha iyi. Eski Tertemiz'lere gelince," Tertemiz Beş süpürgelerine sıkı bikıya sarılmış Fred ve George'a pis pis güldü, "onlarla yerleri süpürür." Gryffindor takımından hiç kimse o anda söylenecek bir şey bulamadı. Malfoy öyle bir tebessüm ediyordu ki, soğuk gözleri birer çizgi halini almıştı. "Bak sen," dedi Hint, "saha ihlali." Ron ve Hermione neler olduğunu anlamak için çimenliği geçiyorlardı. Ron, "Neler oluyor?" diye sordu Harry'ye. "Neden oynanıyorsunuz? Ya o burda ne yapıyor?” Malfoy'a bakarak, Slytherin Quiddilch cüppesine bir anam vermeye çalışıyordu. Malfoy, kendinden memnun bir edayla, "Ben yeni Slytherin Arayıcı'sıyım, Weasley," dedi. "Herkes de babamın takımımıza aldığı süpürgelere hayran hayran bakmakla meşguldü." Ron önündeki yedi müthiş süpürgeye ağzı açık bakakaldı. Malfoy sakin sakin, "Güzel, değil mi?" dedi. "Ama belki artık Gryffindor takımının da biraz altın bulup yeni süpürge alması gerekebilir. O Tertemiz Beş'leri piyangoya koyabilirsiniz. Müzelerin ilgisini çeker belki." Slytherin takımı ulur gibi güldü. Hermione, sert sert, "Hiç değilse," dedi, "Gryffindor takımındakilerin hiçbiri takıma girmek için rüşvet vermek zorunda kalmadı. Onlar, sadece yetenekleriyle takıma seçildi." MaIfoy'un yüzündeki kendinden memnun ifade bir anda silindi. ru kürürcesine, "Kimse senin fikrini sormadı, seni pis küçük Bulanık," dedi. Harry hemen Malfoy'un çok kötü bir şey söylediğini anladı, çünkü bu laf ağzından çıkar çıkmaz bir kıyamettir koptu. Flint, Fred'le George'un onun üstüne atlamamaları için Malfoy'a siper olmak zorunda kaldı. Alicia, "Ne cüretle!" diye haykırdı. Ron, elini cüppesinin içine sokup asasını çıkardı ve, "Bunun hesabını vereceksin, Malfoy!" diye bağırarak Flint'in kolunun altından asasını büyük bir öfkeyle Malfoy'un yüzüne doğru uzattı. Stadyumda büyük bir patlama sesi duyuldu, Ron'un asasının ters tarafından yeşil bir ışık fışkırdı, midesine vurdu ve onu sııtüstü çimenlere yuvarladı. Hermione tiz bir sesle, "Ron! Ron! İyisin ya?" diye bağırdı. Ron konuşmak için ağzını açtı, ama ağzından tek kelime çıkmadı. Onun yerine gürültüyle geğirdi, kucağına birkaç sümüklüböcek düştü. Slytherin takımına gülmekten felç gelmişti sanki. Hint iki büklüm olmuş, düşmemek için yeni süpürgesine dayanıyordu. Malfoy dört ayak üstü yere kapanmıştı, yumruğuyla toprağı dövüyordu. Gryffindor takımı ise, geğirdikçe kocaman, pırıl pırıl sümüklüböcekler çıkaran Ron'un çevresine toplanmıştı. Kimse ona dokunmak istemiyordu. Harry, Hermione'ye, "En iyisi onu Hagrid'e götürelim, en yakın orası," dedi. Hermione cesurca başını salladı ve ikisi Ron'u kollarından tutup ayağa kaldırdılar. "Ne oldu, Harry? Ne oldu? Hasta mı? Ama sen onu iyileştirebilirsin, değil mi?" Colin yerinden kalkıp koşmuştu, şimdi de, sahadan ayrılırlarken yanları sıradans edercesine yürüyordu. Ron derin derin içini çekti, önünden aşağı daha fazla sümüklüböcek yuvarlandı. Büyülenmiş gibi bakan Colin, "Vaay!" dedi ve fotoğraf makinesini kaldırdı. "Onu kıpırdatmadan tutabilir misin, Harry?" Harry kızgınlıkla, "Çekil yolumdan, Colin!" dedi. Hermione'yle ikisi Ron'a destek olarak onu stadyumdan çıkardılar, Orman'ın kıyısına doğru okul arazisinden geçtiler. Bekçinin kulübesi görününce, "Geldik sayılır, Ron," dedi Hermione. "Bir dakikada hiçbir şeyin kalmaz... neredeyse ordayız..." Hagrid'in evine varmalarına altı yedi metre kalmıştı ki, ön kapı açıldı. Ama dışarı çıkan Hdgrid değildi. Bugün en uçuğundan leylak rengi cüppe giymiş olan Gilderoy Lockhart'tı. "Çabuk, şuraya saklanın," diye fısıldadı Harry, Ron'u yakınlardaki bir çalının ardına çekerek. Biraz gönülsüz olsa da, Hermione de onları izledi. Lockhart, Hagrid'e yüksek sesle, "Ne yaptığını bilirsen, çok basit!" diyordu. "Yardım gerekirse, nerede olduğumu biliyorsun! Sana kitabımdan bir tane vereceğim - şimdiye kadar almamış olmana şaşırdım. Bu gece bir tane imzalar, yollarım. Hadi bakalım, hoşça kal!" Ve uzun adımlarıyla şatoya doğru yürüdü. Harry, o gözden kaybolana kadar bekledi, sonra Ron'u çalılığın arkasından çekip Hagrid'in ön kapısına götürdü. Telaşla kapıyı çaldılar. Hagrid hemen geldi, pek suratsızdı. Ama kimlerin geldiğini görünce yüzü aydınlandı. "Ne zaman geleceksiniz diye merak ediyordum -gelin, gelin içeri. Ben de Profesör Lockhart geri döndü sandım." Harry ve Hermione, Ron'u eşikten içeri, tek odalı kulübeye geçirdiler. Bir köşede kocaman bir yatak vardı, ötekinde bir ateş neşeli neşeli çatırdıyordu. Harry, Ron'u bir iskemleye oturturken durumu çabucak açıkladı, ama Hagrid hiç de kaygılanmış görünmedi. Güler yüzle, "Gireceğine çıksın daha iyi," dedi, onun önüne büyük bakır bir leğen çekti. "Hepsini çıkar bakalım, Ron." Hermione, leğenin üzerine eğilen Ron'a endişeyle bakarak, "Sanırım durmasını beklemekten başka çare yok," dedi. "Bu lanetin tutması en iyi koşullarda bile zordur, ama kırık bir asayla olunca..." Hagrid hamarat hamarat dolaşıp onlara çay yapıyordu. Zağan Fang, Harry'yi salyalara boğmakla meşguldü. Harry, Fang'in kulaklarını kaşıyarak, "Lockhart senden ne istiyordu, Hagrid?" diye sordu. "Bana kuyudan varek çıkarma nasihati veriyordu," diye homurdandı Hagrid. İyice fırçalanmış masasının üstündeki yarısı yolunmuş horozu kaldırdı, çaydanlığı koydu. "Sanki bilmezmişim gibi. Kovaladığı bir Ölüm Perisi'ni anlatıp duruyor. Tek kelimesi doğruysa, çaydanlığımı yerim." Hagrid'in bir Hogwarts hocasını eleştirmesi ondan öyle beklenmez bir şeydi ki, Harry şaşkınlıkla bakakaldı. Ancak Hermione, her zamankinden daha tiz bir sesle, "Bence biraz haksızlık ediyorsun," dedi. "Profesör Dumbledore onun bu iş için en iyi adam olduğunu düşündü besbelli..." "En iyi değil, tek adam," diye cevap verdi Hagrid. Onlara bir tabak melas şekerlemesi ikram etti. Ron ise leğenine doğru öğürüp duruyordu. "Tek derken ciddiyim. Karanlık Sanatlar dersi için birini bulmak gitgide zorlaşıyor. Anlıyorsunuz ya, insanlar bu işe girmeye pek hevesli değil. Uğursuz olduğunu düşünmeye başladılar. Bir süredir pek fazla dayanan çıkmadı. Söyleyin bakalım," dedi Hagrid, başıyla Ron'u işaret ederek, "kimi lanetlemeye çalışıyordu?" "Malfoy, Hermione'ye bir şey dedi. Çok kötü bir şey olmalı, çünkü herkesin aklı başından gitti." Ron, solgun ve ter içinde, masanın üstünden göründü. Boğuk bir sesle, "Kötüydü ama," dedi. "Malfoy ona 'Bulanık' dedi, Hagrid -" Yeni bir sümüklüböcek dalgası görününce yeniden başını eğip kayboldu. Hagrid fena halde kızmış görünüyordu. Hermione'ye dönüp hırlarcasına, "Diyemez!" dedi. "Dedi işte. Ama ben de ne anlama geldiğini bilmiyorum. Çok kaba bir şey olduğunu biliyorum, tabii..." Ron, yeniden kafasını kaldırıp, "Yapabileceği en büyük hakaretti," diye uludu. "Bulanık, doğuştan Muggle olan -yani sihirle ilgisi olmayan anne babadan biri için kullanılan bir isim, sahiden pis bir şey. Bazı büyücüler -Malfoy'un ailesi gibi- insanların safkan dediği şey oldukları için herkesten iyi olduklarını sanıyorlar." Küçük bir geğirti çıkardı, bir tanecik sümüklüböcek önüne tuttuğu eline düştü. Onu leğene atıp devam etti: "Yani, geri kalanlarımız bunun hiçbir şey ifade etmediğini biliyor. Neville Longbottom'a baksanıza safkan ama bir kazanı yerine oturtmaktan aciz." Hagrid gururla, "Üstelik de kimse Hermione'mizin yapamayacağı bir büyü icat etmedi daha," dedi. Hermione parlak morumsu kırmızı renge büründü. Ron, titreyen eliyle ter içindeki alnını sildi. "Birine bunu söylemek, iğrenç. Kirli kan, anlıyorsunuz ya. Sıradan kan. Çılgınlık bu. Zaten bugünlerde büyücülerin çoğu yarım kan. Muggle'larla evlenmesek soyumuz kururdu." Gene geğirdi ve gözden kayboldu. Hagrid, leğene çarpan sümüklüböceklerin takırtısını bastıran bir sesle, "Eh, onu lanetlemeye çalıştığın için sana kabahat bulmuyorum, Ron," dedi. "Ama belki de asanın ters teptiği isabet olmuştur. Bence oğlunu lanetlemiş olsan Lucius Malfoy dosdoğru okula gelirdi. Hiç değilse başın belaya girmemiş." Harry, ağzından sümüklüböcekler boşalmasından daha büyük belanın ne olacağını soracaktı, ama soramadı. Hagrid'in melas şekerlemesi çenelerini birbirine yapıştırmıştı. Hagrid, birden aklına bir şey gelmiş gibi, "Harry," dedi, "sana da sorulacak hesabım var. Duydum ki, imzalı fotoğraflar dağıtıyormuşsun. Niye bende yok?" Aklı başından giden Harry, dişlerini zorlayarak açtı. Hiddetle, "İmzalı fotoğraf falan dağıtmıyorum ben," dedi. "Eğer Lockhart hâlâ bunu söylüyorsa -" Derken, Hagrid'in güldüğünü gördü. Hagrid güler yüzle Harry'nin sırtına vurup onu yüzüstü masaya çakarak, "Şaka ediyordum," dedi. "Aslında yapmadığını biliyorum. Lockhart'a buna ihtiyacın olmadığını söyledim. Hiç çaba harcamadan ondan meşhur olduğunu söyledim." Harry doğrulup çenesini ovuşturarak, "Bahse girerim bundan hiç hoşlanmamıştır," dedi. Hagrid'in gözleri parladı. "Hoşlandığım sanmam. Sonra da ona kitaplarından hiçbirini okumadığımı söyledim, gitmeye karar verdi. Melas şekerlemesi ister misin, Ron?" diye sordu, yeniden ortaya çıkan Ron'a. "Yok, sağol," dedi Ron, halsiz halsiz. "Riske girmesem iyi olur." Harry ile Hermione çaylarını bitirince de Hagrid, "Gelin," dedi, "bakın ne yetiştiriyorum ben." Hagrid'in evinin arkasındaki küçük sebze tarhında bir düzine balkabağı vardı. Harry'nin o güne kadar gördüğü en büyük balkabakları. Her biri, iri bir kaya boyundaydı. Hagrid, hayatından memnun bir edayla, "Durumları iyi, değil mi?" dedi. "Cadılar Bayramı şöleni için... o vakte kadar yeterince büyümüş olurlar." Harry, "Neyle büyüttün onları?" diye sordu. Hagrid, yalnız olup olmadıklarını kontrol etmek için omzunun üstünden geriye baktı. "Eh, onlara - anlarsın - birazcık yardım ettim." Harry, Hagrid'in çiçekli pembe şemsiyesinin kulübenin arka duvarına dayalı olduğunu gördü. Daha önce de bu şemsiyeyi göründüğünden farklı bir şey sanmasına yol açacak şeyler olmuştu. Aslında, Hagrid'in eski okul asasının bunun içinde saklı olduğu yolunda güçlü bir kuşkusu vardı. Hagrid'in sihirden yararlanmaması gerekiyordu. Üçüncü sınıftayken Hogwarts'tan atılmıştı, ama Harry niye olduğunu öğrenememişti bir türlü -bu konu açılır açılmaz Hagrid'in yüksek sesle boğazını temizleyeceği tutar ve konu kapatılana kadar esrarengiz bir şekilde sağır kalırdı. "Bir Büyütme Büyüsü, sanırım," dedi Hermione. Hem onaylamaz, hem de eğlenir gibi bir hali vardı. "Eh, doğrusu iyi iş yapmışsın." Hagrid, Ron'a doğru başını sallayarak, "Küçük kız kardeşin de böyle söylüyordu," dedi. "Daha dün gördüm onu." Hagrid, sakalını oynatarak yan yan Harrye baktı. "Okul arazisini dolaşıyormuş, öyle dedi, ama bana kalırsa evimde birine rastlamayı umuyordu." Harry'ye göz kırptı. "Bana sorarsan o da hayır demezdi, yani imzalı bir..." "Kes sesini," dedi Harry. Ron bir kahkaha patlattı, yer sümüklüböcek içinde kaldı. Hagrid, "Dikkat et!" diye bağırarak, Ron'u kıymetli balkabaklarının uzağına çekti. Yemek vakti neredeyse gelmişti, Harry ise şafaktan beri sadece birazcık melas şekerlemesi atmıştı ağzına. Yemek yemek için okula gitmek istiyordu. Hagrid'le vedalaşıp yukarı, şatoya doğru yürüdüler. Ron arada bir hıçkırıyordu, ama sadece iki pek küçük sümüklüböcek çıkarttı. Serin Giriş Salonu'na henüz adım atmışlardı ki, bir sos duyuldu: "İşte oradasınız, Potter, Weasley." Profesör McGonagall haşin bir edayla onlara doğru yürüyordu. "İkiniz de cezalarınızı bu akşam çekeceksiniz." Ron endişe içinde geğirmesini engelleyerek, "Ne yapacağız, Profesör?" diye sordu. "Sen, Mr Filch'le birlikte ödül odasındaki gümüşleri parlatacaksın. Sihir falan istemem, Weasley - alnının teriyle." Ron yutkundu. Okulun hademesi Argus Filch'ten bütün öğrenciler nefret ederdi. "Ve sen, Potter, Profesör Lockhart'ın, hayranlarının mektuplarına cevap vermesine yardımcı olacaksın." Harry umutsuzluk içinde, "Ah hayır!" dedi. "Ben de gidip ödül odasında çalışamaz mıyım?" Profesör McGonagall kaşlarını kaldırarak, "Elbette hayır," dedi. "Profesör Lockhart özellikle seni istedi. Tam saat sekizde, ikinize de söylüyorum." Harry ve Ron, derin üzüntüler içinde yorgun argın Büyük Salon'a yürüdüler. Hermione, yüzünde bir eh-siz-de-okulun-kurallarına-karşı-geldiniz-ama. bakışıyla arkalarından geliyordu. Harry etli böreğinden sandığı kadar hoşlanmadı. O da, Ron da, esas zor cezanın kendisininki olduğunu düşünüyordu. Ron, dertli dertli, "Filch beni bütün gece orada tuta-çak," dedi. "Sihir yok ha! O odada yüz kupa olmalı. Ben Muggle usulü temizlikten anlamam ki." Harry, acı acı, "İstediğin an değişirim," diye cevap verdi. "Ben Dursley'lerin yanında sık sık antrenman yaptım. Lockhart hayranlarının mektuplarına cevap vermek ha... o adam bir kâbus..." Cumartesi öğleden sonrası eriyip gitti sanki. Aradan hiç vakit geçmemiş gibiydi ama, birden saat sekize beş var oldu. Harry ikinci kat koridorunda ayaklarım sürüyerek Lockhart'ın odasına doğru yola koyuldu. Dişlerini sıkıp kapıyı çaldı. Kapı hemen açıldı. Lockhart tebessümler içinde aşağı, ona baktı. "Ah, işte haylaz geldi," dedi. "İçeri gir, Harry, içeri gir." Birçok mumun ışığında duvarlarda Lockhart'ın sayısız çerçeveli fotoğrafı pırıl pırıl parlıyordu. Hatta birkaç tanesini imzalamıştı bile. Masasının üzerinde de büyük bir yığın duruyordu. Lockhart, Harry'ye, sanki bu büyük bir lütufmuş gibi, "O zarfların adreslerini yazabilirsin!" dedi. "Birincisi, Gladys Gudgeon'a, Tanrı onu korusun - muazzam bir hayranımdır." Dakikalar salyangoz gibi geçti. Harry bıraktı, Lockhart'ın sesi dalga gibi aşıp üstünden geçsin. Arada bir, "Hımmm", "Doğru" ve "Evet" dedi, o kadar. Bazer. de kulağına şöyle cümleler çalınıyordu: "Ün, gelgeç gönüllü bir dosttur, Harry" ya da "Şöhretin sağı solu belli olmaz, unutma bunu." Mumlar yanıp küçüldü, ışığın, Harry'yi gözleyen hareketli Lockhart yüzleri üzerinde dans etmesine yol açtılar. Harry yorgun elini ona bininci zarfmış gibi gelen zarfın üzerinde gezdirip, Veronica Smethley'nin adresini yazdı. Artık gitme vakti yaklaşmış olmalı, diye düşündü perişan halde, n'olur gitme vakti yaklaşmış olsun... Ve birden bir şey duydu - ölen mumların damlamasından ve Lockhart'ın hayranları hakkındaki gevezeliğinden farklı bir şey. Bir sesti, insanın iliğini kemiğini donduran bir ses. Soluk kesici, buz gibi soğuk bir zehir içeren bir ses. "Gel... gel bana... deşeyim seni... parçalayayım seni... öldüreyim seni..." Harry havaya kadar sıçradı, Veronica Smethley'nin sokağının adının üstünde leylak rengi büyük bir leke peydahlandı. "Ne?" dedi yüksek sesle. "Biliyorum!" dedi Lockhart. "En iyi satanlar listesinin tepesinde tam altı ay! Bütün rekorları kırdı!" Harry çıldırmış gibi, "Hayır," diyebildi. "O ses!" "Efendim?" Lockhart, şaşırmış görünüyordu. "Ne sesi?” “O ses dedi ki - duymadınız mı?" Lockhart büyük bir hayretle Harry'ye bakıyordu. "Ne diyorsun sen, Harry? Belki de uykun geldi, ha? Vay canına - şu saate bak! Hemen hemen dört saat olmuş! Buna dünyada inanmazdım - zaman uçtu gitti, değil mi?" Harry cevap vermedi. Sesi yeniden duymak için kulaklarını dört açmıştı, ama Lockhart'ın, her ceza aldığında böyle bir ikram beklememesi gerektiğini söyleyen sesinden başka ses yoktu. Kendini iyice afallamış hisseden Harry odadan çıktı. Saat o kadar geç olmuştu ki, Gryffindor ortak salonu neredeyse boşalmıştı. Harry dosdoğru yatakhaneye gitti. Ron henüz gelmemişti. Pijamalarını giydi, yatağa yattı ve bekledi. Yarım saat sonra sağ kolunu ovalayan Ron geldi, kararmış odaya ağır bir cila kokusu da taşımıştı. Yatağa çökerek, "Kaslarımın hepsi tutuldu," diye inledi. "Tatmin olana kadar tam on dört kere o Quidditch Kupası'nı bana parlattırdı. Sonra bir sümüklüböcek saldırısına daha uğradım, hem de Okula Hizmetler Özel Ödülü'nün üstüne boşaldı. Sümüklerini silmek asırlar aldı... Lockhart nasıl gitti?" Neville, Dean ve Seamus'ı uyandırmak istemeyen Harry, yavaş sesle Ron'a tamı tamına neler duyduğunu söyledi. Ron, "Ve Lockhart duymadığını söyledi, öyle mi?" diye sordu. Harry ay ışığında onun kaşlarını çattığını görebiliyordu. "Yalan mı söylüyordu dersin? Ama anlamıyorum - görünmez olan biri bile kapıyı açmak zorunda kalırdı." "Biliyorum," dedi Harry, dört direkli yatağına yaslanıp tepesindeki tenteye bakarak. "Ben de anlamıyorum." |
![]() |
![]() |
#25 |
Guest
Mesajlar: n/a
Üye No:
Cinsiyet :
|
![]() BÖLÜM 8 - Ölüm Günü Partisi
Ekim ayı geldi, okul arazisiyle şatonun üzerini nemli bir soğukla örttü. Öğretmenler ve öğrenciler arasındaki ani bir soğuk algınlığı salgını }tızünden Yönetici Madam Pomfrey'in işi başından aş çındı. Yaptığı Biberli İksir hemen etkisini gösteriyordu, ama iksiri içen kişi ondan sonra saatlerce kulaklarından dumanlar çıkarak dolaşıyordu. Percy, halsiz görünen Ginny Weasley'yi bu iksirden almaya zorlamıştı. Capcanlı kızıl saçlarının altından yükselen buhar, bütün kafasının alev aldığı izlenimini uyandırıyordu. Günlerce şato pencerelerinde kurşun büyüklüğünde yağmur damlaları trampet çaldı. Gölün su dikeyi yükseldi, çiçek tarhları çamurlu derelere döndü, Hagid'in balkabakları şişti, bahçedeki sundurmalarla aynı boya geldiler. Ne var ki Oliver Wood'un düzenli antrenman yapma konusundaki coşkusu azalmamıştı. İşte Harrynin Cadılar Bayramından birkaç gün önceki fırtınalı bir cumartesi öğleden sonrası, sırılsıklam ıslanmış ve her tarafı çamur içinde Gryffindor Kulesi'ne dönmesinin nedeni de buydu. Yağmur ve rüzgâr hesaba katılmasa bile, mutlu bir antrenman sayılmazdı. Sytherin takımını izleyerek casusluk yapan Fred ve George, yeni Nimbus İki Bin Bir süpürgelerin hızını gözleriyle görmüşlerdi. Slytherin takımının havada jet gibi uçan yedi yeşilimsi lekeden başka bir şey olmadığını söylediler. Harry ıssız koridorda şap sup yürürken kendisi kadar dalgın görünen birine rastladı. Gryffindor Kulesi'nin hayaleti Neredeyse Kafasız Nick, mutsuzluk içinde bir pencereden dışarı bakarak kendi kendine söyleniyordu. "... istenilen özelliklere uymuyormuş... bir santimcik daha olaydı..." "Selam, Nick," dedi Harry. İrkilip geri dönen Nere'deyse Kafasız Nick, "Selam, selam," dedi. Uzun dalgalı saçlarına fiyakalı, tüylü bir şapka takmıştı, sert ve yuvarlak yakası olan bir tunik giymişti. Böylece neredeyle yerinden kopmuş olan boynunu gözlerden uzak tutuyordu. Sis kadar solgundu ve Harry onun içinden öbür tarafı, dışarıdaki karanlık gökyüzünü ve sel halinde boşanan yağmuru görebiliyordu. "Canın sıkkın görünüyor, genç Potter," dedi Nick, konuşurken şeffaf bir mektubu katlayıp yeleğinin cebine koyarak. "Senin de." "Ah," Neredeyse Kafasız Nick zarif bir edayla elini salladı, "önemli bir sorun değil.. Aslında gerçekten katılmayı da istiyor değilim... başvurayım dedim ama, besbelli “İstenilen özelliklere uymuyormuşum." Aldırmaz havasına rağmen, yüzünde çok acı bir ifade vardı. Birden, "Ama sanırsın ki..." diye patladı, mektubu yeniden yerinden çıkartarak, "boynuna kör bir baltayla kırk beş kere vurulmasının Kafasızlar Avı'na katılacak bir özellik sağladığını sanırsın, değil mi?" "Ah - evet," dedi Harry. Besbelli onaylaması gerekiyordu. "Yani, bu işin çabucak ve tertemiz olmasını kimse benden fazla isteyemez. Keşke öyle olsa, kafam da doğru dürüst kopsaymış. Yani, böylece hem acı çekmekten kurtulurdum, hem de herkesin alayından. Ne var ki..." Neredeyse Kafasız Nick mektubu silkeleyerek açtı ve hiddetle okudu. "Biz yalnızca kafaları bedenlerinden ayrılmış avcıları kabul edebiliyoruz. Aksi halde üyelerin At Sırtında Kafa Atıp Tutmak ve Kafa Polosu gibi av etkinliklerine katılmalarının imkânsız olacağını siz de takdir edersiniz. Bu yüzden de, büyük bir üzüntüyle, istenilen özelliklere uymadığınızı size bildirmek durumundayım. En iyi dileklerimle, Sir Patrick Delaney Podmore." Neredeyse Kafasız Nick öfkeden köpürerek mektubu cebine tıkıştırdı. "Kafamı sadece bir santim deriyle bir parça kas yerinde tutuyor, Harry! Çoğu kişi bunu pekâlâ da kafasız sayar ama hayır, Sir Kafası Usulünce Koparılmış Podmore'a bu yetmiyor." Neredeyse Kafasız Nick derin derin birkaç kez nefes aldı, sonra daha sakin bir sesle, "Evet," dedi, "seni rahatsız eden şey neymiş bakalım? Elimden bir şey gelir mi?" "Hayır. Tabii nereden yedi tane bedava Nimbus İki Bin Bir bulacağımızı biliyorsanız, o başka. Slyth..." Harry'nin cümlesinin geri kalanı, ayak bilekleri hizasından gelen tiz mi tiz bir miyavlamada kayboldu gitti. Gözlerini aşağı çevirince kendini bir çift lamba misali sarı göze bakarken buldu. Mrs Norris'ti, hademe Argus Filch'in, öğrencilere karşı sonu gelmez savaşında vekili olarak kullandığı bir deri bir kemik gri kedi. Nick hemen, "Burdan gitsen iyi olur, Harry," dedi. "Filch iyi bir gününde değil. Grip olmuş, üçüncü sınıftan birileri de kazayla beş numaralı mahzenin tavanına kurbağa beyni sıvamış. Bütün sabah onu temizledi ve şimdi de seni burada her yana çamur saçarken görürse..." "Tamam,' dedi Harry, gerileyip Mrs Norris'in suçlayıcı bakıcından uzaklaşmaya çalıştı, ama yeterince hızlı davranamamıştı. Onu iğrenç kedisine bağlıyora benzeyen esrarengiz bir güçle o noktaya çekilen Argus Filch, Harry'nin sağ tarafındaki bir duvar örtüsünün içinden aniden belirdi. Deli gibi, kuralları ihlal eden kişiyi arıyordu. Başına kalın bir ekose eşarp sarmıştı, burnu ise her zamankinden daha da mordu. "Pislik!" diye haykırdı. Harry'nin Quidditch cüppesinden damlamış çamurlu gölcüğe işaret ederken çenesi titriyordu, gözleri korku verecek şekilde yerinden uğramıştı. "Her yer karman çorman, her yer leş gibi! Artık yeter, yeter diyorum! Arkamdan gel, Potter!" Harry'cik, Neredeyle Kafasız Nick'e umutsuzca el sallyarak Filch'in ardından aşağı indi. Böylece de yerdeki çamurlu ayak izi sayısını iki katına çıkardı. Harry daha önce Filch'in odasına hiç girmemişti. Burası, çoğu öğrencinin girmekten kaçındığı bir yerdi. Oda pis ve kasvetliydi, penceresizdi, alçak tavandan sarkan tek bir petrol lambasıyla aydınlanıyordu İçeri hatif bir balık tava kokusu sinmiş gibiydi. Duvarların önünde tahta dosya dolapları vardı. Harry, üstlerindeki etiketlerden, onların Filch'in şimdiye kadar cezalandırmış olduğu her öğrenci hakkındaki ayrıntıları içerdiklerini anladı. Fred ve George'un kendilerine ait koca bir çekmeceleri vardı. Filch'in masasının arkasındaki duvarda iyice parlatılmış bir zincir ve pranga koleksiyonu asılıydı. Onun, öğrencileri bileklerinden tavana asmasına izin versin diye Dumbledore'a hep yalvardığını herkes bilirdi. Filch, masasındaki tüy kutusundan bir tüy kalem yakaladı ve etrafta parşömen aranmaya başladı. "Gübre," diye mırıldandı öfkeyle, "dumanı tüten ejderha pisliği... kur Dağa beyni... sıçan bağırsağı... artık yeter... ibret olsun diye... form nerde... evet..." Masasının çekmecesinden kocaman bir parşömen tomarı çıkardı, koca kara tüy kalemini mürekkep hokkasına batırarak tomarı önünde açtı. "Adı... Harry Potter. Suçu..." "Bir parçacık çamur, hepsi o!" dedi Harry. "Senin için bir parça çamur, beyim, ama benim için fazladan bir saat yerleri ovmak demek!" diye bağırdı Filch. Şişkin burnunun ucunda bir damla, hiç de hoş olmayan bir şekilde titreşiyordu. "Suçu... şatoyu kirletmek... verilen hüküm..." Akan burnuna dokunan Filch, soluğunu tutmuş, hükmünün okunmasını bekleyen Harry'ye pis pis baktı. Ama tam Filch tüy kalemini indirirken, odasının tavanında muazzam bir KÜT! sesi duyuldu, petrol lambası zangırdadı. "PEEVES!" diye haykırdı Filch, bir öfke kriziyle tüy kalemini savurdu. "Bu sefer yaktım çıranı, elimden kurtulamazsın!" Ve dönüp Harry'ye bir bakış bile atmadan, Filch odadan paytak paytak koşarak çıktı, Mrs Norris de onun yanı sıra şimşek gibi gidiyordu. Peeves okulun hortlağıydı, havada dolaşan cinsten sırıtkan bir tehditti. Kargaşa ve mutsuzluğa yol açmak için yaşardı. Harry, Peeves'i pek sevmezdi ama, zamanlaması için ona şükran duymaktan kendini alamadı. Peeves her ne yaptıysa (ki, sese bakılırsa, bu sefer büyük bir şeyin hakkından gelmişti) Filch'in dikkatini Harry'nin üstünden çeker diye umuyordu. Belki de Filch'in geri dönüşünü beklemesi gerektiğini düşünerek, Harry masanın yanındaki güve yenikli koltuğa çöktü. Masada, onun yarı yarıya tamamlanmış formundan başka tek bir şey vardı: Üzerinde gümüşi yazılar olan kocaman, parlak, mor bir zarf. Filch geri dönüyor mu diye çabucak kapıya bir göz atarak zarfı aldı ve okudu. ŞÎPŞAK BÜYÜ Mektupla Kurs Yeni Başlayanlar İçin Meraka kapılan Harry zarfı açtı ve içindeki parşömen desteyi çıkardı. Ön tarafında, gene kıvır kıvır gümüşi yazıyla şöyle diyordu: Modern sihrin dünyasında kendinizi geride kalmış gibi mi hissediyorsunuz? Basit büyüyü bile yapamadığınız için kendinizi mazeret uydururken mi buluyorsunuz? Asanızla yaptığınız keder verici marifetler hiç alay konusu olmanıza yol açtı mı? Bir çare var! Şipşak Büyü yepyeni, hata yapmayan, çabuk sonuç alan, kolay öğreten bir kurstur. Yüzlerce cadıyla büyücü, Şipşak Büyü metodundan yararlanmıştır! Topsham'h Madam Z. Nettles şöyle diyor: "Büyülü sözleri bir türlü hatırlayamıyordum, iksirlerim de bir aile şakası halini almıştı! Şimdi, bir Şipşak Büyü kursunun ardından, partilerde ilgi merkezi ben oluyorum ve dostlar, Kıvılcım Solüsyonumun reçetesini onlara vereyim diye bana yalvarıyorlar!" Didsbury'den büyücü D. f. Pıcd şöyle diyor: "Eskiden karını benim zayıf büyülerime burun kıvırırdı, ama sizin müthiş Şipşak Büyü kursunuza başladıktan bir ay sonra, onu bir Tibet öküzüne çevirdim! Teşekkürler, Şipşak Büyü!" Meraka kapılan Harry, zarfın içindekilerin geri kalanını da karıştırdı. Filch neden bir Şipşak Büyü istemiş olsundu ki? Yoksa bu onun gerçek bir büyücü olmadığı anlamına mı geliyordu? Harry tam "Birinci Ders: Asanızı Tutmak (Bazı Faydalı İpuçları’nı okuyordu ki, dışarıdan ayağını sürüyen birinin geldiğini duyunca Filch'in döndüğünü anladı. Parşömenleri zarfın içine tıkan Harry, tam kapı açılırken onu gerisin geri masanın üstüne bıraktı. Filch zafere ulaşmış görünüyordu. Mrs Norris'e, ağzı kulaklarında, "O kaybolan dolap son derece değerliydi!" diyordu. "Bu sefer Peeves'i buradan sürdüreceğiz, görürsün, şekerim." Bakışları Harry'ye takıldı, sonra da Şipşak Büyü zarfına. Harry, zarfın başlangıçtaki yerinden yarım metre kadar uzakta durduğunu fark etti ama, iş işten geçmişti. Filch'in solgun yüzü tuğla kırmızısına dönüştü. Harry kendini deprem dalgası boyunda bir öfke krizine hazırladı. Filch aksayarak masasının öbür ucuna gitti, zarfı aldı ve bir çekmeceye attı. "Aldın mı... okudun mu?" diye kekeledi. "Hayır," diye yalanı kıvırdı Harry hemen. Filch, boğumları şişmiş ellerini ovuşturuyordu. "Okuduğunu düşünseydim, benim özel... aslında benim olduğundan değil... bir dostun ricası... böyle olsa bile... ancak..." Hany dehşete kapılmış, ona bakıyordu. Filch gözüne hiç bu kadar deli görünmemişti. Gözleri yerinden fırlamıştı, gevşek ve sarkık yanaklarından birine bir tik musallat olmuştu, ekose eşarbın da faydasını göremiyordu. "Madem öyle... git... tek kelime söyleme... o değil ya... ama okumadınsa eğer... git şimdi, Peeves'in raporunu yazmam gerek... git..." Şansına hayret eden Harry odadan ok gibi fırladı, koridoru geçti ve yukarı çıktı. Filch'in odasından ceza yemeden çıkmak bir tür okul rekoruydu herhalde. "Harry! Harry! İşe yaradı mı?" Neredeyse Kafasız Nick, bir sınıftan çıkıp kayarcasına geldi. Harry onun arkasında büyük bir siyah ve altın rengi dolabın enkazını görüyordu. Çok yüksekten düşmüş gibiydi. Nick hevesle, "Peeves'i tam Filch'in odasının üstünde yere çarpsın diye ikna ettim," dedi. "Dikkatini çeler diye düşündüm..." Harry şükranla, "Sen miydin o?" diye sordu. "Evet, işe yaradı, ceza bile almadım. Teşekkürler, Nick!" Birlikte koridorda yürümeye koyuldular. Harry, Neredeyse Kafasız Nick'in, Sir Patrick'in ret mektubunu hâlâ elinde tuttuğunu fark etti. "Keşke Kafasızlar Avı konusunda senin için yapabileceğim bir şey olsa," dedi. Neredeyse Kafasız Nick birden olduğu yerde durdu, Harry de dosdoğru onun içinden geçti. Keşke geçmeseydim diye düşündü. Buz gibi bir duşa girmekten farksızdı. Nick heyecanla, "Ama benim için yapabileceğin bir şey var," dedi. "Harry - çok fazla şey mi istemiş olurum yoksa - ama hayır, istemezdin..." "Ne ama?" "Eh işte, bu Cadılar Bayramı benim beş yüzüncü ölüm günüm," dedi Neredeyse Kafasız Nick, dikleşerek ve vakur bir görünüm takınarak. "Ah," dedi Harry. Üzgün mü, yoksa mutlu mu görünmesi gerektiğinden emin değildi. 'Tamam." "Geniş zindanlardan birinde parti veriyorum. Ülkenin her yanından dostlar gelecek. Sen katılabilirsen benim için öyle bir şeref olur ki. Mr Weasley ile Miss Granger'ın da başımın üstünde yeri var, tabii - ama siz herhalde şölene gideceksiniz." Endişeyle bekliyordu. "Hayır," dedi Harry hemen, "gelirim..." "Aziz dostum! Harry Potter benim Ölüm Günü Parti'mde. Ve," durakladı, çok heyecanlı görünüyordu. "Sir Patrick'e beni ne kadar korkutucu ve etkileyici bulduğundan söz edebilir misin acaba?" 'Ta... tabii," dedi Harry. Neredeyse Kafasız Nick, ağzı kulaklarında ona baktı. Harry nihayet üstünü değiştirip ortak salonda onunla Ron'a katılınca, Hermione hevesle, "Bir Ölüm Günü Partisi, ha?" dedi. "Bahse girerim ki böyle bir partiye gittiğini söyleyebilecek çok az kişi vardır - müthiş olacak!" İksir ev ödevinin yarısında olan Ron, hırçın hırçın, "İnsan niye öldüğü günü kutlamak istesin ki?" diye sordu. "Bana çok iç karartıcı geliyor..." Yağmur, şimdi mürekkep siyahı olan pencere camlarını hâlâ dövüyordu, ama içeride her şey pırıl pırıldı, neşeliydi. Şöminenin alevleri, insanların oturmuş okuduğu, konuştuğu, ev ödevlerini yaptığı yumuşacık koltuklara yansımıştı. Fred ve George ise, bir Semender’e Filibuster Maytabı yedirilirse ne olacağını anlamaya çalışıyorlardı. Fred, cırtlak turuncu, ateşte yaşayan kertenkeleyi bir Sihirli Yaratıkların Bakımı sınıfından çalmıştı. Semender şimdi, meraklı insanlar yumağıyla çevrilmiş olarak bir masa üzerinde için için yanıyordu. Harry tam Ron ve Hermione'ye Filch ile Şipşak Büyü kursundan söz edecekti ki, Semender birden havaya vınladı. Deli gibi odanın etrafında dönenirken gürültülü kıvılcımlar ve çat çut sesleri çıkarıyordu. Percy'nin Fred ve George'a sesi kısılana kadar avaz avaz bağırışı, Semender'in ağzından yağmur gibi yağan mandalina rengi yıldızların görkemli gösterisi ve buna eşlik eden patlamalar hem Filch'i, hem de Şipşak Büyü'yü Harry'nin aklından uzaklaştırdı. Cadılar Bayramı geldiğinde, Harry, Ölüm Günü Partisi'ne gitmek için düşüncesizce söz verdiğine çoktan pişman olmuştu. Okulun geri kalanı mutluluk içinde Cadılar Bayramı şölenini bekliyordu. Büyük Salon hor zamanki gibi canlı yarasalarla donatılmıştı. Hagrid'in muazzam balkabaklarının içleri oyulmuş, üç kişinin ,girip oturabileceği fenerler haline getirilmişlerdi. Dumbledore'un eğlence olsun diye, dans eden bir iskelet topluluğuyla anlaştığı yolunda söylentiler vardı. Hermione bir patron edasıyla Harry'yi uyardı: "Söz sözdür, Harry ölüm Günü Partisi'ne gideceğim dedin bir kere." Böylece, saat yedide Harry, Ron ve Hermione ağzına kadar dolu, altın tabaklar ve mumlarla davet edici bir şekilde pırıl pırıl parlayan Büyük Salon'un kapısını es geçtiler ve onun yerine zindanlara doğru yürüdüler. Neredeyse Kafasız Nick'in partisine giden geçidin iki yanına da mumlar dizilmişti. Ama bunlar şen bir hava yaratmaktan çok uzak, uzun, ince, kapkara mumlardı. Hepsi parlak mavi bir alevle yanıyor ve çocukların yaşayan yüzlerine bile loş, hayaletimsi bir ışık vurduruyordu. Harry titreyip cüppesine sıkıca sarınırken, bin tırnağın muazzam bir karatahtayı tırmalamasından çıkıyora benzeyen bir ses duydu. Ron, "Buna müzik mi diyorlar yoksa?" diye fısıldadı. Bir köşeyi döndüler ve siyah kadife perdeler asılı bir kapıda duran Neredeyse Kafasız Nick'i gördüler. "Sevgili dostlarım," dedi yas tutar bir havayla, "hoş geldiniz, hoş geldiniz... gelebilmenize o kadar sevindim ki..." Tüylü şapkasını çıkarıp reverans yaparak onları içeri aldı. İnanılmaz bir manzaraydı. Zindan yüzlerce inci beyazı, saydam insanla doluydu. Çoğu, kalabalık dans pistinin etrafında uçuyor ve kara perdeli bir platformdaki orkestranın çaldığı otuz müzikal testereden çıkan korkunç, titrek sesle vals yapıyordu. Tepedeki avizedeki bin kara mumdan gece mavisi bir ışık geliyordu. Solukları önlerinde sis gibi yükseliyordu: Bir buzluğa girmek gibiydi. Ayaklarını ısıtmak isteyen Harry, "Etrafa bir göz atalım mı?" diye sordu. Ron kaygılı bir edayla, "Kimsenin içinden geçmemeye dikkat edin," dedi. Dans pistinin etrafından dolaştılar. Bir grup kasvetli rahibenin, zincirlerle bağlı pejmürde bir adamın ve başından ok çıkan bir şövalyeyle konuşan şen şakrak Hufflepuff hayaleti Şişman Keşiş'in yanından geçtiler. Harry hayaletlerin, girişi kan lekeleriyle kaplı, sıska, gözünü dikip bakan Slyterin hayaleti Kanlı Baron'un çok uzağından görünce şaşırmadı. Hermione birden durarak, "Ah, hayır," dedi. "Geri dönün, geri dönün. Mızmız Myrtle'la konuşmak istemiyorum..." Çabucak arkaya dönüp giderlerken Harry, "Kim?" dedi. "Birinci kattaki kızlar tuvaletinin hayaleti, orayı mesken tutmuş." "Bir tuvaleti mi mesken tutmuş?" "Evet. Bir süredir bozuk, çünkü ikide bir sinir krizi geçiriyor ve orayı su bastırıyor. Ben oraya elimden geldiğince gitmezdim zaten, o yüzünüze karşı feryat ederken tuvalete girmek acayip zor..." "Bak, yemek!" dedi Ron. Zindanın öbür tarafında, gene siyah kadife örtülü uzun bir masa vardı. Hevesle yaklaştılar, ama bir an sonra dehşet içinde oldukları yerde kalakaldılar. Koku hayli iğrençti. Güzel gümüş tabaklara büyük, kokmuş balıklar yerleştirilmiş, kömür karası pastalar tepsilere yığılmıştı; kurtlanmış koca bir tabak sakatat yemeği ile kürkümsü yeşil bir küfle kaplanmış bir dilim peynir de vardı. Şeref mevkiinde ise mezar taşı biçiminde, kurşuni renkte muazzam bir pasta duruyordu. Üzerine katran gibi bir kremayla şunlar yazılmıştı: Sir Nicholas de Mimsy Porpington 31 Ekim 1492'de öldü Harry, tostoparlak çömelmiş halde masaya yaklaşan bir hayaleti hayretler içinde gözledi. Hayalet, kokmuş som balıklarından birinin içinden geçecek şekilde ağzını açmıştı. Harry ora, "İçinden geçerken tadını alabiliyor musunuz?" diye sordu. Hayalet hüzünlü bir şekilde, "Hemen hemen," dedi ve kayıp gitti. Hermione, bilmiş bilmiş, "Sanırını daha güçlü bir tadı olsun diye kokmaya bırakmışlar” dedi. Bir yandan da burnunu tutarak çürük saknfat yemeğini görmek için üstüne eğiliyordu. Ron, "İlerleyelim mi?" dedi. "Midem bulandı." Ancak tam dönmüşlerdi ki, küçük bir adam bir hamlede masanın altından fırladı ve tam karşılarında havada durdu. Harry dikkatli bir şekilde, "Selam, Peeves," dedi. Çevrelerindeki hortlakların aksine, Peeves, solgun ve saydamın tam tersi bir kılıktaydı. Parlak turuncu bir parti şapkası takmıştı, yerinde dönen bir papyon kravatı vardı. Geniş, kötücül yüzünde de koca bir tebessüm. "Kuruyemiş ister misiniz?" diye sordu tatlı tatlı, onlara bir kâse mantarlı fıstık uzatarak. "Hayır, teşekkürler," dedi Hermione. Peeves, gözleri fıldır fıldır oynayarak, "Zavallı Myrtle'dan söz ettiğini duydum," dedi. "Zavallı Myrtle için kaba şeyler söyledin." Derin bir nefes alıp böğürdü. "OYY! MYRTLE!" Hermione, deli gibi, "Ah hayır, Peeves," diye fısıldadı. "Ona neler söylediğimi söyleme, sahiden çok üzülür. Onu kastetmemiştim zaten, ona bir itirazım yok - şey... selam, Myrtle." Bir kızın tıknaz hayaleti kayıp gelmişti. Harry'nin gördüğü en üzgün yüzü, düz saçlar ve kalın, incili gözlüğün arkasında yarı yarıya saklamıştı. "Ne?" dedi, somurtkan bir edayla. Hermione sahte ve tiz bir sesle, "Nasılsın, Myrtle?" dedi. "Seni tuvalet dışında görmek ne güzel." Myrtle burnunu çekti. Peeves sinsi sinsi Myrte'ın kulağına, "Miss Granger az önce senden bahsediyordu," dedi. Hermione gözlerinden ateşler saçarak Peeves'e baktı. "Sadece şey diyordurr... şey... bu gece ne kadar güzel göründüğünü." Myrtle kuşkuyla Hermione'yi süzdü. Küçük, saydam gözlerine gümüşi yaşlar dolarken, "Benimle alay ediyorsun," dedi. "Hayır - doğru söyüyorum - az önce Myrtle'ın ne güzel göründüğünü söylemedim mi?" dedi Hermione, Harry ile Ron'un kaburgalarını acıtacak gibi dürterek. "Ah, evet..." "Dedi ya..." "Bana yalan söylemeyin," diye hıçkırdı Myrtle, şimdi yaşlar yüzünden aşağı sel gibi akıyor, Peeves de omzunun üstünden bakıp kıkır kıkır gülüyordu. "İnsanların arkamdan benim için neler dediğini bilmiyorum mu sanıyorsunuz? Şişko Myrtie! Çirkin Myrtle! Mutsuz, mızmız, mıymıntı Myrtie!" Peeves kulağına, "Sivilceli'yi unuttun," dedi. Mızmız Myrtle ıstıraplı hıçkırıklara boğuldu ve zindandan kaçtı. Peeves de ardından fırlayarak onu küflü fıstık yağmuruna tuttu. Bir yandan da bağırıyordu: "Sivilceli! Sivilceli!" "Hey Tanrım," dedi Hermione hüzünle. Neredeyse Kafasız Nick şimdi kalabalığın içinden onlara doğru kayıyordu. "Eğleniyor musunuz?" "Ah, evet” diye yalan söylediler. "Doğrusu katılım hiç de kötü sayılmaz," dedi Neredeyse Kafasız Nick iftiharla. "Dertli Dul kalkıp ta Kent'ten geldi... Eh, artık konuşmamı yapmanın vakti geldi sanırım. Gideyim de orkestrayı uyarayım..." Ancak orkestra tam o anda çalmayı kesti. Bir av borusu çalarken onlar ve zindandaki herkes sustu, heyecanla etraflarına bakınmaya koyuldular. Neredeyse Kafasız Nick, acı acı, "İşte buyrun," dedi. Zindan duvarından, her birinin sıranda kafasız bir binicinin bulunduğu bir düzine at fırlayıp çıktı. Hazır bulunanlar alkışladı. Harry de tam alkışlamaya başlayacakken, Nick'in yüzündeki ifadeyi görünce hemen kesti. Atlar dörtnala dans pistinin ortasına gelip durdu, şaha kalkıp öne atıldılar ve sakallı kafası kolunun altında olan öndeki iriyarı bir hayalet boruyu çalarak aşağı atladı. Kalabalığın üzerinden görebilmek için kafasını havaya kaldırdı (herkes güldü) ve yeniden boynunun üstüne bastırarak uzun adımlarla Neredeyse Kafasız Nick'in yanına geldi. "Nick!" diye gürledi. "Nasılsın? Kafan hâlâ sarkıp duruyor mu orda?" Hohhoho diye canı yürekten bir kahkaha attı ve Neredeyse Kafasız Nick'in omzuna vurdu. Nick resmiyetle, "Hoş geldin, Patrick," dedi. Patrick ise Harry, Ron ve Hermione'yi görmüştü. Çok şaşırmış gibi sahte bir sıçrayışla havaya yükselerek, "Canlı canlı insanlar!" dedi. Öyle sıçradı ki başı yeniden düştü (kalabalık, uluya uluya güldü).Neredeyse Kafasız Nick kapkara bir edayla, "Çok komik," dedi. Sir Patrick'in başı yerden, "Nick'e aldırmayın!" diye bağırdı. "Ava katılmasına izin vermedik diye hâlâ canı sıkkın! Ama ne diyeyim - adama baksanıza -" Nick'in anlamlı bir bakış attığı Harry, "Bence," dedi telaşla, "Nick çok korkutucu ve... şey." "Ha!" diye feryat etti Sir Patrick'in başı. "Bahse girerim senden bunu söylemeni istemiştir!" Neredeyse Kafasız Nick, "Herkes dikkatini benim üstümde toplarsa," dedi, "konuşma yapma vaktim geldi!" Platforma yürüyüp çıktı, buz mavisi bir projektör ışığının içine girdi. "Benim müteveffa, matemi tutulmuş lordlarım, leydilerim ve centilmenler, büyük bir üzüntüyle..." Ama kimse sonrasını duymadı. Sir Patrick ile Kafasızlar Avı'nın geri kalan üyeleri bir Kafa Hokeyi oyunu başlatmışlardı, kalabalık da izlemek için dönüyordu. Neredeyse Kafasız Nick dinleyicilerinin ilgisini yeniden çekmek için boşa çaba harcadı, ama Sir Patrick'in kafası alkışlar arasında yanından geçip gidince vazgeçti. Harry artık çok üşümüştü, üstelik de acıkmıştı. Ron, orkestra yeniden çalmaya başlayıp hayaletler yeniden dans pistine çıkınca, "Buna daha fazla dayanamayacağım," diye mırıldandı, dişleri takırdayarak. Harry ona hak verdi: "Hadi gidelim." Onlara bakan herkese başlarıyla selam verip gülümseyerek geri geri kapıya doğru gittiler. Bir dakika sonra da kara mumlarla dolu geçitten telaşla geçiyorlardı. Ron umutla, "Puding bitmemiş olabilir," dedi. Önlerine düşmüş, Giriş Salonu'nün merdivenlerine doğru gidiyordu. Ve Harry o zaman sesi duydu. "... deş... parçala... öldür..." Aynı sesti, Lockhart’ın odasında duyduğu o soğuk,canice ses. Sendeleyerek durdu, taş duyar? tutunarak var gücüyle dinledi. Çevresine bakındı, loş geçidi boydan boya gözden geçirdi. "Harry, ne olu...?" "Gene o ses - susun bir dakika -" "... öyyyle açım... öyle uzun zamandır.." Harry ısrarla, "Dinleyin!" dedi. Ron ve Hermione donup kalarak onu gözlediler. "... öldür... öldürme vakti..." Ses giderek uzaklaşıyordu. Harry onun hareket edip gittiğinden, yukarı çıktığından emindi. Karanlık tavana bakarken korku ve heyecan karışımı bir duyguya kapıldı: Nasıl olur da yukan çıkardı? Taş tavanların etkilemediği bir hortlak mıydı? "Buradan," diye bağırdı ve merdivenlerden yukarı, Giriş Salonu'na doğru koşmaya başladı. Burada bir şey duymaya çalışmak umutsuzdu, Büyük Salon'dan Cadılar Bayramı şöleninin uğultusu yansıyordu. Harry mermer merdivenlerden birinci kata koştu, Ron ve Hermione arkasından takırdıyorlardı. "Harry, biz neyin -" "HİŞŞT!" Harry duymaya çalıştı. Uzaklardan, bir üst kattan,gittikçe hafifleyen sesi duydu: "... Kan kokusu alıyorum... KAN KOKUSU ALIYORUM!" Harry'nin midesi sıkıştı. "Birini öldürecek!" diye bağırdı, Ron ve Hermione'nin şaşkın yüzlerini görmezden gelerek bir sonraki merdivenin basamaklarını üçer üçer çıktı, bir yandan da kendi ayak seslerinin ötesini dinlemeye çalışıyordu. Harry, peşinde hızlı hızlı soluk alan Ron ve Hermione ile, ikinci katın tamamını hızla dolaştı ve bir köşeyi dönüp son, ıssız geçide gelene kadar durmadı. Ron, yüzündeki teri silerek, "Harry, neyin nesiydi bu?" diye sordu. "Ben hiçbir şey duymadım..." Ama Hermione birden hızla içini çekti ve koridorun aşağısını işaret etti. "Bakın!" İlerdeki duvarda bir şey parlıyordu. Yavaşça, karanlıkta etrafı kollayarak yaklaştılar. Duvarın iki pencere arasında kalan kısmına, koskoca harflerle, meşalelerin alevinde titreşip duran bir şeyler yazılmıştı. SIRLAR ODASI AÇILDI. VARİSİN DÜŞMANLARI, KENDİNİZİ KOLLAYIN. "O da ne öyle - altında asılı olan ne?" dedi Ron, sesi titreyerek. Daha yakına gelirlerken Harry az daha kayıp düşüyordu. Yerde koca bir su gölcüğü vardı. Ron ve Hermione onu tuttu, mesaja doğru yavaş yavaş ilerledir. Gözlen, mesajın altındaki kara bir gölgeye dikilmişti. Üçü birden ne olduğunu aynı anda fark etti ve üçü birden bir şapırtıyla geriye sıçradı. Hademenin kedisi Mrs Norris, meşale halkasına kuyruğundan asılmıştı. Tahta gibi sertti, gözleri faltaşı gibi açılmış bakıyordu. Birkaç saniye kıpırdamadılar. Sonra Ron, "Gidelim burdan," dedi. Harry, sıkıntıyla, "Yardım etmeye çalışmamız gerekmez mi?" diye sordu. "İnan bana," dedi Ron. "Bizi burada bulmalarını istemeyiz." Ama çok geç kalmışlardı. Uzaklardan gelen ve gök gürültüsünü andıran bir uğultu, onlara şölenin sona erdiğini anlattı. Durdukları koridorun iki tarafından merdivenleri çıkan yüzlerce ayağın sesi ile, doymuş insanların keyifli konuşmaları geliyordu. Bir an sonra ise öğrenciler her iki yanından geçide dalmışlardı. Bütün o gevezelik, koşuşturma, gürültü, öndekıler asılı kediyi görünce bir anda kesildi. Harry, Ron ve Hermione koridorun ortasında tek başlarına kalakalmışlardı, susan öğrenciler tüyler ürpertici manzarayı görmek için önlerindekileri itiyorlardı. Derken birisi sessizliğin ortasında haykırdı. "Varisin düşmanları, kendinizi kollayın! Sıra sizde, Bulanıklar!" Draco Malfoy'du. İte kaka kalabalığın önüne gelmişlerdi, hareketsiz kedi manzarası karşısında sırıtırken soluk gözleri canlanmış, genelde kansız olan yüzü kızarmıştı. |
![]() |
![]() |
#26 |
Guest
Mesajlar: n/a
Üye No:
Cinsiyet :
|
![]() BÖLÜM 9 - Duvardaki Yazı
"Neler oluyor burda? Neler oluyor?" Besbelli Malfoy'un haykırışı üzerine olay yerine yönelen Argus Filch, kalabalığı yara yara geldi. Derken Mrs Norris'i gördü ve geri çekildi, dehşet içinde ellerini yüzüne kapattı. "Kedim! Kedim! Mrs Norris'e ne oldu?" diye feryat etti. Ve faltaşı gibi açılmış gözleri Harry'ye takıldı. "Sen!" diye acı acı bağırdı. "Sen! Kedimi öldürdün! Onu sen öldürdün! Seni öldüreceğim! Ben..." "Argus!" Dumbledore, arkasında öğretmenlerden bazılarıyla olay yerine gelmişti. Hemen Harry, Ron ve Hermione'nin yanından geçerek Mrs Norris'i meşale halkasından çözdü. "Benimle gel, Argus," dedi Filch'e. "Siz de Mr Potter, Mr Weasley, Miss Granger." Lockhart hevesle öne çıktı. "En yakını benim odam, Müdürüm - hemen üst katta - lütfen kendinizi evinizde..." "Teşekkür ederim, Gilderoy," dedi Dumbledore. Sessiz kalabalık, geçsinler diye açıldı. Heyecanlanmış görünen ve kendini önemseyen Lockhart, Dumbledore'un arkasından seğirtti. Profesör McGonagall ile Profesör Snape de öyle. Lockhart'ın karanlık odasına girerlerken duvarlarda pıtır pıtır bir hareket sezildi. Harry, resimlerdeki Lockhart'lardan birkaçının, saçları bigudili halde sıvıştığını gördü. Gerçek Lockhart ise masasındaki mumları yakarak geriye çekildi. Dumbledore, Mrs Norris'i cilalı yüzeye yatırıp muayene etmeye koyuldu. Harry, Ron ve Hermione birbirlerine tedirgin bakışlar atarak, mum ışığı havuzunun dışındaki iskemlelere çöküp izlemeye koyuldular. Dumbledore'un uzun, kemerli burnunun ucu Mrs Norris'in kürkünden iki santim kesti . Yarım aygözlükleriyle ona yakından bakıyor, parmaklarıyla dürtüyor, yokluyordu. Profesör McGonagall da kedinin aşağı yukarı onun kadar yakınına eğilmiş, gözleri kısık, bakıyordu. Snape, yarısı gölgede kalmış, onların arkasında dikiliyordu, yüzünde çok tuhaf bir ifade vardı: Sanki gülümsememek için kendini zor tutuyor gibiydi. Lockhart ise etraflarında dönüp duruyor, boyuna tavsiyelerde bulunuyordu. "Onu öldüren kesinlikle bir lanet - herhalde Transmogrifya İşkencesi'dir. Kullanıldığını birkaç kez gördüm, orda olmayışım ne yazık. Tam da onu kurtarabilecek karşılaneti bilirken..." Lockhart'ın lafları, Filch'in kuru, kederli hıçkırıklarıyla kesiliyordu. Filch masanın yanındaki bir iskemleye yığılmıştı, ellerini yüzüne kapatmıştı, Mrs Norris'e bakamıyordu. Harry ondan o kadar nefret ettiği halde, biraz olsun acımaktan kendini alamadı. Ama kendisine acıdığı kadar değil, çünkü Dumbledore Filch'e inanırsa, onu okuldan atardı, burası kesin. Şimdi Dumbledore garip sözler mırıldanıyor ve Mrs Norris'e asasıyla vuruyordu, ama hiçbir şey olmuyordu. Kedi, sanki az önce içi doldurulmuş gibi görünmeyi sürdürdü. "... Buna çok benzer bir şeyin Uagadugu'da olduğunu hatırlıyorum," dedi Lockhart, "bir dizi salgın; hikâyenin tamamı otobiyografimdedir. Kasaba halkına çeşitli tılsımlar dağıttım, bu da meseleyi hemen çözdü..." O konuşurken duvarlardaki Lockhart fotoğrafları da onaylarcasına kafalarını sallıyorlardı. Birisi saçındaki fileyi çıkarmayı unutmuştu. Sonunda Dumbledore doğruldu. Yumuşak bir sesle, "Ölü değil, Argus," dedi. Engel olduğu cinayetleri sayan Lockhart birden durdu. "Ölü değil mi?" diye hıçkırdı Filch, parmaklarının arasından Mrs Norris'e bakarak. "Ama niye böyle kasktı ve donmuş?" "Taş haline getirilmiş," dedi Dumbledore ("Ah! Ben de öyle düşünmüştüm!" dedi Lockhart). "Ama nasıl, bilemiyorum..." "Ona sor!" diye feryat etti Flich, kızarmış ve yaşlarla ıslanmış yüzünü Harry'ye çevirerek. Dumbledore kesinlikle, "Hiçbir ikinci sınıf öğrencisi bunu yapamaz," dedi. "Bu en ileri türden Karanlık Büyü..." Şişkin yüzü mosmor hale gelen Filen, "Yaptı, o yaptı!" diye tükürükler saçtı. "Duvara ne yazdığını gördün! Benim... odamda şey buldu... biliyor... benim şey olduğumu..." Filch'in yüzü korkunç bir şekle girdi. "Benim Kofti olduğumu biliyor." Harry, duvardaki Lockhart'ta dahil, herkesin ona bakıyor olmasının verdiği rahatsızlık içinde, "Ben Mrs Norris'e elimi bile sürmedim!" dedi yüksek sesle. "Ve Kofti'nin ne olduğunu da bilmiyorum." "Palavra!" diye hırladı Filch. "Şipşak Büyü mektubumu gördü!" Snape, gölgelerin içinden, "Konuşmama izin varsa, Müdür Bey," deyince, Harry'nin içindeki kötü bir şeyler olacak duygusu arttı. Snape'in söyleyeceği hiçbir şeyin ona hayrı dokunmayacağından emindi. Snape, dudağı hafif bir alaycı gülüşle bükülür gibi olurken, "Potter ve arkadaşları sadece yanlış zamanda yanlış yerde bulunmuş olabilirler," dedi. "Ama burda gerçekten de şüphe uyandırıcı koşullarla karşı karşıyayız. Üst kat koridorunda ne işleri vardı? Niye Cadılar Bayramı şöleninde değillerdi?" Harry, Ron ve Hermione hep birlikte Ölüm Günü Partisi'ni açıklamaya koyuldular: "... yüzlerce hayalet vardı, hepsi size orada olduğumuzu söyler..." Snape, kara gözleri mum ışığında parıldayarak, "Peki, niye daha sonra şölene katılmadınız?" diye sordu. "Niye o koridora gittiniz?" Ron ve Hermione, Harry'ye baktı. "Çünkü... çünkü..." dedi Harry, kalbi gümbür gümbür atarak. İçinden bir şey oraya bedensiz bir ses tarafından götürüldüğünü iddia etmenin kulağa çok abartılı geleceğini söylüyordu. Başka kimsenin değil, bir tek onun duyduğu bir ses. "Çünkü yorgunduk ve yatmak istiyorduk," dedi. Snape, sıska yüzünde muzaffer bir tebessüm pırpır ederek, "Yemek yemeden mi?" diye sordu. "Hayalet partilerinde canlı insanlara göre yemekler ikram edildiğini sanmazdım". Ron yüksek sesle, "Aç değildik," dedi, tam o anda karnı guruldadı. Snape'in pis gülüşü yüzüne yayıldı. "Müdür Bey, bence Potter gerçeği tam olarak söylemiyor. Bize bütün hikâyeyi anlatana kadar bazı ayrıcalıklardan yoksun bırakılması iyi bir fikir olabilir. Ben şahsen, dürüstçe konuşmaya hazır olana kadar onun Gryffindor Quidditch takımından çıkarılması gerektiğini sanıyorum." Profesör McGonagall, sert sert, "Yok canım, Severus," dedi. "Çocuğun Quidditch oynamasını engellemek için bir neden göremiyorum. Bu kedinin başına süpürgeyle vurulmamış. Potter'ın yanlış bir şey yaptığı konusunda bir kanıt yok." Dumbledore, Harry'ye içini okumak istermiş gibibakıyordu. Pırıl pırıl açık mavi bakışı, Harry'de röntgene girmiş duygusu uyandırdı. Kararlı bir şekilde, "Suçluluğu kanıtlanana kadar masumdur, Severus," dedi. Snape öfkeden deliye dönmüş gibiydi. Flitch de öyle. Gözleri yerinden uğrayarak, "Kedimi taşa çevrildi!" diye haykırdı. "Birine ceza verildiğini görmek istiyorum!" Dumbledore sabırla, "Onu tedavi edebiliriz, Argus," dedi. "Madam Sprout kısa süre önce birtakım Adamotlan elde etti. Onlar normal boylarına varır varmaz, Mrs Norris'i yeniden canlandıracak bir iksir yaptıracağım." Lockhart, "Ben yaparım," diye atıldı. "En az yüz kere yapmış olmalıyım. Uykumda bile yaparım Adamotu İyileştirme Sıvısı'nı..." "Pardon," dedi Snape buz gibi bir sesle, "ama sanırım bu okulun İksir hocası benim." Tuhaf bir sessizlik oldu. Dumbledore Harry, Ron ve Hermione'ye, "Gidebilirsiniz," dedi. Koşmadan ne kadar hızlı gidebilirlerse o hızla uzaklaştılar. Lockhart'ın odasının bir kat yukarısına vardıklarında da boş bir sınıfa girip kapıyı yavaşça arkalarından kapadılar. Harry, gözlerini kısarak arkadaşlarının kararmış yüzlerini süzdü. "Duyduğum sesten söz etse miydim dersiniz?" Ron hiç tereddüt etmeden, "Hayır," dedi. "Başkahiç kimsenin duymadığı sesler duymak hayra alamet değildir, büyücüler dünyasında bile." Ron'un sesindeki bir şey Harryi rahatsız etti. "Bana inanıyorsun, değil mi?" Ron hemen, 'Tabii inanıyorum," dedi. "Ama... kabul et ki garip..." "Garip olduğunu biliyorum. Baştan aşağı garip. Duvardaki o yazı ne demek istiyordu? Oda açıldı... ne demek bu?" Ron yavaş yavaş, "Biliyor musun, ben sanki bunu duydum," dedi. "Sanırım birisi bir vakitler Hogwarts'ta bir gizli oda olduğundan söz etmişti... Bill olabilir..." "Ya Kofti de ne demek oluyor?" diye sordu Harry. Ron kıs kıs gülmesine zor engel olunca da, şaşırdı. "Eh... yani aslında komik değil ama, Filch olduğu için... Bir Kofti, büyücü ailesinde doğan, ama sihirli gücü olmayan kişidir. Muggle doğumlu büyücülerin tersi gibi bir şey. Ama Kofti'lere çok az rastlanır. Eğer Filch bir Şipşak Büyü kursundan sihir öğrenmeye çalışıyorsa, evet, Kofti olmalı. Bu da birçok şeyi açıklar. Örneğin, öğrencilerden niye bu kadar nefret ettiğini." Ron kendinden memnun bir şekilde gülümsedi. "Çekemiyor." Bir yerlerde bir saat çaldı. "Gece yarısı," dedi Harry. "Snape gelip de bize başka bir suç kondurmaya kalkışmadan yatmaya gitsek iyi olacak." Birkaç gün okulda herkes sadece Mrs Norris'e yapılan saldırıdan söz etti. Filch, onun saldırıya uğradığı yerde volta vurarak kimsenin olayı unutmamasını sağladı. Sanki saldırganın geri döneceğini düşünür gibiydi. Harry onu duvardaki mesajı "Mrs Skover'ın Her İşe Yarayan Sihirli Kir Çıkartıcısı"yla silerken görmüştü. Ama ne fayda! Kelimeler taşın üzerinde eskicide olduğu gibi parıldayıp duruyordu. Filch suç mahallini gözaltında tutmadığı zaman da kan çanağı gibi gözlerle koridorlarda sinsi sinsi dolaşıyor, hiçbir şeyden kuşkulanmayan öğrencilerin üstüne atlayıp onları "yüksek sesle nefes almak" ve "mutlu görünmek" gibi nedenlerle cezalandırmaya çalışıyordu. Ginny Weasley, Mrs Norris'in başına gelenlerden çok rahatsız olmuştu. Ron'a bakılırsa, kedileri çok severdi. Ron ona moral vermek istercesine, "Bahse girerim ki sen Mrs Norris'i aslında pek tanımamıştın," demişti. "Doğru söylüyorum, onsuz hayatı daha iyi." Ginny'nin dudakları titremeye başlamıştı. "Böyle şeyler Hogwarts'ta sık sık olmaz," diye güvence verdi Ron ona. "Bunu yapan kaçığı yakalayacaklar ve hemen buradan uzaklaştıracaklar. Umarım, okuldan atılmadan önce Filch'i de taşlaştıracak vakti olur. Şaka ediyorum..." diye ekledi Ron bir acele, çünkü Ginny'nin beti benzi atmıştı. Saldırı Hermione'yi de etkilemişti. Gerçi zamanın çoğunu okumakla geçirmek Hermione için alışılmış bir şeydi, ama şimdi başka bir şey yapmaz hale gelmişti neredeyse. Harry ve Ron ona nesi olduğunu sorduklarında da pek bir cevap aiamıyorlardı. Ertesi çarşamba anladılar nesi olduğunu. Harry İksir dersinden geç çıktı, Snape onu sınıfta tutup sıralardaki tüp solucanlarını kazıtmıştı. Çabucak yemek yedikten sonra kitaplıkta Ron'u bulmaya gitti. O sırada Bitkibilim dersindeki Hufflepuff lı çocuk Justin Finch Fletchiey'nin karşıdan geldiğini gördü. Harry tam selam vermek için ağzını açmıştı ki, Justin onu gördü, anında geri döndü ve hızla ters yönde uzaklaştı. Harry, Ron'u kitaplığın arka tarafında, Sihir Tarihi ev ödevini ölçerken buldu. Profesör Binns "Avrupalı Büyücülerin Ortaçağ Toplantısı" üzerine bir metrelik bir kompozisyon istemişti. "İnanmıyorum, hâlâ yirmi santimn kısa..." dedi Ron öfkeyle. Parşömeninin ucunu bıraktı, o da yeniden kıvrılıp tomar oldu. "Ve Hermione tam yüz kırk santim yazdı, üstelik de yazısı küçüktür." "Nerde o?" dedi Harry, metreyi alıp kendi ev ödevinin tomarını açarak. Ron raflar arasında bir yere işaret etti. "Oralarda bir yerde. Başka bir kitap arıyor. Bence Noel'den önce bütün kitaplığı bitirmeye niyetli." Harry ona, Justin Finch Fletchley'nin nasıl kendisinden kaçtığını anlattı. "Neden aldırıyorsun, bilmem, ben hep onun biraz salak olduğunu düşünmüşümdür." Ron bir yandan da, yazısını mümkün olduğu kadar büyüterek harıl harıl yazıyordu. "Saçmalayıp duruyordu, yok Lockhart harikaymış da, yok bilmem ne..." Hermione kitap rafları arasından ortaya çıktı. Sinirli görünüyordu, ama neyse ki sonunda onlarla konuşacak hale geldi. Harry ve Ron'un yanına oturarak, "Hogwarts: Bir Tarih'in bütün kopyaları dışarda," dedi. "İki haftalık da bir kelime listesi var. Keşke benimkini evde bırakmasaydım, ama bütün o Lockhart kitapları varken sandığa sığdıramadım." "Niye istiyorsun ki?" dedi Harry. "Herkes neden istiyorsa ondan. Sırlar Odası efsanesini okumak için." Harry hemen, "O da ne?" dedi. Hermione dudağını ısırdı. "İşte mesele de burda ya. Hatırlayamıyorum. Ve hikâyeyi de başka hiçbir yerde bulamıyorum..." Ron saatine baktı ve çaresiz bir halde, "Hermione," dedi, "n'olur kompozisyonunu okuyayım." Hermione birden sertleşti. "Hayır, vermem. Bitirmek için tam on günün vardı." Zil çaldı. Ron ve Hermione atışa çekişe öne geçip Sihir tarihi dersinin yolunu tuttular. Sihir Tarihi, dersi programlarındaki en ruhsuz dersti. Derse Profesör Binns de hayalet olan tek öğretmen giriyordu. Sınıflarındaki tek heyecanlı şey, sınıfa karatahtada . v^esinden ibaretti. Çoğu kişi çok yaşlı ve buruş buruş Binns'in öldüğünü fark etmediğini söylerdi. Binns ders vermek için ayağa kalkmış, bedenini öğretmenler odası şöminesinin önündeki koltukta bırakmıştı. Günlük temposu bundan sonra da hiç mi hiç değişmemişti. Bugün de her zamanki kadar sıkıcıydı. Profesör Binns notlarını açtı ve eski bir elektrikli süpürge gibi yavan, yeknesak bir sesle okumaya başladı. Derken sınıftaki hemen hemen herkes sersemleşti. Bazen bir isim ya da tarihi yazmalarına yetecek kadar bir süreyle kendilerine geliyor ve sonra da yeniden uykuya dalıyorlardı. Profesör yarım saattir konuşuyordu ki, daha önce hiç görülmedik bir şey oldu. Hermione elini kaldırdı. Profesör Binns, 1289 Uluslararası Büyücüler Konvansiyonu üzerine öldüresiye kasvet verici bir nutkun orta yerinde kafasını kaldırıp ona baktı. "Miss... şey..." "Granger, Profesör," dedi Hermione, berrak bir sesle. "Acaba bize Sırlar Odası hakkında bir şeyler anlatabilir misiniz diye merak ediyordum." Ağzı açık oturmuş, pencereden dışarısını seyreden Dean Thomas zıplayarak branşından kurtuldu. Lavender Brown başını kollarından kaldırdı, Neville'in dirseği sıradan kaydı. Profesör Binns gözlerini kırpıştırdı. Kuru, hırıltılı sesiyle, "Benim dersim Sihir Tarihi," dedi. "Ben olgularla uğraşırım, Miss Granger, mitler ve efsanelerle değil." Tebeşir kırılır gibi küçük bir sesle boğazını temizleyip devam etti: "O yılın eylül ayında, Sarclonyalı büyücülerden oluşan bir alt komite..." Kekeleyerek durdu. Hermione'nin eli gene havada sallanıyordu. "Miss Granger?" "Lütfen, efendim, efsanelerin temeli hep olgulardadeğil midir?" Profesör Binns ona öyle hayıetle bakıyordu ki, Harry daha önce diri ya da ölü hiçbir öğrencinin onun sözünü kesmediğinden emin oldu. Profesör Binns ağır ağır, "Şeyy," dedi, "evet sanırım böyle bir iddiada bulunulabilir." Hermione'ye, sanki daha önce hiçbir öğrenciyi doğru dürüst görmemiş gibi baktı. "Ancak, sözünü ettiğiniz efsanî son derece sansasyonel, hatta gülünç bir hikâye..." Ama şimdi bütün sınıf Profesör Binns'in her kelimesini can kulağıyla dinliyordu. Domuş gözlerle hepsine baktı, hepsinin yüzü ona çevriliydi. Horry onun böylesine sıradışı bir ilgi gösterisi karşısında neye uğradığını şaşırmasını anlayabiliyordu. Yavaşça, "Ah, evet..." dedi. "Bir bakayım... Sırlar Odası..." "Tabii, hepiniz Hogwarts'ın bin yılı aşkın süre önce -tam tarihi bilinmiyor- dönemin en büyük cadıları ve büyücüleri tarafından kurulduğunu biliyordunuz. Dört okul binasına onların adı verildi: Godric Gryffindor, Helga Hufflepuff, Rowena Ravenclaw ve Salazar Slytherin. Bu şatoyu birlikte yaptılar, meraklı Muggle gözlerinden uzakta. Çünkü o çağ, sıradan insanlar sihirden korktuğu, cadılarla büyücülerin de fazlasıyla cezalandırıldığı bir çağdı." Durup, sulanmış göllerini odada gezdirdi ve devam etti: "Kurucular birkaç yıl uyum içinde çalıştılar, sihre yatkınlık gösteren gençler bulup onları eğitmek için şatoya getirdiler. Ama sonra aralarında anlaşmazlık çıktı. Slytherin ile diğerler: arasındaki uçurum büyümeye başladı. Slytherin, Hogwarts'a kabul edilen öğrenciler konusunda daha seçici davranılmasını istiyordu. Sihir öğreniminin sadece özbeöz sihirbaz aileler arasında kalması gerektiğine inanı 'ordu. Muggle anne babası olan çocukları almaktan hoşlanmıyordu, çünkü onların güvenilir olduklarına inanmıyordu. Bir süre sonra bu konu üzerinde Slytherin ile Gryffindor arasında ciddi bir tartışma patlak verdi ve Slytherin okuldan ayrıldı." Profesör Binns yeniden duraklayarak dudaklarını büzdü, kırışmış yaşlı bir tosbağaya benziyordu. "Güvenilir tarihsel kaynaklar bu kadarını söylüyor, ama bu dürüst olgular, Sırlar Odası'nın gerçekdışı efsanesinin gölgesinde kaldı. Hikâyeye bakılırsa, Slytherin şatoda gizli bir oda inşa etmişti ve diğerleri bu konuda hiçbir şey bilmiyordu. "Efsaneye göre, Slytherin, kendi hakiki vârisi okula gelene kadar başka kimse açamasın diye Sırlar Odasını mühürledi. Oda'nın mührünü ancak vâris açabilecek, içerdeki dehşeti o dışarı salıverecek ve bununla, okulu sihir çalışmaya layık olmayanlardan arındıracaktı." O, hikâyeyi anlatmayı bitirince bir sessizlik oldu, ama bu, Profesör Binns'in sınıflarını dolduran o bildik, uykulu sessizlik değildi. Herkeb bir şeyler daha anlatır diye umarak ona bakmayı sürdürürken, havada tedirginlik seziliyordu. Profesör Binns biraz sinirlenmiş görünüyordu. "Saçmalığın daniskası, elbette," dedi. "Okul, doğal olarak, böyle bir odanın varlığım kanıtlamak için en bilgin cadılar ve büyücüler tarafından defalarca arandı. Böyle bir oda yok. Kolay aldananları korkutmak için anlatılan bir hikâye." Hermione'nin eli yeniden havaya kalkmıştı. "Efendim - içerdeki dehşet'le neyi kastediyorsunuz?" Profesör Binns kuru, ıslık gibi sesiyle, "Onun sadece Slytherin'in vârisinin kontrol edebileceği bir tür canavar olduğuna inanılıyor," dedi. Sınıftaki öğrenciler birbirlerine kaygılı bakışlar attı. "Söylüyorum size, öyle bir şey yok," dedi Profesör Binns, notlarını karıştırarak. "Oda da yok, canavar da." "Ama efendim," dedi Seamus Finnigan, "eğer Oda sadece Slytherin'in vârisi tarafından açılacaksa, başka hiç kimse de onu bulamayacak demektir, değil mi?" Profesör Binns kızgın bir tonla, "Saçmalık, O'Fla-herty," dedi. "Eğer onca Hogwarts müdürü ve müdiresi onu bulmayı beceremediyse..." "Ama Profesör," dedi incecik bir sesle Parvati Patil, "onu açmak için Kara Büyü lazım herhalde..." "Bir büyücünün Kara Büyü kullanmaması, kullanamadığı anlamına gelmez, Miss Pennyfeather," diye cevabı yapıştırdı Profesör Binns. "Tekrar ediyorum, eğer Dumbledore gibileri..." "Ama belki de Slytherin'le akraba olmak gerekiyordur," diye başladı Dean Thomas, "bu yüzden de Dumbledore..." Ama artık Profesör Binns'in canına yetmişti. "Bu kadarı yeter," dedi sert bir edayla. "Bu bir mit! Böyle bir şey yok! Slytherin'in değil oda, gizli bir süpürge dolabı inşa ettiği konusunda bile kanıt yok, hem de hiç! Size böyle aptalca bir hikâye anlattığıma pişman oldum! Mübaadenizle artık tarihe dönelim! Somut, inanılır, doğrulanabilir olgulara." Beş dakika içinde sınıf her zamanki uyuşukluğuna dalıp gitmişti. Dersin sonunda hınca hınç koridorlardan geçmeye çalışırlarken, Ron, "Salazar Slytherin'in yaşlı bir kaçık olduğunu biliyordum," dedi Harry ve Hermione'ye. Akşam yemeğinden önce çantalarını bırakacaklardı. "Ama bu safkan işini onun başlattığından haberim yoktu. Bana para verseler onun binasında olmam. Doğru söylüyorum, eğer Seçmen Şapka beni Slytherin'e koymaya çalışsaydı, ilk trenle dosdoğru eve dönerdim." Hermione hararetle başını salladı, ama Harry bir şey söylemedi. Birden berbat bir durguyla midesi kasılmıştı. Harry daha önce Ron'a da, Herrmione'ye de Seçmen Şapka'nın ciddi ciddi onu Slytherin'e koymayı düşündüğünü söylememişti. Daha dünmüş gibi, bir yıl önce Şapka'yı başına koyduğunda kulağına konuşan küçük sesi hatırlıyordu. "Biliyor musun, büyük usta olabilirsin sen, hepsi kafanın içinde, Slytherin de büyük ustalık yolumla çok şey kazandırabilir sana..." Ama Slytherin binasının kara büyücüler çıkarma konusundaki şöhretini zaten duymuş olan Harry, umutsuzca şöyle düşünmüştü: "Slytherin olmasın!" Sonra da Şapka demişti ki: "Eh, öyle istiyorsun madem... Gryffindor..." Kalabalıkla sürüklenirlerken, yanlarından Colin Creevey geçti. "Merhaba, Harry!" "Selam, Colin," dedi Harry otomatik olarak. "Harry, Harry - sınıfımda bir çocuk diyor ki sen..." Ama Colin öyle küçüktü ki, onu Büyük Salon'a doğru atan insan seline karşı koyamadı. "Görüşürüz, Harry!" diye ciklediğini duydular. Sonra da gitti. Hermione, "Sınıfındaki çocuk senin hakkında ne diyormuş acaba?" dedi merakla. "Herhalde Slytherin'in vârisi olduğumu," dedi Harry, midesi daha da beter kasıldı. Justin Finch Fletchley'nin öğle yemeği vaktinde ondan nasıl kaçtığını hatırlamıştı. Ron tiksintiyle, "Buradakiler de her şeye inanır," dedi. Kalabalık seyrekleşti, bir sonraki merdiveni rahatça çıktılar. Ron, "Gerçekten bir Sırlar Odası var mı dersin?" diye sordu Hermione'ye. Kız kaşlarını çattı. "Bilmiyorum. Dumbledore Mrs Norris'i tedavi edemedi. Bu da aklıma, ona saldıranın şey olmadığını getiriyor... insan..." O konuşurken bir köşeyi döndüler ve kendilerini saldırının olduğu koridorun sonunda buldular. Durup baktılar. Sahne tıpkı o geceki gibiydi, ama artık meşale halkasından sarkan kaskatı bir kedi yoktu. Üzerinde "Oda açıldı" yazan duvarın önünde boş bir sandalye duruyordu. Ron, "Filch orada nöbet tutuyor," diye mırıldandı. Birbirlerine baktılar. Koridor boştu. Harry, çantasını yere koyarak, "Bir göz atmanın zararı olmaz," dedi. Dizlerinin üstünde sürünerek ipucu aramaya koyuldu. "Yanık işaretleri!" dedi. "Burda - ve burda..." "Gel de şuna bak!" dedi Hermione. "Ne tuhaf..." Harry ayağa kalkıp, duvardaki mesajın yanındaki pencereye gitti. Hermione en üstteki camı işaret ediyordu. Yirmi kadar örümcek, besbelli camdaki küçük bir çatlaktan dışarı çıkmak için koşuşturuyordu. Uzun, gümüşümsü bir bağ, sanki hepsi dışarı çıkma telaşı içinde ona tırmanmış gibi, ip misali sarkmıştı. Hermione hayretle, "Örümceklerin hiç böyle davrandığını gördün mü?" diye sordu. "Hayır," dedi Harry. "Ya sen, Ron? Ron?" Omzunun üstünden geriye baktı. Ron adamakıllı geri çekilmiş duruyordu, koşup kaçma güdüsüne karşı direnir gibiydi. "N'oldu?" diye sordu Harry. Ron gergin bir halde cevap verdi: "Örümceklerden... hiç... hoşlanmam." Hermione şaşkınlıkla Ron'a baktı. "Bundan hiç haberim yoktu. Defalarca iksirlerde örümcek kullandın..." Ron, pencereden başka her yere bakmaya özen göstererek, "Ölü oldukları zaman aldırmıyorum," dedi. "Hareket ediş şekilleri hoşuma gitmiyor..." Hermione kıkırdadı. "Hiç de komik değil," dedi Ron, öfkeyle. "İlle de öğrenmek istiyorsan, ben üç yaşındayken Fred oyuncak... oyuncak ayımı kocaman iğrenç bir örümceğe dönüştürdü. Çünkü oyuncak süpürgesini kırmıştım. Ayına sarılırken birden bir sürü bacağı olsa senin de hoşuna gitmezdi..." Titreyerek sustu. Hermione belli ki hâlâ gülmemeye çalışıyordu. Konuyu değiştirmekte isabet olacağını hisseden Harry, "Yerdeki suyu hatırlıyor musunuz?" dedi. "O nereden gelmişti? Biri kurulamış." Kendini toparlayarak birkaç adım atan Ron, "Buradaydı," dedi. Filch'in iskemlesini geçmiş, eliyle işaret ediyordu. "Bu kapıyla aynı hizada." Pirinç kapı tokmağına uzandı, ama birden yanmış gibi elini geri çekti. "N'oldu?" dedi Harry. "Oraya giremeyiz. Kızlar tuvaleti." Ayağa kalkıp onun yanına gelen Hermione, "Hadi, Ron," dedi. "Orada kimse olmaz ki. Orası Mızmız Myrtle'ın yeri. Hadi gelin, bir bakalım." Ve "Tuvalet Bozuk" yazısına aldırmadan kapıyı açtı. Harry'nin görüp göreceği en kasvetli, kederli tuvaletti burası. Büyük, çatlak ve lekeli bir aynanın altında bir sıra çentik çentik taş lavabo vardı. Yerler ıslaktı, şamdanlarında ağır ağır yanan küçücük kalmış birkaç mumdan gelen sönük ışığı yansıtıyorlardı. Tuvaletlere giden tahta kapılar pul pul kalkmıştı, çizilmişti. Bir tanesi menteşelerinden sarkıyordu. Hermione parmağını dudaklarına götürdü ve sondaki tuvalete doğru yürüdü. Oraya gidince, "Selam, Myrtle," dedi. "Nasılsın?" Harry ile Ron da bakmaya gittiler. Mızmız Myrtle, tuvaletin sifonu üzerinde uçarak, çenesindeki bir sivilceyle oynuyordu. Ron ve Harry'ye kuşkuyla bakarak, "Burası kızlar tuvaleti," dedi. "Onlar kız değil." "Hayır," diye durumu kabul etti Hermione. "Ben onlara sadece burasının... hımm... ne kadar güzel olduğunu göstermek istedim." Elini belli belirsiz şekilde, pis eski aynayla ıslak yerlere doğru salladı. Harry "Bir şey görüp görmediğim sor," dedi. "Ne fısıldıyorsun sen öyle?" dedi Myrtle, ona bakarak. Harry çabucak, "Hiçbir şey," dedi. "Biz şeyi sormak istemiştik..." Myrtle, ağladı ağlayacak bir sesle, "Keşke insanlar arkamdan konuşmaktan vazgeçseler!" dedi. "Benim de duygularım var, biliyorsunuz, ölü bile olsam." "Myrtle, kimse seni üzmek istemiyor” dedi Hermione. "Harry sadece..." "Kimse beni üzmek istemiyor, ha! Buna bayıldım işte!" diye bağırdı Myrtle. "Burada hayatım tam bir ıstırap içinde geçti ve şimdi de insanlar gelmiş, ölümümü mahvediyor!" Hermione hemen, "Biz sana son zamanlarda burada tuhaf bir şeyler görüp görmediğini sormak istemiştik," dedi. "Çünkü Cadılar Bayramı'nda bu tuvaletin kapısının önünde bir kedi saldırıya uğramış." "O gece buralarda birini gördün mü?" dedi Harry. Myrtle dramatik bir edayla cevap verdi: "Dikkat etmiyordum. Peeves beni öyle üzdü ki, buraya geldim ve kendimi öldürmeye çalıştım. Tabii o zaman da hatırladım ki ben... ben..." "Zaten ölüsün," dedi Ron, yardımcı olmak isteyen bir edayla. Myrtle trajik bir hıçkırık koyuverdi, havada yükseldi, döndü ve tepesi üstü tuvalete daldı. Hepsinin üstüne su sıçratarak gözden kayboldu. Bastırmaya çalıştığı hıçkırıkların yönünden, U kıvrımının oralarda bir yerde durduğu anlaşılıyordu. Harry ve Ron ağızları açık bakakaldılar. Ama Hermione bezgin bezgin omuzlarını silkti. "Doğruyu söylemek gerekirse, bu, Myrtle'ın neşeli anlarından biriydi... Hadi, gelin." Harry, Myrtle'in suya boğulmuş hıçkırıklarının üstüne kapıyı henüz tam olarak çekmemişti ki, yüksek perdeden bir ses üçünün de yerlerinden sıçramalarına yol açtı. "RON!" Percy Weasley, sınıf başkanı rozeti pırıl pırıl, yüzünde gerçekten şoka girmiş bir insanın ifadesiyle, merdivenlerin başında kalakalmıştı. "Orası kızlar tuvaleti!" dedi soluk soluğa. "Sen orada ne..." Ron, "Şöyle bir bakıyordum," diye omuzlarını silkti. "Anlarsırı ya, ipuçları..." Percy, Harry'ye Mrs Weasley'yi fena halde hatırlatan bir şekilde şişti. "Oradan - hemen - çekil -" dedi, uzun adımlarla onlara doğru geldi. Kollarını sallayarak üçünü önüne katü. "Gören ne der, aldırmıyor musun? Herkes akşam yemeğindeyken dönüp buraya gelmek..." Olduğu yerde durup gözlerinden şimşekler saçarak Percy'ye bakan Ron hararetle, "Niye burda olmayacakmışız?" dedi. "Dinle, o kediye parmağımı bile dokundurmadım ben!" Percy öfkeyle, "Ben de Ginny'ye öyle dedim," dedi. "Ama hâlâ senin okuldan atılacağını düşünüyor. Onu hiç bu kadar üzgün görmemiştim, ağla ağla gözleri çıkacak. Onu düşünebilirdin, bütün birinci sınıflar bu iş yüzünden gereğinden fazla heyecanlandı..." Kulakları kızarmaya başlayan Ron, "Senin Ginny'ye aldırdığın yok," dedi. "Sen sadece Öğrenciler Başkanı olma şansını yitirmekten korkuyorsun." Percy ters ters, "Gryffindor'dan beş puan!" dedi. Bir yandan da rozetine dokunuyordu. "Umarım bu sana ders olur! Dedektifliği bırak, yoksa anneme yazarım!” Dönüp gitti, onun ensesi de Ron'un kulakları kadar kırmızıydı. Harry, Ron ve Hermione o gece ortak salonda Percy den mümkün olduğu kadar uzak koltuklar seçtiler. Ron hâlâ çok sinirliydi, Muska ev ödevinde mürekkep lekeleri bırakıp duruyordu. Onlan çıkarmak için dalgın dalgın elini asasına uzatınca, asa parşömeni alevler içinde bıraktı. Üstünden, neredeyse ev ödevinden çıktığı kadar dumanlar çıkan Ron, Temel Büyüler Kitabı, ikinci Sınıfı pat diye kapattı. Hermione de, Harry'yi şaşırtarak onu izledi. Yumuşak bir sesle, sanki az önce yapmakta oldukları bir konuşmayı devam ettiriyormuş gibi, "Kim olabilir ama?" dedi. "Kim bütün Kofti'lerle anne babası Muggle olanların Hogwarts'tan çıkarılmasını isteyebilir?" "Düşünelim bakalım," dedi Ron, yapmacık bir hayretle. "Anne babası Muggle olanlara pislik gözüyle bakan kimi tanıyoruz?" Hermione'ye baktı. Hermione de ona, ama ikna olmuş görünmüyordu. "Eğer Malfoy'dan söz ediyorsan..." "Tabii ki ondan söz ediyorum! Duymadın mı ne dedi? 'Sıra sizde, Bulanıklar!' Hadi canım, o olduğunu anlamak için pis, fare suratına bakmak yeter..." Hermione kuşkuyla, "Slytherin'in vârisi Malfoy, ha!" dedi. Harry de kitaplarını kapattı. "Ailesine baksana," dedi. "Hepsi Slytherin'de okumuş, bununla övünüp duruyor. Babası da yeterince kötü." "Sırlar Odası'nın anahtarı yüzyıllardır onlarda olabilir!" dedi Ron. "Babadan oğula geçiyordur..." Hermione ihtiyatla, "Eh," dedi. "Sanırım mümkün..." Harry umutsuzca, "İyi de, nasıl kanıtlayacağız?" diye sordu. "Bir yolu olabilir." Hermione daha da alçak sesle konuşuyordu, odanın karşı tarafındaki Percy'ye bir göz attı. "Zor, tabii. Ve tehlikeli, çok tehlikeli. Sanırım elli tane falan okul kuralım ihlal etmek gerekecek." Ron sinirlenmişti. "Eğer bir ay içinde falan açıklama isteği duyarsan, bize de haber verirsin, değil mi?" dedi. Hermione soğuk bir edayla cevap verdi: "Peki öyleyse. Bize gereken şey, Slytherin ortak salonuna gidip biz olduğumuzu anlamadan Malfoy'a birkaç soru sormak." Ron gülerken Harry, "Ama bu imkânsız, Hermione," dedi. "Hayır, değil. Bize sadece biraz Çok Özlü İksir lazım, hepsi bu." "O da ne?" dedi Ron ve Harry bir ağızdan. "Snape birkaç hafta önce sınıfta sözünü etti." "İksir'de Snape'i dinlemekten başka yapacak şeyimiz yok mu sanıyorsun?" diye mırıldandı Ron. "Seni başka birine dönüştürüyor. Düşünün bir! Üç Slytherin'li öğrenciye dönüşebiliriz. Kimse biz olduğumuzu anlamaz. Malfoy da bize her şeyi söyler herhalde. Orda olup duyabilsek, belki şu anda bile Slytherin ortak salonunda bunları söyleyip övünüyordur." Ron kaşlarım çattı. "Bence bu Çok Özlü İksir işinde bir bityeniği var," dedi. "Ya sonsuza kadar üç Slytherin'li görünümünde kalırsak?" Hermione sabırsızlıkla elini salladı. "Bir süre sonra geçiyor. Ama reçeteyi elde etmek zor olacak. Snape bunun Fevkalade Muktedir îksirler diye bir kitapta olduğunu söylemişti. Kitaplığın Kısıtlı Bölümü'nde olması gerekir." Kısıtlı Bölüm'den kitap almanın tek yolu vardı: Bir öğretmenin yazılı iznini götürmeliydiniz. Ron, "Aslında kitabı niye isteyeceğimizi anlamak zor," dedi. "Eğer iksirlerden birini yapmaya çalışmaya-caksak..." "Bence," dedi Hermione, "kendimize sadece teoriyle ilgileniyormuş süsü verirsek, bir şansımız olabilir..." "Hadi canım, hiçbir öğretmen inanmaz buna," dedi Ron. "Basbayağı kalın kafalı olması gerek..." |
![]() |
![]() |
#27 |
Guest
Mesajlar: n/a
Üye No:
Cinsiyet :
|
![]() ONUNCU BÖLÜM
Serseri Bludger Profesör Lockhart, cinperi felaketinden beri sınıfa canlı şeyler getirmiyordu. Onun yerine onlara kitaplarından bölümler okuyor, bazen de daha dramatik bölümleri oynatıyordu. Bu yeniden canlandırmalar için kendine yardımcı olarak da genellikle Harry'yi seçiyordu. Harry şimdiye kadar, kurbanı olduğu Boşboğaz Lanet'ter Lc Hit-trt sayesinde kurtulan basit bir Transilvanya köylüsünü, kafasını üşütmüş bir Yeti'yi ve Lockhart onu .a 'ikilendiğinden beri kıvırcık salata dışında bir şey yememiş bir vampiri oynamak zorunda kalmıştı. Bir sonraki Karanlık Sanatlara Karşı Savunma dersinde bu sefer de ******** rolü oynamak için kendini sınıfın önüne çeke çeke çıkarılmış buldu. Lockhart'ın keyifi olmasını istemek için çok geçerli bir nedeni olmasa, bunu yapmayı reddedecekti. “Yüksek sesle güzel bir uluma, Harry - hah şöyle -ve sonra, inanır mısınız bilmem, üstüne çullandım - işte böyle - yere yapıştırdım -gördüğünüz gibi - tek elle onu yerde tutmayı becerdim - ötekiyle de asamı gırtlağına dayadım - sonra geri kalan kuvvetimi topladım ve acayip karmaşık Homorfus Büyüsü'nü yaptım - açması bir inilti çıkardı - devam et, Harry - daha yüksek - bu - kürkü yok oldu - tırnakları büzüldü - ve yeniden bir adama döndü. Basit ama etkin - ve bir köy daha beni sonsuza kadar, onları her ay ******** saldırılarının dehşetinden kurtaran kişi olarak hatırlayacak."Zil çalınca Lockhart ayağa kalktı. "Ödev: Wagga Wagga ********ını yenişim üzerine bir şiir yazın! En iyi kompozisyonun sahibine Sihirli Ben'in imzalı kopyaları!" Öğrenciler çıkmaya başladı. Harry sınıfın arkasına, Ron ve Hermione'nin onu bekledikleri yere döndü. "Hazır mıyız?" diye mırıldandı. Hermione sinirli sinirli, "Herkes gidene kadar bekleyin," dedi. "Şimdi." Elinde bir kâğıt parçasını sıkı sıkı tutarak Lockhart'in masasına yaklaştı. Harry ve Ron hemen arkasındaydı. "Şey... Profesör Lockhart?" diye kekeledi. "Ben kitaplıktan bu... bu kitabı almak istiyordum. Sadece bilgi edinmek üzere okumak için." Eli hafifçe titreyerek kâğıdı uzattı. "Ama mesele şu ki, kitaplığın Kısıtlı Bölümü'nde. Bir öğretmenin imzasına ihtiyacım var - eminim ki bu kitap sizin Gulyabanilerle Gezip Tozmakta, etkisini ağır ağır gösteren zehirler konusunda dediklerinizi anlamama yardımcı olacak..." Lockhart, "Gulyabanilerle Gezip Tozmak ha!" dedi, Hermione'den notu alarak ona ağzı kulaklarında gülümsedi. "Belki de en sevdiğim kitabım. Hoşuna gitti mi?" "Ah, evet," dedi Hermione hevesle. "Hele sonuncu gulyabaniye çay süzgeciyle kapan kurmanız ne kadar akıllıca..." "Eh, sanırım kimse benim bu yılki en iyi öğrencime biraz iltimas geçmeme karşı çıkmaz” dedi Lockhart dostça ve devasa bir tavuskuşu tüyü çıkardı. Ron'un yüzündeki tiksinme ifaç esini yanlış yorumlayarak, "Evet," diye devam etti, “Güzel, değil mi? Genellikle kitap imzalamak için sakların ama..." Kâğıda koskoca, kıvrımlı bir imza atıp Hermione'ye geri verdi. Hermione beceriksiz parmaklarla notu katlayıp çantasına koyarken de, "Eh, Harry," dedi Lockhart. "Demek yarın sezonun ilk Quidditch maçı var, öyle mi? Gryffindor-Slytherin maçı sanırım. Senin yararlı bir oyuncu olduğunu duydum. Ben de bir Arayıcı'ydım. Milli Takım denemelerine çağırıldım ama, hayatımı Karanlık Güçlerin ortadan kaldırılmasına adamaya karar verdim. Gene de, eğer biraz özel antrenmana ihtiyacın olursa, lütfen çekinmeden söyle. Aynı derecede iyi olmayan oyunculara bildiklerimi aktarmak beni hep memnun eder..." Harry'nin boğazından ne idüğü belirsiz bir ses yükseldi, sonra da Ron ve Hermione'nin arkasından, bir acele, odadan çıktı. Ucu nottaki imzayı inceleri rken, "İnanmıyorum”dedi Harry. "Hangi kitabı istediğimize bakmadı bile." "Beyinsiz bir rezil de ondan," dedi Ron. "Ama kime ne, istediğimizi elde ettik ya." Kitaplığa doğru koşarcasına giderlerken, Hermione tiz bir sesle, "Beyinsiz bir rezil değil işte," dedi. "Bu yılki en iyi öğrencisi olduğunu söyledi diye..." Kitaplığın her şeyi saran sükûnetine girince seslerini alçaktılar. Kitaplık görevlisi Madam Pince zayıf, sinirli bir kadındı, yeterince beslenmemiş bir akbabayı andırırdı. "Fevkalade Muktedir iksirler mi?" diye tekrarladı kuşkuyla, bir yandan da notu Hermione'nin elinden almaya çalışıyordu. Ama Hermione bırakmıyordu. Soluk soluğa, "Bende kalabilir diye umuyordum,"dedi. Ron notu onun elinden kurtarıp Madam Pince'in önüne doğru iterek, "Hadi ama," dedi. "Sana başka bir imza alırız. Lockhart her şeyi imzalar, yeter ki imzalayabileceği kadar bir süre sabit kalsın." Madam Pince, sanki sahte olduğundan endişe ediyormuş gibi, notu ışığa tuttu. Ama not bu sınavdan geçti. Azametle yürüyüp yüksek raflar arasında kaybolan Madam Pince, birkaç dakika sonra büyük ve küflüymüş gibi görünen bir kitabı taşıyarak geri döndü. Hermione kitabı dikkatle çantasına yerleştirdi. Çok hızlı yürümemeye ya da suçlu görünmemeye özen göstererek kitaplıktan çıktılar. Beş dakika sonra gene Mızmız Mrytle'ın bozuk tuvaletinde üslenmişlerdi. Hermione, Ron'un itirazlarını,buranın aklı başında bir kimsenin geleceği son yer olduğunu söyleyerek çürütmüştü. Yani, kendi kendilerine kalacakları kesindi. Mızmız Myrtle kendi tuvaletinde gürültüyle ağlıyordu, ama onlar ona aldırmıyordu, o da onlara. Hermione Fevkalade Muktedir iksirleri dikkatle açtı, üçü de nemli ve benekli sayfaların üstüne eğildiler. Daha ilk bakışta, kitabın neden Kısıtlı Bölüm'de olduğu belliydi. İksirlerden bazıları, düşünmesi bile insanı neredeyse korkutacak cinsten tüyler ürpertici sonuçlara yol açıyordu. Üstelik kitapta pek nahoş çizimler de vardı. İçlerinden biri, içi dışına çıkmışa benzeyen bir adamı, biri de başından birkaç çift fazladan kol bacak çıkmış bir cadıyı gösteriyordu. Hermione, üzerinde Çok Özlü iksir yazan sayfayı bulunca, heyecanla, "İşte," dedi. Başka bir insana dönüşmenin ortasında olan insanların çizimleriyle süslüydü. Harry ressamın onların yüzündeki büyük acıyı hayal etmiş olmasını gönülden diledi. Reçeteye bakarlarken, Hermione, "Bu gördüğüm en karmaşık iksir," dedi. Sonra da mırıldanarak parmağını malzeme listesinden aşağı doğru indirdi. "Zarkanatlı sinekler, sülükler, hardalotu ve çobandeğneği. Eh, bunlar yeterince kolay, hepsi öğrenci dolabında var, oradan alabiliriz. Ayy, bakın, iki boynuzlu bir atın boynuzunun tozu - bunu nereden buluruz, bilmiyorum... Yüzülmüş doğranmış kanguru derisi - bu da nazik bir konu - ve tebii kime dönüşmek istiyorsan ondan bir parça." Ron sertçe, "Pardon?" diye sordu. "Ne demek İstiyorsun yani, kime dönüşmek istiyorsan ondan bir parça diye? İçinde Crabbe'nin ayak tırnakları olan hiçbir şeyi içecek değilim..." Hermione sanki onu duymamış gibi devam etti. "Ama henüz bu konuda dertlenmemize gerek yok, çünkü onları en son içine atıyoruz." Ron nutku tutulmuş halde Harry'ye döndü, ama onun da başka sıkıntısı vardı. "Ne kadar çok şey çalmak zorunda kalacağımızın farkında mısın, Hermione? Yüzülmüş doğranmış kanguru derisi; bu kesinlikle öğrenci dolabında yoktur. Ne yapacağız yani, Snape'in özel stokundan almak için odasına mı gireceğiz? Bilmiyorum, bu iyi bir fikir mi ama..." Hermione kitabı pat diye kapattı. "Eh, eğer ikiniz ödleklik edecekseniz, mesele yok," dedi. Yanaklarında pespembe lekeler vardı, gözleri de her zamankinden parlaktı. "Ben kurallara karşı çıkmak istemiyorum, anlıyorsunuz ya. Sadece ana babası Muggle olanları tehdit etmenin, zor bir iksir kaynatmaktan çok daha kötü olduğunu düşünüyorum. Ama eğer siz vâris Malfoy mu, değil mi öğrenmek istemiyorsanız, şimdi dosdoğru Madam Pince'e gider ve kitabı geri.." Ron, "Senin bizi kurallara karşı gelmeye ikna edeceğin günü göreceğimi hiç sanmazdım," dedi. "Pekâlâ, yapıyoruz. Ama ayak tırnağı yok, tamam mı?" Daha mutlu görünen Hermione kitabı yeniden açarken, Harry, "Yapmak ne kadar alacak, peki?” diye sordu. "Eh, hardalotunu dolunayda toplamak gerektiğine, zarkanatlı sineklerin de j irini bir gün ağır ağır pişmesi gerektiğine göre... bir ayda hazır olur sanırım, eğer bütün malzemeleri bulabilirsek." "Bir ay mı?" dedi Ron. "Bir ayda Malfoy okuldaki Muggle ana babalılanr yarısına saldırabilir!" Hermione'nin gözlerinin yeniden tehlikeli bir şekilde kısıldığını görünce hemen ekledi: "Ama elimizdeki en iyi plan bu, öyleyse tam gaz diyorum." Ancak, Hermione tuvaletten çıkmaları için yol açıkmı diye kontrol ederken, Ron gene de Harry'ye fısıldadı. "Eğer yarın Malfoyu süpürgesinden düşürebilirsen işi çok daha sorunsuz hallederiz." Harry cumartesi sabahı erkenden uyandı ve bir süre yatarak o günkü Quidditch maçını düşündü. Sinirliydi, özellikle Gryffindor kaybederse Wood'un ne yapacağı düşüncesi onu rahatsız ediyordu. Ama altının satın alabileceği en hızlı yarış süpürgelerine binmiş bir takımla karşı karsıya gelme fikri de yeterince sinir bozucuydu. Slytherin'i yenmeyi hiç bu kadar istememişti. İçi çalkalanarak yarım saat orada yattıktan sonra kalktı, giyindi ve erkenden kahvaltıya indi. Gryffindor takımının geri kalanını orada buldu, uzun boş bir masada kafa kafaya vermiş oturuyorlardı. Gergin görünüyorlar, pek konuşmuyorlardı. Saat on bire gelirken, bütün okul Quidditch stadyumuna doğru yola koyuldu. Bunaltıcı bir gündü, havada fırtına kokusu vardı. Harry tam soyunma odasına girerken, Ron ve Hermione koşarak ona şans dilemeye geldiler. Takım, parlak kırmızı Gryffindor cüppelini giydi. Sonra da Wood'un maç öncesi hep yaptığı moral verici konuşmayı dinlemek için oturdular. Wood, "Siymerin'in bizimkilerden iyi süpürgeleri vAr, diye söze başladı, "bunu inkâra gerek yok. Ama bizin süpürgelerimizin üstünde daha iyi adamlar var. Onlardan iyi çalıştık, her türlü havada uçtuk -" ("Bak bu doğru," diye mırıldandı George Weasley. "Ağustostan beri doğru dürüst kuruyamadım") "- ve onları o küçük sümüklü Malfoy'u parayla takımlarına aldıklarına pişman edeceğiz." Coşkuyla göğsü kabaran Wood, Harry'ye döndü. "Arayıcı olmak için sadece zengin bir babanın yetmediğini onlara göstermek sana kalıyor, Harry. Ya o Snitch'i Malfoy'dan önce yakala, ya da denerken öl, Harry, çünkü bugün kazanmamız gerekiyor, kazanmalıyız" "Yani herhangi bir baskı yok, Harry," dedi Fred, göz kırparak. Sahaya çıkarlarken büyük bir gürültüyle karşılandılar; daha çok lehte tezahürat, çünkü Ravenclaw ve Hutflppuff da Slytherin'in yenilmesini çok istiyordu. Ne var ki kalabalıktaki Slytherin'ler gene de yuhalan ve ıslıklarının duyulmasını sağladılar. Quidditch hocası Madam Hooch, Flint ve Wood'dan el sıkışmalarını istedi. Onlar da birbirlerine tehdit edici bakışlar atıp, birbirlerinin elini gereğinden biraz daha fazla sıkarak bunu yaptılar. "Ben düdük çalınca," dedi Madam Hooch, "üç... iki... bir..." Kalabalığın bağırtısı onlara hız verirken, on dört oyuncu kurşuni gökyüzüne doğru yükseldi. Harry hepsinden yükseğe uçarak Snitch'i bulmak için çevreyi taradı. Malfoy, süpürgesinin hızını göstermek istermiş gibi ok misali onun altından geçerken, "Keyfin yerinde mi, Yaralı Kafa?" diye haykırdı. Harry'nin cevap verecek vakti yoktu. Tam o anda ağır, kara bir Bludger hızla üzerine geliyordu. Öyle ucu ucuna kaçtı ki, geçerken saçını sıyırdığını hissetti. "Ucuz atlattın, Harry!" dedi George, sopası elinde onun yanından şimşek gibi geçerken. Bludger'ı Slytherin'e gerisin geri göndermeye hazırlanıyordu. Harry onun Bludger'a Adrian Pucey yönünde güçlü bir darbe vurduğunu gördü. Ama Bludger havada yön değiştirdi ve gene, dosdoğru Harry'ye geldi. Harry ondan kaçınmak için hemen aşağı indi, George da Malfoy'a doğru hızla vurmayı başardı. Bludger gene bir bumerang gibi yarı yolda döndü ve Harry'nin başına doğruldu. Harry hızını artırıp şimşek gibi sahanın öbür ucuna yollandı. Bludger'ın, arkasından ıslık çalarak geldiğini duyabiliyordu. Neler oluyordu? Bludger'lar asla böyle bir oyuncu üzerinde yoğunlaşmazdı. Onların görevi,mümkün olduğu kadar çok kişiyi süpürgesinden düşürmeye çalışmaktı. Fred Weasley diğer uçta Bludger'ı bekliyordu. O, topa bütün kuvvetiyle vururken, Harry kafasını eğdi, Bludger'ın yönü değişti. Fred sevinçle, "İşini gördük!" diye bağırdı, ama yanılıyordu. Sanki mıknatısla Harry'y e çekiliy örmüş gibi Bludger bir kez daha onun ardından hamle etti, Harry de son sürat kaçmak zorunda kaldı. Yağmur başlamıştı. Harry ağır damlaların yüzüne düştüğünü hissediyordu, gözlüğü ıslanıyordu. Oyunun geri kalanında neler olup bittiği konusunda en ufak bir fikri yoktu. Ta ki, maçı anlatan Lee Jordan'ın, "Slytherin sıfıra karşı altmış puanla önde," dediğini duyana kadar. Slytherin'lerin üstün süpürgeleri görevlerini yerine getiriyordu besbelli. Bu arada çılgın bludger da Harry'yi düşürmek için elinden geleni yapıyordu. Fred ve George şimdi iki yandan onun o kadar yakınından uçuyorlardı ki, Harry harman döver gibi havada savrulan kollardan başka bir şey göremiyordu. Snitch'i de değil yakalama, görme şansı bile elde edememişti. Fred, "Birisi - bu - Bludgerla - oynamış -" diye homurdanarak, sopasını var gücüyle yeniden Harry'ye bir saldırı düzenleyen Bludger'a savurdu. George, hem Wood'a işaret etmeye, hem de Bludger'm Harry'nin burnunu kırmasını önlemeye çalışırken, "Mola almamız gerek," dedi. Anlaşılan Wood mesajı almıştı. Madam Hooch düdük çaldı, Harry, Fred ve George, hâlâ çılgın Bludgerdan kaçınarak balıklama aşağı daldılar. Gryffindor takımı bir araya toplandı. Seyirciler arasındaki Slytherin'ler takımları lehinde tezahürat yaparken, Wood, "Neler oluyor?" diye sordu. "Bizi yere yapıştırdılar. Fred'le George, Bludger Angelina'nın sayı yapmasını önlerken siz nerelerdeydiniz?" George öfkeyle, "Yedi metre yukarda, öbür Bludger'ın Harry'yi öldürmesini engellemeye çalışıyorduk, Oliver," dedi. "Biri o Bludger'a bir şeyler yapmış -Harry'yi rahat bırakmıyor, oyun boyunca başka kimseye gitmedi. Slytherin'in bununla bir ilgisi olmalı." Wood kaygıyla, "Ama Bludger'lar son antrenmanımızdan beri Madam Hooch'un odasında kilitli," dedi. "Antrenmanda da hiçbir şeyleri yoktu." Madam Hooch onlara doğru geliyordu. Onun omzunun üstünden Harry, Slytherin takımının yuhalayarak onun yönünde işaret ettiklerini görebiliyordu. Madam Hooch gittikçe yaklaşırken, "Dinleyin" dedi Harry, "ikiniz hep benim çevremde uçtuğunuz sürece Snitch'i ancak kolumdan içeri uçarsa yakalarım. Takımın geri kalanına dönün, bırakın o serseriyle ben ilgileneyim." "Salaklık etme," dedi Fred. "Kafanı koparacak." Wood, bir Harry'ye, bir Weasley'lere bakıyordu. Alicia Spinnet kızgınlıkla, "Oliver, bu çılgınlık," dedi. "Harry'nin kendi başına o şeyle başa çıkmasına izin veremezsin. Bir soruşturma isteye...." "Eğer şimdi durursak, maçı gözden çıkarmamız gerekir!" dedi Harry. "Ve bir çılgın Bludger yüzünden Slytherin'e maç verecek değiliz! Hadi Oliver, onlara beni rahat bırakmalarını söyle!" George, Wood'a hiddetle, "Bu senin suçun," dedi. "Ya Snitch'i yakala ya da denerken öl - ona böyle aptalca şey söylenir mi?!" Madam Hooch yanlarına gelmişti. "Oyuna devam etmeye hazır mısınız?" diye sordu Wood'a. Wood, Harry'nin yüzündeki kararlı ifadeye baktı. "Tamam," dedi. "Fred, George, Harry'yi duydunuz - onu rahat bırakın, Bludger'la kendisi başa çıksın." Yağmur şimdi daha da hızlı yağıyordu. Madam Hooch'un düdüğü üzerine Harry yere tekmeyi basıp yükseldi ve Bludger'in arkasında olduğunu belli eden hışırtıyı duydu. Harry daha, daha da fazla yükseldi. Kavisler çizdi, helezon çizdi, dimdik daldı, zikzaklar yaptı, yuvarlandı. Başı dönüyordu, ama gene de gözlerini iyice açık tuttu. Bludger'ın vahşi bir başka dalışından kaçınmak için, yağmur gözlük camlarını beneklendirir ve burun deliklerinden içeri girerken tepe üstü döndü. Kalabalığın güldüğünü duyuyordu. Evet, çok aptal görünüyor olmalıydı, ama serseri Bludger ağırdı ve onun kadar hızla yön değiştiremiyordu. Stadyumun kenarlarında lunaparktaki eğlence trenlerini andıran bir tur başlattı. Gümüş yağmur tabakaları arasından, Adrian Pucey'nin Wood'un yanından geçmeye çalıştığı Gryffindor kalesini görmeye çalıştı. Kulaklarındaki ıslık sesi Harry'ye, Bludger'ın onugene kıl payı kaçırdığını anlattı. Dosdoğru geriye dönüp ters yönde hızlandı. Harry havanın ortasında Bludger'dan kaçmak için saçma sapan bir topaç dönüşü yapmak zorunda kaldığı sırada, Malfoy, "Bale eğitimi mi yapıyorsun, Potter?" diye haykırdı. Harry uçup gitti, Bludger biraz arkasından onu izliyordu. Harry dönüp nefretle Malfoy'a bakarken, Altın Snitch'i gördü. Malfoy'un sol kulağının birkaç santim yukarısmdaydı - ve Harry'ye gülmekle meşgul olan Malfoy, topu görmemişti. Harry endişe dolu bir anda, ya Malfoy kafasını kaldırıp da Snitch'i görürse diye son hızla onun yanma gitmeye cesaret edemedi. Havanın ortasında asılı kaldı. BUM! Gereğinden bir saniye daha fazla hareketsiz kalmıştı. Bludger sonunda onu yakaladı, dirseğine vurdu, Harry kolunun kırıldığını hissetti. Gözleri bulanık, kolundaki kavurucu acıyla sersemlemiş, yağmurdan sırılsıklam süpürgesinde yana doğru kaydı. Bir dizi hâlâ süpürgenin üzerinde kıvrılmış duruyordu, sağ kolu hiçbir işe yaramaz halde yandan aşağı sarkıyordu. Bludger ikinci bir saldırı için süratle geldi, bu sefer yüzünü hedef almıştı. Harry ona şaşırtmaca verdi, uyuşmuş beynine iyice yerleşmiş bir fikir vardı: Malfoy'a git. Bir yağmur ve ağrı bulutu arasında, aşağısmdaki parıldayan, pis pis gülen yüze doğru daldı ve gözlerinin korkudan büyüdüğünü gördü. Malfoy, Harry'nin ona saldırdığını sanmıştı. "N'oluy..." diye soluğunu tuttu, Harry'nin yolundan kaçtı. Harry sağlam elini süpürgeden çekerek delice hamle etti. Parmaklarının soğuk Snitch'i kavradığını hissediyordu, ama şimdi süpürgesini sadece bacaklarıyla tutuyordu. O dosdoğru yere iner, bir yandan da bayılmamaya çalışırken, aşağıdaki kalabalıktan bir haykırış yükseldi. Pat diye çamura vurdu, süpürgesinden yuvarlandı. Kolunun çok garip bir açısı vardı. Acıyla aklı karışmış halde, sanki çok uzaktan geliyormuş gibi ıslıklar ve haykırışlar duydu. Dikkatini sağlam elindeki Snitch üzerinde topladı. "Aha," dedi belli belirsiz, "kazandık." Ve bayıldı. Kendine geldiğinde yüzüne yağmur vuruyordu, hâlâ sahada yatıyordu ve üzerine birisi eğilmişti. Parıldayan dişler gördü. "Ah hayır, sen değil," diye inledi. Lockhart, çevrelerini sarmış kaygılı Gryffindor seyircilerine, "Ne söylediğini bilmiyor," dedi. "Merak etme Harry, kolunu halletmek üzereyim." "Hayır!" dedi Harry. "Böyle kalsın, daha iyi, mersi..." Doğrulmaya çalıştı, ama acı müthişti. Yakınlarda aşina bir klik sesi duydu. Yüksek sesle, "Bunun fotoğrafını istemiyorum, Colin," dedi. Lockhart onu teskin etti: "Sen uzan bakalım, Harry. Olup olacağı basit bir büyü. Sayamayacağım kadar çok kullanmışımdır." Harry, sıkılmış dişler arasından, "Niye hastane kanadına gitmiyorum ki?" diye sordu. Arayıcısı sakatlandığı halde sırıtmaktan kendini alamayan, çamurlar içindeki Wood, "Gerçekten de gitmesi gerek, Profesör," dedi. "Harika bir yakalayıştı, Harry, cidden müthişti. En iyi yakalayışın diyebilirim." Harry, çevresindeki bacak ormanı arasından, Fred ve George Weasley'nin serseri Bludger'ı bir kutuya koymaya çalıştıklarını gördü. Hâlâ aslanlar gibi mücadele ediyordu. Cüppesinin yeşim yeşili kollarını sıvayan Lockhart, "Geri çekilin," dedi. |
![]() |
![]() |
#28 |
Guest
Mesajlar: n/a
Üye No:
Cinsiyet :
|
![]() Harry halsiz halsiz, "Hayır - yapmayın -" diyebildi, ama Lockhart asasını fıldır fıldır döndürüyordu bile. Bir saniye sonra da Harry'nin koluna doğrultmuştu.
Harry'nin omzunda garip ve nahoş bir duyum başladı, parmak uçlarına kadar her yere yayıldı. Sanki kolunun havası indirilmiş gibiydi. Neler olduğuna bakmaya cesaret edemiyordu. Gözlerini kapatmış, yüzünü kolundan uzağa çevirmişti. Ama çevresindekiler birden soluklarını tutup, Colin Creevey de deliler gibi makinesinin düğmesine basmaya başlayınca, en berbat korkularının gerçekleştiğini anladı. Kolunda artık acı hissetmiyordu - ama kolu da artık kol hissi vermiyordu zaten. "Ah," dedi Lockhart. "Evet. Eh, bu bazen olabiliyor. Ama mesele şu ki, kemikler artık kırık değil. Akılda tutmamız gereken bu. Hadi Harry, şimdi hpış tıpış hastane kanadına git bakalım - ah, Mr Weasley, Miss Granger, ona eşlik eder misiniz? - Ve Madam Pomfrey de yapabilir - şey - seni biraz toparlayabilir." Harry ayağa kalkarken kendini tuhaf şekilde dengesiz hissetti. Derin bir nefes alarak sağ tarafına baktı. Gördükleri az daha yeniden bayılmasına sebep oluyordu. Cüppesinin kol deliğinden kalın, teri rengi bir kauçuk eldivene benzeyen bir şey sarkıyoıdu. Parmaklarını oynatmaya çalıştı. Hiçbir şey olmadı. Lockhart, Harry'nin kemiklerini düzeltmemişti. Onları ortadan kaldırmıştı. Madam Pomfrey, bu durumdan hiç memnun olmadı. "Dosdoğru bana gelmeliydin!" diye patladı. Bir yandan da, yarım saat önce çalışan bir koldan kalan hüzün verici, gevşek şeyi yukarı kaldırıyordu. "Ben kemikleri bir saniyede düzeltirim - ama onları yeniden büyütmek..." Harry umutsuzca, "Ama yapabilirsiniz, değil mi?" dedi. "Yaparım elbette, ama acı verecek," dedi Madam Pomfrey ürkütücü bir tavırla. Sonra da Harry'ye bir pijama attı. "Gece bufda kalman gerek..." Ron. onun pijamasını giymesine yardım ederken, Hermione de Harry'nin yatağı etrafına çekilen perdenin arkasında bekledi. Lastik gibi, kemiksiz kolu pijamanın koluna sokmak hiç de kolay değildi. Ron, Harry'nin gevşek parmaklarını pijamanın manşetinden dışarı çekerken, perdenin ardından seslendi: "Şimdi Lockhart'ı nasıl koruyacaksın bakalım Hermione? Harry kemiklerinin alınmasını istese, bunu söylerdi." "Herkes hata yapabilir. Hem artık acımıyor, değil mi Harry?" "Hayır," dedi Harry. "Ama başka bir şey yaptığı da yok." O kendini yatağa atarken, kolu anlamsız biçimde çırpınıyordu. Hermione ve Madam Pomfrey, perdenin ardından göründüler. Madam Pomfrey'in elinde, üzerinde "İskeBüy" yazan büyük bir şişe vardı. "Zor bir gece geçireceksin” dedi. Dumanlan tüten şeyi büyük bir kulpsuz bardağa doldurup ona uzattı. "Kemikleri yeniden büyütmek pis bir iştir." İskeBüy içmek de öyleydi. Yutarken Harry'nin ağzını ve boğazını yaktı, onu öksürttü, tıksırttı. Hâlâ tehlikeli sporlar ve işinin ehli olmayan hocalar hakkında söylenip duran Madam Pomfrey gitti, Ron ve Hermione'yi, Harry'nin biraz su içmesine yardımcı olsunlar diye bıraktı. Ron, yüzünde bir sırıtış belirirken, "Kazandık ya, ona bak," dedi. "Ne biçim yakaladın ama. Malfoy’un yüzü... öldürmeye hazır görünüyordu!" Hermione karanlık bir edayla, "O Bludger'ı nasıl öyle ayarladığını merak ediyorum," dedi. Harry yastığa kendini bıraktı. "Bunu da Çok Özlü İksir içince ona soracağımız sorular listesine dahil edebilirsin. Umarım tadı bundan iyidir." "İçinde Slytherin'lerden parçalar olduğu halde mi?" dedi Ron. "Şaka ediyor olmalısın." Hastane kanadının kapısı o anda ardına kadar açıldı. Leş gibi ve sırılsıklam Gryffindor takımı, Harry'yi ziyarete gelmişti. "inanılmaz bir uçuştu, Harry," dedi George. "Az önce Marcus Flint'in Malfoy'a avaz avaz bağırdığını duydum. Snitch başının üstündeyken farkına varmamak hakkında bir şeyler işte. Malfoy hiç de hayatından memnun görünmüyordu." Yanlarında pastalar, tatlılar ve şişeler dolusu balkabağı suyu getirmişlerdi. Harry'nin yatağının etrafında toplandılar ve tam umut verici bir parti başlamak üzereydi ki. Madam Pomfrey fırtına bulutu gibi gelip bağırdı. "Bu çocuğun istirahata ihtiyacı var, otuz üç kemik büyütecek! Dışarı! DIŞARI DEDİM!" Ve Harry, gevşek kolundaki bıçak saplanmış gibi sancılardan dikkatini çekecek hiçbir şey olmaksızın, tek basma kaldı. Saatler sonra zifiri karanlıkta birden uyandı ve küçük bir ıstırap çığlığı attı. Kolu şimdi sanki büyük kıymıklarla doluymuş gibiydi. Bir saniye onu uyandıranın bu olduğunu düşündü. Sonra dehşetle, birinin karanlıkta süngerle alnını sildiğini fark etti. "Çekil surdan!" diye yüksek sesle bağırdı önce. Sonra da "Dobby!" dedi. Ev cininin yerinden uğramış, tenis topu büyüklüğünde gözleri karanlıkta Harry'ye bakıyordu. Uzun, sivri burnundan aşağı tek bir gözyaşı süzülüyordu. Bedbaht bir ifadeyle, "Harry Potter okula döndü," diye fısıldadı. "Oysa Dobby, Harry Potter'ı uyardı da uyardı. Ah efendim, niye Dobby'ye kulak asmadınız? Harry Potter neden treni kaçırınca eve dönmedi?" Harry yastığına yaslanıp doğrularak Dobby'nin süngerini itti. "Burada ne yapıyorsun?" dedi. 'Treni kaçırdığımı nereden biliyorsun?" Dobby'nin dudağı titredi, Harry de birden kuşkuya kapıldı. Yavaş yavaş, "Sendin!" dedi. "Bölümün bizi geçirmesini sen engelledin!" Başını hızla sallayan, kulakları lap lap vuran Dobby, "Evet efendim, gerçekten öyle," dedi. "Dobby saklanıp Harry Potter'ı gözledi Ve kapıyı mühürledi ve Dobby'nin daha sonra ellerini ürülemesi gerekti -" Harry'ye on uzun, bandajlı parmak gösterdi, "- ama Dobby aldırmadı, efendim, çünkü Harry Potter'ın emniyette olduğunu düşünüyordu. Ve Dobby, Harry Potter'ın okula başka bir şekilde gidebileceğini asla düşünmedi!" Öne arkaya beşik gibi gidip gelerek, çirkin kafasını sallıyordu. "Dobby, Harry Potter'ın yeri den Hogwarts'a döndüğünü duyunca öyle altüst oldu ki, efendisinin yemeğini yaktı! Dobby hiç öyle dayak yememiştir, efendim..." Harry yeniden kendini yastıkların arasına bıraktı. Büyük bir öfkeyle, "Az daha Ron'la beni okuldan attırıyordun," dedi. "Bu kemikler yerine gelmeden kaybolsan iyi olur, Dobby, yoksa gırtlağını sıkarım." Dobby halsiz halsiz gülümsedi. "Dobby ölüm tehditlerine alışkır. efendim. Dobby evde onlardan günde beş tane alıyor." Burnunu, üzerine giydiği pis yastık kılıfının bir köşesine silerken öyle acınacak bir hali vardı ki, Harry her şeye rağmen hırsının geçtiğini hissetti. Merakla, "Niye bu şeyi giyiyorsun, Dobby?" diye sordu. "Bunu mu, efendim?" dedi Dobby, yastık kılıfım çekiştirerek. "Bu, ev cininin köleliğinin işaretidir, efendim. Dobby ancak efendileri ona giyecek şeylar verirse serbest kalır, efendim. Aile Dobby'ye bir çorap bile vermemeye dikkat ediyor, efendim, yoksa evi sonsuza kadar terk etmekte özgür kalır." Dobby kocaman gözlerini kılıfıyla sildi ve birden, "Harry Potter mutlaka eve gitmeli!" dedi. "Dobby sanmıştı ki, kendi Bludger'ı bu işe yeter..." "Senin Bludger'ın mı?" dedi Harry, öfkesi gene dalga dalga yükselerek. "Ne demek yani senin Bludgerin? O Bludger'in beni öldürmeye çalışmasını sen mi sağladın?" Dobby dehşete kapıldı. "Sizi öldürmek değil, efendim, asla sizi öldürmek değil! Dobby, Harry Potter'ın hayatını kurtarmak istiyor! Burada kalacağına ciddi şekilde yaralanmış olarak eve gönderilsin, daha iyi, efendim! Dobby sadece Harry Potter'ın eve gidecek kadar sakatlanmasını istedi!" Harry kızgın kızgın, "Ya, hepsi bu mu?" dedi. "Benim eve parçalar halinde gönderilmemi neden istediğini söylemeyeceksin herhalde?" "Ah, Harry Potter bir bilseydi!" Dobby inledi, paramparça yastık kılıfına daha da fazla yaş döktü. "Bizim, ayaktakımının, kölelerin, sihir dünyasının tortularının gözündeki anlamını bir bilse! Dobby, Adı Anılmaması Gereken Kişi gücünün zirvesindeyken durumun nasıl olduğunu hatırlıyor, efendim! Biz ev cinlerine haşarat muamelesi ediliyordu, efendim! Gerçi Dobby'ye gene ediliyor ya, efendim..." diye durumunu kabul etti, yüzünü yastık kılıfıyla kurulayarak. "Ama efendim, benim türümdekilerin çoğunun koşulları, siz Adı Anılmaması Gereken Kişi'ye karşı zafer kazandığınızdan beri iyileşti. Harry Potter hayatta kaldı, Karanlık Lord'un gücü kırıldı ve yeni bir şafak doğdu, efendim; ve Harry Potter karanlık günlerin asla sona ermeyeceğini düşünenlerimiz için bir umut ışığı gibi parladı, efendim... Ve şimdi Hogwarts'ta korkunç şeyler olmak üzere, belki de şimdiden oluyor ve Dobby, Harry Potter'ın burada kalmasına izin veremez, çünkü tarih kendini tekrarlıyor, madem Sırlar Odası bir kez daha açıldı..." Dobby donup kaldı, korkudan nutku tutulmuştu, sonra Harry'nin yatağının yanındaki komodinde duran su sürahisini yakaladığı gibi kendi kafasına vurdu ve gözden kayboldu. Bir saniye sonra, gözler şaşı, "Kötü Dobby, çok kötü Dobby..." diye mırıldanarak yeniden yatağa doğru süründü. Harry, "Demek sahiden bir Sırlar Odası var," diye fısıldadı. "Ve - daha önce açıldı mı demiştin? Anlat bana, Dobby!" Dobby'nin eli su sürahisine doğru yavaş yavaş ilerlerken, cinin kemikli bileğini yakaladı. "Ama ben Muggle ana babadan doğmadım - ben nasıl Oda'nın tehdidi altında olabilirim ki?" "Ah efendim, zavallı Dobby'ye daha fazlasını sormayın, sormayın," diye inledi cin, gözleri karanlıkta kocaman görünüyordu. "Burada karanlık işler planlanıyor, ama onlar olduğu zaman Harry Potter burada olmamalı. Eve gidin, Harry Potter. Eve gidin. Harry Potter bu işe karışmamalı, efendim, çok tehlikeli..." Harry, Dobby'nin kendi kendisine gene su sürahisiyle vurmasını engellemek için bileğini sıkı sıkı tutarak, "Kim, Dobby?" diye sordu. "Kim açtı? Geçen sefer kim açmıştı?" "Dobby söyleyemez, efendim. Dobby söyleyemez, Dobby söylememeli!" diye ciyakladı cin. "Eve gidin, Harry Potter, eve gidin!" Harry hiddetle, "Hiçbir yere gitmiyorum!" dedi. "En iyi arkadaşlarımdan biri Muggle ana babadan doğma, eğer Oda sahiden açıldıysa ilk sırada o yer alacak..." Dobby bir tür sefil coşku içinde, "Harry Potter arkadaşları için kendi hayatını tehlikeye atıyor!" diye inledi. "Ne kadar soylu bir şey! Ne kadar yiğitçe! Ama o kendini kurtarmalı, evet, Harry Potter asla..." Dobby birden donup kaldı, yarasa kulakları titreşiyordu. Harry de duymuştu. Dışarıdaki geçitten aşağı doğru ayak sesleri geliyordu. Cin, dehşet içinde, "Dobby gitmeli!" diye soludu, sonra gürültülü bir çatlama sesi duyuldu, Harry'nin yumruğu şimdi boş havayı tutuyordu. Ayak sesleri yaklaşırken yatağa yata, gözlerini hastane kanadının karardık kapısına dikti. Bir an sonra Dumbledore sırtında uzun, yünlü ropdöşambr ve gece takkesiyle geri geri yatakhaneye giriyordu. Heykele benzeyen bir şeyin bir ucunu tutuyordu. Bir saniye sonra, ayaklarını taşıyan Profesör McGonagall da göründü. Birlikte onu bir yatağa attılar. Dumbledore, "Madam Pomfrey'i bul," diye fısıldadı ve Profesör McGonagall, Harry'nin yatağının ayakucundan hızla geçip gözden kayboldu. Harry kıpırdamadan yatarak, kendine uyur süsü verdi. Telaşlı sesler duyuyordu, derken Profesör McGonagall, hemen arkasında geceliğinin üstüne bir hırka giymiş Madam Pomfreyle birlikte göründü. Harry, onun soluğunu hızla içine çektiğini duydu. Madam Pomfrey, yataktaki heykelin üzerine eğilerek Dumbledore'a, "Ne oldu?" dedi fısıltıyla. "Bir saldırı daha. Minerva onu merdivenlerde bulmuş." Profesör McGonagall, "Yanında bir salkım üzüm vardı," dedi. "Sanırız Harry'yi ziyaret etmek için gizlice buraya girmeye çalışıyordu." Harry'nin midesi fena halde kasıldı. Ağır ağır ve dikkatle, yataktaki heykele bakabilmek için kendini birkaç santim yükseltti. Heykelin boş boş bakan yüzüne ay ışığı vurdu. Colin Creevey'ydi. Gözleri faltaşı gibi açılmıştı, elleri fotoğraf makinesini önünde tutarken kasılıp kalmıştı. "Taşlaşmış mı?" diye fısıldadı Madam Pomfrey. Profesör McGonagall, "Evet," dedi. "Ama düşündükçe titriyorum... Ya Albus sıcak kakao almak için aşağı inmeseydi, kim bilir neler..." Üçü de Colin'e baktı. Sonra Dumbledore eğildi ve Colin'in kaskatı ellerinden fotoğraf makinesini aldı. Profesör McGonagall hevesle, "Sence saldırganının bir resmini çekmeyi başarmış mıdır?" diye sordu. Dumbledore cevrp vermedi. Fotoğraf makinesinin arkasını açtı. "Aman Tanrım!" dedi Madam Pomfrey. Makineden tıslayarak buhar fışkırdı. Yanmış plastiğin keskin kokusu, üç yatak ötedeki Harry'ye kadar geldi. Madam Pomfrey hayretle, "Erimiş," dedi. "Hepsi erimiş..." "Bu ne demek oluyor, Albus?" diye sordu Profesör McGonagall telaşla. "Şu demek oluyor ki," dedi Dumbledore, "Sırlar Odası gerçekten bir kez daha açılmış." Madam Pomfrey elini ağzına götürdü. Profesör McGonagall ise Dumbledore'a bakakaldı. "Ama Albus... yani... kim?" "Mesele kim olduğunda değil," dedi Dumbledore, gözleri Colin'in üstünde. "Mesele, nasıl olduğunda..." Harry, Profesör McGonagall'ın yüzünü görebildiği kadarıyla, onun da kendisinden fazla bir şey anlamadığını gördü. |
![]() |
![]() |
#29 |
Guest
Mesajlar: n/a
Üye No:
Cinsiyet :
|
![]() ON BİRİNCİ BÖLÜM
Düello Kulübü Pazar sabahı Harry uyandığında yatakhane kış güneşiyle aydınlanmıştı, kolu da yeniden kemiklenmişti. Biraz sertti ama, olsun. Hemen yerinde doğruldu ve Colin'in yatağına baktı, ama yatak yüksek perdelerle gözden uzak tutulmuştu. Madam Pomfrey, elinde bir kahvaltı tepsisi, telaşla geldi, Harry’nin kollarıyla parmaklarını büküp uzatmaya koyuldu. "Her şey yerli yerinde," dedi, Harry sol eliyle acemi acemi yulaf lapasını yerken. "Kahvaltın bitince gidebilirsin." Harry mümkün olan hızla giyinip Gryffindor Kulesi'ne, Ron ve Hermione'ye Colin ve Dobbyi anlatmaya koştu. Ama orada değillerdi. Harry çıkıp onları aramaya başladı. Hem nereye gittiklerini merak ediyordu, hem de kemiklerinin yerine gelip gelmediğiyle ilgilenmediler diye birazcık gücenmişti. Kitaplığın önünden geçerken Percy Weasley dışarı çıktı, geçen sefer karşılaştıklarından çok daha keyifli görünüyordu. "Ah, selam, Harry" dedi. "Dün mükemmel uçtun, gerçekten mükemmel. Gryffindor biraz önce Okul Kupası liderliğinde öne geçti elli puan kazandın!" "Ron ya da Hermione'yi görmedin, değil mi?" dedi Harry. "Hayır görmedim," dedi Percy, gülümsemesi soldu. "Umarım Ron bir başka kızlar tuvaletinde değildir..." Harry zoraki güldü, Percy'nin gözden kaybolmasını izledi ve sonra dosdoğru Mızmız Myrtle'ın tuvaletine gitti. Ron ve Hermione'nin gene orada olmaları için bir neden göremiyordu, ama çevrede Filch ya da herhangi bir Sınıf Başkanı var mı diye kontrol ettikten sonra kapıyı açtı. Kilitli bir tuvaletten seslerinin geldiğini duydu. Kapıyı arkasından kapatarak, "Benim," dedi. Tuvaletten önce bir tangırtı, sonra bir şapırtı ve kesik bir soluma duyuldu. Hermione'nin gözünün anahtar deliğinden baktığını gördü. "Harry!" dedi. "Bizi öyle korkuttun ki. Gel içeri, kolun nasıl?" "İyi," dedi Harry, tuvalete sığışarak. Klozetin üstüne eski bir kazan oturtulmuştu, kapağın altından gelen çıtırtıdan ateş yaktıklarını anladı. Portatif, suya dayanıklı ateşler yaratmak, Hermione'nin bir özelliğiydi. "Seninle buluşmaya gelecektik, ama Çok Özlü İksir’e başlamaya karar verdik," diye açıkladı Ron, Harry kapıyı güçbela yeniden kapatırken. "Onu saklamak için en emin yerin burası olduğunu düşündük." Harry onlara Colin olayım anlatmaya çalıştı, ama Hermione sözünü kesti. "Biliyoruz, Profesör McGonagall bu sabah Profesör Flitwick'e söylerken duyduk. İşte bunun için işe başlasak iyi olur dedik..." Ron hırlarcasına, "Malfoy'dan ne kadar erken itiraf kopartırsak, o kadar iyi," dedi. "Ne düşünüyorum, biliyor musun? Quidditch maçından sonra öyle sinirlendi ki, hıncını Colin'den aldı." Harry, çobandeğneği demetlerini koparıp koparıp iksirin içine atan Hermione'yi gözleyerek, "Bir şey daha var," dedi. "Dobby gece yarısı beni ziyarete geldi." Ron ve Hermione hayret içinde başlarını kaldırıp ona baktılar. Harry onlara Dobby'nin kendine anlattığı -ya da anlatmadığı- her şeyi anlattı. Ron ve Hermione ağızları açık dinlediler. Hermione, "Sırlar Odası önceden de açılmış mı?" diye sordu. Ron, zafer kazanmış birinin edasıyla "Şimdi oldu," dedi. "Lucius Malfoy burada okuldayken Oda'yı açmış olmalı, demek şimdi de bizim sevgili Draco'ya bu işin nasıl yapılacağını anlattı. Keşke Dobby sana orada ne tür bir canavar olduğunu söyleseydi. Sinsi sinsi okulda dolaşırken nasıl olup da birinin onun farkına varmadığını bilmek istiyorum." Hermione, kazanın dibine sülükleri bırakarak, "Belki de kendini görünmez hale getirebiliyordur," dedi. "Ya da kılığını değiştiriyordur - kendine bir zırh ya da başka bir şey süsü veriyordur. Bukalemun Gulyabaniler hakkında bir şeyler okumuştum..." Ron, sülüklerin üstüne ölü zarkanatlılardan koyarken, "Sen gereğinden fazla okuyorsun, Hermione," dedi. Boş zarkanatlı torbasını buruşturarak dönüp Harrye baktı. "Demek Dobby trene girmemizi engelledi ve kolunu kırdı..." Başını salladı. "Biliyor musun ne diyeceğim, Harry? Eğer hayatını kurtarmaya çalışmaktan vazgeçmezse, seni öldürecek." Colin Creevey'nin saldırıya uğradığı ve hastane kanadında ölü gibi yattığı haberi pazartesi sabahı bütün okula yayılmıştı. Hava birden söylentiler ve kuşkularla yoğunlaştı. Birinci sınıflar şimdi şatoda, sanki tek başlarına bir yere giderlerse saldırıya uğramaktan korkuyorlarmış gibi birbirlerinin dibinden ayrılmadan gruplar halinde dolaşıyorlardı. Muska dersinde Colin Creevey'nin yanında duran Ginny Weasley perişan olmuştu. Harry ise, Fred ve George'un onu neşelendirmek için yanlış bir yöntem izlediklerini düşünüyordu. Sırayla ya kürklere ya çıbanlara bürünüyorlar, heykellerin arkasından onun önüne atlıyorlardı. Ancak hiddetten saralı gibi titreyen Percy, onlara, Mrs Weasley'ye yazıp Ginny'nin kâbus gördüğünü bildireceğini söyleyince durdular. Bu arada, öğretmenlerden habersiz okulda hararetli bir tılsım, muska ve koruyucu malzeme ticareti alıp yürümüştü. Neville Longbottom, berbat kokan büyük bir yeşil soğan, ucu sivri mor bir kristal ve kokmuş bir sukeleri kuyruğu aldıktan sonra, diğer Gryffindor'lu çocuklar ona tehlikede olmadığından söz ettiler. Safkandı ve saldırıya uğrama ihtimali çok zayıftı. Neville, "Önce Filch'i hedef aldılar” dedi, tombul yüzü korku içinde. "Ve herkes biliyor ki, ben de nerdeyse bir Kofti'yim." Aralık ayının ikinci haftasında Profesör McGonagall her zaman olduğu gibi dolaşıp, Noel'de okulda kalacak olanların isimlerini topladı. Harry, Ron ve Hermione listeyi imzaladılar. Malfoy'un kaldığını duymuşlardı, bu da onlara çok kuşkulu görünüyordu. Tatil, Çok Özlü İksir'i deneyip Malfoy'dan bir itiraf almaya çalışmak için en uygun dönemdi. Ne yazık ki, iksir henüz yarı yarıya bitmişti. Hâla çift boynuzlu atın boynuzu ile kanguru derisine ihtiyaçları vardı ve bunları alabilecekleri tek yer de Snape'in özel stoklarıydı. Harry şahsen, odasını soyarken Snape tarafından yakalanmaktansa, Slytherin'in efsanevi canavarıyla karşı karşıya gelmeyi yeğleyeceğini hissediyordu. Perşembe öğleden sonrasının iki saatlik İksir dersi gittikçe yaklaşırken, Hermione onları kamçılamak istercesine, "İhtiyacımız olan şey," dedi, "bir an dikkati dağıtmak. O sırada içimizden biri Snape'in odasına girer ve bize ne gerekiyorsa alır." Harry ve Ron endişe içinde ona baktılar. Hermione, çok normal bir şey söylüyormuş gibi, "Aslında hırsızlığı ben yapsam daha iyi olacak sanırım," diye devam etti. "Siz ikiniz başınızı bir kere daha belaya sokarsanız okuldan atılırsınız, oysa benim sicilim temiz. Yani sizin yapmanız gereken tek şey, Snape'ı beş dakika kadar meşgul edecek bir karmaşa yaratmak." Harry dermansız dermansız gülümsedi. Snape'in İksir dersinde kasıtlı olarak karmaşa yaratmak, uyuyan bir ejderhanın gözüne parmak sokmak kadar güvenliydi. İksir dersleri büyük zindanlardan birinde yapılıyordu. Perşembe gününün dersi de her zamanki gibi devam ediyordu. Tahta sıralar arasında buharlar yükselen yirmi kazan duruyordu. Hepsinin üstünde pirinç teraziler ve malzeme kavanozları vardı. Snape dumanların arasında dolaşıyor, Slytherin'lerin takdir dolu alaylı sırıtışları arasında, Gryffindor'lann yaptıkları işi huysuz huysuz eleştiriyordu. Snape'in gözde öğrencisi Draco Malfoy, Ron ve Harry'ye kirpibalığı gözleri atıp duruyordu. Karşılık verirlerse, "bu haksızlık ama" demeye fırsat bulamadan cezalandırılacaklarını biliyorlardı. Harry'nin Şişme Solüsyonu pek bir cıvık olmuştu, ama aklında daha önemli şeyler vardı. Hermione'nin işaretini bekliyordu, bu yüzden de Snape yanında durup sulu iksirine burun kıvırırken onu dinlemedi bile. Snape dönüp de Neville'e zorbalık etmeye gidince, Hermione, Harry ile göz göze geldi ve başını salladı. Harry hızla kazanın altına doğru eğildi, Fred'in Fili buster maytaplarından birini cebinden çıkardı ve asasıyla çabucak dürttü. Maytap vızıldayıp fışırdamaya koyuldu. Birkaç saniyesi olduğunu bilen Harry doğruldu, nişan aldı ve onu havaya fırlattı. Maytap tam hedefe vurup, Goyle'un kazanına düştü. Goyle'un iksiri patladı, yağmur gibi bütün sınıfın üstüne yağdı. Üstüne Şişme Solüsyonu yağanlar çığlık attı. İksirin bir kısmı cepheden Malfoy'un suratına çarptı, burnu balon gibi şişmeye başladı. Goyle, elleri yemek tabağı büyüklüğünü almış gözlerinin üstünde, sendeleyerek dolaşıyordu. Snape ise sınıfı sakinleştirip ne olduğunu anlamaya çalışıyordu. Bu kargaşa sırasında Harry, Hermione'nin sessizce kapıdan çıktığını gördü. "Susun! SUSUN!" diye kükredi Snape. "Yüzüne iksir gelenler, Şiş İndirme Sıvısı içir buraya gelsin. Bunu kimin yaptığını bulunca..." Harry, Malfoy'un, küçük bir kavun kadar büyümüş burnunun ağırlığı altında başı yere eğik koşmasını gözlerken gülmemek için kendini zor tuttu. Sınıfın yarısı Snape'in masasına hücum etmişti. Kiminin kollan sopa gibi şişmişti, aşağı çekiyordu, ötekiler dev gibi dudakları yüzünden konuşamıyordu. Harry, cüppesinin önü şişmiş Hermione'nin zindandan içeri süzülüp girdiğini gördü. Herkes bir doz panzehir aldıktan ve çeşitli şişikler indikten sonra, Snape, Goyle'un kazanına gitti, kepçeyi daldırıp maytabın eğri büğrü, kara kalıntılarını çıkardı. Ani bir sessizlik oldu. Snape, "Eğer bunu kimin attığını öğrenirsem," diye fısıldadı, "onun atılmasını kesinlikle sağlayacağım." Harry yüzüne şaşkın olduğunu umut ettiği bir ifade verdi. Snape dosdoğru ona bakıyordu. On dakika sonra çalan zil Harry'yi ancak bu kadar memnun edebilirdi. Hızlı hızlı Mızmız Myrtle'ın tuvaletine giderlerken, Harry, Ron ve Hermione'ye, "Benim yaptığımı biliyor," dedi. "Bunu anladım." Hermione yeni malzemeleri kazana atıp hummayla karıştırmaya başladı. Sevinçle, "On beş günde hazır olur," dedi. Ron, güvence verircesine, "Snape sen olduğunu kanıtlayamaz," dedi Harry'ye. "Ne yapabilir ki?" İksir köpüklenir ve kabarcıklar oluştururken, Harry, "Snape'i tanıdığım kadarıyla," dedi, "pis bir şey." Bir hafta sonra Harry, Ron ve Hermione tam Giriş Salonu'ndan geçiyorlardı ki, duyuru tahtası çevresinde toplanmış küçük bir insan kümesi gördüler. Az önce iğnelenmiş bir parşömeni okuyorlardı. Seamus Finnigan ve Dean Thomas, heyecan içinde, onları yanlarına çağırdılar. Seamus, "Bir Düello Kulübü kurmuşlar!" dedi. "İlk toplantı bu gece! Doğrusu düello dersine bir itirazım olmaz, bugünlerden birinde işe yarayabilir..." "Ne, sence Slytherin'in canavarı düello edebilir mi?" diye sordu Ron, ama o da duyuruyu ilgiyle okudu. Yemeğe giderlerken Harry ve Hermione'ye, "Yararlı olabilir," dedi. "Gidelim mi?" Harry ve Hermione gitmeye dünden razıydılar. Böylece o akşam saat sekizde hepsi bir telaş Büyük Salon'a döndü. Uzun yemek masaları ortadan kalkmıştı, duvarlardan birinin önüne yukarıda uçan binlerce mumla aydınlatılan altın bir sahne konmuştu. Tavan bir kez daha kadife siyahlığındaydı ve okulun büyük kısmı onun altında toplanmış gibiydi, hepsi ellerinde asalarını taşıyor ve heyecanlı görünüyorlardı. Gevezelik eden kalabalığa sokulurlarken, Hermione, "Bize kim ders verecek, merak ediyorum," dedi. "Birisi bana Flitwick'in gençliğinde düello şampiyonu olduğunu söylemişti, belki de odur." "Şey olmasın da..." diye söze başladı Harry, ama sözünü bir iniltiyle noktaladı. Koyu erik rengi bir cüppe içinde göz kamaştırıcı görünen Gilderoy Lockhart sahneye çıkıyordu, yanındaki ise her zamanki gibi kara bir cüppe giymiş oıan Snape'ten başkası değildi. Lockhart sussunlar diye kolunu salladı ve, "Buraya toplanın!" diye seslendi. "Toplanın! Herkes beni görebiliyor mu? Hepiniz beni duyabiliyor musunuz? Mükemmel! "Şimdi, Profesör Dumbledore bana bu küçük Düello Kulübü'nü başlatma izni verdi ki, kendinizi savunmanız gerekecek durumlar için sizi eğiteyim - ben de pek çok vesileyle bunu yaptım - tam ayrıntılar için, basılı eserlerime bakın. "Size asistanım Profesör Snape'i takdim edeyim," dedi Lockhart, koca bir tebessümle. "Bana kendisinin de düellodan birazcık anladığını söyledi ve başlamadan önce kısa bir gösteri yapmamıza sportmence razı geldi. Şimdi, siz gençlerin üzülmenizi istemiyorum - onunla işim bittiği vakit İksir hocanız gene burda olacak, hiç korkmayın!" Ron, Harry'nin kulağına, "Birbirlerinin işini bitirseler iyi olmaz mı?" diye fısıldadı. Snape'in üst dudağı kıvrılmıştı. Harry, Lockhart'ın neden hâlâ gülmekte olduğunu merak etti. Eğer Snape ona böyle bakıyor olsaydı, Harry şu anda ters yönde koşabildiği kadar hızla kaçıyor olurdu. Lockhart ve Snape birbirlerine döndüler ve reverans yaptılar; hiç değilse Lockhart yaptı, hem de ellerini kıvırıp durarak. Snape ise başını öfkeyle şöyle bir sallamakla yetindi. Sonra asalarını tıpkı kılıç gibi kaldırıp önlerinde tuttular. Lockhart sessiz kalabalığa, "Gördüğünüz gibi," dedi, "asalarımızı kabul edilmiş dövüş pozisyonunda tutuyoruz. Üçe kadar sayınca, ilk büyülerimizi yapacağız. Tabii ikimiz de öldürmeyi amaçlamayacağız." Snape'in dişlerini göstermesini gözleyen Harry, "Ben olsam bu konuda bahse girmezdim," diye mırıldandı. "Bir-iki-üç-" ikisi de asalarını havaya ve omuzlarından arkayasalladılar. Snape, "Expelliarmus!" diye bağırdı. Göz kamaştırıcı bir kırmızı ışık patladı ve Lockhart havaya fırladı, geriye doğru uçarak sahneden uzaklaştı, duvara çarptı ve kayarak yere yayılıp kaldı. Malfoy ve bazı Slytherin'ler sevinç çığlıkları attılar. Hermione parmaklarının ucuna kalkmıştı. "Sizce iyi midir?" diye sordu parmaklarının arasından, incelmiş bir sesle. "Kime ne?" dedi Harry ve Ron bir ağızdan. Lockhart sendeleyerek ayağa kalkıyordu. Şapkası düşmüş, dalgalı saçları havaya dikilmişti. Platforma doğru yıkdacakmış gibi yürürken, "İşte böyle!" dedi. "Bu bir Silahsız Bırakma Büyüsüydü, gördüğünüz gibi, asamı kaybettim - ah, teşekkür ederim, Miss Brown. Evet onlara bunu göstermek harika bir fikir, Profesör Snape, ama müsaadenizle şunu söyleyeyim ki, ne yapacağınız pek aşikârdı. Eğer sizi durdurmak isteseydim, bu fazlasıyla kolay olacaktı. Ne var ki, bunu izlemelerinin öğretici olacağını düşündüm..." Snape'in yüzünde canice bir ifade vardı. Herhalde Lockhart da bunu fark etti ki, "Gösteri yeter!" dedi. "Şimdi aranıza geleceğim ve hepinizi ikişer ikişer ayıracağım. Profesör Snape, bana yardım etmek isterseniz..." Kalabalığın arasında dolaşıp insanları eşleştirdiler. Lockhart, Neville ile Justin Finch Fletchley'yi eşleştirdi, ama Snape, Harry ile Ron'un yanına ondan önce varmıştı. "Rüya takımını ayırma vakti geldi sanırım," dedi küçümseyen bir gülüşle. "Weasley, sen Finnigan'la eş ol. Potter -" Harry otomatik olarak Hermione'ye doğru yürümüştü. "Sanmıyorum," dedi Snape soğuk soğuk gülümseyerek. "Mr Malfoy, buraya gelir misiniz? Bakalım meşhur Potter'ın hakkından gelebilecek misiniz. Ve siz, Miss Granger - siz de Miss Bulstrode'la eşleşebilirsiniz." Malfoy, yılışık yılışık sırıtarak cakalı bir yürüyüşle geldi. Onun arkasından, Harry'ye bir zamanlar Cadalozlarla Tatiller'de gördüğü bir resmi hatırlatan Slytherin'li bir kız yürüyordu. İriydi, tıknazdı, koca çenesi saldırgan bir şekilde ileri uzanmıştı. Hermione ona mecalsiz bir gülüşle baktı, kız bana mısın demedi. Yeniden platforma çıkmış olan Lockhart, "Yüzünüzü eşinize dönün," diye seslendi, "ve reverans yapın!" Harry ve Malfoy, gözlerini birbirlerinden ayırmayarak başlarını hafifçe eğdiler. "Asalar hazır!" diye haykırdı Lockhart. "Üçe kadar sayınca, rakibinizi silahsız bırakmak için büyü yapın -sadece silahsız bırakmak için - kaza olsun istemeyiz. Bir... iki... üç..." Harry asasını omzunun üstünden savurdu, ama Malfoy daha "iki"de başlamıştı. Büyüsü Harry'ye öyle hızla çarptı ki, Harry kendini tavayla kafasına vurulmuş gibi hissetti. Sendeledi, ama her şey yerli yerinde gibiydi ve daha fazla vakit kaybetmeden asasını Malfoy'a doğru tutup bağırdı: "Rictusempra!" Gümüş bir ışık Malfoy'un karnına çarptı, Malfoy hırıldayarak iki büklüm oldu. Malfoy dizlerinin üstüne çökerden, Lockhart, itişip kakışan kalabalığın üzerinden, "Sadece silahsız bırakın dedim!" diye dehşet içinde bağırdı. Harry, Malfoya bir Gıdıklanma Büyüsü yapmıştı, o da gülmesini kesemiyordu bir türlü. Harry geriye çekildi, içinde sanki o yerde yatarken Malfoy'u büyülemek sportmence olmazmış gibisinden belli belirsiz bir duygu vardı. Hataydı tabii. Malfoy, soluk almaya çalışarak abasını Harry'nin dizlerine tuttu, soluğu kesilerek, "Tartntallegra!" diye bağırdı. Bir saniye sonra Harry'nin bacakları onun kontrolü dışında bir tür step yaparak dans etmeye koyuldular. "Durun! Durun!" diye bağırdı Lockhart, ama Snape idareyi ele aldı. "Finite Incantatem!" diye bağırdı. Harry’nin ayaklan dans etmeyi bıraktı, Malfoy gülmeyi kesti, kafalarını kaldırıp bakabildiler. Sahnenin üzerinde yeşilimsi bir duman asılıydı. Hem Neville hem de Justin soluk soluğa yerde yatıyorlardı. Ron, yüzü kül rengine dönmüş Seamus'ı tutuyor, kırık asası ne yaptıysa onun için özür diliyordu. Ama Hermione ile Millicent Bulstrode hâlâ hareket halindeydi. Millicent, Hermione'yi kafakola almıştı, Herrnione acıyla inliyordu. Her ikisinin asası da unutulmuş halde yerde duruyordu. Harry ileri atlayıp Millicent’i gtriye çekti. Hiç kolay olmadı, kız Harry'den çok iriydi. Lockhart kalabalığın arasında kayar gibi ilerleyip düelloların sonuçlarına bakarak, "Vay, vay," dedi. "Kalk ayağa, Macmillan... Dikkat edin, Miss Fawcett... Parmağınla iyice sık, birazdan kanaması geçer, Boot... Salonun ortasında telaş içinde durarak, "Ben en iyisi size dostça olmayan büyüleri nasıl engelleyeceğinizi öğreteyim," dedi. Kara gözleri parlayan Snape'e baktı, sonra da hemen gözlerini kaçırdı. "Gönüllü bir çift alalım - Longbottom ve Finch-Fletchley, ne dersiniz?" Büyük ve kötü kalpli bir yarasa gibi uçarcasına gelen Snape, "Kötü bir fikir, Profesör Lockhart," dedi. "Longbottom en basit büyülerde bile felakete yol açar. Finch-Fletchley'den kalanları bir kibrit kurusu içinde hastane kanadına göndeririz." Neville'in yuvarlak, pembe yüzü daha da pembeleşti. Snape çarpık bir gülümseyişle, "Malfoy'la Potter'a ne dersiniz?" diye sordu. "Harika fikir!" dedi Lockhart, Harry ve Malfoy'a Salon'un ortasına gelsinler diye işaret etti. Kalabalık da onlara yer açmak için geri çekildi. "Şimdi, Harry," dedi Lockhart, "Draco asasını sana doğrulttuğunda, şöyle yapacaksın." Kendi asasını kaldırdı, karmaşık bir solucan gibi bükme numarası denedi, asayı düşürdü. Hemen yerden alıp, "Hey - asam biraz fazla heyecanlanmış," deyince, Snape pis pis güldü. Snape, Malfoy'un yanına geldi, eğildi ve kulağına bir şeyler söyledi. Malfoy da pis pis güldü. Harry kaygıyla Lockhart'a bakarak, "Profesör," dedi, "o engellemeyi bana gene gösterir misiniz?" "Korktun mu?" diye mırıldandı Malfoy, Lockhart’ın duymayacağı bir şekilde. "İsterdin değil mi?" dedi Harry, ağzının kenarıyla. Lockhart neşeyle Harry'nin omzuna bir şaplak attı. "Yaptığımı yap yeter, Harry!" "Ne, asamı mı düşüreyim yani?" Ama Lockhart onu dinlemiyordu. "Üç - iki - bir - başla!" diye bağırdı. Malfoy asasını hemen kaldırıp böğürdü, "Serpensortia!" Asasının ucu patladı. Donakalan Harry, ucundan uzun, kara bir yılanın fırlayıp ikisinin arasında küt diye yere düşmesini, sonra da saldırmaya hazırlanmasını izledi. Kalabalık çığlıklar atarak hızla geri çekilip yer açtı. Harry'nin öfkeli yılanla göz göze, hiç kıpırdamadan duruşunun manzarasından çok hoşlandığı belli olan Snape, tembel tembel, "Kıpırdama, Potter," dedi. "Ben onu hallederim..." "izninizle!" diye bağırdı Lockhart. Asasını yılana salladı. Büyük bir çatırtı duyuldu ve yılan yok olacağına üç metre havaya uçup pat diye yere düştü. Fena hiddetlenmiş halde, vahşice tıslayarak dosdoğru Justin Finch-Fletchley'ye doğru kaydı. Dişleri açıkta, vurmaya hazır, yeniden kafasını kaldırdı. Harry bunu ona neyin yaptırdığından emin değildi. Hatta bunu yapmaya karar verdiğinin bile farkında değildi. Bütün bildiği, bacaklarının sanki tekerlek üzerindeymiş gibi onu taşıması ve aptal gibi yılana bağırmasıydı: "Rahat bırak onu!" Ve mucize gibi -anlaşılmaz biçimde-, yılan, gözleri şimdi Harry'de, kalın siyah bir bahçe hortumu kadar uysal, yere kıvrıldı. Harry korkunun içinden çıkıp gittiğini hissetti. Yılanın artık kimseye saldırmayacağını biliyordu, ama nasıl olup da bildiğini açıklayamazdı. Başını kaldırıp sırıtarak Justin'e baktı, Justin'in rahatlamış ya da şaşkın olmasını bekliyordu. Hatta belki de şükran dolu - ama kesinlikle kızgın ve korkmuş değil. "Sen neyle oynadığını sanıyorsun?" diye haykırdı Justin ve daha Harry bir şey söyleyemeden dönüp fırtına gibi Salon'dan çıktı. Snape ilerledi, asasını salladı, yılan küçük bir kara bulut içinde kayboldu. Şimdi Snape bile Harry'ye beklenmedik bir şekilde bakıyordu: Bu, kurnazca ve hesapçı bir bakıştı, Harry bu bakıştan hiç hoşlanmadı. Duvarlar boyunca yayılan uğursuz bir mırıldanmanın hayal meyal farkındaydı. Sonra birinin cüppesini arkadan çekiştirdiğini hissetti. Ron'un sesi kulağının dibinde, "Hadi," dedi. "Kıpırda - gel hadi..." Ron onu Salon'dan çıkardı, Hermione de yanlarında bir koşu geliyordu. Onlar kapıdan geçerken iki taraftaki insanlar sanki bir şeyin bulaşmasından korkuyormuş gibi açıldılar. Harry'nin olup bitenler hakkında hiçbir fikri yoktu. Ron ile Hermione de onu boş Gryffindor ortak salonuna sürükleyene kadar bir şey açıklamadılar. Sonra Ron Harry'yi bir koltuğa iterek, "Sen bir Çatalağızsın," dedi. "Niye bize söylemedin?" "Neyim ne?" dedi Harry. "Bir Çatalağız!" dedi Ron. "Yılanlarla konuşabiliyorsun!" "Biliyorum. Yani, bunu sadece ikinci kez yaptım. Bir seferinde hayvanat bahçesinde kuzenim Dudley'nin üzerine bir boa yılanı salmıştım -uzun hikâye- ama bana Brezilya'ya hiç gitmediğini söylüyordu ve ben de böyle bir şeyi yapmaya niyet bile etmeden onu bir tür serbest bıraktım. Büyücü olduğumu öğrenmeden önceydi..." "Bir boa yılanı sana Brezilya'ya hiç gitmemiş olduğunu mu söyledi?" diye zayıf bir sesle tekrarladı Ron. "N'olmuş?" dedi Harry. "Bahse girerim ki burada bir sürü kişi bunu yapabilir." "Ah hayır, yapamazlar. Çok sık rastlanan bir yeti değildir. Harry, bu kötü." Kendini hayli kızgın hissetmeye başlayan Harry, "Nedir kötü olan?" dedi. "Herkese neler oluyor? Dinle, eğer o yılana Justin'e saldırmamasını söylemesey-dim..." "Ah, öyle mi dedin?" "Ne demek istiyorsun? Sen de oradaydın ya... duydun beni." "Ben senin Çataldili konuştuğunu duydum, hepsi bu," dedi Ron. "Yılan dilinde konuştuğunu. Herhangi bir şey söylüyor olabilirdin. Justin'in paniğe kapılmasına şaşmamalı. Sanki yılanı onun üstüne salıyor gibiydin. Tüyler ürperticiydi, anlıyor musun?" Harry, ağzı açık, ona bakakaldı. "Başka bir dil mi konuştum? Ama - fark etmedim -bir dili konuşabildiğimi bilmeden nasıl konuşurum ki?" Ron başını salladı. O da, Hermione de, birisi ölmüş gibi görünüyorlardı. Harry bu kadar korkunç olanın ne olduğunu anlamıyordu. "Bana pis, koca bir yılanın Justin'in kafasını koparmasına engel olmanın niye kötü olduğunu söylemek ister misiniz?" dedi. "Nasıl yaptığımın ne önemi var? Justin, Kafasızlar Avı'na katılmak zorunda kalmadıktan sonra?" "Önemi var," dedi Hermione alçak sesle, "çünkü yılanlarla konuşmak, Salazar Slytherin'in meşhur bir özelliğiydi. Onun için Slytherin binasının simgesi bir yılan." Harry'nin ağzı açık kaldı. "Aynen," dedi Ron. "Ve şimdi de bütün okul onun, senin büyük-büyük-büyük-büyük deden falan olduğunu düşünecek." "Ama değil," dedi Harry, pek açıklayamadığı bir paniğe kapılmıştı. "Bunu kanıtlaman zor olacak," dedi Hermione. "Bin yıl önce yaşamıştı; nerden bilebiliriz ki, belki de öyledir." Harry o gece saatlerce uyanık kaldı. Dört direkli yatağının perdelerindeki bir aralıktan kule penceresinin önünde karın yağmaya başlamasını seyretti ve merak etti. Salazar Slytherin'in soyundan geliyor olabilir miydi? Nerden baksanız, babasının ailesi hakkında hiçbir şey bilmiyordu. Dursley'ler büyücü akrabalarına ilişkin sorulan hep yasaklamışlardı. Harry alçak sesle Çataldili'nde bir şey söylemeye çalıştı. Kelimeler gelmedi. Anlaşılan bunu yapmak için bir yılanla karşı karşıya olması gerekiyordu. "Ama ben Gryffindor'dayım," diye düşündü Harry. "Bende Slytherin kanı olsa, Seçmen Şapka beni buraya koymazdı..." "Ah," dedi beyninde melun, küçük bir ses, "ama Seçmen Şapka seni Slytherin'e koymak istedi, hatırlamıyor musun?" Harry öbür yana döndü. Ertesi gün Bitkibilim dersinde Justin'e, yılanı üstüne salmadığını, durdurduğunu açıklayacaktı. Yastığına bir yumruk atarak, öfkeyle, salak olmayan herkes bunu anlardı zaten diye düşündü. Ne var ki ertesi sabah, gece başlamış olan kar öyle sıkı bir tipiye dönüştü ki, sömestrin son Bitkibilim dersi iptal edildi. Profesör Sprout, Adamotları'na çorap giydirip eşarp takmak istiyordu. Adamotları'nın çabucak büyüyüp Mrs Norris ile Colin Creevey'yi canlandırmaları önem kazandığı için, bu netameli operasyonu kendinden başkasına emanet edemezdi. Harry, Gryffindor ortak salonundaki şöminenin yanında bunu dert edinirken, Ron ve Hermione de boşderslerini büyücü satrancı oynayarak değerlendiriyorlardı. Ron'un fillerinden biri, kendi atından şövalyesini düşürüp satranç tahtasının dışına çekerken öfkelenen Hermione, "Tanrı aşkına, Harry," dedi. "Madem senin için bu kadar önemli, git, Justin'i bul öyleyse." Harry ayağa kalktı ve portre deliğinden çıktı; Justin nerede olabilir diye düşünüyordu. Her pencerenin ardındaki iri, döne döne yağan kurşuni karlar yüzünden şato, gündüzleri normalde olduğundan daha karanlıktı. Harry titreyerek derslerin yapıldığı sınıfların yanından geçti, içerde neler olduğunu kolladı. Profesör McGonagall, seslerden anlaşıldığına göre, arkadaşını porsuğa dönüştürmüş birine bağırıyordu. Bir göz atma isteğine karşı koyan Harry, Justin bu boş derste belki de eksik bir ödevi tamamlıyordur diye düşünerek, önce kitaplığa bakmaya karar verdi. Gerçekten de Bitkibilim'de olması gereken bir grup Hufflepuff’lu kitaplığın arkasında oturuyordu, ama çalışıyor gibi bir halleri yoktu. Sıra sıra yüksek kitap rafları arasından geçen Harry, onların kafa kafaya vermiş, besbelli ilginç bir sohbete daldıklarını görüyordu. Justin'in aralarında olup olmadığını göremiyordu. Tam onlara doğru yürüyordu ki, söyledikleri bir şey kulağına çarptı ve Görünmezlik bölümüne gizlenip dinlemeye başladı. "Her neyse," diyordu topluca bir çocuk, "Justin'e bizim yatakhanede saklanmasını söyledim. Yani eğer Potter onu bir sonraki kurban olarak seçmişse, bir süre ortada görünmese iyi eder. Tabii Justin, Potter’a, Muggle anne babadan doğma olduğunu ağzından kaçırdı kaçıralı böyle bir şeyin olmasını bekliyor. Justin ona düpedüz Eton'a kaydolduğunu söylemiş. Bu, ortalıkta dolaşan Slytherin vârisine söylenecek türden bir şey değil, ha?" Sarı örgülü bir kız, endişeyle, "Yani kesinlikle Potter'dır diyorsun, öyle mi, Ernie?" dedi. Topluca çocuk ağır başlı bir şekilde, "Hannah" dedi, "o bir Çatalağız. Herkes bunun kara bir büyücünün işareti olduğunu bilir. Sen hiç yılanlarla konuşabilen doğru dürüst birini duydun mu? Slytherin'in kendisine de Çataldilli derlermiş." Bunun üzerine epeyce bir mırıldanma oldu ve Ernie devam etti: "Duvarda ne yazdığını hatırlamıyor musunuz? Vârisin Düşmanları, Kendinizi Kollayın. Potter'la Flitch arasında bir kapışma oldu. Hemen ardından bir baktık, Flitch'in kedisine saldırılmış. O birinci sınıf öğrencisi Creevey, Quidditch maçında Potter’i kızdırıyordu, çamurda yatarken fotoğrafını çekiyordu. Hop, bir bakıyoruz, Creevey'ye saldırılmış." Hannah pek emin olmadan, "Ama hep öyle hoş görünür ki," dedi. "Ve, biliyorsunuz, Kim-Olduğunu-Bilirsin-Sen'i yok eden de o. Yani, o kadar da kötü olamaz, değil mi?" Ernie sesini esrarengiz bir şekilde alçalth, Hufflepuff lar ona daha fazla yaklaştılar, Harry de Ernie'nin ne dediğini duymak için daha yakına geldi. "Kimse Kim-Olduğunu-Bilirsin-Sen'in saldırısından nasıl sağ çıktığını bilmiyor. Demek istediğim, bunlar olduğunda o bir bebekmiş. Paramparça olmalıydı. Böyle bir lanetten ancak sahiden güçlü bir Kara Büyücü kurtulabilir." Sesini daha da alçaltıp neredeyse fısıltı düzeyine indirdi. "Belki de Kim-Olduğunu-Bilirsin-Sen onu sırf bu yüzden öldürmek istedi. Onunla rekabet edecek bir başka Karanlık Lord istemiyordu. Merak ediyorum, acaba Potter başka nasıl güçler gizliyor?" Harry daha fazla dayanamadı. Yüksek sesle boğazını temizleyerek kitap raflarının ardından çıktı. Eğer bu kadar kızgın olmasa, karşısındaki manzarayı komik bulurdu: Hufflepuff ların her biri, sanki onu görür görmez taşlaşmış gibi davranıyordu, Ernie'nin ise yüzünün rengi çekilmişti. "Selam," dedi Harry. "Justin Finch Fletchley'yi arıyordum." Hufflepuff lann en çok korktukları şey başlarına gelmişti. Hepsi korkuyla Ernie'ye baktı. Ernie, titrek bir sesle, "Onu niye arıyorsun?" dedi. "Düello Kulübü'nde yılanla aslında ne olduğunu ona anlatmak. istiyordum." Ernie beyaz dudaklarını ısırdı, sonra da derin bir nefes alıp, "Hepimiz ordaydık," dedi. "Ne olduğunu gördük." "Öyleyse, ben onunla konuştuktan sonra yılanın geri çekildiğini fark ettiniz, değil mi?" Ernie, konuşurken titrediği halde inatla, "Ben sadece," dedi, "senin Çataldili konuştuğunu ve yılanı Justin'e doğru kovaladığını gördüm." "Ben yılanı ona doğru kovalamadım!" dedi sesi öfkeyle titreyen Harry. "Ona dokunmadım bile!" "Kılı kılına kaçtı," dedi Ernie. "Ve aklına garip şeyler geliyorsa eğer," diye telaşla ekledi, "sana dokuz cadı ve büyücü kuşağında geriye doğru ailemin izini sürebileceğini, kanımın herkesinki kadar saf olduğunu söyleyebilirim, yani..." Harry şiddetle, "Ne tür kanın olduğu umurumda bile değil!" dedi. "Muggle ana babadan doğanlara niye saldıracakmışım ki?" Ernie hemen, "Duyduğuma göre birlikte yaşadığın Muggle'lardan nefret ediyormuşsun," dedi. "Dursley'lerle birlikte yaşayıp da onlardan nefret etmemek mümkün değil. Senin denemeni görmek isterdim." Gerisin geri dönüp hışım gibi kitaplıktan çıktı, böylece de büyük bir büyü kitabının yaldızlı kapağım parlatan Madam Pince'in ona kınayıcı bir bakış atmasına yol açtı. Harry koridordan yukarı doğru sarsak sarsak yürüdü, nereye gittiğinin bile pek farkında sayılmazdı, öylesine öfkelenmişti. Bunun sonucunda da çok büyük ve sert bir şeye çarpıp sırtüstü yere serildi. Yukarı bakarak, "Ah, selam, Hagrid," dedi. Hagrid'in yüzü yünlü, karla kaplı bir yün başlıkla tamamen gizlenmişti, ama gene de ondan başkası olamazdı. Çünkü köstebek kürkü paltosuyla neredeyse bütün koridoru dolduruyordu. Muazzam, eldivenli ellerinin birinden ölü bir horoz sarkıyordu. Konuşabilmek için başlığını çıkartarak, "İyi misin, Harry?" dedi. "Niye derste değilsin?" "İptal oldu," dedi Harry, ayağa kalkarak. "Sen burada ne yapıyorsun?" Hagrid ölü horozu havaya kaldırdı. "Bu sömestr öldürülen ikinci horoz," diye açıkladı. "Ya tilkiler ya da bir Kan Emen Karaayı. Kümeste büyü kullanmak için Müdürün izni gerek." Kalın, karla kaplı kaşlarının altından Harry'ye daha dikkatle baktı. "İyi olduğundan emin misin? Kızmış ve sıkılmış gibi bir halin var." Harry ona Ernie ile diğer Hufllepuff larm kendisi hakkında söylediklerini tekrarlamaya dayanamadı. "Hiçbir şey yok," dedi. "Gitsem iyi olur, Hagrid, bundan sonra Biçim Değiştirme dersi var, benim de kitaplarımı almam gerek." Kafası hâlâ Ernie'nin onun hakkında söylediklerinde, yürüyüp gitti. "Justin, Potter'a Muggle anne babadan doğma olduğunu ağzından kaçırdı kaçıralı böyle bir şeyin olmasını bekliyor..." Harry merdivenlerden yukarı ayaklarını vura vura çıktı ve bir başka koridoru döndü, çok karanlıktı. Gevşemiş bir pencere camından içeri giren kuvvetli, buz gibi hava cereyanı meşaleleri söndürmüştü. Geçidin yarısına gelmişti ki, yerde yatan bir şeye takılıp tepe üstü uçtu. Gözlerini kısıp neye takıldığına bakmak için döndü ve ona sanki midesi eriyip bitmiş gibi geldi. Justin Finch Fletchley, kaskatı ve soğuk, yerde yatıyordu. Yüzünde bir şok ifadesi donup kalmıştı, gözleri boş boş tavana bakıyordu. Hepsi de bu değildi. Onun yanında başka biri vardı, Harry'nin gördüğü en tuhaf manzara. Bu, artık inci beyazı ve şeffaf değil, kara ve dumanlı olan Neredeyse Kafasız Nick'ti. Yerin on beş santim yukarısında hareketsiz ve yatay durumda duruyordu. Başı yan yarıya düşmüştü ve yüzünde de Justin'inkinin tıpatıp eşi bir şok ifadesi vardı. Harry ayağa kalktı, hızlı hızlı nefes alıyordu, kalbi kaburgalarının üstünde trampet çalıyor gibiydi. Çaresizlik içinde ıssız koridorun başına sonuna baktı ve iki bedenden olabildiğince hızla uzaklaşan çizgi halinde örümcekler gördü. Duyulan tek ses, her iki taraftaki sınıflardan gelen alçak perdeden öğretmen sesleriydi. Koşabilirdi, kimse de onun burada olduğunu bilmezdi. Ama ikisini orda öyle yatarken bırakamazdı... yardım bulmalıydı. Bununla bir ilgisi olmadığına kimse inanır mıydı acaba? Orada panik halinde dururken, hemen yanında bir kapı gümbürtüyle açıldı, hortlak Preeves ok gibi dışarı fırladı. "Hey, işte küçük kaçık Potter!" diye gevrek gevrek güldü Peeves, yanından geçerken de Harry'nin gözlüğünü düşürdü. "Potter neyin peşinde? Potter niye sinsi sinsi..." Peeves, havada attığı taklanın ortasında durdu. Tepe üstüyken, Justin ve Neredeyse Kafasız Nick'i görmüştü. Hop diye doğruldu, ciğerlerini doldurdu ve daha Harry onu durduramadan feryadı bastı: "SALDIRI! SALDIRI! BİR SALDIRI DAHA! ÖLÜMLÜLER DE EMNİYETTE DEĞİL, HAYALETLER DE! KAÇIN, CANINIZI KURTARIN! SALDIRIIII!" Pat - pat - pat: Koridorda birbiri ardınca kapılar açıldı, insanlar dışarı uğradı. Birkaç uzun dakika boyunca öyle bir karışıklık sahnesi meydana geldi ki, Justin ezilme tehlikesiyle karşı karşıya kaldı, insanlar da Neredeye Kafasız Nick'in içinde duruyorlardı. Harry, öğretmenler öğrencilere susun diye bağırırken, kendini duvara yapışmış buldu. Profesör McGonagall koşarak geldi, arkasında sınıfı vardı, birinin saçı hâlâ siyah beyaz çubukluydu. Asasını şiddetle çatırdattı, sessizlik sağlandı, o da herkese sınıflarına gitmelerini emretti. Ortalık henüz durulmuştu ki, Hufflepuff lı Ernie soluk soluğa sahneye çıktı. Parmağını dramatik bir edayla Harry'ye doğru uzatarak, yüzü bembeyaz, haykırdı: "iki elin kızıl kanda yakalandın!" Profesör McGonagall sertçe, "Bu kadarı yeter, Macmillan!" dedi. Tepede, şimdi hain bir ifadeyle sırıtan Peeves sağa sola hoplayarak sahneyi inceliyordu. Peeves her zaman kaostan hoşlanırdı. Öğretmenler, Justin ile Neredeyse Kafasız Nick'in üstüne eğilip onları incelerken, Peeves bir şarkıya başladı: "Ah Potter, seni katır, ah sen neler yaptın? Öğrencileri öldürdün de bunu marifet sandın..." Profesör McGonagall, havlarcasına, "Yeter arhk, Peeves!" dedi, Peeves de Harry'ye dilini çıkararak bir anda geriye gitti. Justin, Profesör Flitwick ve Astronomi bölümünden Profesör Sinistra tarafından hastane kanadına taşındı. Ama kimse Neredeyse Kafasız Nick için ne yapacağını bilemiyor gibiydi. Sonunda Profesör McGonagall havadan koca bir yelpaze yaptı, bunu da Neredeyse Kafasız Nick'i merdivenlerden yukarı sürükleme talimatıyla Ernie'ye verdi. Ernie de bunu yaptı; sessiz, kara bir hoverkraftmış gibi Nick'i yelpazeleyip götürdü. Böylece Harry ile Profesör McGonagall baş başa kaldılar. "Buradan, Potter." "Profesör," dedi Harry hemen, "yemin ederim ki ben..." Profesör McGonagall kısaca, "Mesele benim elimden çıktı, Potter," dedi. Sessizce bir köşeyi döndüler, Profesör McGonagall büyük ve son derece çirkin bir hayvanı resmeden oluk ağzının önünde durdu. "Limon şerbeti!" dedi. Besbelli bu bir parolaydı, çünkü hayvan birden canlandı ve arkasındaki duvar yarılırken kenara zıpladı. Harry, neler olacağından korksa bile, şaşmaktan kendini alamadı. Duvarın gerisinde kıvrıla kıvrıla yukarı çıkan ve bir yürüyen merdiven gibi sarsıntısız yükselen basamaklar vardı. O ve Profesör MacGonagall merdivene binerlerken, Harry duvarın arkalarından kapandığım duydu. Daireler halinde gittikçe daha yukarı çıkarak yükseldiler ve sonunda, birazcık başı dönen Harry, ileride pırıl pırıl meşe bir kapı gördü. Üzerinde kartal başlı, kanatlı aslan şeklinde pirinç bir tokmak vardı. Nereye götürüldüğünü anladı. Burası Dumbledore'un yaşadığı yer olmalıydı |
![]() |
![]() |
#30 |
Guest
Mesajlar: n/a
Üye No:
Cinsiyet :
|
![]() ON İKİNCİ BÖLÜM Çok Özlü iksir Üstteki taş sahanlıkta merdivenden indiler. Profesör McGonagall kapıya vurdu. Kapı sessizce açıldı, içeri girdiler. Profesör McGonagall, Harry'ye beklemesini söyleyip onu orada yalnız bıraktı. Harry etrafına baktı. Bir şey kesindi: Harry'nin bu yıl şimdiye kadar ziyaret ettiği bütün öğretmen odaları içinde, Dumbledore'unki kesinlikle en ilginç olanıydı. Eğer biraz sonra okuldan atılacağım diye ödü kopmuş olmasa, buraya bir göz atma şansı bulduğu için çok memnun olurdu. Daire şeklinde büyük, güzel bir odaydı, garip seslerle doluydu. Cılız bacaklı masalarda birçok tuhaf gümüş alet duruyordu, pırpır ediyor ve küçük duman bulutları çıkarıyorlardı. Duvarlar eski müdürler ve müdirelerin portreleriyle doluydu, hepsi çerçevelerinde tatlı tatlı kestiriyordu. Ayrıca muazzam, pençe ayaklı bir masa da vardı ve onun ardındaki bir rafta eski püskü, yırtık pırtık bir büyücü şapkası duruyordu - Seçmen Şapka. Harry durakladı. Duvarlardaki uyuyan cadılarla büyücülere ihtiyatla göz attı. Şapka'yı yeniden takıp denemenin ne zararı olabilirdi ki? Anlamak için... kendisini gerçekten doğru binaya koyduğundan emin olmak için. Sessizce masanın arkasına geçti, Şapka'yı raftan aldı ve başına taktı. Çok büyüktü; kayıyor, gözlerinin üstüne düşüyordu, tıpkı son taktığında olduğu gibi. Harry Şapka'nın siyah astarına bakarak bekledi. Sonra küçük bir ses, "Kulağına kar suyu mu kaçtı, Harry Potter?" dedi. "Hımm, evet," diye mırıldandı Harry. "Şey... sizi rahatsız ettiğim için özür dilerim - şeyi öğrenmek istiyordum..." Şapka akıllı akıllı, "Seni doğru binaya koyup koymadığımı merak ediyorsun," dedi. "Evet... seni yerleştirmek özellikle zordu. Ama daha önce dediğimden şaşmam -" Harry'nin kalbi yerinden hopladı "- Slythe-rin'de sahiden de başarılı olurdun." Harry'nin midesi taş gibi oldu. Şapka'nın sivri yanından tutup başından çıkardı. Şapka gevşek gevşek elinden sarktı, pis ve soluktu. Harry midesinin bulandığını hissederek onu yeniden rafına koydu. Hareketsiz ve sessiz duran Şapka'ya, "Yanılıyorsun," dedi. Şapka kıpırdamadı. Harry, onu kollayarak geri geri gitti. Derken arkasında garip, boğuk bir ses duydu ve hızla geri döndü. Meğer odada yalnız değilmiş. Kapının arkasındaki altın tünekte, yarısı yolunmuş bir hindiye benzeyen, tiridi çıkmış bir kuş duruyordu. Harry ona bakakaldı, kuş da yeniden o boğuk sesi çıkartıp nefretle ona baktı. Onun çok hasta göründüğünü düşündü. Gözleri donuk bakıyordu ve Harry ona baktığı sırada kuyruğundan birkaç tüy daha düştü. Harry ihtiyacı olan tek şeyin, o odasında yalnızken Dumbledore'un sevgili kuşunun ölmesi olduğunu düşünüyordu ki, kuş birden alev alev yanmaya başladı. Harry şok içinde feryat etti ve geri geri gidip masaya çarptı. Heyecanla etrafına bakınıp bir yerlerde bir bardak su aradı, ama göremedi. Bu arada kuş bir ateş topu halini almıştı. Son bir vahşi çığlık attı, bir saniye sonra yerde dumanları tüten bir kül yığınından ibaret kalmıştı. Odanın kapısı açıldı. Dumbledore, çok sıkıntılı bir edayla içeri girdi. "Profesör," diyebildi Harry soluk soluğa, "kuşunuz - ben bir şey yapmadım - kendisi alev aldı..." Dumbledore gülümseyince de çok şaşırdı. "Eh, vakti gelmişti doğrusu. Günlerdir berbat görünüyordu. Ben de ona gayret etmesini söylüyordum." Harry'nin yüzündeki sersemlemiş ifadeyi görüncı de kıkırdadı. "Fawkes bir Anka kuşudur, Harry. Ankalar ölme vakti gelince alev alırlar, sonra da küllerinden yenide doğarlar. Gözünü üstünden ayırma..." Harry hızla geri dönünce minicik, buruş buruş, yeni doğmuş bir kuşun kafasını küllerden uzattığını gördü. Küçük kuş, yaşlı olanı kadar çirkindi denilebilir. Dumbledore masasının arkasına oturarak, "Onu bir Yanma Günü'nde görmen ne yazık," dedi. "Genellikle çok yakışıklıdır: Harikulade kırmızı ve altın rengi tüyleri vardır. Büyüleyici yaratıklar bu Anka kuşları. Çok ağır yükler taşıyabilirler, gözyaşlarının iyileştirici gücü vardır ve çok sadık hayvanlardır." Fawkes'un alev almasının şoku içinde, Harry oraya niye geldiğini unutmuştu. Ama Dumbledore masanın arkasındaki yüksek arkalıklı sandalyeye oturup insanın içine işleyen açık mavi bakışlarını üzerine dikince, hemen hatırladı. Ancak, daha Dumbledore ağzını açıp tek kelime edemeden odanın kapısı çok şiddetli bir çatırtıyla arkaya savruldu ve Hagrid içeri daldı. Gözlerinde çılgınca bir bakış vardı, başlığı darmadağınık saçlı siyah kafasının üstüne tünemişti, ölü horoz da hâlâ elinden sarkıyordu. Hagrid hararetle, "Harry değildir, Profesör Dumbledore!" dedi. "O çocuk bulunmadan birkaç saniye önce Haıry'yle konuşuyordum ben, asla vakti olamaz, efendim..." Dumbledore bir şeyler söylemeye çalıştı, ama Hagrid söylenip durmayı sürdürdü, heyecan içinde horozu sallayıp duruyor, her tarafa tüyler saçıyordu. "... O olamaz ki, olamaz, eğer gerekirse Sihir Bakanlığı'nın önünde yemin ederim..." "Hagrid, ben..." "... Yanlış çocuğu yakaladınız efendim, ben biliyorum ki Harry asla..." "Hagrid!" dedi Dumbledore yüksek sesle. "Ben Harry'nin onlara saldırdığım düşünmüyorum ki." "Ah," dedi Hagrid, horoz gevşek halde aşağı sarkarken. “Tamam, öyleyse dışanda beklerim, Müdürüm." Ve hayli mahcup halde paldır küldür dışarı çıktı. Dumbledore masasının üstündeki horoz tüylerini eliyle süpürürken, Harry umutla, "Ben olduğumu düşünmüyor musunuz, Profesör?" diye tekrarladı. "Hayır, Harry, düşünmüyorum," dedi Dumbledore, yüzüne yeniden sıkıntılı bir ifade geldiği halde. "Ama gene de seninle konuşmak istiyorum." Dumbledore uzun parmaklarının uçlarını bitiştirmiş onu gözden geçirirken, Harry sinirli bir şekilde bekledi. Yumuşak bir sesle, "Bana söylemek istediğin bir şey olup olmadığını sana sormalıyım, Harry," dedi. "Herhangi bir şey." Harry ne söyleyeceğini bilemedi. Malfoy'un, "Sıra sizde, Bulanık'lar!" diye bağırmasını ve Mızmız Myrtle'nin tuvaletinde ağır ağır kaynayan Çok Özlü İksiri düşündü. Sonra iki kez duyduğu bedensiz sesi düşündü ve Ron'un dediğini hatırladı: "Başka hiç kimsenin duymadığı sesler duymak hayra alamet değildir, büyücüler dünyasında bile." Herkesin onun hakkında neler dediğini de düşündü, bir de şu ya da bu şekilde Salazar Slytherin'le ilişkisi olduğuna dair gittikçe artmakta olan korkusunu... "Hayır," dedi Harry. "Hiçbir şey yok, Profesör." Justin ve Neredeyse Kafasız Nick'e yapılan çifte saldırı, o ana kadar endişe olan şeyi gerçek bir paniğe dönüştürdü. Tuhaftır, insanları asıl kaygılandıran Neredeyse Kafasız Nick'in kaderi oldu. Bir hayalete bunu kim yapabilir ki, diye sordular birbirlerine, hangi müthiş güç zaten ölmüş birine zarar verebilir? Öğrenciler Noel'de evlerine gidebilsinler diye Hogwarts Ekspresi'nde yer ayırtmak için koşuşturdular. Ron, Harry ile Hermione'ye, "Bu gidişle sadece biz kalacağız," dedi. "Biz, Malfoy, Crabbe ve Goyle. Ne kadar neşeli bir tatil olacak." Malfoy ne yaparsa daima onu yapan Crabbe ve Goyle, tatilde de okulda kalmak için adlarını yazdırmışlardı. Ama Harry öğrencilerden çoğunun gitmesinden hoşnuttu. İnsanların, sanki bir anda dişleri uzayacak, ya da zehir tükürecekmiş gibi koridorda yanından geçerken kavis çizmelerinden de, o geçerken herkesin mırıldanmasından, parmağıyla işaret etmesinden ve fısıldamasından da bezmişti. Ancak Fred ve George bunu çok komik buluyorlardı. Kendi işlerini bırakıp, Harry koridorda yürürken onun önünde uygun adım gidiyor, "Slytherin'in vârisine yol açın, ciddi şekilde melun büyücü geliyooor!" diye bağırıyorlardı. Percy bu davranışları hiç onaylamıyordu. Soğuk soğuk, "Bunda gülecek bir şey yok," dedi. Fred, "Hey, yoldan çekil, Percy," dedi. "Harry'nin acelesi var." George kahkahasını zor tutarak, "Evet," dedi, "zehirli dişi olan hizmetkânyla bir fincan çay içmek için Sırlar Odası'na uğrayıverecek." Ginny de bunu hiç komik bulmuyordu. Fred, Harry'ye yüksek sesle, bundan sonra kime saldırmayı planladığını sorunca ya da George karşılaştıkları zaman Harry'yi koca bir diş sarımsakla uzaklaştırıyormuş gibi yapınca, "Ah, yapmayın," diye feryatediyordu kız. Harry ise aldırmıyordu. Fred ve George'un, onun Slytherin'in vârisi olması fikrini hiç değilse komik bulmaları, kendini daha iyi hissetmesine yol açıyordu. Ama onların maskaralıkları, yaptıklarına her gördüğünde daha da ekşi bakan Draco Malfoy'u kızdırıyor gibiydi. Ron bilmiş bilmiş, "Çünkü aslında vârisin kendisi olduğunu söylemek için çatlıyor da ondan," dedi. "Birisinin onu bir şeyde yenmesinden nasıl nefret eder bilirsiniz, onun pis işinin şerefi de sana kalıyor." Hermione halinden memnun bir ses tonuyla, "Uzun sürmeyecek ama," dedi. "Çok Özlü İksir hemen hemen hazır. Ondan gerçeği öğrenmemiz gün meselesi." Sonunda sömestr sona erdi ve şatonun üstüne arazideki kar kadar derin bir sessizlik çöktü. Harry bunu kasvetli olmaktan çok huzur verici buluyordu. Gryffindor Kulesi'nin Hermione ve Weasley'lerle ona kalmasından da hoşnuttu. Kimseyi rahatsım etmeden gürültülü bir şekilde Patlamalı Pişti oynayabiliyorlar ve kendi aralarında düello antrenmanı yapıyorlardı. Fred, George ve Ginny, Mr ve Mrs Weasley ile birlikte Mısır'da Bill'i ziyaret etmektense okulda kalmayı tercih etmişlerdi. Onların çocukça bulduğu davranışlarını hiç onaylamayan Percy ise, Gryffindor ortak salonunda pek oturmuyordu. Onlara kendisinin sadece, bir Sınıf Başkanı olarak bu sorunlu dönemde öğretmenleri desteklemek için Noel'de okulda kaldığını kendini beğenmiş bir tavırla söylemişti zaten. Noel sabahı hava soğuk, her yer beyazdı. Yatakhanelerinde kalan tek öğrenciler olan Harry ve Ron, tam tekmil giyinmiş, elinde ikisine de aldığı hediyelerle paldır küldür içeri dalan Hermione tarafından erkenden uyandırıldılar. "Kalkın," dedi yüksek sesle, penceredeki perdeleri çekerek. Ron, gözlerini ışıktan koruyarak, "Hermione," dedi, "buraya girmemen gerekir." "Sana da mutlu Noeller," dedi Hermione, hediyesini ona atarak. "Bir saattir ayaktayım, İksir'e biraz zarkanatlı sinek daha kattım. Artık hazır." Harry birden, uykusu açılarak yerinde doğruldu. "Emin misin?" "Kesin," dedi Hermione, onun dört direkli yatağının ucuna oturabilmek için fare Scabbers'ı öteye iterek. "Eğer yapacaksak, bu gece olmalı derim." . Tam o anda Hedwig odaya süzüldü, gagasında çok küçük bir paket vardı. O, yatağına konarken, "Selam," dedi Harry mutlulukla. "Artık benimle konuşuyor musun?" Hedwig çok muhabbetti bir şekilde onun kulağını kemirdi. Aslında bu hareketi, Dursley'lerden geldiği anlaşılan paketten çok daha iyi bir hediyeydi. Harry'ye bir kürdan yollamışlardı, bir de not vardı ve yaz tatilinde de Hogwarts'ta kalıp kalamayacağını öğrenmesini istiyorlardı. Harry'nin diğer Noel hediyeleri çok daha memnuniyet vericiydi. Hagrid ona koca bir teneke melas şekerlemesi yollamıştı; Harry yemeden önce onu şöminenin yanında yumuşatmaya karar verdi. Ron, en sevdiği Quidditch takımı hakkında ilginç olgular içeren Cannon'larla Uçmak adlı bir kitap vermişti. Hermione ise ona kartal tüyünden yapılma lüks bir tüy kalem getirmişti. Harry son hediye paketini açınca, Mrs Weasley'den gelen, elde örülmüş yeni bir yelekle, kocaman bir erik pastası buldu. Onun kartını yeni bir suçluluk dalgasıyla yerine yerleştirdi. Mr Weasley'nin, Şamarcı Söğüt'e çarptığından beri bir daha görünmeyen arabasını düşündü ve Ron'la ikisinin birazdan yapmayı planladıkları kurallara karşı gelme harekâtını. Hiç kimse, hatta daha sqnra Çok Özlü İksir içme korkusuna kapılmış biri bile, Hogwarts'ın Noel yemeğinden hoşlanmamazlık edemezdi. Büyük Salon muhteşem görünüyordu. Bir düzine buzlanmış Noel ağacı ile tavanda çaprazlamasına uzanan kalın çobanpüskülü ve ökseotu süslemeleri yetmiyormuş gibi, tavandan ılık ve kuru, sihirli kar yağıyordu. Dumbledore, en sevdiği Noel ilahilerinden birini söylerken onların başını çekti. Hagrid içtiği her yumurtalı, sütlü viski kadehiyle birlikte sesini daha da yükseltti. Fred'in sınıf başkanı rozetini büyülediğinin ve şimdi rozetin üstünde "Salak Başı" yazdığının farkında bile olmayan Percy, hepsinin niye kıs kıs güldüklerini sorup durdu. Harry, Slytherin masasındaki Draco Malfoy'un, yeni yeleği için yüksek sesle incitici görüşler ileri sürmesine bile aldırmadı. Biraz şansları olursa Malfoy nasıl olsa birkaç saat içinde hak ettiği cezayı bulacaktı. Harry ve Ron, Noel pudinglerinin üçüncü tabağını henüz bitirmişlerdi ki, o akşam için yaptıkları planlan sonuca vardırmak için Hermione önlerine düşüp onları dışarı çıkardı. Alelade bir şey söylüyormuş gibi, "Dönüşeceğimiz insanlara ait bir şeye hâlâ ihtiyacımız var," dedi. Sanki onları deterjan almak için süpermarkete yolluyordu. "Ve elbette, Crabbe ile Goyle'a ait bir şey alabilirsek iyi olur. Onlar Malfoy'un en iyi arkadaşları, onlara her şeyi söyler. Bir de hakiki Crabbe ile Goyle'un, biz Malfoy'u sorgularken pat diye gelmemelerini garantiye almak zorundayız." Harry ile Ron'un yüzlerindeki afallamış ifadeye aldırmayarak, "Hepsi düşünüldü," diye sakin sakin devam etti. İki tombul, çikolatalı pastayı onlara gösterdi. "İçlerine çok basit bir Uyku Sıvısı koydum. Sizin bütün yapacağınız Crabbe ile Goyle'un bunları bulmasını sağlamak. Ne kadar açgözlü olduklarını biliyorsunuz, mutlaka yerler. Uykuya daldıkları zaman saçlarından birkaç tel alın ve onları da süpürge dolabına saklayın." Harry ve Ron inanmazcasma birbirlerine baktılar. "Hermione, hiç sanmam..." "İşler fena halde ters gidebilir..." Ama Hermione'nin gözlerinde, zaman zaman Profesör McGonagall'ınkinde olan cinsten çelikimsi bir parıltı vardı. "Crabbe ve Goyle'un saçları olmazsa İksir hiçbir şeye yaramaz," dedi. "Malfoy hakkında araştırma yapmak istiyorsunuz, değil mi?" "Ah, tamam, tamam," dedi Harry. "Peki ama sen? Sen kimin saçının tellerini koparıyorsun?" Hermione, yüzü ışıldayarak, "Benimki bende zaten," dedi, cebinden küçük bir şişe çıkarıp onlara içindeki tek bir saç telini gösterdi. "Mülicent Bulstrode'un Düello Kulübü'nde benimle güreşmesini hatırlıyor musunuz? Beni boğmaya çalışırken cüppemin üstünde bunu bıraktı! Şimdi de Noel tatili için evde - ben Slytherin'lere geri dönmeye karar verdiğimi söyleyeceğim, hepsi bu." Hermione, Çok Özlü İksir’ini bir daha kontrol etmek için fırlayıp gidince, Ron yüzünde kaçınılmaz kötü kadere boyun eğmiş bir ifadeyle Harry'ye döndü. "Hayatında hiç işlerin bu kadar ters gidebileceği bir plan duydun mu?" Ama operasyonun birinci aşaması, Harry ve Ron'u fevkalade şaşırtacak şekilde Hermione'nin dediği kadar rahat geçti. Noel çayından sonra ıssız Giriş Salonu'nda pusuya yatıp, Slytherin masasında tek başlanna kalmış, dördüncü meyveli pandispanyalarını götüren Crabbe ve Goyle'u beklediler. Harry çikolatalı pastaları tırabzanın ucuna koymuştu. İkisinin Büyük Salon'dan çıktıklarını görünce de, hemen ön kapının yanındaki bir zırhın arkasına gizlendiler. Crabbe pastaları neşeyle Goyle'a gösterip hemen kaparken, Ron heyecanla, "Bu kadar da aptal olunur mu?" diye fısıldadı. Salak salak sırıtarak pastaları tek lokmada koca ağızlarına attılar. Bir an ikisi de yüzlerinde bir zafer ifadesiyle, obur obur çiğnedi. Sonra, en ufak bir ifade değişikliği olmaksızın, ikisi de sırtüstü yere serildi. En zor tarafı, onları salonun öbür yanındaki dolaba saklamak oldu. Kovalarla tahta bezleri arasına onları güvenli bir şekilde yerleştirdikten sonra, Harry, Goyle'un alnını kaplayan kıllardan bir iki tane aldı. Ron da Crabbe'nin saçından birkaç tel kopardı. Ayakkabılarını da çaldılar, çünkü kendi ayakkabıları Crabbe ve Goyle'unkiler boyunda ayaklar için pek küçüktü. Sonra, az önce yaptıklarına hâlâ şaşarak, Mızmız Myrtle'ın tuvaletine koştular. Hermione'nin kazanı karıştırdığı bölmeden gelen kalın, kara duman yüzünden içerde nerdeyse göz gözügörmüyordu.Cüppelerini yüzlerinin üstüneçeken Harry ve Ron, yavaşça kapıya vurdu. "Hermione?" Sürgünün çekildiğini duydular, Hermione ortaya çıktı, yüzü parlıyordu ve endişeli görünüyordu. Arkasında kaynayan, melas kıvamındaki İksir'in cup cup ettiğini duydular. Klozetin üstünde üç cam su bardağı hazırdı. Hermione soluk soluğa, "Aldınız mı?" diye sordu. Harry, Goyle'un saçını gösterdi. "İyi. Ben de çamaşırhaneden bu cüppeleri yürüttüm," dedi Hermione; elinde küçük bir çuval tutuyordu. "Crabbe ve Goyle olduğunuz zaman size daha büyük cüppeler gerek." Üçü de gözlerini kazana dikti. Yakından bakınca, İksir, kıvamlı, koyu renk çamura benziyordu, ağır ağır kaynayıp duruyordu. Hermione, Fevkalade Muktedir îksirler'm beneklenmiş sayfasını kaygıyla tekrar okuyarak, "Her şeyi doğru yaptığımdan eminim," dedi. "Kitapta nasıl görüneceği yazılıysa, öyle görünüyor... İçtikten sonra kendi halimize dönmeden önce tam bir saatimiz olacak." "Şimdi n'apıyoruz?" diye sordu Ron. "Üç bardağa bölüp saçları ekliyoruz." Hermione her bardağa İksiri kepçe kepçe doldurdu. Sonra, eli titreyerek, Millicent Bulstrode'un saçını içinde olduğu şişeden ilk bardağa döktü. İksir, kaynayan bir çaydanlık misali tısladı ve deli gibi köpürdü. Bir saniye sonra hastalıklı bir sarıya dönmüştü. Ron, nefretle bakarak, "Öğğğ - Millicent Bulstrode'un özü," dedi. "Eminim tadı da iğrençtir." "Seninkini ekle” dedi Hermione. Harry, Goyle'un saçını ortadaki bardağa koydu, Ron da Crabbe'ninkini son bardağa. Her iki bardak da tısladı ve köpürdü. Goyle'unki sümüğün haki rengine dönüştü, Crabbe'ninki de koyu, kasvetli bir kahverengiye. Ron ve Hermione bardaklarına uzanırken, Harry, "Durun bir dakika," dedi. "Hepsini burada içmesek iyi olur: Crabbe ve Goyle'a dönüşünce buraya sığmayız. Eh, Millicent Bulstrode de pek cinperi takımından sayılmaz." "İyi fikir” dedi Ron, kapının kilidini açarak. "Ayrı ayrı bölmelere girelim." Harry, Çok Özlü İksir'in bir damlasını bile ziyan etmemeye özen göstererek ortadaki bölmeye süzüldü. "Hazır mısınız?" diye seslendi. Ron ve Hermione'nin sesleri geldi: "Hazırız." "Bir... iki... üç..." Harry burnunu tutarak İksir'i iki büyük yudumda içti. Fazla pişmiş lahana tadındaydı. Birden içi sanki canlı yılanlar yutmuş gibi kıvır kıvır etmeye başladı - iki büklüm oldu, kusacak mıyım diye merak etti - sonra midesinden el ve ayak parmaklarının uçlarına kadar yakıcı bir duygu hızla yayıldı. Onun ardından da korkunç bir erime duygusu geldi, Harry diz üstü yere çöktü, dört ayak üstünde durdu. Vücudunun her yerinde derisi sıcak mum gibi kaynıyordu ve gözlerinin önünde elleri büyümeye başladı, parmaklan kalınlaştı, tırnakları enine gitti, ellerinin boğum yerleri şişip kocaman oldu. Omuzlan acı veren bir şekilde genişledi ve alnındaki karıncalanma, ona saçının aşağı, kaşlarına doğru ilerlediğini haber verdi; göğsü halkalarını kopartan bir varil gibi gelişirken cüppesi yırtıldı, ayakları dört numara küçük pabuçlar içinde işkence çekiyordu. Her şey başladığı hızla bitti. Harry soğuk taş döşemede yatmış, Myrtle'ın en dipteki tuvalette mutsuzca boğazlanır gibi sesler çıkarışını dinliyordu. Ayakkabılarını güçlükle ayağından atıp kalktı. Demek Goyle olmak insanda böyle bir duygu uyandınyordu. Koca elleri titreyerek, ayak bileklerinden otuz santim yukarda duran eski cüppesini çıkardı, yedek cüppeyi giydi ve Goyle'un kayık gibi pabuçlarının bağcıklarını bağladı. Saçını gözlerinden çekmek için elini kaldırdı. Eline sadece, alnına kadar inen kısa, tel gibi kıllar çarptı. Sonra gözlüğünün gözlerini bulutlandırdığını fark etti, çünkü besbelli Goyle'un onlara ihtiyacı yoktu. Gözlüğünü çıkarıp seslendi: "İkiniz de iyisiniz, değil mi?" Ağzından Goyle'un gıcırtılı, alçak sesi çıktı. Sağ tarafından Crabbe'nin derin homurdanması geldi: "Evet." Harry kapının kilidini açıp çatlak aynanın önüne gitti. Goyle donuk, çökük gözleriyle ona baktı. Harry kulağını kaşıdı. Goyle da öyle. Ron'un kapısı açıldı. Birbirlerine baktılar. Solgun ve şaşkın görünüşü hariç, Ron'u Crabbe'den ayırmanın imkânı yoktu. Biçimsiz saç tıraşından tutun da uzun, goril kollarına kadar. Ron aynaya yaklaşıp Crabbe'nin yassı burnuna parmağıyla bastırarak, "İnanılmaz bir şey bu," dedi. "inanılmaz." Harry, Goyle'un kalın bileğini kesen saatini gevşetti. "Yola koyulsak iyi olur. Daha Slytherin ortak salonunun nerede olduğunu Öğrenmemiz gerek. Umarım, arkasına düşecek birini buluruz..." Harry'ye bakan Ron, "Goyle'un düşündüğünü görmenin ne kadar acayip olduğunu bilmiyorsun," dedi. Sonra Hermione'nin kapısına vurdu. "Hadi, gitmemiz gerek..." Tiz bir ses ona cevap verdi: "Ben... ben gelmesem daha iyi olacak gibi. Siz bensiz gidin." "Hermione, Millicent Bulstrode'un çirkin olduğunu biliyoruz, kimse sen olduğunu anlamayacak." "Hayır - aslında - geleceğimi sanmıyorum. Siz ikiniz çabuk olun, vakit kaybediyorsunuz." Harry şaşkın şaşkın Ron'a baktı. "Bak şimdi Goyle'a benzedin işte," dedi Ron. "Öğretmenlerden biri ona bir soru sorunca hep böyle bakar." "Hermione, iyi misin?" dedi Harry kapıdan. "İyiyim - ben iyiyim... Gidin hadi..." Harry saatine baktı. Kıymetli altmış dakikalannın beş dakikası geçmişti bile. "Sonra burada buluşuruz, tamam mı?" dedi. Harry ve Ron tuvaletin kapısını ihtiyatlı bir şekilde çıktılar, etrafta kimsenin olmadığını görünce de dışan çıktılar. Harry Ron'a, "Kollarını öyle sallama," diye mırıldandı. "Ne?" "Crabe onları şöyle bükmeden tutar." "Bu nasıl?" "Evet, daha iyi." Mermer merdivenlerden aşağı indiler. Şimdi sadece Slytherin ortak salonuna kadar izleyecekleri bir Slytherin'e ihtiyaçları vardı, ama ortada kimsecikler görünmüyordu. "Bir fikrin var mı?" diye mırıldandı Harry. Ron, zindanların girişini işaret ederek, "Slytherin'ler kahvaltıya hep oradan çıkıp gelir," dedi. Daha bu kelimeler ağzından yeni çıkmıştı ki, uzun dalgalı saçlı bir kız girişte göründü. "Kusura bakma," dedi Ron, hızla yanına giderek, "ortak salonumuza nereden gidildiğini unuttuk." "Pardon, anlayamadım," dedi kız kasılarak. "Salonumuz mu? Ben bir Ravenclaw'ım." Yürüyüp giderken, kuşkuyla dönüp onlara baktı. Harry ve Ron taş merdivenlerden aşağıdaki karanlığa hızla indiler; Crabbe ve Goyle'un koca ayakları yere vurdukça ayak sesleri özellikle gürültülü bir şekilde yankılanıyordu. Anlaşılan bu iş sandıkları kadar kolay olmayacaktı. Labirenti andıran geçitler ıssızdı. Okulun altında daha, daha da derinlere doğru yürüdüler, sürekli olarak saatlerine bakıp ne kadar vakitleri kaldığını kontrol ediyorlardı. Çeyrek saat sonra, tam umutlarını yitirmek üzereyken, ileride ani bir hareket sezdiler. "Ahha!" dedi Ron heyecanla. "İşte onlardan biri!" Söz konusu kişi, yan odalardan birinden çıkıyordu. Ancak hızla yakınına gittiklerinde, bütün umutları kırıldı. Bir Slytherin değildi, Percy'ydi. Ron hayretle, "Sen burada ne yapıyorsun?" dedi. Percy alınmış göründü. Resmi bir edayla, "O," dedi, "senin üstüne vazife değil. Crabbe'sin, değil mi?" "Ne... ah, evet," dedi Ron. Percy sert sert, "Eh, yatakhanenize gidin," dedi. "Bugünlerde karanlık koridorlarda gezinmek hiç de güvenli değil." "Sen dolaşıyorsun ama," dedi Ron. Percy dikleşerek, "Ben," dedi, "bir Sınıf Başkanı'yım. Hiçbir şey bana saldırmaz." Birden Harry ve Ron'un arkasında bir ses yankılandı. Draco Malfoy onlara doğru geliyordu ve Harry hayatında ilk kez onu görmekten memnuniyet duydu. Draco, kelimeleri uzata uzata, "İşte burdasınız," dedi onlara bakarak. "Bunca saattir Büyük Salon'da tıkmıyor muydunuz? Sizi arıyordum, size çok komik bir şey göstermek istiyorum." Sonra onu yerin dibine geçirmek istercesine Percy'ye baktı. "Ya sen burada ne yapıyorsun, Weasley?" dedi, dudak bükerek. Percy fena halde öfkelenmiş göründü. "Bir Sınıf Başkanı'na daha fazla saygı göstermen gerekir!" dedi. "Tavrın hiç hoşuma gitmiyor!" Malfoy gene alaylı alaylı dudak büktü ve Harry ile Ron'a peşinden gelmelerini işaret etti. Harry az daha Percy'den özür dileyecekti, ama tam vaktinde kendine hâkim oldu. Ron'la ikisi Malfoy'un arkasından koşturdular. Bir sonraki geçide dönerlerken, Malfoy, "O Peter Weasley..." dedi. Ron otomatik olarak, "Percy," diye düzeltti. "Her neyse," dedi Malfoy. "Son zamanlarda hep sinsi sinsi dolaştığını görüyorum. Ve bahse girerim ki, ne yapmak istediğini biliyorum. Tek başına Slytherin'in vârisini yakalamak istiyor." Kısa, alaylı bir kahkaha attı. Harry ve Ron birbirlerine heyecanlı heyecanlı baktılar. Malfoy çıplak, nemli bir taş duvann yanında durdu. "Yeni parola neydi?" diye sordu Harry'ye. "Şeyyy..." dedi Harry. "Ah evet - safkan!" dedi Malfoy, ona kulak bile vermeden. Duvarda gizlenmiş taş bir kapı kayarak açıldı. Malfoy içinden geçti, Harry ve Ron da ardından gittiler. Slytherin ortak salonu, yeraltında uzun, alçak tavanlı bir odaydı. Pürüzlü taş duvarları ve tavanı vardı, bu tavandan zincirlerle yuvarlak, yeşilimsi lambalar sarkıtılmıştı. İleride, rafıyla kenarları özenle oyulmuş bir şöminenin içinde çıtır çıtır bir ateş yanıyordu, oyma koltuklarda şömine önünde oturan birkaç Slytherin'in siluetleri görünüyordu. Malfoy, Harry ile Ron'a ateşin gerisindeki iki boş koltuğu göstererek, "Burada bekleyin," dedi. "Gidip de getireyim - babam az önce gönderdi..." Malfoy'un onlara ne göstereceğini merak eden Harry ile Ron oturdular ve kendilerim evlerinde hisse-diyormuş gibi görünmeye çalıştılar. Bir dakika sonra gelen Malfoy'un elinde gazete kupürüne benzeyen bir şey vardı. Ron'un burnunun dibine soktu. "Ne biçim güleceksin," dedi. Harry, Ron'un gözlerinin şokla açıldığını gördü. Ron kupürü çabucak okudu, pek zoraki güldü ve Harry'ye uzattı. Gelecek Postası'ndan kesilmişti ve şöyle diyordu: SİHİR BAKANLIĞI'NDA SORUŞTURMA Muggle Eşyalarının Kötüye Kullanımı Dairesi Başkanı Arthur Weasley, bir Muggle arabasını büyülediği için elli Galleon cezaya çarptırıldı. Sihirli arabanın bu yılın başlarında kaza yaptığı Hogwarts Cadılık ve Büyücülük Okulunun yönetim kurulu üyelerinden Mr Lucius Malfoy, bugün Mr Weasley'nin istifa etmesini istedi. Mr Malfoy, muhabirimize, "Weasley, Bakanlığın adına gölge düşürdü," dedi. "Belli ki bizim yasalarımızı hazırlamaya uygun değil, yaptığı o gülünç Muggle Koruma yasası da derhal iptal edilmeli." Yorumunu almak için Mr Weasley'ye ulaşılamadı,ama eşi muhabirlere oradan gitmelerini, yoksa aile gulyabanisini üstlerine salacağını söyledi. Harry kupürü ona geri verirken, "Eee?" dedi Malfoy sabırsızlıkla. "Sence komik değil mi?" Harry ruhsuzca, "Hah ha," dedi. Malfoy küçümseyen bir tavırla, "Arthur Weasley, Muggle'lan öyle çok seviyor ki," dedi, "asasını ortadan kırıp onlara katılması gerekir. Weasley'lerin davranışlarına bakarsan, safkan olduklarını hayatta anlamazsın." Ron'un -ya da Crabbe'nin- yüzü öfkeyle kasılmıştı. Malfoy, "Senin neyin var, Crabbe?" diye tersledi. Ron, "Karnım ağrıyor," diye homurdandı. "Eh, o zaman hastane kanadına git ve ordaki bütün Bulanıklara benim için bir tekme at" dedi Malfoy, alaylı alaylı gülerek. "Biliyor musunuz, Gelecek Postası'nın henüz bu saldırıları yazmayışına şaşıyorum." Düşünceli bir hali vardı. "Sanırım Dumbledore işi hasır altı etmeye çalışıyor. Kısa süre sonra buna son vermezse, kovulacak. Babam Dumbledore'un buranın başına gelen en berbat şey olduğunu söylüyor. Muggle ana babadan doğanlara bayılıyor. Doğru dürüst bir Müdür, asla o Creevey gibi pislikleri buraya almazdı." Malfoy hayali bir fotoğraf makinesiyle fotoğraf çekmeye başladı ve Colin'in gaddarca ama aslına uygun bir taklidini yaptı: "Potter, fotoğrafını çekeyim mi, Potter? İmzanı alabilir miyim? Pabuçlarını yalayabilir miyim, lütfen, Potter?" Ellerini aşağı indirip Harry'yle Ron'a baktı. "Sizin ikinizin neyi var?" Harry ve Ron iş işten geçtikten sonra kendilerini zorlayıp güldüler, ama Malfoy tatmin olmuş görünüyordu. Belki de Crabbe ve Goyle zaten her şeyi geç anlıyorlardı. Malfoy yavaş yavaş, "Aziz Potter, Bulanıkların dostu," dedi. "Gerçek büyücü ruhuna sahip olmayanlardan biri de o, yoksa o kakavan Granger Bulanığıyla takılmazdı. Bir de insanlar onu Slytherin'in vârisi sanıyor!" Harry ve Ron soluklarını tutup beklediler. Malfoy'un onlara vârisin kendisi olduğunu söylemesine birkaç saniye kalmıştı, kesin. Ama sonra... Malfoy hırçın hırçın, "Keşke kim olduğunu bilseydim," dedi. "Onlara yardımım olurdu." Ron'un ağzı açılınca, Crabbe'nin yüzü her zamankinden de daha aptalca göründü. Neyse ki Malfoy fark etmedi, kafasını hızla çalıştıran Harry de, "Bütün bunların gerisinde kimin olduğu konusunda bir fikrin olmalı..." diyecek oldu. Malfoy, "Biliyorsun ki yok, Goyle," diye tersledi onu. "Sana kaç kere söyleyeceğim. Ve babam da bana Oda'nın son açılışı hakkında hiçbir şey söylemiyor. Tabii, elli yıl önceymiş, onun döneminden de önce, ama bu konuda her şeyi biliyor ve her şeyin gizli tutulduğunu, gereğinden fazlasını bilirsem şüphe uyandıracağımı söylüyor. Ama bildiğim bir şey var: Geçen sefer Sırlar Odası açıldığında, bir Bulanık öldü. Bahse girerim ki, bu sefer de onlardan birinin öldürülmesine pek bir şey kalmamıştır. Umarım Granger olur," dedi zevkle. Ron, Crabbe'nin devasa yumruklarım sıkıyordu. Ron Malfoy'u yumruklarsa kendilerini biraz ele vereceklerini düşünen Harry, ona uyancı bir bakış attıktan sonra, "Geçen sefer Oda'yi açan kişinin yakalanıp yakalanmadığını biliyor musun?" diye sordu. "Ah, evet... her kimse okuldan atıldı. Sanırım hâlâ Azkaban'dadır." Harry hayretle, "Azkaban mı?" dedi. Malfoy ona inanmazlıkla bakarak, "Azkaban - büyücü hapishanesi, Goyle," dedi. "Doğru söylüyorum, hani biraz daha ağır olsan geri geri gideceksin." Koltuğunda rahatsız rahatsız kıpırdandı. "Babam dikkati üstüme çekmememi, işi halletmeyi Slytherin'in vârisine bırakmamı söylüyor. Okulun bütün Bulanık pisliğinden temizlenmesi gerek diyor, ama karışmak olmazmış. Tabii onun da şu anda başında bir sürü dert var. Sihir Bakanlığı'nın geçen hafta Malikânemize baskın düzenlediğini biliyor musunuz?" Harry, Goyle'un donuk yüzüne endişeli bir ifade oturtmaya çalıştı. "Evet..." dedi Malfoy. "Neyse ki pek fazla bir şey bulamadılar. Babamın son derece değerli Karanlık Sanat malzemeleri var. Ama neyse ki, bizim de kendi misafir odamızın döşemesi altında kendi gizli odamız var..." "Ho!" dedi Ron. Malfoy ona baktı. Harry de. Ron kızardı. Saçları bile kızıllaşmaya başlamıştı. Burnu da uzuyordu - saatleri dolmuştu. Ron kendi haline geri dönüyordu ve Harry'ye attığı dehşet dolu bakışa bakılırsa, Harry de öyleydi. İkisi birden ayağa fırladılar. Ron, "Karnım için ilaç," diye homurdandı. İşi daha fazla uzatmadan Slytherin ortak salonunu boydan boya hızla geçtiler, kendilerini taş duvara attılar, geçit boyunca koştular. Bir yandan da, Malfoy her şeye rağmen bir şey fark etmemiş olsa diye umut ediyorlardı. Harry ayaklarının Goyle'un koskoca ayakkabıları içinde kaydığını hissediyordu ve küçüldükçe de cüppesini havaya kaldırması gerekiyordu. Karanlık Giriş Salonu'nun merdivenlerinden ok gibi yukarı fırladılar, salon Crabbe ile Goyle'u kilitledikleri dolaptan gelen boğuk darbe sesleriyle dolmuştu. Onların ayakkabılarını dolap kapısı önünde bırakarak çoraplarıyla mermer merdivenlerden yukarı, Mızmız Myrtle'ın tuvaletine kadar tabana kuvvet koştular. Ron, tuvalet kapısını arkalarından kapatarak, soluk soluğa, "Eh, vaktimizi tamamen ziyan ettik denemez," dedi. "Saldırılan kimin yaptığını hâlâ bilmiyoruz, tamam ama, yann babama yazıp ona Malfoy'ların misafir odalarının altını kontrol etmesini söyleyeceğim." Harry çatlak aynada yüzüne baktı. Normale dönmüştü. Ron Hermione'nin bölmesinin kapısını yumruklarken, o da gözlüğünü taktı. "Hermione, çık dışarı, sana anlatacak bir sürü şeyimiz var". "Gidin şurdan!" diye cikledi Hermione. Harry ve Ron birbirlerine baktılar. "N'oluyor?" dedi Ron. "Artık normale dönmüş olmalısın, biz..." Ama Mızmız Myrtle birden bölme kapısından kayarak çıktı. Harry onu hiç bu kadar mutlu görmemişti. "Aaaaaah, bir görseniz," dedi. "Öyle korkunç ki!" Sürgünün çekildiğini duydular ve Hermione ağlayarak dışarı çıktı, cüppesini başına kapatmıştı. Ron ne diyeceğini bilemeden, "Ne var?" dedi. "Millicent'in burnu gitmedi mi, nedir?" Hermione cüppesinin eteklerini bıraktı, Ron gerileyip lavaboya yapıştı. Kızın yüzü kapkara tüylerle örtülüydü. Gözleri sapsarı olmuştu ve saçının arasından uzun, sivri kulaklar çıkıyordu. "Bir ke... kedi kılıymış!" diye uludu. "Mi... Millicent Bulstrode'un bir kedisi olmalı! Ve İk... İksir'in de hayvan dönüşümü için kullanılmaması gerekiyor!" "Vay canına!" dedi Ron. Myrtle, hayatından memnun, "Seninle çok fena alay edecekler!" dedi. Harry hemen, "Tamam, Hermione," dedi. "Seni hastane kanadına götürürüz. Madam Pomfrey asla fazla soru sormaz..." Hermione'yi tuvaletten çıkmaya ikna etmek epeyce vakit aldı. Mızmız Myrtle onlan içten bir kahkahayla uğurladı. "Herkes kuyruğun olduğunu anlayana kadar bekle hele!" |
![]() |
![]() ![]() |
Konuyu Görüntüleyen Aktif Kullanıcılar: 1 (0 üye ve 1 misafir) | |
|
|
![]() |
||||
Konu | Konuyu Başlatan | Forum | Cevaplar | Son Mesaj |
Simpsons Harry Potter spoof | TiTaN | Eskiler (Arşiv) | 0 | 07-03-2007 09:04 PM |
Harry Potter and the Sorcerer's Stone | guzelcocuk | Eskiler (Arşiv) | 0 | 06-29-2007 03:45 PM |
Harry Potter Serİsİ | yuko_can | Eskiler (Arşiv) | 0 | 01-01-2007 07:17 PM |
Harry Potter Harfler | CaKaLBoT | Eskiler (Arşiv) | 1 | 08-14-2006 11:30 AM |
harry potter goblet of fire | coOLBoy | Türkçe alt yazılar.. | 1 | 08-10-2006 06:21 PM |