www.cakal.net Forumları YabadabaDuuuee  

Geri Git   www.cakal.net Forumları YabadabaDuuuee > Kültür & Sanat > Genel Kültür > Tarih

CevaplaCevapla
 
Konu Araçları Görünüm Modları
Old 04-21-2010, 02:05 AM   #1
styla45
Forum Kalfası
 
styla45 Kullanıcısının Avatarı
 
Üyelik Tarihi: Aug 2005
Konum: ManisA
Yaş: 39
Mesajlar: 7,074
Teşekkür Etme: 5
Thanked 16 Times in 15 Posts
Üye No: 4
İtibar Gücü: 3534
Rep Puanı : 67186
Rep Derecesi : styla45 has a reputation beyond reputestyla45 has a reputation beyond reputestyla45 has a reputation beyond reputestyla45 has a reputation beyond reputestyla45 has a reputation beyond reputestyla45 has a reputation beyond reputestyla45 has a reputation beyond reputestyla45 has a reputation beyond reputestyla45 has a reputation beyond reputestyla45 has a reputation beyond reputestyla45 has a reputation beyond repute
Cinsiyet : Erkek
Varsayılan

ÇANAKKALE CEPHESİ'NDE RUSYA

I. BÖLÜM

I. XVIII. VE XIX. ASIRLARDA RUSYA'NIN SİYASİ HEDEFLERİ

a. XIX. Yüzyıl'dan İtibaren Rusya'nın Boğazlar ve Osmanlı Toprakları Üzerindeki Düşünceleri

15.yy sonunda kurulan Rus Çarlığı başlangıçta tamamen bir kara devleti idi ve denizlerle bağlantısı yoktu.

1699 Karlofça Andlaşması ile Azak kalesini alan Rusya ilk defa olarak Karadeniz kıyılarına ayak bastı. İsveç ile yaptığı savaş sonunda 1721 de imzalanan Nysled barışı ile de Rusya Baltık kıyılarına çıktı. Bundan sonra Rusya bütün 18.yy boyunca hem Kafkaslar hem de Balkanlar doğrultusunda olmak üzere Karadeniz'deki kıyılarını genişletmiş ve Balkanlarda Osmanlı-Rus sınırı 1792 Yaş Antlaşması ile Tuna'nın kollarından Prut nehri olmuştu. Böylece bütün Kuzey Karadeniz kıyılarını ele geçiren Rusya'nın 19. yy içindeki çabaları İstanbul ve Çanakkale boğazlarının ele geçirilmesine hiç değilse bu boğazların kendisine devamlı olarak açık olması amacına yönelmiştir.

Rusya boğazları ele geçirerek bir nevi deyim yerindeyse dünya siyasetine hakim olmak istiyordu. Çanakkale ve İstanbul boğazı bir çok Avrupa devleti için adeta bir kapı kilidi niteliğini taşıyordu. Bu sebeple devletler yani İngiltere, Fransa ve Almanya gibi o dönemde adından dünya siyasetinde sıkça bahsettiren güçler boğazların egemenliğini kendilerine geçmesi için adeta yarışıyorlardı. Boğazların güçlü bir devletin eline geçmesi bütün Güney Rusya'nın ekonomik hayatının o devletin egemenliği altına girmesi demektir. Rusya için bu yönüyle de önemli bir konum arz eden boğazların başka bir devletin eline geçmesi hayal bile edilemezdi.

Boğazların elde tutulması için çok büyük bir devlet olma niteliği göstermese de ele geçirdikten sonra eğer fırsatları değerlendirebilirse dünya hakimi olabilirdi.

Müsait olan coğrafi şartlarla birlikte Karadeniz ile Akdeniz'e egemen olmakla kalmaz Anadolu'nun ve Balkanların kilit noktası olurdu. Rusya durumun ehemmiyetinin daha 16.ve 17.yy dan itibaren kavramıştı. Olayların bu şekilde cereyan etmesi onu Boğazları ele geçirmek için harekete geçirdi.

İngiliz, Fransız, Alman vb Batılı girişimciler 1877-78 yıllarında yapılan Rus-Türk savaşında Türk ekonomisinin yarattığı talep baskısından ellerinden büyük kazançlarla çıkmışlardır. Böylece 70'li yıllarda Doğu sorununun yeni tırmanma koşullarında Kırım savaşından sonra başlayan Osmanlı İmparatorluğu'nun Batılı devletlerin yarı kolonisi haline dönüştürülmesi süreci hızla etkinleştirilmiştir. Osmanlı İmparatorluğu'nun bu şekilde güç kaybetmeye devam etmesi Batılı devletlerin zihnindeki ihtişamlı Osmanlıyı silmiş hasta adam olarak nitelemeye mahkum etmiştir. Kimi (İngiltere) bu hasta adamı iyi etmek kendi siyasi politikasını ayakta tutabilmek için uğraşmış, kimi (Rusya) de parçala böl öldür siyasetini uygulamak için çaba göstermiştir. Rusya bu nedenle eline geçen ilk fırsatı değerlendirme yoluna gitmeyi tercih etmiştir. Biraz daha gerilere gidecek olursak Osmanlının Rus siyasetine nasıl alet olduğuna tanıklık etmiş oluruz. Tarih 1809 ve 1839 yılları arasında Osmanlı devletinin makus talihine ağlıyordu. Bu tarihte Osmanlıyı bir hayli meşgul eden Mehmet Ali Paşa isyanı çıkmıştı. II. Mahmut müşkil durumdaydı. Fransa ve İngiltere'nin Mehmet Ali tarafını destekler şekilde hareket etmesi sebebiyle Rusya'nın ise beslediği emelleri biliyordu; 8 Temmuz 1833'de Türkiye ile Rusya arasında imzalanan Hünkar İskelesi Antlaşması diğer devletleri hayrete düşürdü.

1-Huzur ve güvenlikleri ile ilgili bütün problemler hakkında birbirlerine yardımda bulunacaklardır.

2-1829 Edirne Antlaşması ile bu antlaşmada geçen diğer antlaşmalar ve Edirne antlaşmasından sonra imzalananlar teyit edilmişti.

3-Olaylar Osmanlı İmparatorluğu için Rusya'dan yardım isteyecek bir durum yaratırsa Rusya'nın karadan ve denizden Osmanlı İmparatorluğu'na iki taraf arasında kararlaştırılan bir kuvvetle yardım edecektir.

4-Yardım isteyen taraf yardıma gelen kuvvetlerin masraflarını ödeyecektir.

5-Antlaşma süresi sekiz yıldır.

6-Bu savunma antlaşması iki ay içinde tasdik edilecek.

Rusya ile Batı arasında savaş olursa Osmanlı devleti Çanakkale Boğazını Rusya ile harp halinde bulunan devletlerin donanmasına kapayacak buna karşılık Rusya'nın dostu olduğu Rus gemileri Boğazlardan her iki istikamete gidip gelebileceklerdi.

İngiltere ve Fransa'nın bu antlaşmaya olumlu yaklaşacağı beklenemezdi. Fransa'nın XVI. asırdan, İngiltere'nin ise Hindistan'a tam olarak yerleşmesinden itibaren Akdeniz'de hayati menfaatleri vardı. Bu menfaatlerin tehlikeye düştüğünü gördükleri anda harekete geçmeleri tabii bir netice idi.

13 Temmuz 1841'de Boğazlar için tespit edilen yeni durum şöyle idi:

1-Osmanlı Devleti barış halinde bulunduğu devletlerin harp gemilerine boğazları kapamak hususunda Osmanlı İmparatorluğu öteden beri kaide olarak kabul edilmiş olan prensibi, gelecekte de yürürlükte bulundurmak yolunda kesin karar verdiğini bildirir.

2-Padişah eskiden olduğu gibi devlet elçilerinin muharebe hizmetinde bulunacak olan harp bayrağı taşıyan hafif gemilerine özel fermanlarla boğazlardan geçiş hakkı verebilir.

Rusya Hünkar İskelesi antlaşmasıyla görüldüğü gibi hem Osmanlının hem de Batılı devletlerin elini ayağını bağlamıştır. İngiltere ve Fransa'nın bu bölge üzerinde siyasi çıkarlarının olması aynı zamanda Osmanlı Devleti üzerinde Rus tehlikesinin geçiştirilmesi konusunda fayda sağlamıştır. Rusya'nın Osmanlı toprakları üzerindeki politikalarını yıllara göre sınıflandırabiliriz. Kırım savaşından sonra 1856'dan sonra 1870'li yıllara kadar Rusya Balkanlarda defansiftir, macera aramaz. Bundan sonra ikinci bir dönem görüyoruz, bu 1870'den Berlin Konferansı'na kadar olan bölümdür. Yani 1878'e kadar. Bu dönemde biz Panslavizm denen ideolojinin Rus Balkan politikasına çok yönlü etki yaptığını görüyoruz. Üçüncü bölüm 1878-1911'e kadar olan bölümdür. Bu bölüm Rus-Balkan politikasının iflası bölümüdür.

Sonuç olarak Rusya Boğazları ele geçirebilmek düşüncesi ile Çanakkale Cephesine dek adım adım ilerlemiştir. Boğazlar Rusya için özellikle 19. ve 20. yy olmazsa olmaz olarak nitelendirdiği siyasi isteklerinden en önemlisidir. Bu bölgenin ele geçirilmesi demek bütün dünya siyasetine özellikle batılı devletlerine hakim olmak manasını taşıyordu ona göre. İngiltere ve Fransa'nın Türkiye hakkındaki emelleri Rusya'yı oldukça tedirgin etmekle beraber Boğazlara hakim olmak emelinden vazgeçmemektedir. Rusya'nın İstanbul büyükelçisi Nelidof Çar III. Aleksandra 1882 de gönderdiği raporda Rusların Boğazlara hakim olma lüzum ve vesilelerini şöyle tespit etmiştir:

"Boğazların ele geçirilmesi bizce tarihi bir zarurettir. Bunun için şu üç yolu takip etmeliyiz:

1-Her an bir bahane ile çıkarılacak savaşla,

2-Dahili kargaşalıktan istifade edilerek İstanbul'a denizden yapılacak bir baskınla,

3-Osmanlı Devleti'nin sıkışık bir anında isteyebileceği Rus yardımı ittifakı bahanesiyle."

İşte Rusya tarih boyunca hep bu taktiklerden yararlanarak Osmanlı Devleti'ni alt ederek Boğazları ele geçirme çabası içersinde bulunmuştur.

b.Rusya'nın Emellerini Gerçekleştirebilmek İçin Başvurduğu Siyasi Politikalar

Osmanlı Devleti kaldırdığı Yeniçeri Ocağı'nın yerine henüz bir ordu tedarik edememişti. Bu suretle hızla gelişen Rus taarruzlarına karşı Osmanlı Devleti ancak müdafaa harpleri yapmak zorunda kalmıştı. Yetersiz ordusu ile bunu da başaramayınca Rus kuvvetleri Türk topraklarında hızla ilerlemeye başlamışlar. Rumeli'deki durum fecaat halini alınca Kafkas cephesinde de bozgunlar başlamış Erzurum, Kars, Ahıska ve Anapa kısa zamanda Rus kuvvetlerinin eline düşmüştü.

Osmanlının bu durum karşısında eli kolu bağlı bir şekilde olayların akışını değiştiremiyordu. Topraklarına göz diken Rusya karşısında makus talihine boyun eğmek zorunda kalıyordu. Kaldı ki topraklarını ve bunun yanında en önemlisi Boğazları koruyabilecek ne yeterli sayıda askeri ne de onların ihtiyaçlarını karşılayabilecek maddi gücü yoktu. Bu sebeple artan saldırılar neticesinde sulh istemek zorunda kalmıştı. Ve sulh isteyen taraf olduğu için Rusya'nın isteklerini kabul etmek mecburiyetinde kaldı. 14 Eylül 1829'da Edirne'de yapılan bu antlaşmaya göre;

1-Ruslar Rumeli yakasında, Tuna nehrinin ağzındaki adalar müstesna Osmanlılardan almış oldukları toprakları geri verecekler. Prut nehri harbden önce olduğu gibi Osmanlı İmparatorluğu ile Rusya arasında sınır olacak. 2-Doğu Anadolu'da Pati, Anapa, Ahıska Rusya'ya bırakılacak. 3-Rus ticaret gemilerine Boğazlardan geçiş hakkı tanınacak Rus halkından olanlar Osmanlı topraklarında serbest ticaret yapabilecekler. 4-Eflak ve Boğdan'a yeni haklar tanınacak. Buralardaki kaleler yıktırılacak. Türk askerleri bundan böyle bu iki eyalette bulunmayacak... 6-Osmanlı Devleti Rusya'ya on bölümde ödenmek üzere on bir buçuk milyon duka altını tazminat olarak ödemeyi yüklenmektedir. 7-Osmanlı Devleti 4 Nisan 1826'da Yunanistan probleminin çözülmesi hususunda İngiltere ve Rusya arasında imzalanmış olan Petersburg protokolünü tanımayı kabul edecektir. Ruslar işte bu şekilde Osmanlının bütün zafiyetlerinden yararlanarak hiçbir fırsatı kaçırmıyor, Boğazlara ulaşabilmek için adım adım Osmanlıyı köşeye sıkıştırmaya çalışıyordu. Ruslar hedeflerine ulaşabilmek için bütün durumları zorluyorlardı. Bunlar, giriştikleri siyasi ilişkilerden şu sonuçları çıkarabiliriz:

1-Osmanlı Devleti ile harp yaparak kendilerini İstanbul'dan ve Akdeniz'den ayıran engelleri ortadan kaldırmak,

2-Osmanlı İmparatorluğu menfaatleri olan devletlerden Avusturya, Fransa ve İngiltere ile fırsat düştükçe Osmanlı topraklarını paylaşmak,

3-Ve nihayet diğer devletlerin Rus ilerleyişine karşı gösterdikleri tepkileri önlemek üzere onlardan önce davranıp Osmanlı hamisi rolünü oynamak.

Osmanlının ekonomisinin buna bağlı olarak sosyal hayatının ve yönetim şeklinin de kötüye gitmesi batılı devletlerin Osmanlı üzerindeki düşüncelerinin değişmesine sebep oldu.

Osmanlı İmparatorluğu'nun önceleri Rusya tarafından hasta adam olarak nitelendirilmeye başlanması ve daha sonra İngiltere'nin de bu fikre katılması imparatorluğa zor anlar yaşatmıştır. Rusya bu ortamda hem Avrupa'da Balkanlarda hem de Asya'da Uzak Doğu'da yayılma politikası izlemektedir. Her şeyden önce bu kırk yıllık dönemde 1877-78 savaşının ve onun sonuçlarının gölgesindedir. Bu savaş ve onu izleyen Ayestefanos Antlaşması (3 Mart 1878) ve Berlin Antlaşması (13 Temmuz 1878) Türk-Rus ilişkilerinde bir dönüm noktası olmuştur.

Rusya'nın Osmanlının mecbur kaldığı bu antlaşmaları iyi değerlendirmesi giderek Boğazlara ve Osmanlı topraklarına yaklaşmasına sebep olmuştur. Herşeyden önce Osmanlı İmparatorluğu büyük ölçüde parçalanmıştır. Bu savaş sonunda Balkanlarda Sırbistan, Romanya, Karadağ bağımsızlıklarına kavuşmuşlar ve Osmanlı-Türk İmparatorluğundan tamamen kopmuşlar. Bulgaristan muhtar bir prenslik haline gelmiş o da büyük ölçüde Osmanlı Devleti'nden kopmuştur. Doğu Anadolu'da Rusya, Kars, Ardahan, Batum'u kendi topraklarına katmış, Osmanlı İmparatorluğu'ndan koparmıştır. Osmanlının bu şekilde ağır darbeler yemesi onu batılı devletlere muhtaç konumuna düşürmüştür. Batılı devletler Osmanlının bu takatsizliği karşısında iştahlanmış, Osmanlıyı adeta paylaşılacak bir pasta olarak görmeye başlamışlardı. Olaylar ardı arkasına, çorap söküğü gibi gelmeye başlamıştı.

Artık Osmanlı adım adım sona yaklaşıyordu. Geriye dönüp baktığında kaybettiği topraklar belki bir imparatorluk daha kurabilecek kadar fazlaydı. Fakat kendisi de bunun farkında olmasına rağmen eli kolu bağlı, olanlara razı ve müşkil durumda bulunuyordu. Batılı devletler her fırsatta Osmanlı Devleti'nin iç işlerine müdahaleden zevk alıyorlardı. Islahat ve Tanzimat fermanlarıyla Osmanlı içinde yaşayan azınlık tebası Türk halkından daha da üstün bir yere oturuyordu. Kırım Savaşı'ndan sonra 1856'dan sonra 1870'li yıllara kadar Rusya Balkanlarda defansiftir, macera aramaz. Bundan sonra iki dönem görüyoruz. Bu 1870'den Berlin Kongresi'ne kadar olan bölümdür. Yani 1878'e kadar. Bu dönemde biz Panslavizm denen ideolojinin Rus Balkan politikasına çok yönlü etki yaptığını görüyoruz. Üçüncü dönemi de 1878'den 1911'e kadar ki göz önünde tutabiliriz. Bu dönem de Rus balkan politikasının iflası dönemidir.

Ruslar Boğazlara ulaşabilmek için her fırsatı değerlendirmiştir. Önüne çıkan her batılı devlete hedeflerinden bahsetmiş ve Boğazların kendisine verilmesi gerektiği konusunda ısrarcı bir tavır sergilemiştir. İngiltere ve Fransa bu olaya pek ılımlı yaklaşmamış hatta bazen Rusya'ya karşı Osmanlının yanında yerlerini almışlardır. Zaman ilerledikçe Boğazlar İngiltere ve Rusya arasında büyük sorun olmaya başlamıştı. Tabiki Osmanlıyla da son zamanlarda çok ters düşmeye başlamıştı. Gerçek şu idi ki Rusya çıkması çok muhtemel bir savaşta Osmanlı ile aynı safta değil karşı karşıya olmak istiyordu. Rusya'daki siyasal seçkinliklerin gözünde ülkenin savaş araçları arasında ilk planda yer alan Lehistan'da kazanılacak topraklar değil Boğazlar sorununun çözümlenmesiydi. Bu çözümün en ideal yolu Osmanlının Rusya'ya savaş ilan etmesi gibi büyük bir hata işlemesiyle olabilirdi. Öte yandan Sazanov müttefiklerine Osmanlı topraklarında gözleri olmadığını Babıali savaşa girsin veya girmesin Boğazlardaki engelin kesinlikle ortadan kaldırılmasının tek amaçları olduğunu söylüyorlardı.

Rusya Boğazlar üzerindeki emelleri konusunda batılı devletlere açık oynuyordu. Onun bu şekilde davranması bazen Batılı aleyhine durumlar ortaya çıkarmıştır. Osmanlının bence bu konuda en fazla ezildiği antlaşma Hünkar İskelesi antlaşması olmuştur. Osmanlının antlaşmada bu şekilde hırpalanması Batılı devletlerin hoşuna gitmemiş, Rusya'nın önünü kapatmaya çaba göstermişlerdir. Zaman zaman da siyasi politikalar gereği fikir değiştirmek zorunda kalmışlardır. Fakat en sonunda Boğazların Rusya'ya verilmesi konusunda hemfikir olmayı başarmıştır. Buna rağmen Rusya Türkiye hakkındaki emellerin tasdikini ancak I. Dünya harbinin başlarında sağlayabilmiştir. 4 Mart 1915'te İngiltere ile Fransa birer nota veren Rusya, İstanbul ve Çanakkale Boğazları ile İzmit'in kuzeye doğru uzanan saha ve Marmara'daki adaların hakimiyeti hakkının kendisine tanınmasını istemiştir.

c.Devletler Arası Bloklaşma ve Rusya'ya Karşı Takip Edilen Boğazlar Politikası

Rusya'yı Çanakkale cephesine kadar taşıyan olay boğazları ve İstanbul'u tamamiyle kendine mal etmesinden kaynaklanıyordu. Fakat bir türlü siyasi dengeleri yerine oturtmayı başaramadığı için Boğazlar üzerinde işlettiği politikalardan olumlu bir sonuç alamıyordu. Zaten bu devletin boğazlara tamamen hakim olma isteği 19.yy ilk yarısından itibaren baş gösterdiği görülüyor. Boğazları ve İstanbul'u ele geçirebilmek için büyük devletlerin desteğine ihtiyacı vardı. Bundan dolayı Rusya'nın ilk başvurduğu devlet; batılı devletler arasında en güçlüleri olan İngiltere olmuştur. Rusya, Boğazlar ve Balkanlar üzerindeki emellerini gerçekleştirebilmek için 1853 yılında İngiltere ile görüşerek isteklerini dile getirmiştir. Fakat İngiltere'nin bu dönemdeki düşüncesi Osmanlıyı iyileştirme kendi kendini yönetir duruma getirme çabası içindeydi. Osmanlı topraklarının paylaşılması için tasarladığı planı şöyle açıklayacaktır. "İstanbul'un Ruslar tarafından devamlı işgalini isteyecek değilim."

Rusya'nın Osmanlı toprakları için beslediği emelleri açıkça bir şekilde dışarı vurması İngiltere ve Fransa'yı yavaş yavaş Osmanlı devletine doğru yanaştırdı. İngilizler görüldüğü gibi Rusya'nın karşısında Osmanlının yanında yer almıştır. Bundaki amacı Hindistan'daki sömürgelerine giden yolu güvence altına almaktı. Neticede Akdeniz ve Hindistan'daki menfaatleri için Fransız ve İngilizler her zaman yıpratmağa çalıştıkları Türklerin yanında tarihte ilk defa harbe gidiyorlardı. İngiltere ve Fransa 12 Mart 1854'te Rusya'ya harp ilan etti. Kırım savaşında güç kaybına uğrayan Ruslar 30 Mart 1856'da imzaladıkları anlaşmanın belli başlı maddeleri şunlardır:

1-Taraflar savaş sırasında işgal etmiş oldukları bütün toprakları birbirlerine iade ediyorlardı.

2-Osmanlı Devleti Avrupa devletleri camiasına dahil oluyor ve toprak bütünlüğü ile bağımsızlığı Avrupa devletlerinin ortak garantisi altına konuyordu. Osmanlının bu şekilde bir anlaşma imzalaması Rusya'ya karşı bir nevi emniyet kemerini takmış böylece boğazları güvence altına almış bulunuyordu. İmzalanan antlaşmanın bu maddeleri Rusya'nın 1841'den itibaren Rusya Boğazlar ve Osmanlı toprakları üzerinde izlediği politikanın geri tepmesine sebep oluyordu. Karadeniz'in tarafsızlaştırılması ve buradaki bulunan askerlerin geri gönderilmesi, tersanelerin boşaltılması Rusya'yı hedeflerinden taviz verdiriyordu. Bu şartlardan sonra Rusya baskılar neticesiyle 1870'de Paris antlaşmasını imzalamaya muvaffak oldu. Bu emrivaki görüşmek üzre 17 Ocak 1871'de Osmanlı devleti Rusya İngiltere, İtalya, Almanya, Avusturya, Fransa temsilcileri Londra'da toplandılar. 13 Mart 1871'de şöyle ilan edildi.

1-1856 Paris antlaşmasında zikredilen Karadeniz'le ilgili 11, 13, 14 maddelerin yani askerlikten tecrit edilen Karadeniz tarafsız hale getirilerek hiçbir devletin tersane kurmaması ve donanma bulundurmasına dair hükümler kaldırılmıştır. 3-Boğazların gerek barış zamanı gerek harp zamanı açılması serbesttir. Diğer hükümler 1856'daki Kırım Antlaşmasında olduğu gibi kabul edilmiştir.

Rusya, zamanın ilerlemesine devletlerin politikalarını değiştirmesine rağmen o 1840'dan itibaren aynı iz üzerinden giderek istikrarlı bir politika sergiliyor. Fakat boğazların diğer büyük devletler içinde çok büyük önem arzetmesi onun yardımlaşacağı devletlerin sayısının ciddi boyutlarda etkiliyor. Bu sebeple çok maddi manevi, geçen süre zarfında bir hayli yıpranıyor. İngiltere'den sonra Almanya'nın Boğazlar hakkında ne düşündüğüne bakalım. Almanya Avusturya ve Rusya'yı bir arada tutabilmek için 1879 İttifakı ile Avusturya'yı kendisine bağladı. 1887'de Rusya ile ikili bir antlaşma yaptı. 1887'de Rus-Alman Antlaşması ile politikasını Rusya'ya tekrar kabul ettirdi. Bu antlaşma ile Bismarc Rusya'yı Almanya'nın yanına çekebilmek için Osmanlı İmparatorluğunu feda etmiş ve Rusya'nın Boğazları ele geçirmesini kabul etmiştir. Fakat daha sonra da Almanya'nın Boğazlar ve Rusya üzerindeki düşüncesi taraf değiştirmiştir. Sebebi Bismarc'ın ölmesiyle yerine geçen II. Wilhem Rus Alman ilişkilerine gereken önemi veremeyerek Rusya'nın kendisinden ayrılmasına sebep olmuştur. Bu da Birinci Dünya savaşındaki İttifak ve İtilaf devletlerinin ayrılmasında bir nevi yön belirleyici oldu.

Şimdi de I. Dünya Savaşı öncesinde bloklaşmanın hangi yolu takip ettiğine bir bakalım. Üçlü İtilaf üç anlaşma ile olmuştur. Bunlar 1894 Fransız-Rus İttifakı, 1904 İngiliz-Fransız sömürge antlaşması ve 1907 İngiliz Rus sömürge antlaşmasıdır. Fransa'nın ise Almanya'ya tarihten gelme bir garezi olduğundan Fransız ve Rus genelkurmayı arasında herhangi bir tehlikeye karşı askeri bir işbirliği antlaşması imzalanmıştır. İngiltere ile Ruslar arasında Boğazlar büyük bir problem olmasına rağmen 20.yy'daki İttifak antlaşmasında Rusya ile uzlaşı içerisine girilmiştir. İngiltere'nin de Osmanlıya yüz çevirerek Rusya ile beraber olması Osmanlıyı Dünya siyasetinde tek başına bırakmıştır. İngiltere'nin Osmanlı İmparatorluğunun bağımsızlık ve toprak bütünlüğünü Rusya'ya karşı koruma politikası 1878'e kadar devam etti. Bu tarihten sonra İngiltere bu politikayı terketti. Çünkü 1877-78 Osmanlı-Rus savaşı İngiltere'ye şunu gösterdi ki Osmanlı İmparatorluğu çok zayıftır ve yıkılmaya mahkumdur. Osmanlı güçlerini birleştirerek devleşen batılı devletler karşısında adeta erimiştir ve isteklere boyun eğmek zorunda hissetmiştir kendisini. Rusya'nın ise burada tek korkusu kendisinden önce İngiltere ve Fransa'nın Boğazlara yerleşmesinden tedirgin oluyordu. İngiltere ve Fransa'nın Rusya'yı kendi saflarına çekmek için Boğazların statüsünde Rusya lehine değişiklik yapılacağı konusunda şifahen taahhütte bulunmuşlar, ona yazılı bir belge vermekten kaçınmışlardır.

Sonuç olarak 1915 yılında İngiltere ve Fransa İstanbul ve Çanakkale Boğazlarını Rusya'ya vermeyi kabul ettiler. Lakin ne var ki 1917 yılında Çarlık rejiminin yıkılması 1915 anlaşmasının fiiliyat alanında gerçekleşmesine imkan vermedi. Boğazların ele geçirilmesi tasarısı daha ciddiyetle ele alındı. Bu fikrin şampiyonu Bahriye Bakanı Vinston Churcill idi ve ona göre Çanakkale Boğazı donanma ile zorlanırsa, Boğazları ve İstanbul'u ele geçirmek mümkün olurdu.

II. BÖLÜM

II. RUSYA'NIN HÜSRANI

a.Savaşın Başlaması ve Çanakkale Cephesi

Rusya artık kağıt üzerinde yaptığı anlaşmaları fiiliyata dökmesinin zamanının geldiğini düşünüyordu. Dünya devletleri siyasi çıkarları neticesinde bloklaşmış, olabilecek bir savaş ihtimaline karşı tedbir almaya başlamışlardı. Dünya devletlerinin tedirginlik için hazırlık yapmalarına karşı Rusların sıkıntısı; Boğazlar ve İstanbul üzerinde kilitlenmiş bulunuyordu. Bunu Rus Dışişleri Bakanı Sazanov şöyle dile getirmiştir;

Ne yapılırsa yapılsın Osmanlı devleti çökecektir. Dolayısıyla payımızı almaya ve İstanbul ile Boğazları başkalarının yerleşmesini önlemeğe hazır olmalıyız. Sazanov'un kullandığı bu mantıktaki iki yüzlülük şuradadır ki Osmanlı devletini çöküntüye götürecek olan en önemli dış amillerden birini Balkan bağlaşmasını ve onun sonucu olarak Balkan savaşını baştan başa Rusya hazırlamıştır.

Rusya hedefleri için ilk olarak Osmanlı içindeki azınlıkları kullanmaktan çekinmedi. Ermenilerin haklarını savunmak bahanesi ile Osmanlı iç işlerine karışarak ordusu üzerinde denetleme hakkı elde etmeye çalışan Rus hükümeti olmuştur. Bir diğer mesele de Slavların bu şekilde karışık halde bulunması ve Avusturya'nın durumdan yararlanabileceği ve Balkanlara egemen olabileceği de Rusya'yı çok fazla tedirgin ediyordu. Ne olursa olsun İstanbul ve Boğazları ele geçirmek istiyordu. Balkan Savaşlarından önce Rusya ile İtalya arasında Boğazlar meselesi üzerinde bir anlaşma yapıldı. Rusya İtalya'nın Trablusgarp üzerindeki hakkını tanıyacak İtalya ise Rusya'nın Boğazlarda emniyet elde etmelerine itiraz etmeyecekti. İngiltere ile Fransa tarafından desteklenmediği için desteksiz kaldı. Türkiye ile de anlaşamayınca Rus hükümeti Balkan savaşının ateşleyicisi oldu.

Rusya iyiden iyiye İstanbul ve Boğazlar için endişelenmeye başlamıştı. Kendi ülkelerinin güvenliğini sanayileşen ülkeler karşısında İstanbul ve Boğazlarla güvence altına almaya çalışıyordu. Boğazlar için savaşmaya götüren diğer önemli sebepler de göz ardı edilmemelidir. Boğazları ele geçirmesi halinde hem ekonomisi düzelecek hem de ülke topraklarını kendince güvence altına almış bulunacaktı. En işlek liman ve demiryolları Karadeniz ve Baltık denizinde idi. İkinci yol Alman donanmasının ablukası altındaydı. Birinci yolu da açıp kapamak Türkiye'nin elindeydi. Bu yol açık olsa hem Rusya demiryollarının cephe hizmeti dolayısıyla kuzeye Petrogra'da taşıyamadıkları Ukrayna buğdayını ihraç edip döviz sıkıntısını hafifletecek ve Amerika'dan aldığı silahlar için mali bakımdan İngiltere'ye daha az yük olur, hem de bağlaşıklarından ve Amerika'dan alacağı silah ve cephane ile sonsuz kalabalıklarını yeni savaş kurallarına göre donatabilirdi.

Rusya'nın da bu şekilde hareketlerde bulunması gerek İngiltere'yi gerek Fransa, İtalya ve Almanya'yı bir tedirginlik içinde bırakıyordu. Çünkü Boğazlar bu devletler ve güvenlikleri içinde konum itibariyle önem arzediyordu. Bu devletlerin herbirinin Rusya'ya yaklaşımları farklı olmuştur. İngiltere İstanbul ve Boğazların Rusya'ya geçmesinin kabulü karşılığında ileri sürdüğü istek ve şartlar sayılır özetleri aşağıdaki yedi maddede toplanılmıştır.

1.Rus toprakları dışındaki yerlerle yapılacak tecim için İstanbul'da bir sağlam liman kurulması,

2.Boğazlardan tecim gemileri için serbest geçişin sağlanılması,

3.Çanakkale savaşlarına Yunanistan gibi devletlerin katılmasına Rusya'nın itiraz etmemesi,

4.Bulgaristan'la Romanya Rusların Boğazları almasından kuşkulanmaktadırlar. Rus hükümeti onları yatıştırmaya çalışacağını ve keza onların bizim tarafa katılmalarını kendileri için faydalı kılacağını İngiltere hükümeti umar.

5.İslam kutsal yerleri ve Arabistan Müslüman bir yönetim altında kalmalıdır.

6.1907 tarihli İngiliz-Rus anlaşmasına göre tarafsız sayılan İran bölgesi İngiltere'ye ait olacaktır.

7.En çok Bulgaristan'la Romanya bakımından ve bazı kuşkuları uyandırmamak düşüncesi ile bu anlaşma gizil kalmalıdır. Ruslar hemen hemen bütün maddeleri kabul etmelerinin yanısıra Afgan sınırı Rus Bölgesine katılmasını doğru bulur.

Yukarıda da görüldüğü gibi Rusya'nın isteklerine karşı İngiltere kendi menfaatlerini korumak amacıyla bir çok ayrıntıya girmiştir. Özellikle Hindistan ve Akdeniz'deki sömürgelerinin tehlikeye düşmemesi önceliğini göz önünde bulundurmuştur. Öte yandan bir başka müttefik devlet olarak seçilen Fransa da aynı politikayı takip etmiştir. Fransa da Rusya'nın İstanbul ve Boğazları istemesine karşı Çukurova ve Kilikya bölgesindeki toprakları kendi himayesine geçmesinin teminatını tedarik etmiştir. Diğer yandan Almanya da Rusya ile ikili temaslarda bulunmaktan geri kalmamıştır. Almanya, I.Dünya savaşına kadar biraz iki yüzlü bir politika takip etmiştir. Savaştan önce Rusya ile ılımlı ilişkileri adeta sağ gösterip sol vurması ile sonuçlanmış. Bunun sebebi ise Rusya'nın Boğazları ele geçirme sendromuna girmesi. Eğer bütün antlaşmalara karşı İngiltere ve Fransa Boğazlara ve İstanbul'a Rusya'dan önce yerleşirse ne yapabilirdi. Hep bunun korkusunu çekiyordu. Almanya'dan kendisi için fırsat gördüğü bu durumdan yararlanmak istiyordu. Yani bu dönemde Osmanlıyı arkasından vurarak diğer ittifak devletleri gibi Rusya ile paylaşım antlaşması için masaya oturuyordu. Almanya bu olay ile dostunu düşmanına tercih etmiştir.

Almanya'nın 1915 sonlarında Rusya ile Barış Denemesi

• - Moskova sanayicilerince hazırlanmış olan gümrük tarifesi tasarısının kabulü,

• - Boğazların tarafsızlaştırılması,

• - Almanya ve Rusya lehinde sınır düzeltilmesi arasında bir ara devlet olacak olan büyük Lehistan'ın kurulması,

• - Doğu Prusya'da Rusya lehinde sınır düzeltilmesi,

• - Almanların eline düşmüş bulunan Rus topraklarının boşaltılması,

• - Müşterek düşman olan İngiltere'ye karşı bir Rus-Alman bağlaşması düşüncesini savunmuştur.

Almanlar 1915 yılında en çok Çanakkale vuruşmaları sırasında Rusya ile ayrı barışa kavuşmak için yaptıkları denemelerin başlıcaları bunlardır.

Hal böyle iken Osmanlının seçeceği en mantıklı seçenek hangisi olurdu? Savaşa girip boğazları düşman gemilerine kapatarak savunması mı, yoksa tarafsız kalarak Boğazları tarafsız hale getirmesi mi? Eğer savaşa seyirci kalsaydı Rusya'nın bu savaştan sağ salim çıkmasına yardımcı olurdu. Çünkü Boğazlar yansızlaştırılacaktı ve Rusların Boğazlardan geçerek gelen yardımı almalarına kolaylık sağlamış olacaklardı. Dolayısıyla Osmanlı Devleti'nin savaşa katılarak Boğazları kapatması Rusya'nın aleyhine olmuştur. Batılı devletler Rusya'ya kolay yardım ulaştırabilmek için savaş döneminde türlü entrikalara başvuruyorlardı. Bunlardan biri 1914 sonlarında İngiltere'de Çanakkale saldırısı düşünüldüğü sırada esas amaç Rusya ile kolay ve verimli bir yoldan bağlantı kurmak olmayıp Osmanlıyı en can alacak noktasından tehdit ederek onun kuvvet göndermesini ve daha sonra da Sarıkamış vuruşmaları sırasında Rusya'ya aşırı baskı yapmasını önlemekti.

Bu olayların sonucunda Rusya kendisini I. Dünya Harbinin içinde buldu. Osmanlı donanmasının başında o dönemde Alman Amirali Suşon bulunuyordu ve Kasım 1914'te Enver'den aldığı talimatnameyle Karadeniz saldırısını başlatmayı uygun gördü. Osmanlının bu şekilde tarafsızlığını bozarak Rusya'nın karşısında Almanya'nın yanında savaşa girmesi bütün dengeleri alt üst etti. Savaşa girmesiyle birlikte Rusya'nın yardım kapısı olarak gördüğü Boğazlar kapandı. Böylece Rusya ve Romanya'nın bağlaşıkları ile ilişkisi kesilmiş oluyordu. Osmanlının savaşa girmesi harbin kaderini değiştirdi ve iki yıl uzamasına, Rusya'nın ağır kayıplar almasına sebep oldu.

İngiltere Bahriye Nazırı Winston Churcill gerek Rusya'ya destek olmak gerekse Osmanlıyı bir an önce savaştan saf dışı etmek amacı ile Çanakkale cephesini başlatırken Babıali'nin hasımları kağıt üzerindeki gizli antlaşmalarla paylaşıyorlardı. 18 Mayıs 1915 tarihli İstanbul Antlaşmasıyla Boğazların sahibi sayılan Rusya tarihsel misyonunu bir bakıma gerçekleştirmiş oluyordu. Ne var ki Çanakkale cephesi açısından 10 ay sonra İtilaf devletlerinin yenilgisi ile çökmüş ve 1917 Kasımında iktidara gelen Bolşevikler Çarlık arşivindeki bütün gizli antlaşmaları emperyalizmin örnekleri olarak yayınlamışlar ve İstanbul Antlaşmasını tanımadıklarını ilan etmişler.

b.Rusya'da Çıkan Devrimin Etkileri

Rusya I. Dünya Harbiyle beraber emellerine ulaşacak memleketin anahtarı olarak gördüğü İstanbul ve Boğazları ele geçirecekti. Fakat evdeki hesap çarşıya uymadı. Ekim 1917 de çıkan Bolşevik ihtilali bütün planları altüst etti. İzlediği politika ters tepti ve iç işlerinde kolay kolay aşılamayacak yıkımlara sebep oldu. İhtilal yalnız Kafkaslardaki Türk-Rus harbini değil aynı zamanda Rusların Rus idaresindeki milletlerin kaderlerine de tesir edecek şekilde değişti.

Peki Rusya bu savaşa girerken ne umuyordu? Özellikle savaşın cephelerinden en önemlisi olan Çanakkale'den ...

Çanakkale teşebbüsünün gayesi şu noktalarda toplanmaktaydı:

1-Boğazlar ve İstanbul müttefiklerin eline geçerse Osmanlı Devleti için barışı kabullenmekten başka çare olamaz.

2-Boğazlar ele geçirilirse Rusya ile yakın temas kurulmuş olur, Rusya'ya silah ve malzeme sevki Rusya'nın da buğdayından faydalanma sağlanmış olurdu. Batılı devletler özellikle Osmanlıya karşı bu önemli cepheyi açarken akıllarından yukarıdaki fikirleri geçiriyorlardı. Fakat bu düşünce Rusya'ya büyük huzursuzluk veriyordu. Çünkü o devletlerin siyasi güvenirliklerine pek inanmıyordu ve aldatılarak sırtından vurulmaktan çok korkuyordu. Bu nedenle İngiltere ve Fransa'ya şu notaları verdi:

İstanbul şehri, İstanbul ve Çanakkale Boğazlarının doğu kıyısı ile Sakarya Nehri ve İzmit Körfezinin sonradan tespit edilecek bir noktası arasında kalan topraklar Marmara denizindeki Adalar Rusya'ya ilhak edecektir.

Rusya işte bu rüyalar içinde I. Dünya Harbinin olumlu olarak sonuçlanmasını dört gözle beklerken müttefiklerinden gerekli yardımı alamadığından dolayı iç karışıklıklar yaşamaya başladı. Emperyalist Çarlık Rejiminin destekçileri olan toprak ağaları ile zengin iş sahiplerinin ellerinde bulundurdukları ve gayet kötü durumdaki köylü ile işçiler komünistlerin kışkırtmasıyla isyan etmişlerdir. Rusya'nın büyük merkezlerinde meydana gelen bu ayaklanmalar kısa zamanda yayılarak tam bir ihtilale dönüşmüştür.

Rusya'da artık yönetim Bolşeviklerin eline geçmiştir. Yönetimin değişmesiyle birlikte siyasi ve askeri konularda izlenilen strateji de değişmiştir. Bolşevikler daha başa geçmeden evvel I. Dünya Harbi'nin bitmesi doğrultusunda çalışmalarını sürdürüyorlardı. Bu düşünce doğrultusunda savaşın uzamasıyla birlikte Osmanlı ile, Kafkas-Türk Cephesindeki Rus-Türk harekat orduları arasında sulh sözleşmesi yapılmıştır. Bu sözleşme 5 Aralık 1917 yılında imzalanmıştır.

Çarlık idaresine nihayet vererek idareyi ele olan Bolşevik Hükümeti 7 / 8 Kasım 1917 gecesi duruma tamamen hakim olarak ilk kararlarını da almaya başlamıştı. Kararlardan başta gelenlerinden biri de yukarıda bahsettiğim üzere birkaç seneden beri devam eden ve savaşa iştirak eden devletleri de yeteri derecede yıpratan I. Cihan Harbini sona erdirmek çarelerini araştırmaktı. Yukarıda 5 Aralık 1917'de Erzincan'da yapılan mütareke ile Türk ve Rus cephesindeki harbe son verilmişti. 3 Mart 1918'de beş müttefik devletin iştirakı ile yapılan Brest-Litovsk barışı ise I. Cihan Harbini sona erdirmiştir.

Brest-Litovsk görüşmeleri üç devre halinde görüşüldükten sonra karara bağlandı. Başa geçen Bolşevik hükümeti kendisinde baş gösteren ihtilal harekatının tüm Avrupa'ya yayılmasını bekliyordu. Böylece Avrupa karışacak ve görüşmelerde ezilen değil, ezen konumunda olacaktı. Ruslar aynı politikayı kullanarak Osmanlıyı da azınlık konusunu gündeme getirerek parçalanmasına zemin hazırlamaya çalışıyordu.

Doğu Anadolu'da bulunan Ermeni topluluğuna bir muhtariyet temin edilmesi konusunda çabaları vardı. Kendisi Doğu Anadolu'yu boşalttığını iddia etmesine rağmen burada bulunan asker ve mühimmatın Ermeni çetelerine aktarıldığı söyleniyor. Burada bulunan Ermeniler de elde ettikleri ileri teknoloji silahları kendilerini korumak için Kürtlere karşı değil Müslüman halka karşı kullanmıştır. Antlaşmanın uzamasına sebep olan diğer bir konu da Ukrayna'nın bir Cumhuriyet olduğunu kabul etmeyişinden kaynaklanmaktadır. Bu durum karşısında Almanlar Ruslara cephe olarak Petrograd'a bir ültimatom vermişler ve arkasından da askeri harekata girişmişlerdi. Rusya'nın Batı ve Güney bölgeleri Almanya ve Avusturyalıların eline geçmiş hatta Petrograd'a kadar yaklaşmışlardı. Bu ilerleyiş karşısında zor durumda kalan Rus devlet merkezi Petrograd'dan Moskova'ya taşınmıştı. Bolşevikler Almanlar karşısında isteklerine itiraz edememişler, Almanların çizdikleri hat kabul edilmiş, Kars, Ardahan ve Batum Osmanlı Devleti'ne katılmıştı. Müzakereler 3 Mart 1918 de sona ermiş barış imzalanmıştı.

Brest-Litovsk Antlaşması Osmanlı Devleti tarafından 28 Mart 1918'de Meclisteki bütçe müzakereleri esnasında bu konuda Ahmet Nesimi Bey'in geniş izahatı sonunda kabul edilip tasdik edilmiştir. Rusya'da ise bilhassa Alman isteklerinin yerine getirilmesi ile yapılan antlaşma için Sovyetler Kongresinde aleyhte tezahürler olmuştu. Fakat neticede 16 Mart 1918'de kabul edilmiştir. Antlaşma metni her iki tarafın kendi dillerinde yazılmış olarak 17 Temmuz 1918'de Berlin'de yapılan bir protokol ile karşılıklı tasdiknameler teati edilmiştir. Fakat Brest-Litovsk Antlaşması uzun müddet geçerli olmamış, antlaşmayı yapan devletler yine kendileri az bir zaman sonra bunun maddelerini hiçe saymışlardır. Türk kuvvetlerinin Bakü'yü 14 Eylül'de işgal etmeleri üzerine 20 Eylül'de Sovyetler, Türkiye'ye verdikleri nota ile Brest-Litovsk barışının ortadan kalktığını bildirmişlerdir.

Görüldüğü gibi Türk Rus münasebetlerini ve Çanakkale'de Rusya faktörünü incelediğimiz dönemler (1850-1920) arasında, Rusya'nın siyasi politikalarla Osmanlı'yı alt ederek İstanbul ve Boğazları ele geçirme çabası görüyoruz.

Ruslar tarih sahnesine bin yıllarında çıkmışlardır. Türklerin ise tarih sahnesinde rol almaya başlamaları İ.Ö. 224 yıllarında Türk-Hun imparatorluğu ile gerçekleştirmiştir. 11.yy dan itibaren devletle olduğu gibi Osmanlı ile de önemli antlaşmalara imza atmıştır. Rusya'nın 1840 yıllardan itibaren dünya devletleri üzerinde takip ettiği politikası değişmiştir. Artık tamamen Osmanlı topraklarının kilit noktası olan İstanbul ve Boğazlar üzerinde taşlarını oynatmaya başlamıştır. Rusya'nın politikasını değiştirdiği dönem Osmanlının yavaş yavaş gerileyerek çöküşe gittiği döneme tekabül eder. İşte bu devirde Osmanlı için tarihçilerimiz şu atasözünü uygun görmüşlerdir. "Denize düşen yılana sarılır." Osmanlının zor durumda kalıp ağır şartlar taşıyan Hünkar İskelesi Antlaşması'nı Rusların isteği doğrultusunda imzalamak zorunda kalması onu bu atasözündeki durumla denk tutulmasına sebep olmuştur.

İtilaf devletleri de ilk başlarda Osmanlının yanında olmasına karşın işin vehametini farkettikten sonra Rusya saflarında yardımcı görevinde bulunmaya başlamışlardır. Rusya'nın hasta adam olarak nitelendirdiği Osmanlıyı bir an önce parçalamak istemis ve bunun tek yapılmayacağı düşüncesi ile İngiltere'ye başvurarak hedeflerine ulaşmaya çalışmıştır. 1878-1923 yılları arasında geçen kırk beş senede yedi büyük savaş yaptık. Türk-Rus Savaşı, Girit Savaşı, Trablusgarp-Libya Savaşı, I.ve II. Balkan Savaşları, Yemen savaşı, I. Cihan Harbi ve Kurtuluş Savaşı. Bu savaşlar arasında Türk milleti yönetim değişikliğine de uğrayarak daha demokratik bir hal arzetmeye başlamıştır.

Rusya'ya gelince uzun yıllar yoksul düşmüş, işsiz kalmış Rus halkının durumunu düzeltmek, büyük toprak sahiplerinin zulmünü önlemek için Rusya'da bir halk harekatı başlamış Çarlık yönetimine son verilmiş, komünizm denen gözde halka refah getirerek bir rejim egemen kılınmıştır. Bu iş için bütün dünyadaki özel ve tüzel kişilerin taşınır taşınmaz mallarını kamulaştırmıştı. 1917 yılında gerçekleştirilen bu girişim I. Cihan Savaşı sonlarına rastlar. Çarlık Rusyası 1914'te başlayan bu cihan savaşında İngiltere ve Fransa'yla birleşerek İtilaf devletleri cephesi oluşturulmuştu. Ama İngiliz-Fransız donanmaları Çanakkale'de de Türk ordularına yenilince Rus çarlığının çökmesi hızla gerçekleşir.

Çarlığın devrilip Bolşeviklerin yönetimi ele geçirmesiyle Rusya'nın görünüşteki politikası da değişir. Bolşeviklerin ifadelerine göre daha özgürlükçü daha liberal bir ortam getireceklerini beyan ederler. Hakimiyeti altında bulunan azınlık Türk muhtarlıklarına daha fazla haklar tanıyacaklarını söylerler. Fakat durum hiç de dedikleri gibi olmaz. Türklerin bağımsızlık zaafından yararlanarak bölgede onları maşa gibi kullanırlar ve topraklarını genişletmek, hakimiyet sınırlarını artırmak için ellerinden geleni yaparlar.

Bu arada da bir nifak makinesi olarak çalışmaktan arda kalmazlar. Ülkelerinden çıkan devrimin diğer Avrupa devletlerine dalgalar halinde yayılması için türlü entrikalar çevirirler. Bu düşüncenin baş mimarı olan Lenin ve Stalin Rusya'yı gerçekleştirmek istedikleri geniş çaplı ihtilal hareketiyle dünyanın en güçlü devleti yapmaya çalışırlar. Fakat planlarının hiçbiri tutmaz. Boğazlara ve İstanbul'a da sahip olamazlar. Başlangıçta oldukları sınırlara geri dönmek zorunda kalırlar.
styla45 çevrimdışı   Alıntı ile Cevapla
CevaplaCevapla


Konuyu Görüntüleyen Aktif Kullanıcılar: 1 (0 üye ve 1 misafir)
 

Yayınlama Kuralları
Yeni konu açamazsınız
Cevap gönderemezsiniz
Eklenti ekleyemezsiniz
Mesajlarınızı düzenleyemezsiniz

Kodlama is Açık
Smilies are Açık
[IMG] code is Açık
HTML code is Kapalı


Forum saati GMT +3 olarak ayarlanmıştır. Şu an saat: 12:47 PM

Yazılım: vBulletin® - Sürüm: 3.8.11   Copyright ©2000 - 2025, vBulletin Solutions, Inc.