![]() |
|
|
|
|
#1 |
|
Forum Aşığı
![]() Üyelik Tarihi: Dec 2005
Mesajlar: 4,764
Teşekkür Etme: 111 Thanked 1,308 Times in 803 Posts
Üye No: 4863
İtibar Gücü: 3069
Rep Puanı : 65437
Rep Derecesi :
![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Cinsiyet :
|
Auschwitz
Nazilerin Polonya’da kurduğu ve bir milyondan fazla Yahudiyi öldürdüğü ölüm kampı Auschwitz’in Sovyet askerleri tarafından 60 yıl önce kurtarılışı törenlerle anılıyor. Müzeye dönüştürülen Auschwitz kampında düzenlenen anma törenine Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, İsrail Cumhurbaşkanı Moşe Katsav ve Fransa Cumhurbaşkanı Jacques Chirac’ın da bulunduğu 40’a yakın lider katılıyor. İkinci Dünya Savaşı’ndan önce Auschwitz, eski adıyla Oscwinchim, yarısı Yahudi olan 14 bin kişinin yaşadığı sakin bir kasabaydı. Mart 1942 de gelen insan dolu ilk vagon, sadece Auschwitz değil, dünya tarihine kara bir sayfa açtı ![]() POLONYA ORDUSUNUN KIŞLASIYDI Gelenler sadece 3 hafta kalacaklarını ve çalışacaklarını sanıyorlardı. Kendileri için kurulmuş gaz odaları ve krematoryumlardan habersiz, kıymetli bütün eşyalarını da beraberinde getirdiler. Savaştan önce Polonya ordusuna ait bir kışla olan Auschwitz, öncelikle Polonyalı entellektüeller ve rejim karşıtları için düşünülmüştü. Avrupa’nın neredeyse bütün kentlerinden Yahudi, komünist, çingene, sakat ve homoseksüel, trenler dolusu insan getirilince kamp genişletildi. ![]() HER YOL AUSCHWITZ’E ÇIKIYORDU Eski kışlanın yakınlarındaki Birkenau ile Maidaneck adlı iki kamp daha inşaa edildi. Artık Selanik’ten Riga’ya, Budapeşte’den Bükreş’e her yol Auschwitz’e çıkıyordu. Nasyonal sosyalistler için, onlardan olmamak, tek belirleyici kriterdi. Auschwitz de dahil olmak üzere bütün toplama kampları, nasyonal sosyalist düzene göre yukarıdan aşağıya organize edilmişti. Tutukluların liderleri de kendilerinden ve daha önce suç işlemiş, şiddet yanlısı olanlar arasından seçildi. ÇOĞU BAŞTAN ÖLDÜRÜLDÜ Auschwitz’e gelenlerin sadece 400 bini kaydedildi. “Arbeit macht frei” (Çalışmak özgür kılar) kriterine uymayanlar, yaşlılar, çocuklar, hastalar, sakatlar kampın kapısından içeri girmeden öldürüldüler. Öldürülürken, eşyalarına, saçlarına, altın dişlerine, derilerine, yani daha sonra kullanılabilecek herşeylerine el konuldu.Banyoya girdiklerini sananlar, kendilerini gaz odasında buldular. Nasyonal sosyalistler, gaz odalarını banyo gibi inşaa ettiler. Zehirli Zyklon B gazı, deliklerden odaya yayıldı. Gazdan tasarruf etmek için mümkün olduğu kadar çok kişiyi odalara doldurdular, çünkü insan vücudunun verdiği ısı, gazın yayılmasını kolaylaştırıyordu. Odadaki insan sayısına göre ölüm süresi 7 ila 20 dakika arasında değişiyordu. Cesetler buradan krematoryuma taşındılar. Saçları kesildi, altın dişleri söküldü ve fırınlara atıldılar. Bir cesedin kül olması için ortalama 40 dakika gerekiyordu. Bu kremataoryumda 24 saat içinde sadece 460 ceset yakılabiliyordu. Naziler, Birkenau ve Maidaneck’te uzmanlaştılar. Şu andan yıkıntı halindeki bazı krematoryumlarda 1500’e yakın insan küle dönüştü. Naziler, soykırımı başından itibaren en ince ayrıntısıyla planlamıştı. Küçücük odalarda, çizgili giysileri ile barınan tutsakların alacakları kalori, bu kaloriyle kaç saat çalışabilecekleri ve çalışırken kaç ayda eriyip yok olabilecekleri hesaplanmıştı. ![]() KAMPTA ORTALAMA ÖMÜR 6 AY Ortalama 6 ay içinde ölen tutsaklar, en ağır şartlarda günde en az 10 saat çalıştırdılar. Gaz odalarına gönderilirken, saç kesme, ceset toplama, yakma gibi işlemleri de yine kendileri yapıyorlardı. Her kamp gibi Auschwitz’in de yine tutsaklardan oluşan bir bandosu vardı. Dostlarını marşlarla ölüme yolladıklarında verebilecekleri en güzel hediye, nasıl kolay ölebileceklerini anlatabilmekti.Mucizevi de olsa kaçmayı başaranlar oldu. Yakalananların kendisi, yakalanamayanların yerine ise kamptan seçilenler cezalandırıldı. 15, 20 kişi nefes almaya bile yetmeyecek küçücük hücrelere dolduruldular. Hücrelerin kapısı genellikle 15 gün sonra açıldı. ![]() BIRKENAU: ÖLÜM KAMPI Sekiz hektarlık Auschwitz kampının kapasitesi yetmediği için, Birkenau’daki köyde yeni bir toplama kampı kuran Naziler, tutsakları barındırdıkları kulübeleri tahtadan yapmaya başladılar. Naziler savaş bittiğinde, yaptıkları katliamdan iz bırakmamak için kampları ateşe verdi. Birkenau, Auschwitz’den sonra inşaa edildiğinden, çalışma kampı değil, ölüm kampı olarak kullanıldı. Bu yüzden gaz odası ve krematoryum sayısı da Auschwitz’dekinden daha çoktu. İnsanlar üzerinde tibbi deneyle yapmak, auschwitz-birkenau kampının uzmanlık alanlarından biriydi. insanoğlunun bugün de kullandığı pekçok tıbbi bilgiyi auschwitz’deki bu deneylere borçlu olduğu bir sır değil. 27 Ocak 1945, hem Auschwitz-Birkenau’nun kurtulduğu, hem de ölüm kamplarının son bulduğu gün olarak tarihe geçti. Savaşın tamamen sona erdiği 9 Mayıs 1945’e kadar daha pekçok toplama kampında soykırıma devam edildi. Ancak soykırımla özdeşleşen Auschwitz-Birkenau, özgürlüğe kavuşmanın da umudu oldu. Auschwitz’in bedeli ise, yüzde 90’ı Yahudi, 1,5 milyon insan oldu. Adolf Hitler’in “Nihai Çözüm” politikası çerçevesinde ise yaklaşık 6 milyon Yahudi, Naziler tarafından kurulan bu kamplarda öldürüldü
__________________
|
|
|
|
|
|
#2 |
|
Forum Aşığı
![]() Üyelik Tarihi: Dec 2005
Mesajlar: 4,764
Teşekkür Etme: 111 Thanked 1,308 Times in 803 Posts
Üye No: 4863
İtibar Gücü: 3069
Rep Puanı : 65437
Rep Derecesi :
![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Cinsiyet :
|
Mussolini Hayatı!!!
Avrupa’nın ilk faşist lideri olan Benito Mussolini Forli'de doğdu. Gençliğinde öğretmenlik yaptı. 1902'de askerlik yapmamak için İsviçre'ye gitti. 1904'te geri dönen Mussolini 10 sene boyunca gazetecilik yaptı. Birinci Dünya Savaşı'nın başlaması üzerine orduya yazıldı ve savaşta aktif olarak görev yaptı. Savaşta yaralanan Mussolini Milano'ya döndü ve burada sağ görüşlü Faşizm taraftarı "Il Popolo d'Italia" gazetesinin editörü oldu. Benito Mussolini, Birinci Dünya Savaşı sonrasında İtalya’da çıkan kaosu iyi değerlendirdi. Çökmüş ekonomi, siyasi kargaşa içindeki İtalya’da Mussolini çeşitli sağcı grupları kurduğu Faşist partisinin bünyesinde topladı ve onları organize etti. Mussolini (halk arasındaki lakabıyla Il Duce "Duçe" ) ülkenin problemlerini çözeceğini vaat ediyor ve eski Roma İmparatorluğu'nu tekrar kuracağını söylüyordu. Bunun yanında kurduğu Kara Gömlekliler adlı örgütle şiddeti artırıyor özellikle de aynı kendisi gibi ekonomik durumun kargaşasında faydalanarak büyük bir sıçrama yapan komünist gruplarla çatışıyordu. Mussolini’nin izlediği politikalar meyvesini vermeye başladı. Ve en nihayet Ekim 1922'de Mussolini Kral Viktor Emmanuel III'ü yönetimi kendisine devretmekle tehdit etti aksi takdirde 26.000 taraftarı ile Roma'ya yürüyecek ve bunu kendi yapacaktı. Komünist hareketinde önüne geçmek isteyen Kral bu teklifi kabul etti ve İtalya'da Duçe dönemi başladı. Mussolini'nin başa geçmesiyle baskı ortamı başladı. Duçe Faşist Parti dışındaki diğer partileri kapattı, sendika hareketleri kanun dışı ilan etti, kitapve gazetelere sansür getirdi, eğitimi sıkı kontrol altına aldı ve bunun gibi bir çok düzenleme yaptı. Mussolini tüm ülkeyi tren rayları ve otobanlarla adeta ördü. Çiftçileri sürekli teşvik etti , tarım ve endüstrinin canlanmasını sağladı buna bağlı olarak da İtalya’da işsizlik azaldı. Tüm bunlar Mussolini'nin popülaritesini arttırdı. Fakat popülaritesini daha da arttırmak isteyen Mussolini 1935'te Habeşis-tan'ın işgaline başladı. 1936'da Habeşistan'ın işgalini tamamladı ve aynı yıl Adolf Hitler'le Roma-Berlin mihverini kurdu. Bu tarihten sonra devamlı Hitler'in etkisinde kalan Mussolini 10 Temmuz 1940'da Müttefiklere savaş ilan etti. Ama İtalyan Ordusu Kuzey Afrika ve Balkanlar seferlerinde mağlup oldu. Fakat her seferinde imdada Hitler yetişti. 1943'te Müttefikler İtalya'ya çıkarma yaptılar. Kral Viktor Emmanuel III Mussolini'yi görevden aldı. Fakat Duçe Hitler’in komandoları tarafından 12 Eylül 1943'de Gran Sasso'da tutuklu bulunduğu otelden kurtarıldı ve uçakla Viyana'ya kaçırıldı. İtalya'da kendine bağlı birliklerle mücadeleyi sürdüren Mussolini Nisan 1945'de yani savaşın son günlerinde kaçmaya çalışırken İtalyan Mukavemet'ine mensup savaşçılar tarafından öldürüldü. Ertesi gün Mussolini'nin,sevgilisinin ve birkaç yandaşının cesedi Milano'da Loreto Meydanı'nda sallanıyordu ************* Stalin Hayatı!!! Tarihin en büyük diktatörlerinden biri olan sosyalist Josef Visarionoviç Stalin, 1881'de Gürcistan'ın Gori kasabasında doğdu. Babası kundurucaydı. Daha orta öğrenimi sırasında devrimci eyleme katıldı ve Rusya Sosyal Demokrat İşçi Partisi'nin bolşevik kanadı saflarında yer aldı. Uzun yıllar Sibirya'da sürgünde kaldı. Lenin'in 1917'de Finlandiya'ya gitmesinin ardından Sverdlov'la birlikte partinin yönetimini üstlendi. Ekim Devrimi'nden sonra Lenin'in başkanlığındaki Sovyet hükümetinde Milliyetler Halk Komiseri oldu. Lenin'in ölümünden az önce Komünist Partisi genel sekreteri oldu. 1920-1930'larda sağ ve sol ideolojik mücadele adına binlerce insanı sürgünlere gönderdi. Özellikle bu sürgünler ve idamlar yoğunluklu olarak Türkler’e karşı oluyordu. Stalin iktidarın için her yol meşrudur sözünü tam anlamıyla uygulayarak binlerce insanın ölümüne sebep oldu. Milyonlarca insan bu yolda öldürüldü. Josef Stalin, Sovyetler Birliğinde, bir tek ülkede sosyalist kuruluşun savunucusu oldu. "Planlı ekonomi", "Kollektivizasyon" ve "Endüstrileşme" uygulamaları ile 1928-1936 yılları arasında Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği'nde köklü dönüşümlerin gerçekleştirilmesini sağladı. İkinci Dünya Savaşı sırasında parti liderliği, hükümet başkanlığı ve sovyet orduları başkomutanlığı görevlerini birarada yürüttü. 5 Mart 1953'te öldü
__________________
|
|
|
|
|
|
#3 |
|
Forum Aşığı
![]() Üyelik Tarihi: Dec 2005
Mesajlar: 4,764
Teşekkür Etme: 111 Thanked 1,308 Times in 803 Posts
Üye No: 4863
İtibar Gücü: 3069
Rep Puanı : 65437
Rep Derecesi :
![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Cinsiyet :
|
Savas ve Türkiye
Türkiye II. Dünya Savaşı’na katılmadı. Ama savaş boyunca izlediği yansızlık siyasetinde zaman zaman büyük güçlüklerle karşılaştı. Türkiye 1939’da savaş olasılığının iyice artması üzerine toprak bütünlüğünü korumaya yönelik ittifak anlaşmaları sağlamak amacıyla bazı girişimlerde bulundu. Almanya ve İtalya’nın saldırgan tutumları karşısında doğal olarak bu girişimler İngiltere, Fransa ve SSCB’ye yönelikti. İlk görüşmeler sonucu 12 Mayıs 1939’da İngiltere’yle, 23 Haziran’da Fransa’yla Türkiye’nin de “Barış Cephesi” içinde yer aldığını açıklayan ortak bildiriler yayımlandı. Bunu SSCB’yle de benzeri bir anlaşma sağlanması yolundaki çabalar izledi. Ama SSCB’nin 23 Ağustos’ta Almanya’yla bir saldırmazlık anlaşması imzalaması karşısında Türkiye’nin çabaları boşa çıktı. Bu durumlar üzerine İngiltere ve Fransa’yla ilişkiler daha da sıklaştırıldı ve 19 Ekim 1939’da Ankara’da Türkiye-İngiltere-Fransa ittifak anlaşması imzalandı. Anlaşmaya göre Türkiye bir Avrupa devletinin saldırısına uğrarsa İngiltere ve Fransa yardımda bulunacak, buna karşılık Avrupa’da çıkacak bir savaş Akdeniz’e yayılırsa Türkiye de İngiltere ve Fransa’ya yardımda bulunacaktı. Savaşın Balkanlar’a doğru yayılma eğilimi göstermesi üzerine Türkiye, Balkan Antantı’na bağlı ülkelerle de işbirliğini güçlendirmeye çalıştı. Ama Şubat 1940’ta Belgrad’da toplanan Balkan Antantı Bakanlar Konseyi bu yönde olumlu bir karar alamadan dağıldı. 10 Haziran 1940’ta İtalya’nın da katılmasıyla savaş Akdeniz’e yayılınca Türkiye’nin 1939 Ankara Anlaşması’yla üstlendiği yükümlülükler gündeme geldi. Ne var ki, Fransa’nın kısa bir süre sonra teslim olması, İngiltere’nin de bu konuda ısrarlı davranmaması Türkiye’yi savaştan uzak tuttu. Alman orduları 1941 ortalarına doğru Balkanlar’ı tümüyle ele geçirince Türkiye’nin de Alman istilasına uğramasından, dolayısıyla Ortadoğu’daki yaşamsal önemdeki çıkarlarının tehlikeye girmesinden çekinen İngiltere, Türkiye’den savaşa katılmasını istedi. Bu sırada SSCB’ye saldırmaya hazırlanan Almanya da güney kanadını güvenceye almak amacıyla Türkiye’ye bir saldırmazlık anlaşması önerdi. Türkiye bunu hemen kabul etti. 18 Haziran 1941’de imzalanan bu anlaşma Türkiye’nin savaş dışı kalma siyasetinde yeni bir aşama oldu. Bunu 10 Ağustos 1941’de SSCB ile İngiltere’nin ortak notası izledi. Savaşın iyice yoğunlaştığı bu dönemde her iki ülke Türkiye’nin toprak bütünlüğüne saygılı olduklarını bildiriyorlardı. Buna karşılık Türkiye’den 1936 Montrö (Montreaux) Sözleşmesi’ni tam olarak uygulayarak İstanbul ve Çanakkale boğazlarını savaş gemilerine kapalı tutmasını istiyorlardı. 1942’de hem Almanya’nın, hem de İngiltere’nin başını çektiği Müttefikler’in Türkiye’yi savaşa sokmak için baskı uyguladıkları bir yıl oldu. Türkiye çeşitli gerekçeler ileri sürerek bunların hepsini geri çevirdi. Ama 1943’te Müttefikler’in üstünlüğü belirince İngiltere bu kez savaşın bir an önce bitmesine katkıda bulunmak ve zaferin nimetinden pay almak gibi görüşlerle Türkiye’yi Müttefikler’in yanında savaşa sokmaya çalıştı. Churchill bu amaçla 30 Ocak 1943’te Adana’ya gelerek İsmet İnönü’yle görüştü. İnönü, Churchill’in Türkiye’nin en geç Ağustos 1943’te savaşa katılması isteğine karşı, bunun gerekli silahların, savaş araç ve gereçlerinin verilmesi durumunda olanaklı olabileceğini söyledi. Bu konudaki görüşmeler sürerken Müttefikler 14-24 Ağustos tarihlerinde Kanada’nın Québec kentinde, 19-30 Ekim’de de Moskova’da düzenledikleri toplantılarda Türkiye’yi savaşa katmak yolundaki baskıyı arttırma kararı aldılar. 28 Kasım-2 Aralık tarihlerinde bir doruk toplantısı yapan Churchill, Roosevelt ve Stalin de bu kararı onayladı. Bunun üzerine Churchill ve Roosevelt 3 Aralık 1943’te İsmet İnönü’yü Kahire’ye davet ederek bu konudaki kesin isteklerini ilettiler ve Türkiye’nin Şubat 1944’te savaşa katılmaması durumunda her türlü yardımı keseceklerini bildirdiler. İsmet İnönü’nün askeri ve stratejik gerekçelerle savaşa katılmayı reddetmesi üzerine Mart 1944’te İngiltere, Nisan 1944’te de ABD Türkiye’ye askeri yardımı durdurdu. Diplomasi alanında da baskılar sürüyordu. Bu baskılara bir süre daha direnen Türkiye savaşın gidişinin iyice belirginleşmesi üzerine 2 Ağustos 1944’te Almanya ile siyasal ilişkilerini kesti. Bunu 6 Ocak 1945’te Japonya ile ilişkilerini kesmesi izledi. Ardından Müttefik liderleri Şubat 1945’te toplanan Yalta (Kırım’da) Konferansı’nda, yeni kurulacak Birleşmiş Milletler’e yalnızca 1 Mart 1945’e kadar Almanya’ya savaş açmış ülkelerin katılmasını içeren bir karar aldılar. Bunun üzerine Türkiye 23 Şubat’ta Almanya’ya savaş ilan etti. Bu sırada Almanya’nın yenilgisi kesinleşmiş olduğundan fiilen savaşa girmedi ************* 2. dünya savaşı sonrası T.C nin kamu borçlanması İkinci Dünya Savaşı ve Sonrası (1939-1960) Savaşa katılmadığı halde, doğrudan ve dolaylı nedenlerle ülke ekonomisi savaştan kötü etkilendi. Bir milyon insanın askere alınması, hem bu insanlara yapılan askeri harcamalar nedeniyle, hem de çalışma yaşındaki bunca insanın çalışmadan alıkonulmasından dolayı, harcama artışları gelir düşüşleriyle birlikte yaşandı. Devletçi sanayileşme uygulaması kesintiye uğrarken, Milli Koruma Kanunu gibi yasal düzenlemelerle birlikte , hükümetin ekonomiye olağanüstü koşulların da etkisiyle daha fazla karıştığı bir dönem başladı. Hükümet, piyasa işleyişini olağanüstü önlemlerle düzenlerken, doğrudan ve dolaylı vergileri arttırarak, milli gelirin önemli bir kısmına el koydu. Hızla büyüyen kamu harcamaları, yatırımlara değil de, bütçenin cari ve sermaye transferi harcamalarına gidince, süreç özel sermaye birikiminin hızla genişlemesine tanık oldu. Yasal düzenlemelerin fiyat sürecine etkili olamayışı, kamu harcamalarının artışına paralel olarak üretim düşüşleri ve dışalım güçlüklerinin ortaya çıkışının yarattığı mal kıtlıkları bir taraftan fiyatları arttırırken, diğer yandan özel sermaye birikimini hızlandırdı. Temel tüketim mallarının karneye bağlandığı bu yıllarda, fiyat artışları ve mal darlıklarından ortaya çıkan özel kesimin savaş karlarını vergilendirmek için Varlık Vergisi ve Toprak Mahsulleri Vergisi gibi toplumsal çalkantılar yaratan uygulamalara gidildi. Fiyat artışlarına etki yapan diğer bir unsur ise, savaş dönemi boyunca uygulanan bütçenin açık finansmanı ve para hacminin arttırılmasıdır. Savaş dönemi boyunca dış ticaret fazla vermiştir. (Kepenek/Yentürk, 2000). 1930’ların sonuna doğru siyasal gerginliğin ve silahlanmanın artması, ülkenin savunma harcamalarını büyüttü. Silah ithalatını içine alan dış ticaret dengesi açık vermeye başlayınca, yeni krediler için girişimlerde bulunuldu. 1938 yılında yapılan bir anlaşma ile İngiltere’den satın alınacak sanayi makine ve gereçleri için 10 milyon, silah ve askeri gereçler için 6 milyon sterlinlik İngiliz kredisi sağlandı. Sanayi kredisi 13 yıl vadeli ve %5.5 faizli iken, silah kredisinin faizi %3, geri ödeme dönemi ise 1951-1962 aralığıydı. İngiliz kredisinden rahatsızlık duyan Almanya ile 1939 yılında 55 milyon dolarlık bir kredi anlaşması imzalanmasına rağmen, aynı yıl içinde Türkiye’nin İngiltere ve Fransa ile Karşılıklı Yardım Anlaşması imzalaması nedeniyle bu kredi Almanya tarafından iptal edildi. 1939 Karşılıklı Yardım Anlaşmasından sonra yapılan kredi anlaşmalarıyla İngiltere’den 42 milyon, Fransa’dan 1.5 milyon sterlinlik (1940 resmi kuruyla toplam 228 milyon TL veya 203 milyon dolar) borç alındı. İngiltere ile ittifaka rağmen savaş dışında kalmak için Almanya ile sürdürülen iyi ilişkiler çerçevesinde 1942 yılında Almanya’dan 35 milyon dolarlık kredi alındı. (Tezel, 1994) ABD’den Türkiye’nin borç almasının tarihi de savaş yılları içinde başladı. Daha önceki borç başvurularını geri çeviren ABD, Ankara’nın 1939 ve 1940’daki kredi isteklerine de olumsuz cevap verdi. Savaşa katılmasıyla birlikte Türkiye’ye 45 milyon dolarlık savaş malzemesi verdi. Türkiye, bu borcun 5 milyon dolarını geri öderken, geri kalanı 1946’da yapılan bir anlaşma gereğince iptal edildi.(Tezel, 1994) Savaş sonrasında dünyada ve Türkiye’de yaşanan siyasal ve ekonomik değişimler, hem borç verecek durumda olan ülkelerin, hem de Türkiye’nin konuya yaklaşımı ve uygulanan ekonomi politikalarında köklü değişikliklere neden oldu. Savaş sonrasında SSCB-Türkiye ilişkilerindeki gerginlik dolayısıyla ortaya çıkan güvenlik endişeleri Türkiye’yi ABD’ye yaklaştırdığı gibi, yeni ekonomi politikasının oluşumunda bu ülkenin belirleyici rol oynaması sonucunu da birlikte getirdi. Boratav (1989), 1946 yılını, 16 yıldır kesintisiz olarak izlenen kapalı, korumacı, dış dengeye dayalı politikaların adım adım gevşetilmesi, ithalatın serbestleştirilerek büyük ölçüde arttırılması, dış açıkların kronikleşmeye başlaması, dolayısıyla dış yardım, kredi ve yabancı sermaye yatırımları ile ayakta duran bir ekonomik yapının yerleşmesinin başlangıcı olarak hem ekonomik, hem de siyasal anlamda tam bir dönüm noktası olarak ele almaktadır. Savaş yıllarında genişlemeye başlayan özel sermaye, savaş sonrası dönemde, iç ve dış etmenlerin katkısıyla, toplumsal ve ekonomik gelişmede, daha önceki dönemlerle kıyaslanmayacak bir şekilde etkinlik kazandı. Çok partili siyasal yaşama geçilmesi ve ekonominin dış yardımlara ve yabancı sermayeye açılması ile birlikte yaşanan kırsal kesimin pazara açılması, hızlı kentleşme yeni birikim olanakları sağladı. Çok partili siyasal yaşam, diğer iç ve dış gelişmeler, siyasal yönetimin sermaye birikiminden yana olması sürecini beraberinde getirdi. Siyasal yönetimi de yanına alan sermaye birikiminin, ekonomik ve toplumsal gelişmeyi tümüyle kavrayıcı bir nitelik kazandığı sürece girildi.(Kepenek/Yentürk, 2000). II. Dünya Savaşı sonrasında tarıma yönelik uygulamalar toplumsal hayatı da etkiledi. Tarımın makineleşmesi, özellikle traktör sayısındaki patlama emek talebini düşürürken, emek fazlası kentlere göç etmeye başladı. Tarımdaki diğer girdilerin artması, karayolu yapımına verilen ağırlık, destekleme alımları, sübvasyonlar hem üretimi, hem verimliliği, hem işlenen toprak alanını arttırdı ve tarım piyasa için yapılmaya başladı. Kentlerin hızla büyümesi bir taraftan altyapı sorunları ortaya çıkarırken, diğer taraftan tüketim kalıplarını değiştirdi. Dayanıklı-dayanıksız lüks tüketim ürünlerinin istemi arttı. 1946 yılında %2 oranında fazla veren dış ticaret, bu yıldan sonra devamlı açık verdi. 1955 yılına geldiğinde dışsatım, dış alımın ancak %63’ünü karşılayabiliyordu. Savaştan hemen sonra dışalım üzerindeki fiyat ve miktar sınırlamaları kalkınca dışalım hızla arttı. Bu artışın nedenleri tüketim artışı ile birlikte, daha sonraki yıllarda Türkiye’yi zora sokan üretimin ithalata dayalı olmasıdır. Dış girdiye dayalı bu bağımlı imalat biçimi bir sonraki alt başlık altında ayrıntılı olarak ele alınacaktır. Savaş sırasında ekonomide yaşanan gerilemeler, savaş sonrası dönemde hızla telafi edilmeye başlandı. Ana ekonomik göstergeler 1946 sonrasında hızlı bir büyüme sürecine girildiğini göstermektedir. Ancak bu genişleme çok uzun ömürlü olamadı. 1954 yılından itibaren bir durgunluk başladı. İhraç mallarına yönelik talep düşerken, dış kaynakların belli bir düzeyi aşamamasından dolayı ithalata sınırlamalar getirildi. Bu bir taraftan mal kıtlıklarına yol açarken, öte taraftan KİT’lerin özel kesime devrini amaçlayan iktidarın, tüketim mallarını ikame edebilmek için kamu yatırımlarını genişletmesine yol açtı. Ancak alınan önlemler dış ticaret açıklarını ortadan kaldırmaya yetmedi. Milli Koruma Kanunu’nu andıran 4 yıllık uygulamalardan sonra 1958 yılında, IMF başta olmak üzere yardım çevrelerinin önerileri doğrultusunda, devalüasyona gidildi, iç ve dış ticaret üzerindeki sınırlamalar kaldırıldı. (Boratav, 1989). Savaş sonrası döneme net borçluluğu sıfır olarak giren Türkiye’nin bu durumu, savaş sonrasında değişmiştir. Tablo 2.’de dönem boyunca alınan borçlar ve ülkeye giren yabancı sermaye miktarları gösterilmektedir. Tablo 2.: Dış Sermaye Kaynakları (1946-1960) (Milyon Dolar) Kaynak: Kepenek/ Yentürk, 2000. Sayfa 102. Sözkonusu yıllarda dış borçlanmada başlıca kaynak ABD’dir. Truman Doktrini, Marshall Planı gibi düzenlemelerle, savaş yıkıntılarının üstüne yeniden kurulan Avrupa’nın besin ve hammadde deposu olacağından hareketle Türkiye’ye kredi ve bağışlar açılmıştır. Gerçi 1947 yılında bu düzenlemelerden yararlanmak için başvuran Türkiye’nin kredi talebi 615 milyon dolardır. Ertesi yıl, ülkenin bu programlardan yararlanabilmesi için anlaşma imzalandıysa da, verilen kredi miktarı yıllık 40-60 milyon civarındadır. (Güven, 1998). Tablo incelendiğinde, iktidar değişikliğinin gerçekleştiği 1950 yılından, dönemin sonu olan 1960 yılına kadar toplam 1097,9 milyon dolarlık ABD kredisinin 824,2 milyon doları (toplam kredilerin %75’i) bağış biçimindedir. Daha önceki ve daha sonraki yıllarda rastlanmayan bu tablonun nedeni, Kepenek/Yentürk (2000)’e göre “siyasal iktidarların, ABD karşısındaki tutumuna bağlanabilir.” Bu başlık altında incelenen dönem hakkında yazan Güven (1998), Amerikan yardımını siyasal bir baskı aracı olarak belirtirken, dönemi “yarı-sömürge” olarak nitelendirilmektedir. ABD’den sağlanan dış borçların bir bölümü ayrı bir özelliğe sahiptir. ABD tarım ürünleri fazlasından Türkiye’ye gönderilen miktarın karşılığı Merkez Bankası’nda ayrı bir hesapta tutulurken, bu miktarın bir kısmı doğrudan Amerikan yetkililer tarafından, geri kalanı Türk hükümeti tarafından kullanılırdı. İncelenen dönemde Türkiye’ye verilen kredilerin 350 milyon doları bu şekilde sağlanmıştır. (Kepenek/Yentürk, 2000)
__________________
|
|
|
|
|
|
#4 |
|
Forum Aşığı
![]() Üyelik Tarihi: Dec 2005
Mesajlar: 4,764
Teşekkür Etme: 111 Thanked 1,308 Times in 803 Posts
Üye No: 4863
İtibar Gücü: 3069
Rep Puanı : 65437
Rep Derecesi :
![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Cinsiyet :
|
Dresden Bombardımanı
Bir Alman şehri olan Dresden'in 13 Şubat ila 15 Şubat 1945 arası Amerikan Hava Kuvvetleri ve İngiliz Hava Kuvvetleri tarafından bombalanması, İkinci Dünya Savaşı sırasında geçen tartışmalı olaylardan biridir. Saldırının Nedenleri İkinci Dünya Savaşının sonuna varılıyordu. Müttefiklerin genel komutanlığı, Rus birliklerinin doğudan ilerleyişini kolaylaştırmak amacıyla, Alman stratejik ve lojistik bölgelerini bombalamak ve Alman kuvvetlerine ikinci bir sorun vermek istiyordu. Bunu gerçekleştirmek üzere, hedefler seçildi. Hedefler arasında Berlin ve etrafındaki askeri muhimmat fabrikları dışında pek stratejik önemi olmayan tarihi Dresden şehri de vardı. Şonuç 13 Şubat'ta başlayan saldırı, 15 Şubat'a kadar devam etti. Saldırı sona erdiğinde, Dresden tamamen yerle bir olmamıştı. Ancak, müttefiklerin kullandığı bombalar arasında Fosfor bombası da bulunmaktaydı. Bu yüzden, Dresden şehri bombalanma sona erdikten sonra günlerce yandı ve tahrip edildi. 28,410 binadan 24,866'ı yok oldu. Ayrıca, insan zayiatı inanılmazdı. Düşük tahminlere göre 35,000, yüksek tahminlere göre ise zayiatlar 135,000'i aşıyordu.
__________________
|
|
|
|
![]() ![]() |
| Konuyu Görüntüleyen Aktif Kullanıcılar: 1 (0 üye ve 1 misafir) | |
|
|
Benzer Konular
|
||||
| Konu | Konuyu Başlatan | Forum | Cevaplar | Son Mesaj |
| Karamehmet'e İKİNCİ ŞOK | ÇaKıR- | Eskiler (Arşiv) | 0 | 04-17-2008 07:27 PM |
| İkİncİ Gece | ¢яєαмιηg | Eskiler (Arşiv) | 0 | 07-10-2007 02:12 PM |
| 2.dÜnya SavaŞi ArŞİvİ-1 | Bostandere | Eskiler (Arşiv) | 9 | 09-11-2006 03:24 AM |
| ArkadaŞlar İkİncİ KurtuluŞ SavaŞi İÇİn LÜtfen Bakin! | vestelman | Eskiler (Arşiv) | 1 | 08-31-2006 02:46 PM |
| İstİklal SavaŞi | mezarci79 | Eskiler (Arşiv) | 0 | 08-08-2006 05:29 PM |