06-09-2009, 12:11 PM | #1 |
Geçerken Uğradım
Kayit Tarihi: Jun 2009
Nerden: Tinos, Ellinikh Dimokratia
Yaş: 35
Mesajlari: 65
Teşekkür Etme: 0 Thanked 1 Times in 1 Post
Üye No: 83585
Rep Power: 1151
Rep Puanı : 885
Rep Derecesi :
Cinsiyet : Bayan
|
3-Essiz Bir Karakter
Bundan birkaç yıl önce pek fazla tanımadığım bir gençten bir mektup aldım.
"Büyük bir gerçeği keşfettim" diyordu. "Yüce Tanrı'nın iki tane Oğlu vardır. Birincisi İsa Mesih, ikincisi de benim." Mektubun üst tarafındaki adrese bir göz attım. Tanınmış bir akıl hastanesinden gönderilmişti. Büyüklük, hatta Tanrılık kuruntusunu taşıyan sayısız kişi gelmiş geçmiştir. Akıl hastaneleri, kendilerini Sezar, Napolyon, Atatürk, ya da İsa Mesih sanan delilerle doludur. Oysa bunların iddialarına inanan yok. Kendilerinden başka hiç kimseyi aldatamadılar. Tek tük hastane arkadaşları dışında izleyicileri yok. İddia ettikleri kişiye hiç de benzemedikleri için kimseyi kandıramıyorlar. Karakterleri, iddialarını desteklemiyor. Ne var ki Mesih İnanlısı'nın inancı bu yönden büyük bir destek görüyor. Şöyle ki, İsa'nın karakteri, iddialarını pekiştiriyor. Sözleriyle davranışları arasında herhangi bir çelişki yok. Kuşkusuz böylesine aşırı iddialar, gerçekten de üstün bir karakteri gerektirir. Biz de İsa Mesih'in, bu aranılan eşsiz karakteri göstermiş olduğuna inanıyoruz. İsa'nın yaşayışı, sözlerinin doğruluğunun kesin bir kanıtı değilse de, onları büyük ölçüde sağlamlaştırmaktadır. İddiaları da karakteri de O'nun her bakımdan bir benzeri daha olmayan bir kişi olduğunu gösteriyor. Bir yazar durumu şöyle dile getirmiştir. "Eşsiz bir kişidir O; kendisinden önce yaşamış olan kişilerden ne denli farklıysa, kendisinden sonra gelenlerden de o denli farklıdır."1 Bir diğeri ise şunları yazar: "İçimizden gelen bir sezgiyle O'nu başkalarıyla aynı kefeye koyamıyoruz. O'nun adını Konfüçyüs'le başlayıp Goethe ile biten bir listede okuduğumuz zaman irkiliyoruz; sanki inanca karşı değil de, namusa karşı bir haksızlık işlenmiştir. İsa, dünyanın "büyükleri"nden değildir. İstersen Büyük İskender, Büyük Şarl, Büyük Napolyon'dan söz edebilirsin. Ama İsa, Büyük İsa değildir; İsa tektir. İsa'dır. O'na bir şey eklemek olanaksızdır. O, bizim incelememize konu olamayacak kadar yücedir. İnsan doğası gereği olan tüm kurallarımızın altını üstüne getirir. Eleştirimizi tersyüz eder, ruhumuzu hayranlık içinde bırakır. Charles Lamb şöyle demiştir: 'Eğer Shakespeare bu odaya girecek olsa, hepimiz onu karşılamak için ayağa kalkarız. Ama İsa içeri girse, hepimiz yere yıkılır giysisinin eteğini öpmeye çalışırdık. "'2 Biz, İsa Mesih'in karakter bakımından tek olduğunu göstermek istiyoruz. O'nu gelmiş geçmiş insanların en büyüğü olarak benimsemek bizim için hiç de yeterli değildir. İsa'dan başkalarıyla karşılaştırma yaparak söz edemeyiz. Bu bir karşılaştırma sorunu değil, bir denkleştirme sorunudur. Sonsuz yaşamı arayan zengin gence İsa, "Bana neden iyi diyorsun?" dedi. "İyi olan yalnız biri var, O da Tanrı'dır." Biz orada olsaydık, "İşte, tam onu demek istedik" derdik. "Sen sadece başka insanlardan üstün olduğun için iyi değilsin. Tüm insanların en iyisisin! SEN GERÇEKTEN İYİSİN. Tanrı'ya özgü salt iyilikle iyisin." Bu noktanın önemini atlamayalım. İnsanlar arasında günah, doğuştan tutulduğumuz bir hastalıktır. Doğduğumuzda günah hastalığı benliğimize zaten yayılmıştı. Üstelik dünyaya gelen herkes aynı hastalığa yakalanmıştır. Öyleyse Nasıralı İsa günahsızsa, bizim bildiğimiz insanlardan değildi. Kusursuz bir yaşam sürdüyse, bizden kesinlikle farklıydı. O, insanüstü, doğaüstü bir varlıktı. "İsa'nın karakteri, en şaşılacak mucizesinden daha da yüceydi."3 "İsa'nın günahlı insanlardan farklılığı küçük bir şey değil, son derece şaşırtıcı bir gerçektir. Bize kurtuluş sağlayabilmesinin ön koşuludur. Mesih'in bizim Kurtarıcımız olabilmesinin kaynağı, O'nun günahsızlığıdır. Günahsız olmasaydı, O'nun da bizim gibi günahtan kurtulması gerekirdi."4 İsa Mesih'in günahsızlığıyla ilgili kanıtları dört başlık altında özetlememiz herhalde yararlı olacaktır. İsa Mesih'in Kendisi İçin Tanıklığı Bir iki olayda İsa Mesih, kendisinin hiç günahı olmadığını doğrudan doğruya açıkladı. Zina ederken suçüstü yakalanan bir kadın kendisine getirildiğinde İsa, kadını suçlayanlara şöyle meydan okudu: "Aranızda günahsız olan, ona ilk taşı atsın" (Yuhanna 8:7). Kadının suçlayıcıları hiçbir söz söyleyemeden, birer birer uzaklaştılar. Bu olaydan az sonra İsa, bu kez kendisini eleştirenlere yine meydan okudu: "Hanginiz bana günahlı olduğumu kanıtlayabilir?" (Yuhanna 8:46). Yanıt veren olmadı. İsa onların suçunu ortaya çıkardığı zaman kaçtılar. Ama onları kendisini suçlamaya çağırınca İsa, kendinden emin bir şekilde eleştirilerini bekledi. Onların hepsi günahlı, O ise günahsızdı. İsa, Babası'nın isteğine en ince ayrıntısına kadar uyarak yaşadı. "Her zaman O'nu hoşnut edeni yapıyorum" dedi. İsa'nın bu sözlerinde böbürlenme yoktu. Gösteriş yapmaksızın, kendisinde olmayan bir erdemi takınmadan, gerçeği olduğu gibi söylüyordu. Aynı şekilde İsa Mesih, verdiği öğretişlerle kendini tüm insanlardan ayrı bir sınıfa koyuyordu. Kuşkusuz, tapınakta dua eden dindar da bunu yapmak istemişti: "Tanrım, öbür insanlara benzemediğim için sana şükrederim" demişti (Luka 18:11). Kendini beğenmiş dindar yüzeysel doğruluğuyla övünüyordu. Oysa İsa, kendi eşsizliğine rağmen gösteriş yapmadı. Buna dikkat çekmeye gerek yoktu. O'nun eşsizliği, suçsuz karakteri ortada, apaçık bir gerçekti. Öyle ki, İsa bu konunun üzerinde durmaya bile gerek görmedi. Bütün insanlar kaybolmuş koyunlar durumundaydı; İsa ise iyi Çoban olarak onları aramaya ve kurtarmaya gelmişti. Tüm insanlar günah hastalığına tutulmuşlardı; O ise hastaları iyileştirmeye gelen göksel doktordu. Bütün insanlar, günah ve bilgisizliğin getirdiği ruhsal karanlığa gömülmüş haldeydi; O ise onların Kurtarıcısı olarak dünyaya gelmiş, suçların bağışlanmasını sağlamak için kendini eşsiz bir kurban olarak sunacaktı. Tüm insanlar aç kalmışlardı; O ise yaşam ekmeğiydi. Bütün insanlar suçları içinde ölmüşlerdi; O ise Kendisine inananlara yaşam ve diriliş olacaktı. Bütün bu benzetmeli anlatımlar, İsa Mesih'in karakter yönünden eşsizliğini vurgulamaktadır. İncil'de İsa'nın Şeytan tarafından denendiğini okuyorsak da, günah işlediğini görmüyoruz. Öğrencilerine, suçlarını itiraf etmelerini buyurduğu halde, kendisi hiç suç itirafında bulunmuyor. O'nda herhangi bir suçluluk bilinci, Tanrı'dan kopma duygusu sezilmiyor. Halk arasındaki çalışmalarına yeni başladığı zaman Yahya'nın duyurmakta olduğu "tövbeyi gösteren vaftizi"ne uyduğunu görüyoruz. Oysa Yahya, İsa'yı vaftiz etmeye çekinmişti. İsa ise tövbeye gereksinmesi olduğu için değil, "tüm doğruluğu yerine getirmek için" vaftiz olmayı uygun gördü. İleride tüm insanlığın suçlarını üzerine alacak olan İsa, daha başlangıçtan kendini suçlu insanların yerine koyuyordu. Ne var ki, kendisiyle gökteki Babası arasındaki ilişkide bir kopma hiçbir zaman söz konusu olmamıştır. İsa'nın kendi içinde herhangi bir eksiklik duymaması ve Tanrı ile kesintisiz bir paydaşlık sürdürebilmesi, özellikle iki nedenle dikkate değer. İlk olarak İsa, ahlaksal konularda keskin bir sezgiye sahipti. "İnsanın içinden geçenleri biliyordu" (Yuhanna 2:25). İncil'in birçok yerinde İsa'nın, insanların iç çekişmelerini, dile getirilmeyen sorularını okuyabildiğini görüyoruz. Durumu yanılmaz bir açıklıkla yorumlayabildiği için din adamlarının ikiyüzlülüklerine de kesinlikle karşı çıkıyordu. Onların özü sözü bir olmayan hallerinden tiksiniyordu. Eski zamanların peygamberleri gibi, böylelerinin başlarına gelecek olan yıkımları bildiriyordu. Gösteriş ve düzenbazlık, İsa'nın gözünde iğrenç şeylerdi. Ne var ki, her durumu algılayan gözü, kendinde hiç suç görmüyordu. İsa Mesih'in kendini günahtan tümüyle uzak, temiz ve suçsuz görmesi, ikinci bir nedenle de şaşırtıcıdır. Bu durum, bütün Tanrı adamlarının kişisel deneyimlerine ters düşmektedir. Gerçek Mesih İnanlısı, Tanrı'ya yaklaştıkça kendi günahlılığını daha net görebilir. Bu biraz da bilim adamının durumuna benzer. Bilim adamı her ne kadar yeni bir buluş yapsa da, kendisini daha nice sırların beklediğinin bilincindedir. Aynı şekilde, Mesih'e yaklaşan imanlı, karakter yönünden kendisiyle Mesih arasındaki uçurumun ne denli büyük olduğunu daha iyi anlar. Okuyucumuzun kişisel deneyimi bu gerçeği doğrulamak için herhalde yeter. Bu da yetmezse, herhangi bir Tanrı adamının yaşam öyküsüne bir göz atmasını öneririz. Bir örnek verelim. 19. yüzyılın başlarında David Brainerd, Amerika'nın Delaware bölgesindeki Kızılderililer arasında Tanrı'nın müjdesini yaymak için olağanüstü bir çaba harcıyordu. O yıllardan kalan mektupları ve anı defterleri, Brainerd'in İsa Mesih'e olan bağlılığını gösteriyor. Daha 29 yaşındayken ölümüne yol açacak olan korkunç ağrılar ve zayıflığa karşın, kendini tümüyle Mesih'in işine verdi. Ormanların içinde at üzerinde yolculuk ediyor, dinlenme fırsatı bulamadan konuşmalar yapıyor, açık havada yatıyordu. Mazbut bir aile yaşamından yoksun olmasından yakınmıyordu. Anı defterleri, hep Kurtarıcısına övgüler ve Kızılderili kardeşlerini ne kadar sevdiğini belirten sözlerle doludur. David Brainerd, birinci sınıf bir aziz olmalıydı diye düşünebiliriz. Yaşamı herhangi bir günahla lekelenmemiştir. Ne var ki, Brainerd'in yazılarını okuduğumuzda, iç benliğinin "çürüklüğü"ne ne denli üzüldüğünü de görmekteyiz. Mesih'e olan sevgisinin ve dua yaşamının eksikliğinden yakınmaktadır. Kendisinden, "zavallı bir kurt" ve "dille anlatılamayacak kadar da değersiz bir alçak" gibi benzetmelerle söz ediyor. Brainerd'in bunları söylemesi, bir aşağılık kompleksinden ileri gelmiyor. Ama o denli Mesih'e yaklaşmıştı ki, kendi günahlılığını, eksikliğini olanca açıklığıyla görebilirdi. Buna karşılık Tanrı'ya çok yakın yaşayan İsa Mesih'te hiçbir suçluluk bilinci yoktu. Dostlarının Tanıklığı Kendini beklenilen Kurtarıcı ve Tanrı'nın Oğlu olarak gören İsa Mesih'in kendi suçsuzluğuna inandığı bellidir. Oysa bu konuda da yanılmış olamaz mıydı? Acaba İsa'nın öğrencileri ne düşünüyorlardı? O'nun karakteri konusunda aynı görüşte miydiler? İsa'nın öğrencilerinin tanıklığının geçerli sayılamayacağı düşünülebilir. Tarafsız olmadıkları, her zaman O'nu olduğundan daha iyi, daha parlak gösterdikleri ileri sürülmüştür. Oysa öğrencilerin tanıklığını böyle geçiştirmek haksızlıktır. Bu adamların anlattıklarım hesaba katmak zorundayız. Üstelik tanıklıklarına güvenmemiz için birkaç neden vardır. İlk olarak, bu adamlar üç yıl boyunca İsa ile birlikte oturup kalktılar. İçtikleri su bile ayrı gitmiyordu. Küçücük bir kayıkla sıkışık vaziyette yolculuk bile yapmışlardı. Hatta paralan bile ortaktı. (Böyle bir durumun ne tür çekişmelere yol açabileceği bellidir!) Öğrenciler bazen birbirlerini çekemiyor, kavga ediyorlardı. Ne var ki, kendilerinde buldukları suçları hiçbir zaman İsa'da bulamadılar. Böyle bir ortamda kişinin kendi kusurlarını gizlemesi neredeyse olanaksızdır. Oysa İsa Mesih'in günahsızlığına dair en etkili tanıklığı yapan Petrus ve Yuhanna, O'na en yakın olanlar arasındaydılar. İsa, bunlara bazı ayrıcalıklar vermiş, kendini daha belirgin bir şekilde tanıtmıştı. İsa'nın öğrencilerinin tanıklığına güvenmemiz için ikinci bir neden daha var. Bunlar, çocukluk yıllarından beri Kutsal Yazılar'ın öğretişiyle yetişmiş olan kişilerdi. Tevrat, Zebur ve peygamberlerin kitapları, tüm insanların günahlılığını öğretmektedir: "Hepsi saptı, Sanki yozlaştı, İyilik eden yok, Bir kişi bile!" (Mezmur 14:3; 53:3) "Hepimiz koyun gibi yoldan sapmıştık, her birimiz kendi yoluna döndü" (Yeşaya 53:6). Böyle kesin öğretişle yetişmiş olan öğrenciler, herhangi birinin günahsız olduğunu kolay kolay ileri sürmezlerdi. Üçüncü olarak, İsa'nın öğrencilerinin tanıklığının dolaylı olması, söylediklerini daha da güvenilir ve inandırıcı kılıyor. İsa Mesih'in günahsız olduğunu kanıtlamak için kampanya açmıyorlar. Bu konuda söyledikleri, bir çeşit "yan öğretiş" oluyor. Başka konulan işlerken İsa'nın günahsızlığına, herkesçe bilinen bir gerçekmiş gibi yalnızca şöyle bir değinirler. Petrus İsa'yı, "kusursuz ve lekesiz bir kuzu" olarak betimliyor; sonra da O'nu hiç "günah işlemedi, ağzından hileli bir söz çıkmadı" sözleriyle tanımlıyor (1.Petrus 1:19; 2:22). Yuhanna ise, tüm insanların günahlı olduğunu kesin olarak bildiriyor. Günahı olmadığını ve suç işlemediğini ileri süren kişi, hem yalancı durumuna düşmüş, hem de Tanrı'yı yalancı yerine koymuş olur. Bununla birlikte Yuhanna, suçlarımızı ortadan kaldırmak için dünyaya gelen İsa Mesih'te hiç "günah bulunmadığını" bildiriyor (1. Yuhanna 1:8-10; 3:5). Petrus ve Yuhanna'nın tanıklıklarına, Pavlus'un ve İbraniler mektubunun yazarının ifadelerini de ekleyebiliriz. Bunlar İsa'yı, "hiç günah bilmeyen," tersine "kutsal, suçsuz, lekesiz, günahlılardan ayrı" biri olarak tanıtırlar. Nitekim "her alanda bizim gibi denenmiş, ama günah işlememiştir" (2.Korintliler 5:2l;İbranilere 7:26;4:l5). Düşmanlarının Tanıklığı İsa'nın düşmanlarının bu konuda ne düşündüklerine gelelim. Kuşkusuz bu kişiler için taraf tutmak söz konusu olamaz. İncil'de, İsa'nın düşmanlarının O'nu sürekli gözetlediklerini, sözlerinde tuzağa düşürmek için uğraşıp durduklarını okuyoruz. Tartışmayı mantıklı düşüncelerle kazanamayan kişinin, çoğu zaman rakibini kötüleme yoluna başvurduğunu biliyoruz. İnandırıcı kanıtlar ortada yoksa, çamur atmak yeterlidir. İşte, İsa'nın düşmanları, bu tür kötülemelerden hiç çekinmediler. Markos, İsa'ya karşı yöneltilen dört eleştiriyi anlatır (Markos 2:1; 3:6). Yapılan ilk suçlama "küfür" konusundaydı. İsa, bir kişinin günahlarını bağışlamıştı. Düşmanlarının anlayışına göre böyle bir söz, küfür niteliğinde bir böbürlenmeydi. İsa, Tanrı'nın özel yetkisini ele geçirmeye kalkışmıştı. Ne var ki, İsa'yı eleştirenler, temelde yatan sorundan kaçıyorlardı. O, gerçekten Tanrı ise, suçları bağışlamak da O'nun hakkıydı. İsa'nın düşmanları, O'nu, adı kötüye çıkmış kişilerle oturup kalkmakla da suçladılar. Günahkârlarla dost oluyor, üç kağıtçılarla yemek yiyordu. Hatta kötü kadınların kendisine yaklaşmasına bile izin veriyordu. İsa'nın çağdaşı olan hiçbir din adamı, böyle davranışlarda bulunmazdı. Onlar böyle aşağı sınıflardan elden geldiğince uzak kalmaya dikkat eder, istemeyerek bunlardan biriyle karşılaştıklarında ise irkilirlerdi. Üstelik böyle yapmakla kendilerinin daha iyi olacaklarını sanırlardı. İsa'yı eleştirenler, O'ndaki yumuşaklık ve alçakgönüllülüğün değerini anlayamazdı. Üçüncü olarak, İsa'nın müjdesinin "hafif" olmasından yakınıyorlardı. İsa, dindarlıklarıyla tanınan Ferisiler ya da Yahya'nın öğrencileri gibi oruç tutmuyordu. O'nu, "yiyip içen, obur ve ayyaş" biri diye eleştirdiler (Matta 11:19). Böyle bir suçlama ise ciddi bir yanıta değmez. İsa'nın coşkun bir sevince sahip olduğu doğrudur; ama inancı ciddiye aldığından da kuşku duyulamaz. Dördüncü olarak, İsa'nın kutsal sayılan Şabat Günü'nü "bozması" düşmanlarını küplere bindiriyordu. İsa, Şabat Günü'nde hastaları iyileştiriyor, tarladan geçen öğrencileri başaklan koparıp yiyorlardı. Ferisiler'in gözünde ürün biçmekle eşdeğerde olan bu davranış, Şabat Günü'nde çalışmama yasasına aykırıydı. Bununla birlikte İsa'nın, Tanrı'nın yasasına uymadığı söylenemez. Kendisi hem Kutsal Yasa'ya boyun eğdi, hem de muhalifleriyle yaptığı tartışmalarda Yasa'nın hakemliğine başvurdu. Tanrı'nın, Şabat Günü'nü insanların iyiliği için yarattığını bildirdi. Ama kendisi, "Şabat Gününün de Efendisi" olarak, insanların boş geleneklerini bir yana atıp Yasa'yı gerektiği şekilde yorumlama ve uygulama yetkisini kullandı. Bütün bu suçlamalar, ya önemsiz ayrıntılarla ilgilidir ya da sorunun temel gerçeğinden uzaktır. Öyle ki, İsa Mesih idam isteğiyle yargılanacağı zaman, düşmanları yalancı tanıklar bulmak zorunda kaldılar. Hatta O'na karşı uydurabildikleri tek suç ahlaksal değil, siyasal nitelikteydi. Tutuklu olarak yargıç önüne çıkarıldığında, suçsuzluğu tekrar tekrar anlaşıldı. Romalı vali Pilatus, birkaç kez kaçamak yoldan durumu idare etmeye çalıştıktan sonra, halkın önünde ellerini yıkayarak, "Bu adamın kanından sorumlu olmadığını" bildirdi (Matta 27:14). Kral Hirodes de İsa'da hiçbir suç bulamadı. Hain Yahuda bile, İsa'yı ele vermek için başkâhinlerden aldığı parayı derin bir vicdan azabıyla iade ederek, "Suçsuz birini ele vermekle günah işledim" dedi (Matta 27:3, 4). Sonra İsa'nın yanında çarmıha gerilen haydutlardan biri, İsa'ya söven arkadaşına karşı çıkarak, "Bu adam hiçbir kötülük yapmamıştır" dedi (Luka 23:41). Son olarak, İsa'nın acılar içinde ölümünü seyreden Romalı yüzbaşı, "Bu adam gerçekten doğru biriydi" diyerek hayranlığını belirtti (bkz. Luka 23:47). Kendini Veren Sevgi İsa Mesih'in karakterini değerlendirirken tümüyle başkalarının tanıklıklarına dayanmak zorunlu değildir; biz de kendi yorumumuzu yapabiliriz. İsa'nın kendisi için iddia ettiği, arkadaşlarının güvenle bildirdiği, düşmanlarının istemeyerek de olsa tanıdığı ahlaksal yetkinliği, kusursuzluğu İncil'in her tarafında gözler önüne serilmektedir. Bu konuda karara varabilmemiz için bize yeterince bilgi verilmiştir. İncil yazılarının İsa için çizdikleri portre geniş kapsamlıdır. Yazılanların büyük bölümü, İsa'nın halk arasındaki üç yıllık hizmetiyle ilgilidir. Bununla birlikte, çocukluk dönemine de kısaca göz atmamıza olanak verilmiştir. Nasıra Kenti'nde geçen ve İsa'dan fazlaca söz edilmeyen yıllara değinen Luka ise iki ayrı yerde, O'nun normal bir şekilde beden, akıl ve ruh yönünden geliştiğini, hem Tanrı'nın hem de insanların beğenisini kazandığını belirtmektedir. İsa'yı, bir yandan kendi öğrencileriyle baş başa iken, bir yandan da gürültülü kalabalıkların içinde sürüklenirken görüyoruz. Celile bölgesindeki çalışmaları sırasında, O'nu zorla kral yapmak isteyen bir halk kalabalığının kahramanı olarak karşımıza çıkıyor. Daha sonra ise Kudüs'teki tapınakta Ferisiler ve Sadukiler tarafından sorguya çekilmesine tanık oluyoruz. Ne var ki İsa, başarıdan başarıya koşarken de, yalnız başına terk edilmişken de, hep aynı İsa'dır. Kendi İçinde tutarlıdır. Değişken huyları yoktur. Çizilen portre, her zamanki gibi dengelidir. İsa, akılca dengesiz birine hiç de benzemiyor. Öğrettiği gerçeklere bütün varlığıyla inanmasına rağmen fanatik değildir. Öğretişi bazılarının hoşuna gitmiyor; ama kendisinde herhangi bir anormallik sezilmiyor. Tanrılığı kadar, insanlığı da açıkça görülüyor. O da tüm insanlar gibi yoruluyor, acıkıyor, susuyor. Bütün insanlarda bulunan sevgi ve Öfke, sevinç ve üzüntü duygularını duyuyor. Tam bir insandır. Ama yalnızca insan değildir. Her şeyden önce, İsa'da hiçbir bencillik izi yoktur. Bu özellik, karakterinin diğer bütün yönlerinden daha fazla gözümüze çarpar. İsa Mesih, kendisinin yüce Tanrı olduğuna inandığı halde, alçakgönüllü davranışlar sergiliyor. İsa'da herhangi bir kendini beğenmişlik belirtisi yoktur. Birbirine aykırı görünen bu iki gerçeğin bir arada olması bizi şaşırtıyor. İsa'nın öğretişi tümüyle kendine yönelik olduğu halde, davranışlarında bir bencillik yoktu. Bütün evrenin Efendisi olduğunu bildiği halde, herkesin hizmetkârı oldu. Dünyayı yargılayacağını söyledi, ama öğrencilerinin ayaklarını yıkadı. Hiç kimse İsa'nın gösterdiği özveriyi gösterememiştir. Cennetin sevincini, dünyanın üzüntüleriyle değiştirdi. Günah sorununda sonsuz bir dokunulmazlığı vardı; ama cennetin görkemini bile bile bırakarak bu dünyanın kötülüğünü yakından tanıyıp acı çekti. Bir köylü kadından, önemsiz Beytlehem köyünde dünyaya geldi. Daha bebekken Mısır'da sürgün gibi yaşadı. Hiçbir özelliği olmayan Nasıra Kenti'nde büyüdü, annesini ve evdeki diğer çocukları geçindirmek için marangoz tezgahında çalıştı. Otuz yaşına gelince evi barkı, malı mülkü olmayan gezici bir vaiz olarak asıl görevine başladı. Basit balıkçılarla ve adı kötüye çıkmış vergi görevlileriyle arkadaşlık kurdu. Cüzamlı hastalara dokunduğu gibi, fahişelerin kendisine dokunmasına da izin verdi. Hastaları iyileştirerek, güç durumda olanlara yardım ederek, öğretiş vererek kendini başkaları uğruna verdi; hiçbir şeyini esirgemedi. O'nu yanlış anladılar, yanlış yorumladılar. İsa, kendi çıkarlarını arayanların ve birtakım önyargılara saplanmış olanların saldırılarına uğradı. Kendi halkından birçokları O'nu hor gördü, O'nun vaatlerini aldırmadı, arkadaşları bile O'nu yüzüstü bıraktı. Sırtını kırbaçladılar, yüzüne tükürdüler, başına dikenli bir taç geçirdiler. Ellerini ve ayaklarını çarmıha çivileyerek idam ettiler. Korkunç acı veren çiviler çakılırken İsa Mesih, kendisine işkence yapanlar için dua ediyordu: "Baba, onları bağışla. Çünkü ne yaptıklarını bilmiyorlar" (Luka 23:34). Böyle bir Kişi bizim kavrama gücümüzü aşmaktadır. Bizim sürekli başarısızlığa uğradığımız alanda O başarıya ulaştı. Tam anlamıyla kendini tutmasını biliyordu. Hiçbir zaman kötülüğe karşı kötülükle karşılık vermedi. Gücenmedi, sinirlenmedi. Kendini tutmayı öylesine başarıyordu ki, insanlar ne düşünseler, ne söyleseler, ne yapsalar, kendi çıkarına aldırmıyor, kendini Tanrı'nın isteğine ve insanların iyiliğine adıyordu. "Kendi isteğimi değil, beni gönderenin isteğini yerine getirmek için gökten indim" demişti. Yine Pavlus'un yazdığı gibi, "Mesih bile kendini hoşnut etmeye çalışmadı." Kişinin kendini düşünmemesi, kendini Tanrı'ya ve insanlara hizmet uğruna adaması İncil'deki anlamıyla sevgidir. Sevgi kendi çıkarını aramaz. Sevginin özü, özveridir. İnsanların en kötüsü bile zaman zaman böyle bir soyluluk parıltısıyla süslenir. Oysa İsa Mesih'in yaşamı, hiç sönmeyen bir sevgi ateşiyle parıldıyordu. İsa, kendi çıkarını aramadığı için günahsız ve kusursuzdu. Gerçek sevgi işte budur. Tanrı sevgidir. ---------------------------------------------------------------- 1. John Stuart Mill'den aktarma; W.H.Griffith Thomas, Mesih inancı Mesih'tir, 1948, s. 15. 2. P.Carnegie Simpson, Mesih Gerçeği, 1952, s. 19-22. 3. A.L. Tennyson'dan aktarma; a.g.e., s. 62. 4. James Denney, Tanrıbilim Üzerinde Çalışmalar, Hodder and Stoughton, 1906,s.41. |
11-22-2009, 04:24 PM | #2 |
ÇaKaL Üye
Kayit Tarihi: Aug 2009
Nerden: oOOGehennaOOo
Yaş: 35
Mesajlari: 1,226
Teşekkür Etme: 11 Teşekkür Edilme: 32 Teşekkür Aldığı Konusu: 26
Üye No: 88099
Rep Power: 1390
Rep Puanı : 2914
Rep Derecesi :
Cinsiyet : Erkek
|
Paylaşım için saol
|
Bu Konudaki Online üyeler: 2 (Üye Sayisi : 0 Ziyaretçi Sayisi : 2) | |
|
|