![]() |
![]() |
#31 |
Administrator
![]() Üyelik Tarihi: Aug 2005
Mesajlar: 8,106
Teşekkür Etme: 20 Thanked 155 Times in 28 Posts
Üye No: 1
İtibar Gücü: 70000
Rep Puanı : 434913
Rep Derecesi :
![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Cinsiyet :
Ünvan : Admin
|
![]() Aşık Ferrahi
Evet, kimdir Ferrahi, kimdir? Aşık Ferrahi´nin babası Mustafa Ergat, Siirt´in Eruh Kazası´nın Kever Köyü´ndendir. 1914-1918 yılları arasında memleketinden göç ederek Adana´nın Ceyhan Ka*zası´nın Kurtkulağı Köyü´ne yerleştiği bilinmektedir. Bu köyde hayatını kazanmaya çalışan Mustafa Ergat, çok kısa zamanda kendisini köy ahalisine kabul ettirir ve sevilen biri olur. Hele zamanın şöhretli zenginlerinden hemşehrisi İbrahim Koruklu´yla tanışınca yıldızı iyice parlar. İbrahim Koruklu onu Ceyhan´da mahalle bekçiliği görevine getirtir, ardından da Ceyhan´ın Küçük Mangıt Köyü´nden bir kızla evlendirir. Hemşehrisi İbrahim Ağa´nın gözüne girmeyi başaran Mustafa Ergat, onun sayesinde Ceyhan´ın sevilen ve sayılan bir siması olur. Fakat, bu arada Küçük Mangıt Köyü´nden evlendiği karısı ölür. Karısını kaybeden Mustafa Ergat yine İbrahim Koruklu tarafından, bu sefer de Ceyhan´ın Kıvrıklı Köyü´nden Osman Metin (Çingil Osman) in bacısı Emine ile evlendirilir. Mustafa Ergat´ın bu hanımdan 1934 yılında Mehmet Ali, (Aşık Ferrahi) sonra da Sabiha olmak üzere iki çocuğu dünyaya gelir. Mustafa Ergat´ın hayat çizgisi İbrahim Ağa´nın ellerinde yükselmeye devam etmektedir. Artık Mustafa Ergat Ceyhan´ın tütün kolcusudur. Bu görev ona daha büyük bir çevre ve ün kazandırır. Ancak, Mustafa Ergat görevinin şuurunda bir tütün kolculuğu sevdasına kalkışınca işler tersine döner ve bir gün, bilerek ya da bilmeyerek, zamanın tanınmış zengini İbrahim Koruklu´nun adamlarını, kaçak tütün satarlarken yakalatır. Böylelikle Ağa´ya ihanet etmek gibi büyük bir çılgınlığa düşen Mustafa Ergat, feci şekilde dövülür. Yediği dayak sonucu aklını oynatır ve bir gün evini barkını terk ederek, çeker gider. Ceyhan´a bir daha da dönmez. Onun için nerede, ne zaman öldüğü dahi bilinmemektedir. Babasının gidişinden çok kısa bir süre sonra annesini de kaybeden Mehmet Ali´yi ve kız kardeşini, dayısı Osman Metin yanına alır. Daha 7-8 yaşlarındayken hayatın cilvesi ona başka bir dünyanın kapısını aralar. Mehmet Ali, köy tarafından Halil Turan´a besleme olarak verilir. Halil Turan´ın kapısında uzun bir zaman çobanlık yapan Mehmet Ali´nin işe yatkın olduğunu anlayan dayısı onu tekrar yanına alır. Bu sırada kız kardeşi de evlenir. Artık tamamen yalnızdır. Köyün sığırlarını güderek, traktör sürerek ekmeğini kazanmaya çalışır. Derler ki; Çoban Mehmet Ali on iki yaşındayken bir gün, bir rüya görür. Rüyasında bir kıza aşık olur. Bu aşk onu aşık yapar; sığır gütmeye yarayan değneğini saz yapar, dilini açar, gönlünü kanatlandırır ve onu ´´AŞIK FERRAHi´´ yapar. Aşığımız, bir yandan yaşamaya, ekmeğini kazanmaya çalışırken; bir yandan da dağda, bayırda, kumda bir başına alfabenin hem eskisini hem de yenisini sökmeye çalışır. Başkaları için zor olan, onun için hiç de zor olmamıştır. Gayretleri sonunda Karacaoğlan´ın, Kerem´in, Aşık Garip´in kitaplarını oku*yabilecek duruma gelir. Hatla sadece aşk hikayeleri, şiirleri okumakla kalmaz, yazmaya da başlar. iık şiirlerini bir defterde toplar ve ´´Mahsun Çocuk´´ adını verir. Fakat ne yazık ki, bu defter günümüze kadar ulaşamaz. 1954 senesinde Aşık Ferrahi İstanbul´dadır. Ayazağa ve Zeytinburnu Süvari Bölüğü´nde askerdir. Ancak askerliği sırasında tüberküloz hastalığına yakalanır. Hava değişimi için köyüne gönderilir . Fakat hastalık geçmediğinden, tekrar asker ocağına dönemez. Bu hastalık Ferrahi´nin hayatında adeta yeni bir dönemin başlangıcı sayılır. Asker ocağına bir daha dönemeyen Ferrahi´nin verem olduğunu anlayan dayısı, çocuklarını bu bulaşıcı hastalıktan korumak için, onu evinden uzaklaştırır. Bu yüzden Ferrahi de köyünü terk eder , ya da terk etmek zorunda kalır. İlk gittiği yer Ceyhan´dır. İlk gördüğü dostu Hamit Zorba. Hamit Zorba, çalıştığı çiftlikte ona da bir iş ayarlar. Ferrahi, bir müddet burada çalışsa da traktör sürmek pek işine gelmez. Çünkü O; ´´Mahsun Çocuk´´una yeni şiirler ekleyecektir, yeni türküler çığıracaktır. Sene 1958´dir; elinde Kayserili Ömer Usta´nın yadigarı sazı ile varır gider Ceyhan´daki Şevket Eser´in saz evine. Saz çalmadaki ilk marifetini, yani Şevket Eser´in tabiriyle ´´Gam yapmasını´´ öğrenir. Bu çalışmalar yavaş yavaş, ama daha bilgili ve şuurlu bir şekilde Ferrahi´nin rotasını Aşıklar Dergahı´na yöneltir. Artık aşığımız sazıyla, sözüyle ve korkunç kaderi ile bir başına ömür sürmeye başlar. Nereye, ne zaman gideceği; kime, nasıl uğrayacağı belli değildir. Çünkü O; ´´Neyleyim serveti, neyleyim malı Şimdi bir serseri Ferrahi´yim ben´´ der... Aşık Ferrahi´nin hayatının bundan sonraki dönemlerine baktığımızda, onu türlü dertlerle, has*talıklarla, sevinçlerle iç içe bir hayat kavgasında görürüz. Zaman zaman tıpkı diğer aşıklar gibi o da kendisini ispat etmek için ´´Aşıklar meydanı´´na çıkmaya başlar. Düzenlenen şenliklerde, sazıyla sözü dost olunca, Aşık Ferrahi´nin bütün yurt köşelerine yayılan haklı şöhreti ortaya çıkar. Bu sırada Adana´nın Kürkçüler Köyü´nde bir düğün gecesi, görüp tanıştığı akrabadan bir kıza gönül verir. Kısa bir süre sonra alıp kaçırır kızı, getirir köyüne, 1959´da onunla evlenir. Sırasıyla biri kız, ikisi erkek üç çocuğu olur. Kızına anasının adını (Emine), ikinci çocuğuna babasının adını (Mustafa), son çocuğuna ise, Konya Aşıklar Bayramı´nda tanıştığı Fevzi Halıcı´nın isteği üzerine, Mevlana´nın Türbesi yakınında mezarı bulunan Konya´lı şair Şem´in adını verir. 1960-1961 yıllan arasında dayısından kalan 35 dönümlük tarlasını satarak Kıvrıklı Köyü´nden Adana´ya göç eder. Sinanpaşa Mahallesi Kışla Caddesinde bir saz evi açar. Burada bir yandan bu işin meraklılarına saz dersi vermeye çalışır, bir yandan da plak satarak geçimini sağlar. Bu çalışmalar Adana´daki sanat çevresi tarafından ilgiyle takip edilir. Hatta başta Adana Radyosu olmak üzere İzmir ve İstanbul Radyolarında programlar yapar. Yaptığı programlarda okuduğu ´´Ela gözlü nazlı yari´´, ´´Ah neyleyim gönül senin elinden´´ ve ´´Hasta gönlüm divanedir durmuyor´´ türküleri çok po*püler olur. Ancak Ferrahi´nin mutluluk yıldızı pek fazla ömürlü olmaz. Çünkü askerdeyken yakalandığı verem hastalığı günbegün kendisini iyice hissettirmeye başlar. Her gün biraz daha artan dertlerinin acısıyla yalvarır Allah´a, ´´Der Ferrahi takat kalmadı bende Her türlü yareler açıldı tende Yarab bu derdimin dermanı sende Bu derdime çare çare Allah´ım´´ Bu çaresizlikler içerisinde biricik kızı Emine´ye beş yaşındayken hem okuma-yazmayı, hem de saz çalıp türkü söylemeyi öğretir Ferrahi. Ama dertler daha gaddar , daha acımasız olmuştur artık. Kötünün kötüsü, beterin beteri; gırtlak veremi. ´´Der Ferrahi kime diyem halimi Konuşurken sakat ettin dilimi Yara açtın göğsüme büktün belimi Vücudumu delik delik eyledin´´ Evet, çalıp söyleyen, konuşan, minarelerden ezan okuyan bir Ferrahi yok artık. Sakat olan bir dilin bedeni var. Sessiz ve işaretlerle konuşan bir beden. Buna rağmen Ferrahi yine metanetini yitirmez. Zira kendisinin sazı ve Emine´sinin sesi vardır. Var olanları değerlendirir aşığımız. Kendisi çalar, Emine okur türkülerini. Artık Ferrahi bir ama, kızı onun değneği olmuştur. Bu beraberlik alır ***ürür onları, ilden ile, dilden dile ve 1967´de ikincisi yapılan Konya Aşıklar Bayramı´na. Kendisinin çalıp kızının okuduğu ´´Ela gözlü nazlı yari´´ türküsüyle türkü dalında birinci olarak Mihri Hatun, 1968´de ise yine kızıyla beraber türkü dalında Köroğlu birincilik ödülünü almaya hak ka*zanırlar. Şanına şan katan birincilikleri onun daha da geniş kitlelere sesini duyurmasına sebep olur. Ama ne yazık ki dertler bir türlü bırakmaz yakasını ´´Bahtı kara Ferrahi´nin´´. 1969 senesinin 22 Nisan´ında, hayatının en verimli çağında, göçer gider bu dünyadan. Geriye otuz beş yılın bela dolu bir hayat hikayesinin kahramanı olan çilekeş Ferrahi´yi bırakır. Halil Atılgan Aşık Ferrahi´nin bazı türküleri : Ah neyleyim gönül, Bir yare gönül verince, Ela gözlü nazlı yari, Vücudum şehrini seyran eylerken... |
![]() |
![]() |
![]() |
#32 |
Administrator
![]() Üyelik Tarihi: Aug 2005
Mesajlar: 8,106
Teşekkür Etme: 20 Thanked 155 Times in 28 Posts
Üye No: 1
İtibar Gücü: 70000
Rep Puanı : 434913
Rep Derecesi :
![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Cinsiyet :
Ünvan : Admin
|
![]() Aşık Geyrani
1914-1987. Artvin’in Yukarı Hod (şimdiki adı Yukarı Maden) köyünde doğdu. Asıl adı Şamili Işıkdemir’dir. Aşıklık geleneğini babasından öğrendi. Henüz birkaç aylıkken 1. Dünya Savaşı (1914-1918) dönemindeki seferberlik sırasında ailesi Beyşehir’e göçtü. Savaş sonunda da yeniden geri döndüler. Aşık Geyrani, şiirlerinde zaman zaman adını kullandığından dolayı Hodlu Şamili’yle karıştırılmaması için Küçük Şamili olarak da anıldı. Ömrünün önemli bir kısmı gurbette geçti. Bundan dolayı hem ayrılık hem de gördüğü yerlere ilişkin düşüncelerini dile getirdi. Babası Aşık Heyrani ile olduğu gibi, küçük kardeşi Geylani mahlaslı Ali ile de deyişmelerde bulundu. Şiirlerinde sevgiden tasavvufa dek çeşitli konuları işleyen Küçük Şamili, köyünde öldü ve orada toprağa verildi. Eserlerinin birçoğu yitip giden Geyrani’ye ilişkin Mehmet Koç’un »Hodlu Halk Ozanları ve Kalem Şueraları« adlı kitabıyla Osman İlker’in Aşağı ve Yukarı Maden köylerine ilişkin yaptığı araştırmalarında ayrıntılı bilgi bulunmaktadır. Olur Ezel bahar yaz ayları gelende Evvel bizim bağın gülü hoş olur Aşık maşukundan ayrı kalanda Korkarım ki dertten derde düş olur Dert elinden derde kalan çöllerde Dediler bahardır bizim yerlerde Ben sılada yarim gurbet ellerde Gözlerimden akan kanlı yaş olur Telli turnam nazlı yari bulasın Şamil´in ahvalin haber veresin Geri dönüp bizim ele gelesin Gider ezel bahar yine kış olur |
![]() |
![]() |
![]() |
#33 |
Administrator
![]() Üyelik Tarihi: Aug 2005
Mesajlar: 8,106
Teşekkür Etme: 20 Thanked 155 Times in 28 Posts
Üye No: 1
İtibar Gücü: 70000
Rep Puanı : 434913
Rep Derecesi :
![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Cinsiyet :
Ünvan : Admin
|
![]() Aşık Hasan Hüseyin Orhan
Giderim elinizden Gurtulam dilinizden Yeşil baş ördek olsam Su içmem gölünüzden Aşık Hasan Hüseyin Orhan resmi kayıtlarda 1900 Minayik yeni adıyla Kuyudere köyünde doğmuştur. Babası, fahri olarak nahiye müdürlüğü yapmış Hüseyin Efendi, annesi Kazo ana diye bilinen Keziban Hanımdır. Ehlibeyt neslinden olup İmam Zeynel Abidin soyundandır. Küçük yaşlardan itibaren gerek Aleviliğin esasları gerek saz-söz sanatı üzerine kendisini yetiştirmiştir. Kendisini tanıyan ve hayatta olan insanlar, Hasan Hüseyin Orhan´ı her yönüyle hakikate ulaşmış bir insan olarak tanımlamaktadırlar. Hasan Hüseyin Orhan cem-camaat birleyen, insanlara sevgi, saygı ve hoşgörüyü aşılayan alevilerin ruhani liderleri sayılan; inancı ile güçlü, bilgili bir "dede´´ olarak bilinmektedir. Doğanın saf, temiz ve güzelliğini kendi kişiliğine yansıtmış ve bunu şiirleri ile bütünleştirmiştir. Aşık Hasan Hüseyin Orhan bağlamayı küçük yaşta öğrenmiştir. Önceleri Hatayi, Virani, Pir Sultan, Yemini, Fuzuli, Dertli, Esiri gibi ustalardan beyitler çalıp söylemiş, daha sonraları kendi yazdığı beyitleri de eklemiştir. Aşıkların şiirlerini yazmalarında genellikle baş vurdukları bir yol olan mahlas kullanmayı, Aşık Hasan Hüseyin Orhan´da da görmekteyiz, Mahlas, aşıklık geleneğinde ve aşık edebiyatında çokça baş vurulan bir yoldur. Aşık şiirlerinde kendi isminin yanında ´´Mahsun Hüseyin´´, ´´ Aşık Hüseyniyem´´ mahlasını da kullanmıştır. Araştırmamız sırasında Aşık Hasan Hüseyin Orhan´ın bağlamayı pençe ile, daha geniş bir deyimle şelpe ile çok hünerli çaldığı tespit edilmiştir. Yine araştırmamızda, sazının perdelerini kesmek suretiyle, perdesiz olarak icra etmesi, aşığa has bir özellik olarak karşımıza çıkmaktadır. Bağlama Alevi toplumunda kutsal bir saz olarak kabul edilmektedir. Bu nedenle, dini inançları gerçekleştirmede ve icra etmede bir araç olduğundan, itibar görmektedir. Aşıklar için sazın apayrı bir yeri olup, sazlarına tutkun oldukları bilinmektedir. Aşık Hasan Hüseyin Orhan´ın bilinen ve günümüze kadar söylenen ´´Telli Turnam´´ deyişinde sazına ne derece tutkuyla bağlı olduğunu, bu tutkusunu şiirlerinde, bir oya gibi işlediğini görmekteyiz. Gerçekten de sazı onun için üzüntüsünü, kederini, sevincini paylaştığı gerçek bir eş, vazgeçilmeyecek bir tutkudur. Sazına bir eş tutkusuyla bağlı olmasının yanında, gerçek yaşamda hayatının tek eşi Sultan Ana olmuştur. Sultan Ana ile evliliğinden Hüseyin Avni, Doğan, Haşim Vehbi adlarında üç erkek Akgül, Makbule, Naile ve Halise (Kibara) adlarında dört kız olmak üzere toplam yedi çocuğu olmuştu. Aşık Hasan Hüseyin Orhan; Aşık Veysel, Ruhsatı, Aşık Daimi gibi, birçok aşıklarla sazlı sözlü meclislerde bulunmuştur. 1937-38 yıllarında Ankara Devlet Konservatuarı tarafından bir çok deyişleri ses kayıt aygıtlarına alınarak derlenmiştir. 1938´de İstanbul´a gelmiş, 18 adet plak yapılmıştır. Günümüzde kaybolan taş plaklara 36 adet türkü ve deyiş okumuştur. Türkiye Radyo-Televizyon Kurumu repertuarında Telli Turnam ve Karşıda Kara Erik türkülerinin yanında repertuar dışında kendi sesinden ve sazından bir çok türkü, oyun havaları mevcuttur. Ayrıca yörede Aşık´a ait bir Çok şiİrler ve ezgileri kendinden sonraki kuşaklar tarafından günümüze kadar taşınmış ve devam ettirilmesi sağlanmıştır. Yaşadığı dönemin devlet büyüklerine, Hatay´ın Türk topraklarına katılması üzerine yazdığı deyişler zamanın gazete ve mecmualarında yayınlanmış, Halkevleri arşivlerine girmiştir. Halkevleri de Aşık Hasan Hüseyin Orhan´a sahip çıkmış, her Cumhuriyet Bayramı´nda Malatya Halkevi tarafından vazgeçilmez bir konuk olması sağlanmış ve icracılığı, şiirleri, deyişleri tüm bölgeye tanıtılmıştır. Ekonomik olarak pek varlıklı olmayan Aşık Hasan Hüseyin Orhan, ekonomik durumunu düzeltmek için özel bir gayret göstermemiştir. Mensup olduğu toplumun ve icra ettiği müziğini, bir gönül işi olduğunu, bu gönül işinin hiç bir zaman ticari amaç uğruna kullanılmayacağı düşüncesiyle, ekonomik durumu güçlü olmamasına rağmen, sanatını para karşılığında değer kaybettirmeme amacıyla, gazinolardan gelen bütün teklifleri tereddütsüz geri çevirmiştir. Hemen hemen her konuda şiirler yazmıştır. Doğup büyüdüğü topraklar üzerine yazmış olduğu şiirinde, köylünün sosyo-ekonomik durumunu dile getirmiş, hak´kın bu topraklar üzerindeki etkisini ince bir dille anlatmıştır. Kısa süren yaşamının (45 yıl) gençlik yıllarında kendi ve çevresindeki yaşamı konu alan doğa ve toplumsal yaşantıyı, insanı duygulan içeren şiirleri ağırlık taşırken sonraları dedeliğin vermiş olduğu öğreti ve gelenekle kendisini tümüyle alevilik içinde tasavvufa yöneltilmiştir. Aşık Veysel, Ruhsati, Aşık Daimi, Aşık Seyit Mefutni, İkrari, Hüseyin Orhan, Bayram Aksüt gibi aşıkların, kendisine hayranlık beslediğini, hürmet ettiğini yine yaşayan kaynaklardan öğrenmekteyiz. Amansız bir hastalığa yakalanarak genç yaşta 17 Kasım l945´te vefat eden Aşık Hasan Hüseyin Orhan geride yüzün üzerinde şiir bırakmıştır. Aşık Hasan Hüseyin Orhan, diğer halk ozanlarında olduğu gibi, halk tarafından çok sevilmiş ve adeta destansı bir kişiliğe büründürülmüştür. O kadar ki 17 Kasım 1945 yılında kendi ölümünü tasvir eden şiirini okuduğumuz zaman ölümünden bir kaç saat önce yazdığı ve ölümünü sezinlediğini anlamaktayız. Halk arasında müspet yönde bir takım söylencelerle beraber, O´nun adeta ermiş mertebesine ulaşmış bir kişi olduğu, yöresinde kabul edilmekte ve saygı görmektedir. Tekke edebiyatına mensup olan aşıklar, yalnız şiirlerini söylemekle kalmayıp, tekkeye mensup olan müritlerini eğitme görevini de üstlenmişlerdir. Tekke mensuplarının, kendi inanç ve düşüncelerini "yayacak ve gelecek nesillere taşıyacak kişileri eğitip, el vermeleri manevi bir zorunluluk olarak karşımıza çıkmaktadır. Böyle bir dünya görüşünü benimsemiş olan Aşık Hasan Hüseyin Orhan, halkın milli kültür ürünlerinden biri sayılan aşıklık geleneğini, yozlaşmadan günümüze kadar süregelmesinde çok büyük bir rol oynamıştır. Vefat ettikten sonra geride aşıklık geleneğini sürdürecek bir de kuşak bırakmıştır. Böylece Minayik köyünün aşıklık geleneği günümüze kadar süregelmiştir. Bu kuşağa, Merhum İbrahim Mamo Temİz (Seyit Meftuni), Merhum Hüseyin Avni Orhan (Efendi Dede), Haşim Vehbi Orhan, Merhum Hüseyin Temiz (San Dede), Muharrem Naci Orhan (İkrari), Hasan Temiz, Hüseyin Orhan ve Bayram Aküt gibi örnekleri sıralayabiliniz. Aşık Hasan Hüseyin Orhan´ın yüz yirmi sayfalık kendi el yazısı ile yazmış olduğu eski Türkçe şiirleri ve düşünceleri(cönk) günümüz türkçesine çevrilmiştir. Aşığın mezarı doğduğu yer olan Malatya´nın Arguvan ilçesi Minayik yeni adıyla Kuyudere köyündedir |
![]() |
![]() |
![]() |
#34 |
Administrator
![]() Üyelik Tarihi: Aug 2005
Mesajlar: 8,106
Teşekkür Etme: 20 Thanked 155 Times in 28 Posts
Üye No: 1
İtibar Gücü: 70000
Rep Puanı : 434913
Rep Derecesi :
![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Cinsiyet :
Ünvan : Admin
|
![]() Aşık İbreti
Her Neyi Gördükçe Kasların Yıkma Ne Sucum Var İse Bıldır Efendim Hata Eyledimse Kusura Bakma Düştümse Elim Tut, Kaldır Efendim Asıl adı Hıdır Gürel olan Aşık İbreti´nin dedeleri Malatya´nın Akçadağ ilçesinden kalkmış, Kayseri´nin Sarız ilçesıne bağlı Kırkısrak köyüne gelip yerleşmiş, babasının adı Ali annesinin adı Sultandır. Babası o günün zor koşullarında, at sırtında köy köy dolaşıp meyve ve öteberi satarak geçimini sağlarmış. Rumi 1336, miladi 1920 doğumlu olan Aşık İbreti´ye Hıdır adı konulmuş. Üç yaşına gelince annesini kaybetmiş ve öksüz kalmış, babası evlendiği Hatice isimli ikinci annesinden Ali, Rıza, İbrahim, Sultan, Meryem, adlarında beş kardeşi dünyaya gelmiş. Bunlar halen hayatta olup yaşamlarını İstanbul´da sürdürmektedir. İbretı henüz onyedi onsekiz yaşlarındayken evlenir, hanımı teyzesinin kızı Sultandır. Köşkerlik (ayakkabı tamirciliği) yapar ve giderek ayakkabı üretimiyle geçimini sağlar. Askere gider 3 yıl askerlik yapar askerde iken babasını kaybeder. Askerlik dönüşü Maraş´ın Afşin ilçesine giderek onsekiz gün gibi kısa bir zamanda biçki, dikiş öğrenen İbreti Sarıza döner bu sanatını da onsekiz yıl devam ettirir. Bu arada saza söze büyük ilgi duyar okuma merakı artar. *******i gaz lambasının ışığında sabahlara dek okuduğu günler olur kendini yetiştirir. İbreti, bu gayretli çalışmasının yanı sıra peş peşe altı çocuk sahibi de olur, sırasıyla Sultan, Haydar, Hüseyin, Hıdır, Kemal, Gülbeyaz, İbretinin hanesinde yer alır. Ancak kendi adını taşıyan Hıdır henüz 34 yaşında 1992 yılında hakk´ın rahmetine kavuşur. Diğer kardeşleri, anneleri Sultanla İstanbul´da yasamlarını sürdürürler. Çok çocuklu İbreti, geçim darlğı çektiği için çeşitli mesleklere atılır. Saz yapıp satmak, diş çekmek, madencilik, en son fotoğrafçılık gibi işler yapar. Madencilikte yaptığı kazılarda yüzde seksen isabet kaydetmesine karşın ekonomik yetersizlikler nedeniyle bu işi sürdüremiyor. Bulduğu krom, gümüşlü kurşun, madenleri toprak altında kalıyor. Son olarak fotografçılık hizmeti yapmakta olan İbreti Sarızda elektrik olmadığı için işini zor sürdürüyor. Daha sonra Elbistana göçüyor, burada fotoğrafçılık mesleğini sürdürürken 1967´de patlak veren Elbistan olayında Alevilere saldıran fanatik bir gurubun saldırısından İbreti de nasibini alıyor. Dükkanı tahrip ediliyor kendisi ise canını zor kurtarıyor tekrar Sarıza donüyor ancak geçim darlığı nedeniyle İstanbul´a göçüyor ve 5 Kasım 1976 tarihinde Hakk´a yürüyor. |
![]() |
![]() |
![]() |
#35 |
Administrator
![]() Üyelik Tarihi: Aug 2005
Mesajlar: 8,106
Teşekkür Etme: 20 Thanked 155 Times in 28 Posts
Üye No: 1
İtibar Gücü: 70000
Rep Puanı : 434913
Rep Derecesi :
![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Cinsiyet :
Ünvan : Admin
|
![]() Aşık Kahri
Artvin´in Hezor (şimdiki adı Hızarlı) köyünde doğdu. 19. yüzyılda yaşadığı saptanabilen aşığın doğum ve ölüm tarihleri tam olarak bilinmemektedir. Aşık Figani´nin çırağı olan Aşık Kahri geleneği ve bağlama çalmayı ustasından öğrendi. Kendi döneminde yaşayan birçok aşıkla karşılaşmalar yaptığı bilinmesine karşın, bu karşılaşmalar kaynaklara aktarılamadığı için yitip gitti. Günümüze kalan şiir sayısı sınırlı olan Aşık Kahri, ağırlıkla sevgi ve dini konuları işledi. Kaldı Hey ağalar size tarif edeyim Bülbül arzumanım güllerde kaldı Sefinem gark oldu derya ummana Çıkmaz nazlı Sunam göllerde kaldı Bu derde düşenler bilmem n´eylerler Aşık olanları her dem söylerler Nice meclislerde vasfın eylerler Hayıf olsun aşkım dillerde kaldı Kahri bu sevdayı hem kar eyledi Çekti hasretini hem zar eyledi Ne sebepten bizden firar eyledi Hayıf olsun ırak ellerde kaldı |
![]() |
![]() |
![]() |
#36 |
Administrator
![]() Üyelik Tarihi: Aug 2005
Mesajlar: 8,106
Teşekkür Etme: 20 Thanked 155 Times in 28 Posts
Üye No: 1
İtibar Gücü: 70000
Rep Puanı : 434913
Rep Derecesi :
![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Cinsiyet :
Ünvan : Admin
|
![]() Aşık Mahzuni Şerif
"Dostlar beni bir kazana koydular Kırk yıl yandım daha çiğsin dediler. Ölçeğimi gram gram yediler Bir kantarda tartamadım ben beni" Babamın dediği doğruysa ,anamın da dediği doğruysa 1943 yılının ocak 3´ünde Afşin´e bağlı Berçenek köyünde doğmuşum. Köyde ilkokul yokmuş o zamanlar.Belli bir yaşa gelen çocuklar Elbistanın Alembey Köyü´nde Hacı Lütfi Efemdinin açtığı Hafız Kuran kursuna gidermiş.Yaşım,öğrenim çağına geldiğinde babamın isteği üzerine ben de Lütfi Efendinin medresesinde hafız kursuna devam etmek üzere Alembey köyüne gittim,geldim...Bizim çevremizde kocaman bir yobaz bulutu döner.Hacı Lütfi Efendi hiç çekinmeden,canının istediği şekilde,bilmediğimiz dillerle,bilmediğimiz isimlerle fetvalar verirdi durmadan.Arapçayı o zaman öğrendim.Şimdi Arapça yazıp okuyabiliyorum. Lütfi Efendinin medresesinde üç buçuk sayfada kaldım... Derken köye eğitmen,ardından öğretmen verildi.Devam ettiğim ilkokulu süresinde bitirdim. Gün oldu gönül bir şeye takıldı.O da şu:Arada sırada Afşine,Elbistana subay kıyafetiyle dolaşan genç çocuklar görürdüm.Bunlar assubay okulu öğrencileri idi.Çevrenin etkisiyle olacak,askerliğe karşı büyük ilgim vardı.Tutturdum,ille ben de assubay olacağım,diye.Bu isteğim yerine geldi.Öğrenim görmek,"subay olmak"için Mersin 3.Assubay Hazırlama Okuluna başladım. Bu arada şunu da belirteyim:Ben daha 10-12 yaşında önlüklü bir ilkokul öğrencisi iken dayımın kızı Emine ile nişanlanmıştım,yine babamın ve akrabaların isteğiyle. 1956 yılında girdiğim Mersin Assubay Hazırlama Okulunu 1959da iftiharla bitirdim.Ordonat Tekniker sınıfına ayrılarak sınıfına ayrılarak Ankaraya Ordonat Tekniker Okuluna geldim.Bu okul şimdi benim yargılandığım okuldur;işin daha ilginç yanı,bugün yargılandığım salon benim sınıfımdı.Burada çok kısa süren bir eğitim-öğretimden sonra Sivasa gönderildim.Ekreol Tepede beş ay stajerlik yaptım. 1960´ta ihtilalde payımız oldu.Cemal Babanın emrinde biz bir grup genç silahlandırıldık.Dışkapı bölgesi bize verildi.Yıl 1960ın kasımı oldu.Bugün yargılandığım eski okulumun meydanında bana ilk Atatürk ödülü verildi.O günün hatırası olarak.Günün Ordonat Daire Başkanı Reşat Ülgenalp in imzaladığı ve gözlerimi öperek verdiği kitabı hala saklarım. 27 Mayısın verdiği ruhla olacak askerliği daha da sevmeye başladım.Başarılarım beni bir yere doğru hızla sürüklüyordu. Gün geçti ben de "HALKÇILIK" ruhu daha ağır basmaya başladı.Bu arada dayımın kızı Emine ile evlenmiştim.Bir kızımız olmuştu.Mutlu değildim ,anamın babamın kararı ile zorla evlenmiştim.Çok sürmedi bu.İmam nikahı ile evlendiğim karımı bir mektupla boşadım. Şimdi bağımsızdım bir ölçüde.Halçılık ruhu beni başka yerlere sürüklemeye başlamıştı.Sazı 1955-56 yıllarında okuldayken öğrenmeye başlamıştım.Şiirler yazmağa,türküler söylemeye başladım.Buda pek uzun sürmedi.Okulu terk etmek zorunda kaldım.Ve bugün hala terk ettiğim okulun tazminatını ödüyorum. Yıllar yılları kovaladı.Sazımla baş başa kaldım.Ankarada oturuyordum.Saz çalarak,şiir yazarak kendimi yetiştirmeye çalışıyordum. Serüven serüven üzerine geldi,geçti..Yıl 1963 oldu."Doğuda Kıtlık Var"ın yazarı Halil Aytekineltanıştık.Onun aracılığı ile Fikret Otyamı bulduk...Benim ilk gazeteci dostum Fikret Otyam oldu.Yardım etti bize.Hürriyet Gazetesinden Cüneyt Arcayüreke gönderdi.Basından benim hakkımda ilk yazı Cüneyt Arcayürekin imzası ile Hürriyette çıktı. Bu dönem TİP´in kuruluş yıllarına rastlıyordu.TİP yöneticileriyle ilişki kurduk.Bize yalnız onlar sahip çıkıyordu.Başka kimseyi tanımıyorduk,bizimle ilgilenen yoktu. Bir Aşıklar Derneği kurmamız gerekti.Nedeni de şu idi.Türkiye de halk ozanalrı sürekli ezilmişlik,yoksulluk içinde yaşamışlardı.Bu durumdan tamamen olmasa da kurtulmaları gerekti.Örgütlenmeleri gerekiyordu.Biz bu gerekeni yaptık.Aşıklar Derneğini kurduk.Sesimizi duyurmaya,çeşitli yerlerde konserler vermeye çalıştık.Bu çabalarımızda da başarılı olduk.Dost Fikret Otyamın ve Gazeteciler Sendikasının desteği ile konserler verdik.Zamanın turizm bakanı Nurettin Ardıçoğluna çıktık,yardım istedik.O zaman TRT doğrudan turizm bakanlığına bağlı idi.Radyodan N.Ardıçoğlunun direktifi üzerine Aşık İhsani´ye Kul Ahmede ve bana söyleme izni verildi.Sendikanın desteği ve yardımıyla konserler verdik.Bunların en önemlisi Büyük Sinemada verdiğimiz konserdi.Büyük ilgi toplamıştı.Çabamıza destek oldu.Ondan sonra sesimizi yavaş yavaş duyurmaya başladık.Ve bu da uzun sürmedi sonunda...Önceleri ozanların seçildiği Türk Halk Ozanları Derneğinin başına avukatlar getirimeye başladı.İlk kadersizliğimiz bu oldu.Dağıldık ondan sonra da... Bana bir mücadele gerekiyordu.Kime ve neye karşı?Gün geçtikçe görerek,duyarak,sezinleyerek,o kuyarak bunu daha iyi anlamayabaşladım.Bütün benliğimle kendimi saza verdim.Çalıyordum,söylüyordum ama çalışmalarıma bir yöntem vermem gerekiyordu. Geçmişteki ozanları,yaşayan ozanları bir bir inceledim.Kendime yol gösterici,eylem kılavuzu olarak seçtiğim Pir Sultan oldu.Ses olarak da etkilendiğim Davut Sulari´dir.Toprak çocuğuyuz,toprağa karşı büyük bir özlemimiz vardır.Bunu da en iyi dile getiren Veysel Baba idi.Belirli bir derecede onun da etkisinde kaldım.Sulari´den etkilendiğim sese,Aşık Veysel mülayimliğini kattım.Düşün felsefemi de yukarda belirttiğim gibi Pir Sultandan aldım...Ve şunu anladım:O güne kadar halk ozanlığı sürekli olarak istismar edilmişti.Halk şiiri geleneği gül,bülbül,çiçek,edebiyatı ile uyutma perhizi olarak kullanılmıştı.İlk amacım bugüne kadar gelen bu kalıpları kırıp,yıkmak oldu.Olaylardan ve halk yaşamından aldığım gerçekleri konu olarak işledim.. Ve bugüne kadar böyle geldik.... |
![]() |
![]() |
![]() |
#37 |
Administrator
![]() Üyelik Tarihi: Aug 2005
Mesajlar: 8,106
Teşekkür Etme: 20 Thanked 155 Times in 28 Posts
Üye No: 1
İtibar Gücü: 70000
Rep Puanı : 434913
Rep Derecesi :
![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Cinsiyet :
Ünvan : Admin
|
![]() Aşık Nidasız
19. yüzyılın 2. yarısında Berta´da doğdu. Asıl adı Mehmet´tir. Yaşamına ilişkin ayrıntılı bilgi bulunmayan Aşık Nidasız´ın küçük yaşlarda aşıklık geleneğini öğrendiği ve şiir yazmaya başladığı bilinmektedir. Osmanlı-Rus Savaşı (1877-1878) döneminde Bursa´nın Soğukpınar köyüne göçtüğü, daha sonra ise sevgilisinin geldiği anlatıları ve birkaç şiiri dışında başka bilgi yoktur. Soğukpınar köyünde öldü ve orada toprağa verildi. Bir O Yandan Kaşına kalem yaptırsan Bir o yandan bir bu yandan Ne olur biraz öptürsen Bir o yandan bir bu yandan Baktıkça derdim çoklanır Kuşağında koş yuhlanır Koynunda narlar saklanır Bir o yandan bir bu yandan Nidasız kalbim kesili Sevgilim gezer küsülü Elmas küpeler asılı Bir o yandan bir bu yandan |
![]() |
![]() |
![]() |
#38 |
Administrator
![]() Üyelik Tarihi: Aug 2005
Mesajlar: 8,106
Teşekkür Etme: 20 Thanked 155 Times in 28 Posts
Üye No: 1
İtibar Gücü: 70000
Rep Puanı : 434913
Rep Derecesi :
![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Cinsiyet :
Ünvan : Admin
|
![]() Aşık Perişan
1937 yılında Artvin´in Yukarı Hod (şimdiki adı Yukarı Maden) köyünde doğdu. Asıl adı Hüseyin Mutlu´dur. Küçük yaşlardan itibaren ailesinden ve çevresinden aşıklık geleneğini öğrendi. Önce usta malı türküleri söyleyen Aşık Perişan zamanla kendi şiirlerini yazmaya başladı. Değişik zamanlarda köyünde ve başka yerlerde görüştüğü aşıklarla karşılaşmalar yaptı. İlkokul yıllarından beri şiir yazan Aşık Perişan´ın birçoğu yazıya geçmemiş yüzlerce şiiri bulunmaktadır. Özellikle doğaçlama söylediğinden dolayı, akılda kalmadığı ya da kağıda geçirilmediğinden çoğu zaman yitip gitmektedir. Toplumsal taşlamalardan sevgiye, gurbet yaşamından sıla özlemine dek birçok konuyu işleyen Aşık Perişan´ın şiirleri çeşitli dergi, gazete ve araştırmada yeraldı. Şiirlerinde toplumsal taşlamalardan sevgiye, gurbet yaşamından sıla özlemine dek birçok konuyu işlemektedir. Düştüm Deli gönlüm yükseklerden uçarken Kırıldı kanadım çöllere düştüm Ben kendi yolumdan gelip geçerken Felek çelme taktı bellere düştüm İyi günüm olmaz umudum kestim Bu kara bahtıma darıldım küstüm Yağmur ile yağdım yel ile estim Sürüklenip gittim sellere düştüm İnsanları çok severim kızamam Saz elimde diyar diyar gezemem Torba değil el ağzını büzemem Karadır kaderim dillere düştüm Gücüm yetmez oldu itip kakana Ne diyeyim kem göz ile bakana Dediler Perişan bakma arkana Durağım belirsiz yollara düştüm |
![]() |
![]() |
![]() |
#39 |
Administrator
![]() Üyelik Tarihi: Aug 2005
Mesajlar: 8,106
Teşekkür Etme: 20 Thanked 155 Times in 28 Posts
Üye No: 1
İtibar Gücü: 70000
Rep Puanı : 434913
Rep Derecesi :
![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Cinsiyet :
Ünvan : Admin
|
![]() Aşık Rufai
19. yüzyılda Artvin´in Yukarı Hod (şimdiki adı Yukarı Maden) köyünde yaşadı. Asıl adı Yusuf´tur. Anlatılara göre Osmanlı-Rus Savaşının son yılında (1878) öldüğü sanılmaktadır. Aşıklık geleneğinin yoğun olarak varlığını hissettirdiği bir dönemde yaşayan Aşık Rufai, ayrıca gelenekleri öğrenmede dayısı Aşık Saidi´nin yardımını gördü. Her ne kadar kaynaklarda sözedilmese de dayısı Saidi´nin akranı olan Aşık Şamili´den de etkilendiği düşünülebilir. Gözleri görmediği halde topraktan çeşitli mutfak eşyaları yaparak yaşamını sürdürdü. Kuranı ezberleyerek hafız olan Aşık Rufai´nin sevgilisini kokusundan tanıdığı söylenir. Bil Eğer bir dilberden hoşlanıyorsan Halini hatrını sormasını bil Baktın dost oluben elini verdi Gönlüne bir saray kurmasını bil Kalender mert ise sevmeye değer Aşk denen bu maraz yakarsa meğer Gönlünü gönlüne bağlarsa eğer Derdinin dermanı olmasını bil Ağlasan ağlarsa gülsen gülerse Gönüller birleşir tek can olursa Üstüne titreyip gerçek severse Rufai onun´çün ölmesini bil |
![]() |
![]() |
![]() |
#40 |
Administrator
![]() Üyelik Tarihi: Aug 2005
Mesajlar: 8,106
Teşekkür Etme: 20 Thanked 155 Times in 28 Posts
Üye No: 1
İtibar Gücü: 70000
Rep Puanı : 434913
Rep Derecesi :
![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Cinsiyet :
Ünvan : Admin
|
![]() Aşık Suzani
1855-1918. Artvin´de doğdu. Bazı kaynaklarda ise doğum ve ölüm tarihleri 1871-1934 olarak aktarılmaktadır. Asıl adı Nimetullah´tır. Daha çok Nimet Hoca olarak bilinir. Medrese eğitimi Artvin´de gördü. Aynı dönemlerde aşıklık geleneğini de bu yaşlardan itibaren öğrenmeye başladı. Medrese eğitimi sırasında Kuranı da öğrenip hafız olduktan sonra Artvin´de imamlık ve çilingirlik yaptı. 1. Dünya Savaşı (1914-1918) döneminde Artvin´den göçerek Sivas´a yerleşen Suzani´nin yaşamı ve şiirlerine ilişkin ayrıntılı bilgi yoktur. Sivas´a göçen Artvinli Suzani ile Sivaslı Suzani (1894-1945) isim benzerliğinden dolayı bazı araştırmacılar tarafından karıştırılmaktadır. Özellikle 1931 yılında Ahmet Kudsi Tecer´in çabalarıyla gerçekleştirilen aşıklara ilişkin ilk şenlikten sonra adı duyulan Sivaslı Suzani, Artvinli Suzani´den sonra yaşadı. Ateşlendi Yine mektup aldım gül yüzlü yarden Alıp okur iken dil ateşlendi Dedim cevabını yazem gönderem Kalemim tutuştu el ateşlendi Hamdülillah o yar insafa gelmiş Şu benim halimden anlamış bilmiş Bir name göndermiş yarimsin demiş Gönül bahçesinde gül ateşlendi Suzani´yim yarim görmek isterim Gonca güllerini dermek isterim Nazlı yar yanına varmak isterim Yar aklıma düştü yol ateşlendi |
![]() |
![]() |
![]() ![]() |
Konuyu Görüntüleyen Aktif Kullanıcılar: 1 (0 üye ve 1 misafir) | |
|
|