|
Galatasaray Galatasaray ilgili herşey bu bölümde. |
|
Konu Seçenekleri | Görünüm Şekli |
02-07-2007, 01:06 AM | #1 |
Geçerken Uğradım
Kayit Tarihi: Sep 2006
Yaş: 36
Mesajlari: 56
Teşekkür Etme: 0 Teşekkür Edilme: 6 Teşekkür Aldığı Konusu: 4
Üye No: 18771
Rep Power: 1342
Rep Puanı : 403
Rep Derecesi :
Cinsiyet :
|
..::Unutulmayan Efsanelerimiz::..
Taçsız ve Tek Kral Metin Oktay "Adın tarihe geçer ama kimliğin nerde hani?" Bertolt Brecht "Yumuşacık, yusyuvarlak... Hareketli... Ele-avuca sığmaz... Zıp zıp zıplar, yerinde durmaz. Onunla ilk tanıştığım gün, ayakkabısının bağlarını bile kendi bağlayamayan, yürümeyi yeni yeni öğrenmiş minicik bir çocuktum... 'Sen de nereden çıktın?' der gibi vurdum ona... O ilk vuruşla birlikte, yolum da değişti, hayatımda. (...) Çaresiz, kader bağlamıştı bizi... Ondan ayrılamıyordum... Benim en iyi arkadaşım olmuştu." Metin Oktay meşin yuvarlakla bir yaşam boyu süren ilişkisini bu benzersiz satırlarla anlatıyor. Galatasaray kimlik ve ruhunun yaratılmasında Leblebi Mehmet, Aslan Nihat, Berlin Panteri Turgay Şeren, Eşfak Aykaç, Baba Gündüz, Coşkun Özarı ve adını sayamadığımız nice futbolcunun yanında Metin Oktay'ın apayrı bir yeri vardır. Yarım yüzyıldır süren Metin Oktay efsanesinin canlı tutulması amacıyla üzerimize düşen görevi yerine getirmeye çalıştık. Galatasaraylılık Ruhu ve Metin Oktay Ali Kırca'nın dediği gibi,"Galatasaraylılık ruhu, yalnızca Galatasaray'a ait bir kimlik tanımıydı." Spor yazarlığında bir duayen olarak gördüğüm eski Fenerbahçeli futbolcu Halit Deringör de yazılarından birinde Galatasaray'ın bu özelliğine değinmişti: "(...) Ama Galatasaray'da paradan da kuvvetli olan bir şey var. O da Galatasaraylılık ruhu." 1961 yılının yazı benim için tam bir kabusa dönüşmüştü. Ligi 36 golle kral olarak bitiren Metin, İtalya'nın Palermo takımına transfer olmuştu. İnanmak istemiyordum ama gerçekti, Metin gidiyordu. Ayrılık acısı daha o gitmeden çocuk kalbime çökmüş, sanki Galatasaray'a küsmüştüm. Futbolla bütün bağımı koparacaktım nerdeyse. Sonra gerçekten, başımı iki elimin arasına alarak düşündüm, düşündüm. Evet Metin ilahımdı ama Galatasaray'a olan sevgim daha büyüktü ve bu sevgi acımı hafifletecekti. Artık Metin'i gazetelerdeki haber ve fotoğraflarından izliyor, özlemimi bir nebze olsun dindirmeye çalışıyordum. Mithatpaşa'nın Bir Gecelik Tribünleri Belleğim beni yanıltmıyorsa, 1962'nin Şubat ayıydı (Daha sonra, doğru ayın nisan olduğunu Sayın Servet Oktay ve Rıfat Pala'nın bana hediye ettikleri "Top ve Ben" adlı kitaptan öğrendim). Bir mucize gerçekleşiyor ve Palermo Galatasaray'la bir dostluk maçı oynamak için İstanbul'a geliyordu. Aylarda yanılabilirim ama maçın bir salı gecesi oynandığına eminim. Salı sabahı okul yolunda Mithat Paşa'nın önünden geçerken bayrakları görmüş ve içim içime sığmamıştı. Bu maça mutlaka gitmeliydim ve Metin'imi seyretmeliydim. Ama bir problem vardı. O dönemde gece maçlarına yalnız gitmeme izin yoktu. Babam da Anadolu'da görevde olduğundan Liseli dayımı (Boru Zeki-1244) razı etmek ve birlikte maça gitmek tek çözüm olarak görünüyordu. O gün ders mi dinledim yoksa saatleri mi saydım, hiç bilmiyorum. Okulun bitiş saati 16'da fırladım ve olabildiğince çabuk eve geldim (Bu arada "Hastane" durağının oldukça kalabalık olduğunu da gözlemiştim). Bereket dayım evdeydi ve teklifimi yineletmedi. O da Metin'i özlemişti. Ama bir sorun daha vardı. Sağolsun dayım biraz ağırkanlıydı. Maç saat 20'deydi. Bütün 'hadilemelerime' karşın evden ancak saat 19'da çıkabildik. Kapalı tribünün önüne geldiğimizde tüm kapıların kapalı olduğunu ve hatırı sayılır bir taraftar grubunun, ana demir kapıyı kırmaya çalıştığını endişeyle gördüm. İstanbul sanki bir sel olmuş ve Metin sevgisiyle 'Stadyum'a akmıştı. Alt tarafı özel bir karşılaşma, bir dostluk maçıydı. Ama işin içine Metin Oktay faktörü girmişti. Bu arada duyduğum endişe, tabi ki kapının kırılacağı değil, kırılamayıp bizim dışarda kalacağımız yönündeydi. Doğal olarak kapı kırılamadı ve biz son bir umutla şimdiki yeni açık tarafına gittik. O tarihte zannediyorum yeni açığın inşaatına yeni başlanmıştı ve 'Gazhane' tarafındaki tepeden sahanın tümü görünüyordu. Karanlıkta hemen bir imece çalışması gerçekleştirildi. İnşaatta kullanılan bidonlar belli bir mesafe uzaklığında, kayalarla desteklenerek sabitlendi ve her iki bidon arasına olabildiğince sağlam iki kalas yerleştirilerek, yeni açığın üst gecekondu tribünleri tamamlanmış oldu. Her 'mini tribün' yaklaşık 8 kişiyi taşıyordu ve bunların sayısı tahminen 50'lere ulaşıyordu. "Sayı yap Metin, sayı yap" Takımlar sahaya çıkmıştı ve ortalık "Metin, Metin" sesleriyle inliyordu. Metin Galatasaray formasını yeniden giymişti. "Sayı yap Metin, sayı yap" tezahüratına sallanan kalasların üzerinden biz de katılıyor ve bu arada istenmeyen kazalar da oluyordu. Ama ne gam. Metin oradaydı ve biz onu bağrımıza basıyorduk. Metin, eski Metin değildi. Goller kaçırıyor ve üzerindeki durgunluğu atamıyordu. Devreyi 1-0 yenik kapadık. İkinci devre iş çığrından çıkmış, maç tam bir final maçına dönüşmüştü. Tüm takım Metin için oynuyor, ona bir galibiyet armağan etmek istiyordu. Önce beraberlik, sonra da Beşiktaşlı büyük futbolcu Baba Recep'in (Recep Adanır) unutulmaz frikik golü geldi. O gece, statdaki tüm seyirci (stat dışındaki bizler de!) ve oyuncular görevimizi yerine getirmiş ve Metin'i mahçup etmemiştik. "Sevginin Adı" Ahmet Çakır, Galatasaray Spor Kulübü'nün tarihini anlatan kitabının önsözünde şöyle diyor: "Söylemeden edemeyeceğim başka bir nokta daha var. 'Bu kitabı niçin yazdın, tek sözcükle yanıtlar mısın?' gibi bir soruyla karşılaşsaydım, hemen şunu söylerdim: 'Sevgi'. Evet, bu kitap sevginin kitabıdır. Hatta kaybetmiş olduğunuz bir sevgiliyi yeniden yaşatmak istemenin kitabıdır. O sevgili de, Metin Oktay'dır. Çakır'ın yüreğinin derinliklerinden fışkırıyor bu satırlar. NEDEN? Ali Kırca, "Bugünlerde durup dururken Metin Oktay'ı özlemenin bir anlamı olabilir mi? Ben özlüyorum. Artistik gollerini, vole çakarken havada asılı duran fotoğrafını, kralken taşıdığı asaletini, zaferlerin bozamadığı ferasetini, yenilgilerin yıkamadığı metanetini ve renklerine sadakatini özlüyorum" diyor. NEDEN? Göztepe'nin unutulmaz "bombacı"sı Halil Kiraz: "Metin Oktay'ın gollerini, futbolculuğunu anlatmakla bitiremezsin. Bunun yanında da altın gibi kalbi olan insandı. Yanına gittiğimizde, yanımızda yüzü kızararak oturan bir abimizdi. (...) O gün baktım, karşımda artistler kadar yakışıklı, dev gibi bir abimiz var. İşte dedim, insan futbolcu olacaksa böyle olmalı" diyor. NEDEN? Nebil Özgentürk'ün hazırladığı 'Bir Yudum İnsan' belgeselinde yeni kuşağın sahada izleyemediği 'Berlin Panteri' Kaptan Turgay Şeren gözleri dolu dolu ve alt dudağı duyduğu büyük üzüntünün etkisiyle titreyerek şu cümleleri sarf ediyor: "Bana tekrar tekrar Metin Oktay'ı hatırlattınız. Teşekkür ederim." Kaptan'ı böylesine aşırı duygusallığa iten nedir? Memet Fuat'ın kaleminden Metin'in askerlikten erken terhis edilmesinden dolayı (!) tutuklanıp Toptaşı Cezaevi'ne konulmasından sonra kendiliğinden oluşan yürüyüşü öğreniyoruz: "Bir haber dolaştı: Metin Oktay Toptaşı Cezaevi'ndeymiş. Hep birlikte onu görmeye gidecekmişiz. Arabalı vapur iskeleye yanaşınca bağrış çığrış çıkıp çarşının içinden Ahmediye'ye doğru başladık yürümeye. Bayağı bir gösteri yürüyüşü. (...) Bu kez pencerelerden sarkıyor insanlar. Onların ilgilendiklerini görünce büsbütün şımarıp inletiyoruz ortalığı. 'Meetin!...Meetin!... Toptaşı Cezaevi'ne ulaştığımızda sokaklara zor sığıyoruz." Bu NASIL bir sevgi? "Her şeyden önce olgun ve efendi bir insan" Bence bu sevginin temelini Abdi İpekçi, Metin'in jübilesinden sonra kaleme aldığı şu satırlarda özlü bir biçimde açıklıyor: "Ama Metin futbol sahalarından çekildikten sonra ona karşı olan sempatimin temellerini arayınca ne onu, ne de bunu buluyorum karşımda. Şimdi Metin deyince, yaptığı işi en iyi şekilde, kendi kuşağının en başarılı adamı olarak yapmış olan gene de şöhretin doruklarında şımarmamış, gurur yüzünden zirveden uçuruma yuvarlanmamış bir insan geliyor aklıma... Metin deyince, en yüksekte olduğu zaman bile çevresine saygıda kusur etmeyen, şöhretini günlük hayatında ucuz bir koz gibi kullanmaya tenezzül etmemiş olgun bir insan geliyor aklıma... Metin'i her zaman büyük bir futbolcu, büyük bir Galatasaraylı olarak tanıyorum ve tanıyacağım. Ama Metin benim gözümde hepsinden önce olgun ve efendi bir insan değer sahibidir. Bunu söyler-ken, futbolu, Galatasaray'ı ve Metin'i seven herkesin benimle aynı fikirde olduğuna kesin olarak inanıyorum." * * * Servet Oktay: "En Zayıf Yönü Galatasaray'dı" Senegal maçından bir gün önce Nebil Özgentürk'ten edindiğimiz numarayı tuşluyoruz Servet Oktay'la konuşmak için. Kendisiyle bir söyleşi yapmak istediğimizi söylüyoruz. İki gün içinde İzmir'e gideceğinden bize zaman ayıramayacağını belirtiyor. O zaman Metin Oktay sevgisinin verdiği güçle, Servet Hanım'ı bir duygu bombardımanına tutuyoruz. İçten olduğumuzu anlıyor ve Senegal maçının bitiminden sonrasına randevulaşıyoruz. Gün uğurlu bir gün. Senegali yenip, yarı finale çıkıyoruz. Sokaklar sevinç gösterileriyle çalkalanıyor ama biz görevdeyiz ve Kral'ın evine gidiyoruz. Artık Kralımızın evindeyiz ve söyleşimize başlıyoruz. Söyleşimize daha sonra üvey oğlu Rıfat Pala ve aile dostları da Aydın Aksan da katılıyor. Metin Oktay'la bizim yaşadığımız ilişki, bir taraftar futbolcu ilişkisi; karşılıklı sevgiye dayanan bir ilişki. Biz Metin Oktay'ı çok sevdik. Siz en yakını olarak bu konuya nasıl yaklaşıyorsunuz? Bunun böyle olması çok doğal. Metin olağanüstü, bambaşka bir insandı. Derdini kimseye açmayan Galatasaray tutkunu bir insandı. O dönemde futbolcular arasında öyle güzel arkadaşlıklar vardı ki. Ve onlar bugüne göre yokluk içinde futbol oynuyorlardı. Ben çok iyi hatırlıyorum, ayakkabılarını zeytinyağına yatırırdık, yumuşasın diye; yoksa ayakları yara içinde kalıyordu. O zamanlar öyle Avrupa'dan malzeme, ayakkabı getirmek diye bir şey yoktu. Peki Servet hanım siz N. Özgentürk'ün programında şöyle bir cümle sarf ettiniz:"Metin benim dostum, sevdiğim adam ve kocamdı; hiçbir kadın benim kadar mutlu olamadı." Bence bir kadının böyle hissetmesi çok önemli. Evet, ben hep böyle düşündüm. Hatta derler ki, evlilik sevgiyi öldürür. Bu doğru değil. Dikkat edin aşk demiyorum, zaten aşk geçicidir. O zaman sıradışı yıllar geçirdiniz. Söz konusu olan sıradışı bir bağ. Metin çevresine pozitif enerji salan bir insandı. Karısı olarak bana, fazlasını verdi ki böylesine mutlu oldum. |
02-07-2007, 01:07 AM | #2 |
Geçerken Uğradım
Kayit Tarihi: Sep 2006
Yaş: 36
Mesajlari: 56
Teşekkür Etme: 0 Teşekkür Edilme: 6 Teşekkür Aldığı Konusu: 4
Üye No: 18771
Rep Power: 1342
Rep Puanı : 403
Rep Derecesi :
Cinsiyet :
|
Futbol, Metin Oktay'ın dünyasıydı. Daha önce de söylemiştiniz. Evet, hep futbol, futbol. Futbolu bıraktıktan sonra bir süre yöneticilik yaptı, teknik adam olarak çalıştı... Mutlu olamadı. Bir ara İngiltere'ye oğlumuzun yanına gittik. Her hafta sonu İskoçya'ya giderdik. Gazetecilerin de olduğu bir ortamda Metin'in Türkiye'de çok sevilen eski bir futbolcu olduğu öğreniliyor ve bir penaltı turnuvası düzenleniyor. Metin on penaltının dokuzunu gole çevirince, "Böyle bir stil görmedik, bu senin doğan da var" diyorlar çevresindekiler. Sürekli futbol oynamak istiyordu değil mi? Evet. Örneğin, bir yere giderken üç beş çocuk görürdü futbol oynayan. Oyunları bitinceye kadar izlerdi onları. "Ah! Şimdi çocuk olsaydım" derdi. Biraz eskilere dönelim. Galatasaray'da oynarken bir İzmirspor olayı var. Büyük bir para teklif ediliyor Metin'e İzmirspor'da oynaması için. Bir iki dakika içinde geri çeviriyor bu teklifi. Olayın tanıkları da var. Yönetici Rüçhan Atlı ve Turgay Şeren gibi. Size bu konudan söz etti mi? Bu olaydan hiç konuşmadık. Ama ben biliyorum Metin'in para için oynamayacağını, onu Galatasaray'dan hiçbir şeyin koparamayacağını. Her zaman söylerdi, birinci karım Galatasaray diye. Bir de Metin sahada çok mutlu oluyordu. Ben de onu mutlu görünce daha mutlu oluyordum. Bir de 45 günlük bir cezaevi olayı var. Çok üzülmüş ve kırılmış bu olaya, haklı olarak. Dönemin Galatasaraylı bir milletvekili Metin'e maçlar için izin almış. "Bir şey olmaz, sen oyna ben izin alırım" demiş. 1960 ihtilali olunca bir binbaşı olayı takip ediyor ve Metin eksik askerlik yapmaktan tutuklanıyor. Ama inanın orada bile mutlu olabildi. Yeni arkadaşlıklar kurdu. Bazı haksızlıklara tanık oldu orada. "Orası benim için bir tecrübe oldu" derdi. Cezaevindeki dostlarını hiç unutmamış, ziyaretlerine gitmiş ve gerektiğinde yardımlarına koşmuş. Kime yapmadı ki. Haklısınız kime yapmadı ki. Asıl mesele de bu zaten. Kalp krizi geçirdi doktor istirahat verdi. Ben de alışverişe gitmiştim. Metin balkonda oturuyor, yağmur da çok şiddetli yağıyor. Karşıda bir kadın. Ama çok yoksul, halinden belli. Metin giymiş üzerine yağmurluğunu, arabayı çıkarmış, kadını evine kadar götürmüş. Eve geldim, Metin yok. Çılgına döndüm. "Bir şey olmaz, korkma. O kadın zavallı hasta biriydi" dedi. Taraftarı, seyirciyi bu denli kendine bağlayan başka bir futbolcu var mıdır?.. 1969'un Temmuz ayında futbolu bıraktı. O ana dek hep manşetlerdeydi. Hep göz önündeydi. Demek ki, çok seviliyordu. İnsan gibi insandı. Birçok futbolcu gelip geçiyor, birçok futbolcu insanın gönlünde taht kuruyor. Son yıllardan örnek vermek gerekirse, Galatasaray seyircisi Hagi'yi de çok sevdi. O zamanlar Kadıköy Belediye Başkanı Galatasaraylı'ydı. Fenerlilerin de takımlarına ne kadar düşkün olduklarını hepimiz biliriz. Ve Fenerbahçe Parkı'na Metin'in heykelini dikmesine izin vermişler. Hala orada Metin Oktay'ın heykeli vardır. Heykelin dikilmesinden dolayı, o zamanki Fenerbahçeli yöneticiler "Şeref duyarız" demişler. Herkes seviyordu Metin'i. Bambaşka bir şey bu. Geçen sene Galatasaray kapalısında, 10 numaralı iki dev forma dalgalandı. Biri Metin Oktay'ın, biri de Hagi'nindi. Evet bu beni son derece mutlu etti. Galatasaray taraftarının böyle bir şey yapması. Metin, insanları çok severdi. Onun hatırlanmasını istiyorum. Metin'le evlendim ve hamile kaldım. Kızımız erken doğumdan öldü. Ben 100 kilo oldum. Ve biz bir sene boyunca ne bir sinemaya ne de bir gezmeye gittik. Ve bana "Sen artık çocuk doğurma, bu kadar sıkıntı çekme. Çünkü Rıfat'ı bizim çocuğumuz olmasa da, kendi çocuğum gibi görüyorum" dedi. Her erkek bunu yapmaz. Düşünün artık o sevecenliği. Metin bizim ilahımızdı. İlahların zayıf yönleri olmaz ya da tek zayıf yanları olur. Aşil'in topuğu gibi. Metin Oktay'ın en zayıf yönü neresiydi? Metin'in en zayıf yönü Galatasaray'dı. Galatasaray'a karşı çok zayıftı. Rıfat Pala: Metin Oktay hiçbir zaman profesyonel olamadı, hep amatör oldu. Paraya asla önem vermezdi. Peki Rıfat Bey, siz Metin Oktay'la bir baba oğul ya da ağabey kardeş ilişkisi yaşadınız. Metin Oktay'ı tanımlar mısınız? Bence dünyanın en iyi insanıydı. Yüreğinde inanılmaz bir sevgi ve saygıyı taşıyordu. Ve her şeyden önce paylaşmayı çok iyi bilir ve bir de güzeli severdi. Maneviyata çok önem verirdi. Bunları iyi biliyorum çünkü 30 yıl aynı evde yaşadık. Servet Oktay: Bir gün Kilyos'ta kamp yapıyorlardı. Metin aradı ve "Servet gel, özledim sizi" dedi. Annemle birlikte Kilyos'a gittik ve Metin yanımıza gelerek "Servet, bir şey söyleyeceğim. Ben futbolu bırakıyorum" dedi. "Hayırlı olsun" dedim ama çok üzüldüm. Ertesi gün kapımıza gelen gazeteleri elime alıp, 'Metin futbolu bırakıyor' başlıklarını görünce, ağlamaya başladım. Ve o duygu seli jübilesine kadar devam etti. Rıfat Pala: Onu rahmetli Figo yetiştirmiş. Eskiden Karşıyaka'da antrenman yaparlarmış. Antrenmandan sonra Figo bisikletle Metin koşarak dönerlermiş. Metin Oktay tüm yaşamında parayı daima ikinci planda tuttu. İzmir'de Haldun abimizle birlikte paraya sıkışıyorlar ve bir senet kırdırıyorlar. Yanımızda bir kesekağıdı dolusu para, Kordon'da bir şeyler içmeye gittik. Adamın biri yanımıza geldi ve Metin'in kulağına bir şeyler söyledi. Bu çıkardı bütün parayı adama verdi. "Ya ne yaptın?" dedim. "Olsun oğlum, onun paraya benden daha çok ihtiyacı var" dedi. Servet Oktay: Rıfat ile birgün bir simitçi görmüşler. Ağlıyormuş simitçi. "Simit tablamı aldılar, ben şimdi patrona ne söyleyeceğim" diye. Ne kadar simit? Şu kadar. Cebindeki bütün parayı simitçiye veriyor. "Rıfat senin cebinde ne kadar var?" diyor ve Rıfat'ın cebindeki tüm parayı da simitçiye veriyor. Aydın Aksan: İzmir'de işlettiği "Gol Pub" adında bir yer vardı. Bir gün birlikte oraya gidip bir haftalık hasılatı aldık. Ben bir günlük hasılatı Metin abiye verdim, altı günlük hasılatı da arabamın torpido gözüne koydum. Göz de açılmıyor. Yani istese de açamaz. Çünkü biliyorum altı günlük hasılatı dağıtacak. "Metin abi seni bir bara götüreceğim çok beğeneceksin" dedim. O sırada bir arkadaş geldi ve "Karşısı tenis kulübü, oraya gidelim" dedi. Kulüp'te de düğün varmış. "Metin Oktay gelmiş" diyen yanımıza geliyor ve imza istiyor. Yanımızda kağıt yok. Metin abi o zamanın en büyük parası olan 10 bin liraları imzalıyor ve dağıtıyor. Gelenler hem imzayı, hem de parayı alıyorlar. Kuyruk da uzadıkça uzuyor. Bir süre sonra Metin abı bana döndü ve "Para bitti, efendi" dedi. Ben de kendisine yüz ve beş yüz liralıklar verdim. Bana doğru eğildi ve "Efendi, ayıp olmaz mı?" dedi. "Abi önemli olan senin imzan" dedim. Kuyruk da böylece daha tenhalaştı. Gerçekten ilginç bir anı. Son olarak, Metin Oktay'ın krallık tacı size geri döndü mü? Sevet Oktay: Dönmedi ve bu konuda bir şey söylemek istemiyorum. |
02-07-2007, 01:07 AM | #3 |
Geçerken Uğradım
Kayit Tarihi: Sep 2006
Yaş: 36
Mesajlari: 56
Teşekkür Etme: 0 Teşekkür Edilme: 6 Teşekkür Aldığı Konusu: 4
Üye No: 18771
Rep Power: 1342
Rep Puanı : 403
Rep Derecesi :
Cinsiyet :
|
Kendi kaleminden "Sahadaki Metin" (...) Maça çıkarken, büyük bir gerilim içersine girerdim. Tünelden sahaya çıkıncaya kadar kimseyle konuşmazdım. Kendime göre bir ibadetim vardı. Kendime göre inançlarım vardı. Bu gerilim sahaya çıkınca biterdi. Çünkü artık orada seyircimle bütünleşirdim. Onlar beni iyi tanırlardı. Onlar benim sevgilim, ben de onların sevgilisiydim. Penaltı kaçırsam da, gol atamasam da, beni yalnız bırakmazlardı. Hep yanımda, hep beynimde olurlardı. O seyircide, o sevgililerde Metin Oktay olarak büyük kredim vardı. Sahanın herhangi bir yerinde topu ayağıma aldığım zaman, düşünce olarak hazır olduğum için, kimin nerede durduğunu, kimin kaçtığını, kimin kaçacağını bilir, görürdüm. Top bana gelmeden önce veya geldiği zaman ne yapacağımı düşündüğüm için, pas hatalarım azalırdı. Şuna inanmıştım: Bir futbolcu sahaya çıktığında ya gol pası atmalı ya da gol atmalıydı. Her pasın gole götüren bir değeri bulunmalıydı. Kendimi düşünce olarak buna hazırlardım. Maçı sahadan önce, beynimde oynamaya çalışırdım. Oyunda doğabilecek pozisyonları, bu durumlarda benim ne yapmam gerektiğini düşünürdüm. Devamlı araştırdığım için, hem takım arkadaşlarımın, hem rakip oyuncuların karakterlerini bilirdim. * * * Hani Arayacaktın Metin Ağabey Tarık Öcal Tarih 13 Eylül 1991. Yer Ortaköy Ziya Restoran. Saat geceyarısına yaklaşıyor. Tarık Öcal ve arkadaşları mutlu bir rastlantı sonucu Metin Oktay'la son hasbıallerini yapıyorlar ve ortaya 14 Eylül'de Cumhuriyet Gazetesi'nde yayınlanan nefis yazı çıkıyor. Biz de bu unutulmaz yazıyı bilenlerin hatırlaması, bilmeyenlerin ve genç kuşakların ise tekrar tekrar okuması için yeniden yayınlıyoruz. Uğursuz 12 Eylül'ün, 13'e bağlandığı saatlerde, piyanist arkadaşım Pepe ile Ziya Restoran'ın aşağı barında Sonbahar yalnızlığını çorba içerek yaşarken sanki barda ceketini unutmuş bir tavır ile Arda Uskan içeri girdi. Ortalığı toplayan komilere torpil geçip kendisine bir rakı ısmarladı. Kara mizah sohbet sürerken, birden bir ışığın düştüğünü hissettik. Sessiz sedasız yanımıza gelip, içkisini yudumlayan adam Metin Oktay'dı. Birdenbire benim ve Arda'nın hatta Rossi'yi de futbolcudan saymayan Pepe'nin gözlerinde ışıklar parladı. Alın size nostaljinin Allah'ı. Otuz yıldır barlarda restoranlarda gitar çalarak geçiririm hayatımı. Kimin ne kadar alkollü olduğunu ben bilmezsem kim bilir? Metin Oktay yanımızdaydı. Raporlar ne derse desin, biz üçümüz kişiliğimizi koyarak söyleyebiliriz ki Metin Oktay önceki gece içkiliydi, ama sarhoş değildi. On bir yıl önce 12 Eylül gecesi, bütün Türkiye sarhoş muydu sanki? Bizler sanattan konuşuyorduk ya. Onun da gözlerimle seyrettiğim birçok golünün bir sanat eseri olduğunu söyledim. 1960'taki efsanevi maçta İskoçya'ya attığı golü, İstanbul'da bir AKG maçında iki taraftan iki kişi koluna girdiği halde, arkası kaleye dönükken, 90'a taktığı golü anlattım. Ve bunların sırrını sordum. "Ellerini uzat" dedi. İki elimi uzattım. Avuçlarım yere dönüktü. O da ellerini avucuna aldı. "Şimdi" dedi, "İstediğin elini çek ben yakalayacağım." Ellerimi, Metin Oktay'ın avucundan kurtaramadım. "İşte" dedi, "bu reflekstir bana o golleri attıran." Sonra ben de ona parmaklarımla bir gitarcı numarası yaptım. Benim ona şaşırdığım gibi o da benim tek elle alkış sesi çıkarmama bayıldı."Bunlar işin fizik tarafı" deyip Nazım Hikmet'ten bir şiir okudu. Hiçbirimiz ummazdık. Tabii ummamak, bizim suçumuz. "İşte bu şiiri bilmeyen ne top oynar, ne gitar çalar, işin özü bu kardeşim" deyip boynuma sarıldı. Meğer biz futbolculara nasıl bakarsak onlar da biz müzisyenlere öyle bakarmış, Ne çok ortak noktamız varmış oysa ki. Kartımı istedi. "Yarın seni arayacağım" dedi. Öpüşerek ayrıldık. Gitme vakti gelmişti. Yorgunduk. Metin Oktay'ı, yarım kalmış içkisiyle barda bırakıp Arda, Pepe ve ben çekip gittik. Sabah telefon çaldı. Metin Ağabey diye açtım. Pepe'ydi. Pepe'nin güzel sesinden ilk defa nefret ettim. Metin Oktay'ın ölümünü haber veriyordu. Senin karşında son golü yiyen kaleci olmak isterdim, Metin ağabey, ama son öptüğün insan oldum. Ben yine telefonunu bekliyorum. Sen aramazsan ben nasıl olsa arayacağım. * * * 45'lik Plakta Ağları Yırtan İzzeddin Çalışlar 1971 - 72 sezonunda Galatasaray şampiyon olduğunda muhtemelen kimse "merchandising" ya da "promosyon" sözcüklerini duymamıştı. Buna rağmen, üstüste ikinci kez gelen şampiyonluğu kulübe gelir getirecek bir şekilde kullanmayı düşünen yönetim bir plak çıkarmayı düşündü. Henüz ne CD ne kaset olmadığından 33'lük ve 45'lik plaklar elden ele dolaşıyor, herkesin evinde hatta kimilerinin otomobilinde bile pikap bulunuyordu. Maçlar sadece radyodan anlatıldığı için de hiç bir maçın kaydı olmuyordu. O zamanlar henüz ne düzenli televizyon yayını ne de video vardı. Geçtiğimiz ay boyunca Dünya Kupası yayınlarında sesini tekrar duyduğumuz TRT'nin gür sesli spikeri Orhan Ayhan'la anlaşıldı ve plağı doldurmak üzere iki maçı sanki o an oynanıyormuş gibi anlatması istendi. Plağı doldurabilmek için bir yüzüne Galatasaray marşı kaydedildi, öteki yüzüne de iki maçtan üç gol anı. Bu iki maçtan biri Metin Oktay'ın her fırsatta dile getirilen ağları yırtan golü attığı maçtı. Plak, golü aynen şöyle anlatıyor: "Yıl 1959. 10 Haziran Çarşamba günü. Mithatpaşa'da öyle bir maç var ki sormayın. Galatasaray, Fenerbahçe'den şampiyonluk koparmak için sahaya çıkıyor. Favori ise Fenerbahçe! Sarı kırmızılı takımın kuruluşu şöyle: Turgay, Saim, İsmail, Ahmet, Ergun Dursun, İsfendiyar, Suat, Metin, Nuri, Mete. Galatasaray tam takım, Fenerbahçe de aynı şekilde. Maç zaman zaman ortalarda, zaman zaman da Galatasaray ceza sahası dışında cereyan ediyor. Fenerbahçe bastırmıyor değil, fakat Galatasaray da şu ana kadar gol yemiş vaziyette değil. 38. dakika doldu. 39.'ya girmek üzereyiz. Oyun çok rahat, ortalarda. Oyun bir anda yavaşladı. Nuri aldı, Niyazi'yle şöyle hafifçe birbirlerine bir omuz attılar. Nuri aldı topu, sol taraftan Metin'e doğru geçirdi. Niyazi hakeme işaret ediyor Markoviç'e, Yugoslav Markoviç'e işaret etti. 'Faul var' diyor. Hakem 'Oynayın' diyor, 'Devam'... Nuri'nin topu süzülüyor Metin'e doğru. Metin sol taraftan aldı. Kapalı tribünlerin önünden kayıyor, kayıyor. Tam çizgiye doğru paralel iniyor. Sol taraftan indi aşağıya doğru. Deniz tarafındaki kaleye doğru gidiyor Metin. Tehlikeli olabilir mi henüz belli değil. Osman üstüne çıktı. Bastı topa, çekti Osman'ı. Arkadan Naci yetişiyor. Kafasını kaldırdı Metin, çapraza baktı. Kalede Özcan var. Vurdu Metin, kaleye doğru gidiyor. Goool. Gooooooool. Metiiiiin. 1 - 0... Fenerbahçe: 0 Galatasaray: 1. Umulmadık anda umulmadık bir gol. Fenerbahçeliler 'Top avuta çıktı' diye itiraz ediyorlar. Ağları yırttı geçti top! Özcan şaşkın, taraftarlar şaşkın ama Galatasaray 1 - 0 galip durumda." Plak, burada bir müzik arası veriyor ve 1972 yılının en önemli maçına bağlanıyor: "Ne olduysa Giresun'da oldu. Bitti gözüyle bakılan lig, şampiyon adayı Galatasaray'ın 1 - 0 mağlubiyetiyle adeta yeniden başladı. Sarı kırmızılı çocuklara bugünkü maçta çok önemli görev düşüyor. Boluspor'u muhakkak yenmek zorundalar. Galatasaray, Nihat, Ekrem, Aydın, Muzaffer, Tuncay, Bülent, Metin, Ayhan, Gökmen, Mehmet, Uğur tertibinde ve Galatasaray takımı Boluspor karşısında ezici bir baskıyla oyunu götürüyor. 8. dakikaya geliyoruz. Ceza sahası içinde bütün Bolusporlu futbolcular durmuş vaziyetteler. Vedat aldı, ceza sahasının dışına doğru çıkardı topu. Kaptı Uğur. Birdenbire kaptı. Dışarı dışarı çekti. Tam çizginin yanında. Bahri kendisine doğru geliyor. Bastı çalımı, geçti Uğur. Kaptan ceza sahasına doğru paralel iniyor. Ortasını yapmak üzere soluna aldı. çevirdi topu birdenbire yaptı ortasını. Gökmen gerilerden koşuyor havalandı. Lütfü'yle beraber kafaya çıktılar. Kaleci Talip direğin diğer yanında. Vurdu Gökmen kafayı, ters taraftan gidiyor. Gooool. Galatasaray 1 - 0 galip durumda". Yine bir müzik arası ve tekrar aynı maça dönüyoruz: "Galatasaray yeni goller arıyor. Top şimdi Mehmet'te. Mehmet aldı, orta çizgiyi biraz geçti. Taç çizgisinin hemen içersinde. Kaydı kaydı Bülent'i gördü. Bülent aldı abisinden topu. İçeri doğru giriyor. İki çalım attıktan sonra, Gökmen'e verdi. Gökmen ceza sahasının bir iki metre dışında duruyor. Kendisine gelen topu şöyle bir tarttı. Birdenbire döndü. Ters tarafa vurmak üzere topu. Vurdu. Zımba gibi bir gol. Gooool. Son yılların en büyük golünü attı Gökmen. Ve böylece Galatasaray geçen seneden bu yana ikinci kez yine şampiyon. Galatasaray üstüsüte 2. kez şampiyon. şampiyon Galatasaray". Plak böylece bitiyor. O yıl bu 45'liği dinleyip bu heyecanlı anları yaşayanlar ertesi yıl Brian Birch yönetiminde Galatasaray'ın üçüncü kez şampiyon olacağını bilmiyorlar doğal olarak. Kaptan Uğur'un son sezonunda, takımda Nihat yerine Yasin'in, Mehmet'e "Büyük" sıfatını kazandıracak "Küçük" Mehmet'in de takviyesiyle Cim Bom yine şampiyon oldu ama plağın yenisi çıkmadı... * * * Özyaşam Öyküsü 2 Şubat 1936'da İzmir'de (Karşıyaka-Çiftefırınlar) doğdu. Karşıyaka Soğukkuyu İlkokulu, Alsancak İlkokulu, İnönü Lisesi ve Mithatpaşa Erkek Sanat Enstitüsü'nde (Mobilya bölümü) okudu. 15 yaşında Damlacık Kulübü'nde 8 numaralı formayı (8 numaralı forma çok sevdiği Sait Altınordu'nun forma numarasıydı) giyerek futbola başladı. Adnan Suvari'nin futbolcu-antrenör olarak görev yaptığı Yün Mensucat'a transfer oldu ve yeni forması altında 14 gol attı ve Genç Milli Takım aday kadrosuna çağrıldı. 11 Nisan 1954'te Belçika maçında ilk kez milli oldu ve 4-0 kazanılan maçın 2 golünü attı. Aynı yıl İzmirspor'a transfer oldu ve bu forma altında 17 gol atarak gol kralı oldu. İzmirspor da Mahalli Lig'i şampiyon bitirdi. 1955'te 19 yaşında Galatasaray'a transfer oldu. Galatasaray formasıyla ilk kez (28 Ağustos 1955) Beyoğluspor'a karşı oynadı ve ilk golünü attı. 1956 yılının Şubat ayında Millilerimiz Macarları 3-1 yenerken, 2 golü Lefter 1 golü Metin attı. 29 Ocak 1959'da İzmir'de Oya Sarı ile evlendi. 10 Haziran 1959'da Fenerbahçe ile oynanan Türkiye Ligi finalinin ilk maçının 37. dakikasında rakip kaleye ünlü "ağları yırtan gol"ünü attı. 22 Haziran 1959'da babasını yitirdi. Transfer döneminde İzmirspor'un o gün için çok büyük bir tutar olan 300.000 TL'lik transfer teklifini reddederek çok sevdiği kulübünde kaldı ve bu nedenle eşinden ayrıldı. 14 Eylül 1960'ta eksik askerlik yaptığı savıyla tutuklandı ve toplam 45 gün Paşakapısı ve Toptaşı Cezaevleri'nde kaldı. 18 Aralık 1960'ta İnönü Stadı'nda oynanan maçta Galatasaray Fenerbahçe'yi 5-0 yendi ve Metin 4 golün sahibi oldu. Temmuz 1961'de İtalya'nın Palermo Kulübü'ne transfer oldu. Haziran 1962'de yeniden Galatasaray'a döndü. 12 Mayıs 1965'te İstanbul'da Servet Kardıçalı ile evlendi. Aynı yıl "Taçsız Kral" filminde başrol oynadı. 9 Şubat 1966'da Zeynep adını verdikleri bir kız çocuğu oldu ama Servet ve Metin Oktay çiftinin "prenses"i ancak 6 saat yaşadı. 1969'da Galatasaray şampiyon, kendisi de gol kralı olduktan sonra, İstanbul ve İzmir'de yapılan jübilelerle futbolu bıraktı. 13 Eylül 1991'de bir trafik kazası sonucu aramızdan ayrıldı. Futbol yaşamı boyunca rakip fileleri tam 608 kez havalandırdı. 1 kez İzmirspor'da, 10 kez Galatasaray'da şampiyonluk gördü. 10 kez gol kralı oldu. (Biri İzmir Profesyonel Lig'de.) * 1956-57 İstanbul Profesyonel Ligi 17 gol. * 1957-58 " " " 19 gol. * 1958-59 " " " 22 gol. * 1959 Türkiye Ligi 11 gol. * 1959-60 Türkiye Ligi 33 gol. * 1960-61 Türkiye Ligi 36 gol. * 1962-63 Türkiye Ligi 38 gol. * 1964-65 Türkiye Ligi 17 gol. * 1968-69 Türkiye Ligi 17 gol. Maç başına 1.46'lık gol ortalaması kırılamadı. 40 kez milli oldu (4'ü Genç Milli Takım). 7 kez kaptanlık yaptı ve toplam 17 gol attı. Tüm futbol yaşamında 1 kez oyundan ihraç edildi (Bir Fenerbahçe maçında). |
02-07-2007, 01:08 AM | #4 |
Geçerken Uğradım
Kayit Tarihi: Sep 2006
Yaş: 36
Mesajlari: 56
Teşekkür Etme: 0 Teşekkür Edilme: 6 Teşekkür Aldığı Konusu: 4
Üye No: 18771
Rep Power: 1342
Rep Puanı : 403
Rep Derecesi :
Cinsiyet :
|
İsmet Gümüşdere
60 Yılın Efsane Fotoğrafçısı Metin Oktay'ın Fenerbahçe'ye attığı meşhur "ağları yırtan golü" anımsar mısınız? O golün göreni çok azdır. O maça gelenlerin sayısı, tam bilemiyoruz ama, 10 bin kişi kadardı. Ama o golü bütün Türkiye'ye tanıtan o unutulmaz kareyi kim anımsamaz? Topun ağları yırttıktan sonra kameraya doğru süzülüşünü… İşte o fotoğrafı çeken objektifin arkasında duran isim İsmet Gümüşdere'ydi. Türk spor tarihinin son 60 yıllık dönemine damgasını vuran, birçok unutulmaz anı bugüne taşıyan birçok unutulmaz diğer fotoğraflar gibi... İsmet Gümüşdere, 81 yaşına gelmiş yorgun bedenini derginin merdivenlerinde, bir delikanlıya taş çıkartırcasına taşırken, hepimiz, Türk Spor fotoğrafçılığının öncülerinden unutulmaz bir isimle tanışacağımız için heyecanlıydık. Billur gibi bir zihin, ayrıntıları en ince noktasına kadar aktarabilen bir dimağla karşılaştık. Dergimizde kullandığımız fotoğrafların orijinallerini getirip gösterdi bize. Ve daha bilinmeyen diğer eski Galatasaray fotoğraflarını… İsmet Gümüşdere ilk spor fotoğrafçısı olduğunu kabul etmiyor. "Ben ilk değilim, ilk Burhan Felek'tir. 1918 yılından önce bir dergi çıkartmış "Futbol" isminde. O derginin fotoğraflarını çeker ve yazılarını yazarmış. Bu işteki ustamız odur." diyor alçakgönüllükle. Gümüşdere'nin fotoğrafla ilk tanışması çocukluğunda olmuş: "Fransızların ünlü bir dergisi vardı: Nuar Print. O dergide o dönemki futbolcuların portreleri ve futbol maçları, resimleri olurdu. Ben onlara baka baka, içime o ateş 9-10 yaşlarında düştü. Bir fotoğrafçı dükkanında otururken bana makineyı ellemeyi, film yıkamayı öğrettiler. O duyguları hala içimde yaşıyorum." Spor fotoğrafçısı olmaya karar verişinin öyküsü çok ilginç Gümüşdere'nin. Küçükken götürüldüğü maçlarda çektiği eziyet onu fotoğrafçı yapmaya itmiş: "9 yaşındaydım ve seyirciler arasında sıkıntıdan patlardım, beni çok sıkıştırırlardı. Ama bir de bakardım bazı kişiler kale arkasında, boyunlarında fotoğraf makineleri, papyon gravatları, fötr şapkalarıyla özgürce dolaşıyorlar. Kendi kendime karar verdim. Ben de onlar gibi olacağım dedim". İsmet Gümüşdere, yüzlerce Galatasaray maçı seyretmiş. Özellikle Fenerbahçe'yle yapılan maçları hiç unutmuyor. "Çok olaylı maçlar yaparlardı. Kavgalar, gürültü patırtılar hiç eksik olmazdı" diyor. Gelenek hiç değişmemiş yani! İlk maçını hiç unutmuyor Gümüşdere. "Çalıştığım derginin sahibi Mithat Bey 'hadi seni bugün Fenerbahçe-Galatasaray maçına gönderiyoruz' dedi. Talimat verdiler: 'Galatasaray'ın kalesinin arkasında Fenerbahçe'nin attığı gol fotoğraflarını çekeceksin.' Maç sırasında Şeref Stadı'nın deniz tarafına bakan taç çizgisi kenarında Fenerbahçeli Küçük Fikret ve Galatasaraylı Bülent (Paytak) kavgaya giriştiler. Ben de bana denilenleri unuttum ve gittim fotoğraf çektim. Hiç bir foto muhabiri fotoğrafları çekmeye gelmemişti. Sevinçliydim, benden başka kimse çekmemişti o fotoğrafları. Ama birden sevincim kursağımda kaldı ve iki polis gelip beni kollarımdan tutup saha dışına çıkarmaya başladı. Basın kartım yokmuş! Beni daha önce hiç görmemişler. Derken papyon gravatlı, fötür şapkalı elinde fotoğraf makinesi olan bir bey polislerin yanına geldi ve beni kurtardı. Selahattin Giz'di. Galatasaray Lisesi mezunu ve Cumhuriyet Gazetesi foto muhabiri. Maçtan sonra beni aldı ve gazetedeki karanlık odasına götürdü." O karanlık odada yaşadıklarını ve hissettiklerini bugün bile unutmuyor Gümüşdere. Dağınık bir oda, 'pıt pıt damlayan bir musluk', ipe asılı çamaşır mandallarına tutturulmuş yüzlerce film. Ve Selahattin Bey radyoyu açıyor, boğuk bir ses odayı dolduruyor. "O ses benim hayatımın eksenini oluşturdu. Ünlü Fransız Şantöz Edith Piaf'ın şarkısı, 'la vie an rose'. ' Seni kollarıma aldığım zaman hayatı toz pembe görüyorum.' Ben o günden sonra her şeyi toz pembe görüyorum. Umut bende. Ürün veren bir tarla gibi hep umutla yaşadım. Umutsuz yaşamanın da yaşamak olmadığını algıladım." İsmet Gümüşdere, fotoğrafçılığa bakışını şöyle anlatıyor: "Benim için herşey bir bir kurgu gibidir. Ben anları ve o anlardaki duyguları yakalamaya çabaladım yıllarca. 9 yaşından bu yana duygularımı yoğun yaşardım. Dayım bize geldiğinde, biz fakir bir aileydik. Kapitone yorganı kafamızın üzerine çekerdik ve dayım bana orda Nazım'ın şiirlerini okurdu. Kitaplar bana çok şey kazandırdı. İyi fotoğraf çekmek için, çok kitap okumak gerekir. Bunlar insanı gidemediği yerlere götürüyor, oradaki insanların yaşamını anlatıyor. Benim fotoğraflarda espri yakalamam, biraz da bundan kaynaklanıyor." Gümüşdere'nin Yorumuyla Fotoğraflar İsmet Gümüşdere fotoğraflarından bir kısmını O'na sorduk. Fotoğrafları çektiği zamanı anımsadı, öncesiyle ve sonrasıyla birlikte… Gündüz Kılıç'la Soyunma Odasında Gündüz Kılıç benim çok sevdiğim bir ağabeyimdi. Maçlardan önce bir takım kritikler yaparım kendi kendime. Soyunma odalarını, idmanları takip ederim. Takip ettiğim bazı futbolcular üzerinde yoğunlaşırım. Maç saati geldiği zamanda o adamların benim düşündüğüm gibi aynı sınırlar içinde olduğunu da görürüm. Onu da çekerim. Gündüz Kılıç da hep maçlardan önce gelir bütün futbolcuların formalarını masaya kendisi tek tek dizer, futbol ayakkabılarını, kalecilerin kazaklarını koyar ve onları beklerdi. Bu işine sahip çıkmanın, işini sevmenin bir örneği olarak bana bir takım öğeler verdi. Ben Gündüz ağabeyin o anki görüntüsünden feyz aldım. Maytap Takımların sahaya çıkması bekleniyor. Taraftarlar sahaya böyle maytaplar atıyorlar. Fotoğrafçılar da onun resmini çekmeye çalışıyorlar. Burada bazıları çok dikkatli, fotoğrafı çekiyor ve bazıları da hiç umursamıyor. Olur mu böyle bir şey? Bak, bu, hiç bakmıyor, bu, ise sırtını dönmüş gidiyor. Saha içinde olan her şey her türlü hareket ve aktivite foto muhabirinin gözünden kaçmamalı. Yerim de farklı. Ben onların baktığı yerden bakarsam bu fotoğrafın güzelliğini veremem. Ali Sami Yen 20 Aralık 1964 yılında ilk açıldığı günkü fotoğrafı. Tribünde burada köfteci, sosisci tezgahı varmış. Burada yağlar kabarınca ortalık karışmış panik yaşanmış ve tribünden aşağı insanlar böyle döküldü. Bu resim bütün dünya basınında çıktı. Tribün çökmesi yok, kesinlikle yok. İnsanlar paniğe kapıldı o tezgahtaki yağlar parlayınca ve burada bir sene sonra bir kişi öldü. Ağları Yırtan Gol Haziran mevsimiydi. "Ağlar çürümüş, onun için koptu" falan demişlerdi. Halbuki ağlar kontrol edilmişti maçtan önce. Metin Oktay'ın kaleyi ışınlayan bir gözleri vardı ki ben onu görüyordum. Herkes göremiyordu. Metin daha çok futbolcusuz alanda futbolu bilirdi. Yani öyle bir alana geçer ki artık aptal bir futbolcu bile geri planda orta sahada ayağında top varsa, o topu Metin'e atmak zorunda kalırdı. Bunlar kaçınılmazdır. Öyle bir anda Osman Abanoz ve Naci Özkaya (Fenerbahçeli futbolcular) Metin'i takip ediyorlar ama onu tutmak imkansız. Onsekizin üzerine geldi patlattı sol ayağının üstüyle, kaleci Özen Arkoç da planjönünü yaptı, ama kısa kaldı. Ama orada Bir İsmet Gümüşdere vardı. Diğerleri maç bitiyor diye dağılmıştı. Bir de Hüseyin Kırca topu yarıda yakalamıştı. Benim için çok büyük bir keyif. Hala Galatasaray'ın müzesinde, taraftarların ellerinde hep o golün fotoğrafları çıkar. Ama benim adımı yazmazlar! Tartışma Yine Fenerbahçe-Galatasaray maçı. Selim Fenerli, Mustafa Galatasaray'lı ve bu da Nedim Doğan. Nedim çok yere düşen kalkan bir adamdı. Bir ara bunlar tartışıyorlardı. Selim dedi ki 'ya adamı öldüreceksin'. O da dedi ki 'ben bir şey yapmadım'. Sonra Nedim konuştu, 'kavga etmeyin, ben kendim düştüm!" Çamurlu Krampon İnönü stadı burası. Şampiyon kulüpler ve diğer yabancı maçlar için İstanbul'a İnönü stadını tetkik için gelirlerdi ve derlerdi ki "bu sahayı siz Gazo yapmazsanız (Fransızca, çim) burada maç oynatmayız" derlerdi. Bütün İnönü stadı böyleydi eskiden çamur içinde. Futbol ayakkabısının üzeri gözükmüyor bile. |
02-07-2007, 01:19 AM | #5 |
Geçerken Uğradım
Kayit Tarihi: Sep 2006
Yaş: 36
Mesajlari: 56
Teşekkür Etme: 0 Teşekkür Edilme: 6 Teşekkür Aldığı Konusu: 4
Üye No: 18771
Rep Power: 1342
Rep Puanı : 403
Rep Derecesi :
Cinsiyet :
|
Doğum Tarihi: 5 Şubat 1965
Boyu :1.74 Kilosu:74 Mevki:Orta sahada oynuyor. Futbol Kariyeri:FC Constanta'da başladığı futbol yaşamına, Sportul Studentesc, Steaua Bükreş, Real Madrid (1990), Brescia Calcio (1992), FC Barcelona (1994) ve Galatasaray'da devam etti. 1990, 1994 ve 1998 Dünya Kupaları'nda, EURO 96'da ve 3 maçta 2 kırmızı kart gördüğü EURO 2000'de forma giydi. 1985-86 sezonunda Sportul'da 31 golle gol kralı oldu. İŞTE HAYAT HİKAYESİ İki kere göç etmek zorunda kalan bir Makedon ailesinin çocuğu olarak yoksul bir çocukluk geçirdi. Köyde doğmuş, çamurların içinde, yalınayak, at kılından bir topun peşinde koşarak futbola başlamıştı. Romanya'nın komünist lideri Çavuşesku döneminde yıldız oldu. Ancak o devrildikten sonra yurtdışına çıkabildi. İşte İspanya'da aradığını bulamayan, Galatasaray'la UEFA Kupası'na uzanan Hagi efsanesinin kısa özeti... Gheorghe ve Sultana Hagi'nin oğlu Iancu, yine kendileri gibi göçmen olan Chirata'yla Köstence'de tanıştı ve çiftin dördüncü çocukları 5 Şubat 1965'da dünyaya geldi. Ailenin dördüncü çocuğuna büyükbabasının ve 9 aylıkken ölen ağabeyinin ismi verildi: Ama herkes ailenin yeni bireyine Gheorghe yerine, kısaca Gica diyordu. İLK TOPU DOMUZUN İDRAR TORBASI Gica'nın ilk topu, dedesinin kestiği domuzun idrar torbasını yıkayıp temizledikten sonra şişirip kuruttuğu ve torununa hediye ettiği yuvarlak biçimli oyuncaktı. Dört yaşında biraz daha ilerleme kaydetti ve büyükannesi Sultana'nın yaptığı kumaş topun peşinden koşmaya başladı. 6 yaşındayken ise Gica, annesinin kentten getirdiği ilk gerçek topuna sahip oldu. 1975 yılında antrenör Bükössi'nin himayesine giren Gica, yaşı tutmadığı için ilk resmi turnuvası için 1976 yılındaki İzciler Kulüpleri arasında Köstence'de düzenlenen çocuk turnuvasına kadar bekledi. 24 Mart 1978'de ise F.C. Köstence Kulübü'nün 97.515 No'lu kimliğine sahip oldu ve 13 yaşında resmi olarak da futbolcu olmuş oldu. Gica artık yükselişteydi. Hem kendi takımında, hem de çocuk millilerde mucizeler yaratıyordu. Lisenin yanı sıra futbola da devam eden Gica, lise son sınıfa geldiğinde 1. lig takımları peşine düşmüşlerdi bile. HAGİ İSMİNİN ANLAMI? Makedonya tarihinde Hagi ismini sadece Kutsal Dağı ziyaret edenler taşıyordu. Osmanlılar'dan alınan 'Hagi' veya 'Hagiu' sözcüğü, Makedonlar'da övülmesi gereken kişi anlamına gelirdi. Hagi'nin de atalarından biri Kutsal Dağı ziyaret ettiği için zamanla ailenin adı kaybolmuş, Hagi diye anılır olmuşlardı. ÇAVUŞESKU AİLESİ VE HAGİ Hagi, Romanya'da Çavuşesku ailesinin hüküm sürdüğü diktatörlük döneminde yetişti. Önce Üniversite takımı 'Universitatea Craiova' ile sözleşme imzaladı, Craiova Üniversitesi'nin İktisadi Bilimler Fakültesi'ne kaydını yaptırdı; Gençlik Bakanı ve Sportul Studentesc takımının fahri başkanı Çavuşesku'nun küçük oğlu Nicu tarafından istenince yatay geçişle Bükreş İktisadi Bilimler Akademisi'ne geçti. Sonra devreye Steaua Bükreş takımı girdi ve Hagi'yi almak için atağa geçti. Çavuşesku'nun kardeşi General İlie'nin araya girmesiyle Hagi, sivil personel olarak orduya, bir başka deyişle Steaua Bükreş'e transfer edildi ve efsane Steaua Bükreş'te şekillenmeye başladı. İLK MİLLİ MAÇ, LUCESCU VE İSTANBUL 1983'ün başında Milli takım antrenörü Mircea Lucescu, Hagi'yi kampa çağırdı ve Romanya Milli takımıyla 29 Ocak'ta dostluk maçı için ilk kez İstanbul'a geldi. Yıllar sonra Lucescu'yla İstanbul'da buluşacağını bilmeden maçı yedek kulubesinden izledi. BARCELONA ONA YARAMADI Hagi'nin sivil personel olarak orduya yani Steaua Bükreş takımına geçmesinden sonra profesyonel anlamda ikinci durağı Real Madrid oldu. 1990'da demokrasinin de gelişiyle yurt dışından teklifler almaya başlayacağından emindi. Avrupa'nın pek çok dev takımını peşinden koşturan Hagi, sonuçta Real Madrid formasını giyme kararı aldı. 94 sonrası Hagi'ye bu kez Johann Cruyff'un Barcelona'sı talip oldu. Anlaşma yapıldı ama Hagi'nin işi hiç de kolay değildi. Katalan takımında yabancı futbolcu konumunda Stoickov, Romario ve Ronald Koeman'la yarışması gerekecekti. Hagi'nin Barcelona günleri kariyeri açısından pek de iyi geçmedi ve 1996 yılının Mayıs ayında Hagi, Barcelona'daki son maçına çıktı. YA MEKSİKA, YA TÜRKİYE Barcelona macerasından sonra bir süre dinlenmek isteyen Hagi, 31 yaşına gelmiş olmasına karşın Avrupa'nın köklü kulüplerinden birinde forma giymekti. Menajeri Becali, Hagi'ye "Meksika'da oynamak ister misin?" diye sorduğunda önce büyük bir hayal kırıklığı yaşadı, daha sonra ise Türkiye'den bir takımın, Galatasaray'ın teklifini kabul etmeye karar verdi ve sarı-kırmızılı takımla 3 yıllık sözleşme imzaladı. VE GALATASARAY YILLARI Galatasaray takımının Hagi'nin futbol kariyerinde yadsınamayacak bir katkısı var.Hagi de Galatasaray'ın kariyerinin ilerlemesi konusunda önemli adımlar atılmasını sağladı. Galatasaray'da 4 Lig şampiyonluğu, pek çok kupa ve UEFA Kupası şampiyonluğu yaşayan Hagi Türk futboluna çok şey kazandırmıştır.Teşekurler Hagi...... |
02-07-2007, 01:19 AM | #6 |
Geçerken Uğradım
Kayit Tarihi: Sep 2006
Yaş: 36
Mesajlari: 56
Teşekkür Etme: 0 Teşekkür Edilme: 6 Teşekkür Aldığı Konusu: 4
Üye No: 18771
Rep Power: 1342
Rep Puanı : 403
Rep Derecesi :
Cinsiyet :
|
WORLD SOCCER DERGİSİNE VERDİĞİ RÖPORTAJ
O "Karpatlar'ın Maradonası", Galatasaray'ın yıldızı, sahaların hırçın futbolcusu... Rumen futbolunun efsanevi yıldızı Hagi, World Soccer Dergisi'nin Nisan sayısında Fatih Terim'den Hakan Şükür'e , İtalya ve İspanya macerasından futbolu bıraktıktan sonra ne yapacağına kadar bir çok soruya açıklık getirdi. Kötü veya değil. Fakat yaşım bana başka bir seçenek tanımıyor. Artık futbol oynamadan geçen bir hayata alışmam gerekiyor. Belli ki bu benim için zor olacak, fakat diğer taraftan hala 90 dakika oynayabiliyorken futbolu bırakmanın benim için daha iyi olacağı kanaatindeyim. Doğrusu yedek kulübesinde oturup, taraftarları utandırmak istemiyorum. Aşırı yorgunluk hissediyor musun? 23-24 yaşındaki oyuncular bile maçtaki tempe nedeniyle oyundan Düşüyorsa, ben 36 yaşındayken farklı olarak ne hissedebilirim ki? Galatasaray, Şampiyonlar Ligi'nde nereye kadar gidebilir? Eğer gruptan çıkarsak finalde San Siro'daki yerimizi alırız. Bundan kesinlikle kuşkum yok. Formumuzun zirvesindeyiz, harika bir kondisyonumuz var ve çok iyi top oynuyoruz. Gerçekten final oynayacağınıza inanıyor musun? Geçen yıl Milan'ı kupalardan eledik. Bu yıl ise onların sahasında final oynayacağız. Bu bizim kaderimiz. Herşey önceden belirlenmiş Bu yılki Galatasaray daha uyumlu gibi gözüküyor. Peki bu durum Fatih Terim zamanında nasıldı? Konu Fatih Terim faktörü değildi. Asıl faktör, kimse bizim kim olduğumuzu ve nasıl oynadığımızı bilmiyordu, oynadığımız futbolla herkesi şaşırttık. Fakat artık, diğer takımlar bizi inceliyorlar, bizden korkuyorlar ve oyun tarzımıza karşı taktik geliştiriyorlar. Fakat artık değiştik ve oyun içindeki bütün olasılıkları göz önünde bulunduruyoruz, çünkü yüksek seviyede oynadığımız bir çok maç bize çok değerli tecrübeler kazandırdı. Terim'in Türkiye'deki durumu nedir? Burada Türkiye'de, Terim'e harika bir adam gözüyle bakılır. Hepimiz onun hayranıyız. 5 ay içinde Fiorentina'da olağanüstü bir başarı gösterdi. O gerçekten de olağandışı bir insan. Her takımda teknik direktörlük yapabilir. Birçok gencin idolüsün. Peki gençliğinde örnek aldığınız kişi kimdi? Çocukken, çok fazla uluslararası maç izleme şansı bulamıyorduk. Fakat daha sonra Johan Cruyff'un en iyi oyuncu olduğunun farkına vardım. 1994 yılında Barcelona'ya gittiğimde Cruyff, Barcelona'nın teknik direktörlüğünü yapıyordu. Ben de bu yüzden oraya gittim zaten. Gerçekten de muhteşemdi, her zaman takıma girme şansı bulamasam bile. Cruyff'la çalışmak gücümü yerine gatirdi. O inanılmazdı, onun kadar iyisi yok gerçekten. Küçükken beni etkileyen Rumen oyuncu ise Anghel Iordanescu'ydu. Yaratıcı ve üstelik de solaktı. Daha sonra ise Steaua'da ve milli takımda koçluğumu yaptı. Bunlar benim için anlatılamayacak duygular. 1990 yılında Romanya'dan ayrıldın ve böylece bütün yıldız oyuncuları görme şansını yakaladın. Özel olarak kim seni etkiledi? 25 yaşında sadece kendinizi model alır ve sadece kendi oyununuzu geliştirmeye çalışırsınız Geçen 20 yıllık süreç içersinde futbolda hoşlanmadığın birşey var mı? Günümüzde, sadece hızlı koşuyorsan veya fiziksel olarak güçlü olduğunuzda iyi olarak değerlendiriliyorsun. Peki ya bireysel yetenek? Bence artık yavaş yavaş futbolun temeli olan bireysel yeteneklerin de ön plana çıkmasına izin verilmeye başlandı, bir bakıma geri dönüş yaşanıyor yani... Bence İtalya, futbol organizasyonu ve servis açısından hala en iyi model. Kimse maça İtalyanlar'ın hazırlandığı gibi hazırlanmıyor. Belki sonuç bir kaç yıl öncesinden çok farklı olmayabilir. Futbolda kazanır veya kaybedersin; fakat inanın bütün dünya İtalyan futboluna gıpta ile bakıyor. Bu iyi bir durum çünkü herkes dikkatini yoğunlaştırıyor ve İtalyan futbolundan birşeyler öğrenmek istiyor. Galatasaray'a dönelim. Sence hangisi daha iyi: Jardel mi, Hakan Şükür mü? Çok hassas bir soru. Jardel, Hakan, gol atan oyuncular. Fakat her oyuncunun bir başkasından daha iyi olduğu zamanları vardır. Jardel, Galatasaray'da sürekli gol atıyor, fakat İnter'in eski koçu Lippi, Jardel'i fazla hareketli olmadığı için istemedi. Bununla birlikta Lippi, sürekli hareket halinde olan fakat Jardel kadar gol atamayan Hakan'ı aldı. Hakan, çok önemli anlarda gol atıyor fakat devamlı olarak ilk 11'de başlayamıyor. Süreklilik bir forvet için hayati önem taşıyor. Eğer Hakan sürekliliği sağlarsa, onun Galatasaray'dayken attığı gollerin aynısını İnter'de de görebilirsiniz. Neden hiç Avrupa'da yılın futbolcusu seçilmedin? Çünkü Romanya'da doğdum. Bu gerçekten de önemli bir nokta mı? Yeterince önemli. 25 yaşındayken büyük bir kulüp olan Steaua Bükreş'te oynuyordum. Zamanın en büyük Avrupa kulübünde. Fakat gerçek olan şu ki bir Romanya kulübüydü ve bu da benim aleyhime oldu. Vatandaşın Adrian Mutu 1.7 milyon sterline İnter'e transfer olurken, Ukraynalı Shevchenko 15 milyon sterline Milan'a, Yugoslav Mateja Kezman ise 10 milyon sterline PSV'ye transfer oldu. Aradaki bu farkı neye bağlıyorsun? Çünkü Steaua artık büyük kulüp değil. İnsanlar Romanya'ya geliyor ve oyuncuyu sadece bir kez izliyorlar ve oyuncunun gerçek özelliklerini göremiyorlar. Böylece futbolcuyu geleceği parlak bir oyuncu olarak veya risk alarak transfer ediyorlar ve bu çeşit oyuncular oldukça düşük ücretlerle transfer oluyorlar. Shevchenko ve diğer Dinamo Kiev oyuncuları Şampiyonlar Ligi'nde oynadı, bu da onların nasıl birer oyuncu olduklarını ve gelecekteki değerlerini anlamayı kolaylaştırdı. Eğer Steaua'nın yıldızı Avrupa'da tekrar parlasaydı, Rumen oyuncularının fiyatı da tekrar yükselirdi. Bu sence mümkün mü? Bu tamamiyle Romanya'daki kulüp başkanlarının planlarına bağlı. Milli takımda artık oynamak istemediğini söylemen gerçekten de kötü bir haberdi. 17 yıl Romanya formasını giydikten sonra "Artık yeter" deme hakkını kazandım. Artık her 3 günde bir 90 dakika forma giyemiyorum ve daha azı da beni tatmin etmiyor. İnsanlar sahada 'harika bir Hagi' görmeye alışmışlardı, kesinlikle böyle bir imajı bozmak istemezdim. Halefini bulmaya çalışıyorlar. Sence bu kim olabilir? Çok sayıda yetenekli genç var ama herhangi bir isim veremem çünkü bu onların kendilerini büyük görmelerine neden olabilir Devam et bize bir isim ver? Peki, Alin Stoica. Hagi olmak için neler yapmak lazım? Sabırlı, inatçı olmalı, size inanan bir takım bulmalısınız; böylece düzenli olarak takımda yer alma şansını yakalarsınız. Bu da gelişmenizi ve takımın önemli oyuncularından biri olmanızı sağlar. Benim için Steaua'da oynamak büyük bir şanstı, çünkü harika kulüp ve harika bir takım. Biraz da Türk futbolundan konuşalım. Şu anda transferlerde çılgın rakamlar ödeniyor Evet, fakat aynı şeyleri İtalya ve İspanya'da da görebilirsiniz. İnanıyorum ki David Beckham'la astronomik bile ücret ödeyerek bile olsa, bir kontrat imzalamak çok da kötü bir fikir değil. Türkiye'de de bazı oyuncular için 'normal' diyebileceğimiz rakamlar ödeniyor. Yıldız oyunculara Türkiye'ye gelmelerini önerir miydin? Olmaması için hiçbir sebep göremiyorum. Türkiye birçok konuda ilerleme kaydetti. 5 yıl önce Türkiye'ye geldiğimde herşey çok farklıydı. Bugün ise kulüpler çok daha iyi organise olmuş durumda. Türk futboluna en büyük etkiyi kim yaptı? Hiç şüphesiz Almanlar. İlk yabancı oyuncu ve teknik adamlar Almanya'dan gelmiş 20 yıllık futbol yaşantından sonra hiç pişmanlık duyduğun oldu mu? Hiç olmadı. Üzüntülerden söz edebiliriz ama pişmanlıktan asla. 1990 yılında Real Madrid'le anlaştığında bile mi? Hayır, çünkü o zaman Real doğru seçimdi, diğer takımlardan bir çok teklif olmasına rağmen. Seni en çok üzen şey neydi? İtalya'da büyük bir kulüpte oynayamamak. Milan gibi pek çok kulüpten teklif almıştım... 24 Nisan'da jübile maçın var. Karpatlar'ın Maradona'sı olarak çağrılıyorsun. Fakat gerçek Maradona'yı davet etmediğin söyleniyor Henüz hiçbir şeye karar vermedim. Futbolu bıraktıktan sonra ne yapmayı planlıyorsun? Teknik direktör olmayı... Özellikle bir yer var mı? Hayır. Bu konuyu düşünmedim. O zaman beni kim ister bilemiyorum. Altyapıda antrenörlüğe başlamak ister miydin? Hayır. İnanıyorumki bir kere belirli bir seviyeye ulaştığın zaman onun altına inmemelisin. |
02-07-2007, 01:19 AM | #7 |
Geçerken Uğradım
Kayit Tarihi: Sep 2006
Yaş: 36
Mesajlari: 56
Teşekkür Etme: 0 Teşekkür Edilme: 6 Teşekkür Aldığı Konusu: 4
Üye No: 18771
Rep Power: 1342
Rep Puanı : 403
Rep Derecesi :
Cinsiyet :
|
BASINDA HAGİ İLE ÇIKAN İLGİNÇ YAZILAR
GÖZÜ TEKNİK DİREKTÖRLÜKTE (France Football) Hagi için de ''Romanya futbolunun rekortmeni Hagi, 117 milli maça rağmen çok mütevazi'' değerlendirmesini yapan France Football, Hagi'nin gönlünde teknik direktörlük yattığını yazdı. Hagi'nin milli takımda çalışırsa Popescu ile birlikte görev yapabileceğine değinen dergi, ''Hagi Fransa 98 sonrası futbolu bırakma kararı almıştı, ancak G.Saray'da yaşadığı 3 şampiyonluk sonrası Romanya taraftarının da baskısına dayanamadı. Popescu ile uzun vadeli projeleri var. 2 süper profesyonel, yıllardır, hasta, satılmış, dengesiz, şiddetin hüküm sürdüğü Rumen futbolundan çok çektiler. İkisinin de kredisi çok büyük'' değerlendirmesini yaptı. ''Ben futbolun şeytanıyım. Maç kazanmak için inançlı, hırslı, rakibine, arkadaşına kızan futbolcuyum'' diyor . İLGİNÇ ENSTANTANELER HAGİ'SİZ CİMBOM'UN TADI YOK Galatasaray'da dün Hagi'nin yokluğu 90 dakika boyunca hissedildi. Sarı kırmızılılar beklenmedik derecede kötü oynadılar. Bunda takım içindeki ''ağabey'' Hagi'nin yokluğu önemli bir etkendi. İşte Hagi'siz Cimbom'un aksayan yönleri: Hagi yoksa biz de yokuz Adapazarı'nda maç öncesi ilginç bir gelişme yaşandı. Sakaryaspor- Galatasaray maçı için çevre il ve ilçelerden gelen Galatasaraylı taraftarlar, Hagi'nin kadroya alınmadığını öğrenince stata girmediler. Bazı sarı kırmızılı taraftarlar, ''Galatasaray bu turu geçer. Bizim için önemli olan futbol ilahı Hagi'yi çıplak gözle seyredebilmek. O yoksa maça girmenin de anlamı yok'' dediler ve bilet almadılar. MAÇ İÇİNDE KONUŞMASI BİR GOLÜN HİKAYESİ Hagi ile Sergen, yan yana oynadıkları ilk maçta mükemmel bir uyum sergiledi. Serbest atıştan kazanılan gol, bu ikilinin ne kadar iyi anlaştığının kanıtıydı. Yanıma gel, acele etme Oyunun 25. dakikasıydı. G.Saray bir serbest atış kazandı. Topun başında iki usta ayak; Hagi ile Sergen yan yanaydı. İşte, golle sonuçlanacak bu pozisyon öncesi iki futbolcu arasında geçen diyalog.... Hagi: ''Sergen, buraya gel, hiç acele etme. Ben şimdi topu sana yuvarlayacağım. Sen, topa basacak ve geri kaçacaksın. Tamam mı, anlaştık mı?'' HAGİ İÇİN ŞARKI BESTELENDİ 63 yıldır yenemedikleri Macaristan maçında son kez Romanya Milli Takımı formasını giyen G.Saray'ın yıldızı için Çavuşesku'nun şairi Paunescu şarkı besteledi. EN İYİSİ İÇİN Yuva sevgisi, halk sevgisi Yerinde durmana izin vermiyor Sen kötüleri unut Evine dön, halkına hizmet ver *** Oynamamak kararının sebepleri Her ne kadar felaket ve tepki olsa da Ülkemizin ve kendi iyiliğin için En iyisi olmak senin görevindir *** Her ne kadar hayaller Bu yola çağırdıysa Yalnız yaşayamazsın Gidecek başka yerin olmayınca *** Şimdi kırmızı, sarı, mavi bayrağımız Asker olarak sana ihtiyacı var Annenin ve babanın anıları için Geri dön ve savaşa tekrar gir *** Siz Makedonların Ne kadar iyi Rumen olduğunu Bir daha göster bize Dönüşünün mutluluğunu tadalım seninle TAKIM ARKADAŞININ DEĞERLENDİRMESİ Emre: Hagi hakem gibi Tepkisi dinmiyor İstanbulspor'un genç futbolcusu Emre Aşık, G.Saraylı Hagi'ye ateş püskürüyor. Hafta sonu oynanan maçta G.Saray'ın Rumen oyuncusunun kendisine yaptığı kasıtlı harekete tepkisini sürdüren Emre, Hagi'nin saha içindeki tavırlarını değerlendirirken, ''Sahada hakem gibi, herşeye müdahale ediyor'' dedi. Güvendiği birşey var! Hafta sonunda yapılan karşılaşmada, skor 0-0'ken ceza alanı içinde kendisine dirsek atan Hagi'nin saha içinde çok cesur ve rahat davrandığını kaydeden Emre, ''Hagi bunu daha önceki maçlarda da yaptı. Güvendiği birşeyler var ki, yaptığı hareketten dolayı atılmayacağını biliyor'' dedi. EMREYİ AFFETMEYECEĞİM İstanbulspor maçında Emre'ye dirsek attığı için önce tedbirsiz, ardından da tedbirli olarak ceza kuruluna sevk edilen Hagi suskunluğunu bozdu. 3.5 yıldır Türkiye'de futbol oynadığını hatırlatan Hagi, ''Saha içinde böylesine küfür eden bir futbolcuyu ilk kez gördüm. Ölmüş anneme küfür eden Emre'yi hiç affetmeyeceğim'' dedi. MARADONA Maradona,G.Saray'ın yıldızı için, ''Eline bir daha böyle fırsat geçmez'' diyen ünlü futbolcu, Hagi için de ''Ününü duydum. O yaşına rağmen hala oynuyorsa gerçek bir profesyoneldir. Ben bunu yapamadım'' dedi. |
02-07-2007, 01:20 AM | #8 |
Geçerken Uğradım
Kayit Tarihi: Sep 2006
Yaş: 36
Mesajlari: 56
Teşekkür Etme: 0 Teşekkür Edilme: 6 Teşekkür Aldığı Konusu: 4
Üye No: 18771
Rep Power: 1342
Rep Puanı : 403
Rep Derecesi :
Cinsiyet :
|
Adı: Galatasaray Spor Kulübü
Kuruluşu: 1905 Sonbaharı Kurucuları: Ali Sami Yen, Asım Tevfik Sonumut, Emin Bülent Serdaroğlu, Celal İbrahim, Bekir Sıtkı Bircan, Reşat Şirvanizade, Refik Cevdet Kalpakçıoğlu, Abidin Daver Kurulduğu Yer: Galatasaray Lisesi 5. sınıfı İlk Renkler: Kırmızı-Beyaz ( Sonradan Sarı- Siyah ve Sarı -Kırmızı) İlk Lokal: Galatasaray`da Bulgar Sütçü`nün Dükkanı İlk Amblem: Tobler Çikolatasındaki kartal İlk Başkan: Ali Sami Yen İlk Maç: Galatasaray- Kadıköy Faure Mektebi (2-0) İlk Spor Dalı: Futbol İlk Şampiyonluk: İstanbul Pazar Ligi Şampiyonluğu Kuruluş Hedefi: " İngilizler gibi toplu halde oynamak, bir renge ve isme sahip olmak. Türk olmayan takımları yenmek |
02-07-2007, 01:20 AM | #9 |
Geçerken Uğradım
Kayit Tarihi: Sep 2006
Yaş: 36
Mesajlari: 56
Teşekkür Etme: 0 Teşekkür Edilme: 6 Teşekkür Aldığı Konusu: 4
Üye No: 18771
Rep Power: 1342
Rep Puanı : 403
Rep Derecesi :
Cinsiyet :
|
Galatasaray ' ın ilk amblemi, 333 Şevki Ege tarafından çizildi. Bu, ağzında futbol topu olan kanatları gerili bir kartaldı. "Kartal", Galatasaray'lıların üzerinde durduğu bir amblem örneğiydi. Ancak, kartal adı benimsenmeyince, Şevki Ege'nin kompozisyonu bir kenara itildi. Sonraları , GS amblemi doğdu ve benimsendi. Suat Başar,Galatasaray ambleminin nasıl doğduğunu şöyle anlatıyor: Yıl 1923… O yıl biz "cinquieme" da, yani lise 1' deydik. Arkadaşlarımızdan 74 Ayetullah Emin, sıra arkadaşı Şinasi (Şahingiray), ile birlikte her hafta "Kara kedi" %90 nispetinde Ayet'in inci gibi el yazısı ile yazılmıştır. Ayet, bir taraftan mecmuasının yazılarını temize çekerken, bir yandan da sahifelerini ve bilhassa kapak vazifesi gören ilk sahifesini süslerdi. Bir defasında bu kapakta hepimiz basit fakat zarif çizilmiş bir "Gayin -Sin" gördük. Kırmızı Gayin' ın içine sarı bir "Sin" oturtulmuştu. Hendesi çizgilerle ve muayyen ölçülerle resmedilmiş olan bu şekil , kulübümüzün, yalnız kulübün değil, bütün Galatasaray ' lılığın remzi olacaktı. Ama, her şeyden evvel bu şekli kulübün kongresine teklif etmek lazımdı. Bu teklifi kim yapacaktı? Tasarladığımız arkadaş çekingendi ve kongre günü yaklaşıyordu. Nihayet o gün geldi. 1923 yılında, bir gün mektebin resim sınıfında kalabalık bir kongre toplandı. Ne ateşli, ne heyecanlı bir kongreydi o. Kimler yoktu ki? Belli ki Galatasaray yeni hamlelere hazırlanıyor, spor sahasında yeni inkilaplar yapacak, memlekette yeni çığırlar açacak. Teklifler ve kararlar bibirini kovalıyor. Şinasi arkadaşımız Ayet'den "Gayin-Sin" resmini almış, kongreye teklif edecek, ama o da çekingen,arka sıralarda oturmuş bekliyor. Nihayet Şinasi'nin yanında oturan Dr. Namık (Canko) merhum , söz alıp ortaya çıktı ve: Arkadaşlar, genç kardeşlerimizden Şinasi Reşit, kongremize bir rozet şekli getirmiş, kulübümüzün remzi ven rozetimizin şekli olarak kabul edilmesini teklif ederim, dedi. Büyük bir resim kağıdına çizilmiş ve renklerimizle boyanmış "Gayin-Sin" i ortaya çıkardı. Teklif alkışlar arasında ittifakla kabul olundu. Ayet, yalnız eski harflerle "Gayin-Sin" çizmekle kalmamış, aynı uslupla bir de "GS" yaratmıştı. Bunların asılları Ayet'in Şinasi'nin yardım ile çıkardığı haftalık el yazısı "Kara Kedi" mecmuasındadır. "Gayın-Sin" ilk defa 1925 de kurulan Galatasaray talebe sandığının hazırladığı mektup, kağıt ve zarflarına basıldı. Yine, 1925 de kabul edilen lise kasketine ve daha sonra lise ceketlerine işlendi. Bazı imkansızlıklar, rozetin yapılmasını geciktiriyordu. Nihayet bunu da sıra gelince, şekiller o zaman eski İpek sinemasının kapısındaki dükkanlardan birinde Besim Koşalay ile birlikte tuhafiye mağazası açan Nihat Bekdik'e verildi. Bir aksilik eseri bunlar kayboldu. O zamanki İdare Heyetinin bastırdığı matbualarda ve yaptırdığı rozetlerde Ayet'in eseri biraz şekil değiştirdi. GS nin yaratıcısı Ayet Emin'i 29 eylül 1931 de toprağa verdik. Dr. Namık ağabeyimiz 1933 yılında aramızdan ayrıldı. Allah Şinasi Şahingiray arkadaşımıza uzun ömürler versin. GS yi gördükçe, her üçünü hatırlar, ebediyete tevdi ettiklerimizi rahmetle yadederim. |
02-07-2007, 01:20 AM | #10 |
Geçerken Uğradım
Kayit Tarihi: Sep 2006
Yaş: 36
Mesajlari: 56
Teşekkür Etme: 0 Teşekkür Edilme: 6 Teşekkür Aldığı Konusu: 4
Üye No: 18771
Rep Power: 1342
Rep Puanı : 403
Rep Derecesi :
Cinsiyet :
|
1905-1906 Nikolof (Futbolcu)-Bulgaristan
1907 Emin bülent (Futbolcu) 1908-1911 Horace Armintage (Futbolcu) 1911-1914 Emin bülent (Futbolcu) 1915 Sadi Bey 1916-1917 Ali Sami Yen 1919-1921 Necip Şahin (Futbolcu) 1922-1923 Adil Giray (Futbolcu) 1924-1928 Billy Hunter- İskoçya 1929 Nihat Bekdik (Futbolcu) 1930-1931 Lamberg- Macaristan 1931-1932 Fred Pegnam- İngiltere 1933-1936 S. Pedeafoot- İngiltere 1937 Hans Baar- Avusturya 1938 Peter Szabo- Macaristan 1938-1939 Peter Tandler- Avusturya 1939 Hayman- İngiltere 1939-1940 C. Zaharczuk- Polonya 1941-1945 Jhon Begget- İngiltere 1945-1946 Miço Dimitriyadis 1947 J. Szweng- Macaristan 1947-1949 Pat Molloy- İngiltere 1950-1952 D. Lockhead- İngiltere 1952-1953 Gündüz Kılıç 1953-1954 Lazlo szekelly- Macaristan 1954-1957 Gündüz Kılıç 1957-1958 George Dick- İngiltere 1959-1961 Remondini- İtalya 1961-1963 Gündüz Kılıç- Çoşkun Özarı 1964-1967 Gündüz Kılıç 1967-1968 Eşfak Aykaç- Bülent eken 1968-1970 Kaleperoviç- Yugoslavya 1970- 1971 Coşkun Özarı 1971-1972 Brian Birch- İngiltere 1972-1973 Brian Birch- İngiltere 1974-1975 Don Howe- İngiltere 1975-1976 Mansell- İngiltere 1976-1977 M. Allison- İngiltere 1977-1978 Fethi Demircan 1978-1979 Coşkun Özarı 1979-1980 Turgay Şeren 1980-1982 Brian Birch- İngiltere 1982-1983 Özkan Sümer 1983-1984 Tomislav İviç- Hırvatistan 1984-1988 Jupp Dervall- Almanya 1988-1990 Mustafa Denizli 1990-1991 Siggi Held- Almanya 1991-1992 Mustafa Denizli 1992-1993 Karlheinz Feldkamp- Almanya 1993-1994 Rainer Hollmann- Almanya 1994-1995 Reinhard Safting- Almanya 1995-1996 Graeme Souness- İskoçya 1996-2000 Fatih Terim 2000-2002 Mircea Lucescu-Romanya 2002-2004 Fatih Terim 2004 HAGİ |
Bu Konudaki Online üyeler: 2 (Üye Sayisi : 0 Ziyaretçi Sayisi : 2) | |
|
|
Benzer Konular | ||||
Konu | Konu Baslangic | Forum | Cevaplar | Son Mesaj |
Unutulmayan | F.S.Mehmet1453 | Eskiler (Arşiv) | 0 | 07-11-2008 12:21 PM |
Unutulmayan AŞklara | didoş | Eskiler (Arşiv) | 2 | 07-10-2007 12:31 PM |
Efsanelerimiz-2 | CaKaLBoT | Eskiler (Arşiv) | 0 | 07-02-2006 01:16 PM |
Efsanelerimiz | CaKaLBoT | Eskiler (Arşiv) | 2 | 07-02-2006 01:35 AM |
Tv den unutulmayan anlar | charlie | Eskiler (Arşiv) | 3 | 05-01-2006 09:33 AM |