|
İçinizi Dökün Hatıralariniz..Sirlariniz..Nefretiniz.. Kinleriniz..Sinirleriniz..Vazgecip Soyliyemediginiz, Disariya Anlatamadiginiz,Merak Ettikleriniz.. Ne varsa buyrun... |
|
Konu Seçenekleri | Görünüm Şekli |
05-14-2010, 10:40 PM | #1 |
Yeni Üye
Kayit Tarihi: Sep 2008
Nerden: Eskişehir
Yaş: 38
Mesajlari: 13
Teşekkür Etme: 1 Teşekkür Edilme: 2 Teşekkür Aldığı Konusu: 2
Üye No: 55166
Rep Power: 1189
Rep Puanı : 110
Rep Derecesi :
Cinsiyet : Erkek
|
Bir sabah hikayesi
(Derin bir nefes ardından kısa bir esneme.)
Tepemde 3 adet fosforlu yıldız. Elimin yanında beyaz bir gömme dolap. Kulağımın dibinde ise susmak nedir bilmeyen lanet bir saat. Oldukça karanlık bir oda, camdan girmeyi başarıpta perdenin savunmasını geçebilmiş birkaç huzme ışık müfrezesi de olmasa... Ayaktayım ama ayaklarım benim mi yoksa değil mi bilmiyorum, onları hissedemiyorum. Eşlerinden biri daimi suretle kayıp olan terlik teki ayağıma sırnaşmakta, tıpkı yalnızlık içinde ki ben gibi... Artık eskiliği yüzünden okunan emektar bir halı saygısından olsa gerek ayaklarım altın uzanmakta. Şartlanmışçasına işaret parmağım bilgisayarın açma düğmesinde, tereddütsüz baskı uygulamakta. Ve işte açılıyor dünyamın sanal yansıması kah siyahlıklar içinde kah belirsiz parıldamalar ölümün rengindeki siyah monitörde... Mouse deniliyormuş adına nedensizce yanıp sönen imleç isimli köleyi yöneten bir şerifmiş o, kimi zaman sanal yansımayı açan parmak kimi zamansa emektar halıya basmakta olan bir ayakmış... Kırmızı bir ışık var gözlerinde öfkeyi çağıran... Keskin, canlı, ama süreksiz bir ışık... Hayatımın ilişkileri gibi kısa parıltılar arkasında sadece karanlık... Explorer mı neymiş bilmemki dünyanın kapısının adı, mouse ise ilerleyip seçti onu açıldı dünyamın yol haritası... Beyaz köşede facebook denilen bir cafe, kırmızı köşedeyse mynet denilen bir başka kahvehane... Çalan gong ile birlikte başlıyor amansız mücadele bakalım kim kazanıcak... Ne garip cümle aslında ortada ne kazanan var ne kaybeden benden başka... Evet izleyenler bu müsabakada berabere sonuçlanıyor... Ve taraflar yerlerine dönüyorlar... Ardından bizim şerif yol değiştiriyor, çaprazlanmış sarı-kırmızı, yeşil-mavi desenli garipsenen şekildeki bir yuvarlağı aktifliyor ve oradan da openoffice.org diye bir başka köleyi uyandırıyor... Bomboş bembeyaz bir tarla üzerinde varlığıda yokluğu gibi önemsenememiş bir çiftçi yanıp sönüyor nefes alıp verip yaşamaya çalışırcasına... Elinde kazma kürek, yarıyor karnını umursamadan safya denilen uçsuz bucaksız tarlanın... Ekiyor birşeyler ama yenilemiyor... Biçiyor başakları ama öğütemiyor... Biliyor, sanki onlar ondan çok mu farklı... Var ile yok arasındalar şu garip çiftçi gibi... Kurumaktalar bir kenarda... Değiller kimsenin umurunda, farkedilemezler, görünemezler, okunamazlar, silinemezler, yakılamazlar... Ama dururlar sonsuza dek... Yalnızdır hepsi tıpkı sahipleri gibi... Ne bir sevgili bekler onları ne de bir başkası... Saati merak ediyor beyin denilen düşünmekten, hissetmekten, üzülmekten yorulmuş yönetici... Ve onun emriyle bakıyorlar göz adı verilmiş kulları seside kendisi gibi karanlık saate... Son noktayı koyuyor ve dünyayı kapatıp gidiyor kalbi duvardaki çatlaklar arasında kalan kişi... Neden mi? Gitmezse nefes aldığı havasını kaybedecek... Ve bir daha ne yansıması kalacak dünyasının ne de kendisi....
__________________
|
05-15-2010, 06:12 PM | #2 |
Yeni Üye
Kayit Tarihi: Feb 2009
Yaş: 48
Mesajlari: 5
Teşekkür Etme: 1 Teşekkür Edilme: 0 Teşekkür Aldığı Konusu: 0
Üye No: 76675
Rep Power: 0
Rep Puanı : 10
Rep Derecesi :
Cinsiyet : Erkek
|
Teşekkürler
|
Bu Konudaki Online üyeler: 1 (Üye Sayisi : 0 Ziyaretçi Sayisi : 1) | |
|
|