![]() |
![]() |
#1 |
Forum Aşığı
![]() Üyelik Tarihi: Dec 2005
Mesajlar: 4,764
Teşekkür Etme: 111 Thanked 1,308 Times in 803 Posts
Üye No: 4863
İtibar Gücü: 3037
Rep Puanı : 65437
Rep Derecesi :
![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Cinsiyet :
|
![]() JAPONYA VE BATI
Japonya'nın modern tarihi uluslararası çevredeki bir ülkenin öyküsüdür. Japonya ile Batı dünyası arasında 1850'lerde başlayan etkin bağlantılar her ikisi için de önemli olmuştur. Japonya'nın yakın tarihine ilişkin herhangi bir tartışma için onun dünya düzeni içindeki yerinin önemi, uygun bir başlama noktası olacaktır. Japonya'nın coğrafi uzaklığı önceleri komşularıyla bile temaslarının asgariye inmesine neden olmuştu; yalnızca 150 yıl önce Japonya dünyanın en soyutlanmış ülkelerinden biriydi. Soyutlanma mirası temel önemini korumaktadır. Japon toplumu çok özel bir tarihsel gelişim bağlamında anlaşılması gereken özel yönlerini geliştirmiş ve derin bir eşsizlik duygusu, ayrılık ve soyutlanma temel unsur haline gelmiştir. Soyutlanmadan uzaklaşma değişimi farklı biçimlerde yorumlanmıştır. Japonya kendini, uluslararası anlaşmalarını görüşüp ayarlayarak daha kozmopolit bir bakış açısı sağlamak için, içerdeki öncelikleri ve kaygıyı geniş uluslararası düzenin talepleriyle dengeleyen diğer birçok ulustan biri olarak mı, yoksa Batının tekniğini, kendi kültürel eşsizliğinin ve toplumsal düzeninin temel değişmezlik duygusunu koruyup güçlendirerek alan ve ne olacağı kestirilemeyen düşman dünyada ayakta kalabilmek için soyutlanmanın daha kurnaz bir biçimindeki ham ve artık geçerli olmayan yapay bir değişim içinde mi tanımlıyordu? Henüz dağılmayan bu muğlâklık hem uluslararası toplumlar hem de Japonya'nın kendisi için sınırsız bir önem taşımaktadır. Japonya 16. yüzyılın sonları ile 17. yüzyılın başları arasında Avrupa ile temas kurduğu kısa bir dönem yaşadı, ancak 1639'da Japonya yönetimi, Tokugava (Edo) Bakufu, Batı ile tüm teması fiilen kesti. Buradaki temel güdü, ticari temaslardan soyutlanmasının mümkün olmadığı artık netleşen Hıristiyanlığın potansiyel yıkıcı etkisinin dışında kalmak arzusuydu. Dış temaslar politik istikrara yönelik bir tehdit olarak görüldü. Daha önceki Hollanda, İngiltere, İspanya ve Portekiz ilişkilerinden, 200 yılı aşkın bir süre tek resmi Avrupa varlığı olarak kalan, Nagazaki'deki Deşima adasıyla sınırlı küçük bir Hollanda ticaret merkeziydi. Japon yurttaşların Avrupalılarla bireysel temasları kesildi ve Batı düşüncesini taşıyabilecek her türlü kitabın, sanat eserinin ithali yasaklandı. Japonların dışarıya seyahat etmeleri engellendi. Bu 'inziva' her zaman yetkililerin tam da arzuladığı gibi olmadı. Batının bilimsel gelişmelere ait bazı bilgileri Nagazaki'de üslenmiş 'Hollandalı bilim adamları' arasına sızdı. 1720 yılında yabancı kitap yasağı kalktı ve 18. yüzyılın sonlarında yabancı temsilcilerle bir dizi görüşme olunca inzivanın uzun zaman sürdürülemeyeceği anlaşıldı. Bu ihlallere karşın Japonya esasen, 200 yılı aşkın bir süre tamamen yalıtılmışlık içinde gelişti. Japonya inziva döneminde, Çin ve Hollanda ile kurduğu seyrek ilişkilere karşın sonuçta uluslararası çevreyle temas kurmak zorunda kaldığında, Batının, entelektüel, ekonomik, bilimsel, teknolojik ve kültürel gelişmelerinden neredeyse tümden uzak kalmıştı. Japonya bu süre içinde kuşkusuz boş durmadı, ancak kaydedilen önemli ilerlemeler Batı fikirlerinden ya da modellerinden etkilenmedi. Bunun altında yakın Japon tarihine egemen olan temel bölünmüşlüğün kökleri yatmaktadır. 'Yerli' ve 'Batılı' düşünce ve davranış modellerinin eşzamanlı varlığı keskin bir kültürel zıtlaşmaya neden oldu. Son 150 yıldaki Japon değişim girişimleri hem taklit hem türevsel olarak gerçekleşti, ancak buna yerli özelliklerin bilinçli bilinçsiz hatırlanması ve geleneksel Japon vasıflarının 'taklidi' ile, özgünlüğe ilişkin gerçekçi yaklaşım eşlik etti. İki kültürel gelenek arasındaki uyum çoğu kez başarılmış olsa da zıtlaşmalar da gerginliği kışkırttı. Uzlaşmalar kimi zaman olanaksızlaştı ve Japon toplumu içindeki sıkıntılarla sonuçlandı. Yerli kültür ile Batı kültürleri arasındaki aralıksız sürecek bu uyumsuzluk, Japonya'nın 1850'lerde Batı'yla ilişkilere yeniden başlamaya zorlanmasından bile önce, iç siyasal aktörlerin savlarıyla öne sürüldü. Görüş yelpazesinin bir ucunda yabancılarla ilişkileri ahlaki ve siyasi felaket olarak düşünen yabancı düşmanı inzivacılar, diğer ucunda da Batı teknolojisinden bir ölçüde haberdar olan, Japonya'yı Çin gibi Batı'ya direnecek askeri güçten uzak olarak gören ve Batı kültüründen öğrenilecek çok şey olduğuna inananlar vardı. Tokugava dönemindeki ekonomik ve toplumsal değişimler siyasal sistem üzerinde ciddi zorlanmalar yarattı, ancak Japonya'nın Asya'daki yabancı gelişmesine yönelik büyüyen ilgisine karşın inziva, çoğunluk için imanın şartı olarak kaldı. Batılı ulusların 1790'lardan itibaren Japon soyutlanmasına nüfuz etmeye yönelik nadir girişimlerinin tümü püskürtüldü. 1840lı yıllarda resmi ilişkiler arttı, ancak fazla baskı uygulanamadı. Bununla birlikte Amerika'nın batısının yerleşime açılması ve Pasifik'te ABD'nin gelişen balıkçılık ve taşımacılık faaliyetlerinin gelişmesi sonucu Amerika'nın Doğu Asya'ya duyduğu ilginin artması daha kararlı bir eylemi doğurdu. Birleşik Devletler tarafından Japonya ile ilişkileri başlatmak üzere resmen görevlendirilen Komodor Matthew Perry, 1853 Haziranında dört gemiden oluşan küçük bir filoyla Tokyo Körfezinin güney ucundaki Uraga'ya ulaştı. Perry, Japonların sorun çıkaran yabancıları oyalamanın geleneksel bir yolu olan Nagazaki'ye girme önerisini reddetti ve Birleşik Devletler gemilerinin gereksinimlerinin karşılanmasını, Amerikalı denizcilerin kazalarıyla ilgilenilmesini ve resmi ilişkilerin geliştirilmesini içeren bir anlaşma talep eden etkili bir ültimatom sundu. Ayrılmadan önce cevabı almak için gelecek ilkbaharda daha büyük bir filo ile döneceğini bildirdi. Talepler Japon yönetici sınıfını kaosa sürükledi. Edo Bakufu'nun siyasi kararlar üzerinde 250 yıllık bir hâkimiyeti olmuştu. Bu, Perry'nin gelmesiyle başlayan krizin üstesinden gelemeyeceğinin açık bir itirafıydı. Dış ilişkiler, şimdi yabancı taleplerine karşı koymaktaki yetersizliği büsbütün açığa çıkan Tokugava'nın nihai düşüşünün temel unsuru haline gelmişti. 1854 baharında Perry dokuz gemilik daha büyük bir donanmayla döndü ve Bakufu, Hakodate (Hokaido'da) ve Şimoda'nın sığınma limanları olarak açılmasına, gemicilerin dönüşlerine izin verilmesine ve daha sonraki bir tarihte konsoloslar atanmasına ilişkin bir anlaşmaya vardı. Ticaret konulan sonraya bırakıldı. Çok geçmeden Rusya ve İngiltere benzer anlaşmalar yaptılar. Tam ticari ilişkiler kurulması için yoğun baskılar uygulandı. I856'da ilk Amerikan konsolosu Townsend Harris Japonya'ya ulaştı ve büyük ölçüde konuya asılması ve İngiltere’yi şeytan gibi kullanmasıyla 1858 Haziranında ABD-Japonya Dostluk ve Ticaret Anlaşması sonuçlandırıldı. (Limanları yabancı gemilere açan Çin sistemi örnek alındı). Bu, o yıl Batılı güçlerle yapılan ve sonuçlandırdıkları dönemin ardından Ansei Anlaşmaları olarak bilinen birçok anlaşmanın ilkiydi. Eşitsizlik bu anlaşmaların temelini oluşturduğundan 'eşitsiz” anlaşmalar olarak da gösterildiler. Diplomatik temsilciler Edo'da kalıyordu ve ticaret resmi müdahalelerden muaftı. Birçok başka liman da gelecek yıllarda açılacaktı. Japonya'ya girmesine izin verilen tüccarların yerleşmeleri ve onlara açılan alanlar sınırlandırılıyor, ancak ülke kanunlarının dışında tutulmanın ayrıcalığını taşıyorlardı, örneğin Japon yasalarına muhatap değillerdi, ancak herhangi bir kötü davranış ya da sorun olduğunda (buna ilgili Japonlar da dahildi), davalara oradaki konsolosun başkanlık ettiği bir mahkeme bakıyordu. Sonraki anlaşmalar vergileri Japonya'ya giren malların kıymeti üzerinden yüzde 5'lik gibi düşük bir orana bağladı ve “en fazla müsaadeye mazhar ülke” maddesi her ülkeye yayıldı ve yeni haklar güvence altına alındı. Bu yüzden Japonya'daki Batılılar fiilen Japonların denetimi dışında kaldılar. Japonlar için Batılıların yararlandığı bu hakların dışarıda karşılığı yoktu. Bu durum Japonların ekonomik, sosyal, yasal ve siyasal ölçütlerde geri kalmış olmaları ileri sürülerek savunuluyordu. Böylece Japonya'nın Batıya açılma koşulları apaçık eşitsiz olan anlaşmalar nedeniyle, ayrılık duygusu ve güven ihtiyacını azaltmaktan çok güçlendirmiş oldu. Kabul edildiği gibi Batılı hevesleri karşısında Japonların tepkisinin sonucu Japonya'nın bir Avrupa sömürgesi olmasını engellemek ya da Çin'in başına geldiği gibi egemenliğin zarar görmesine katlanmak olacaktı. Bununla birlikte, Japonya'nın üstün gücün tehditlerinden şiddetle incinmesi, Batı standartları ve modellerine uymaması nedeniyle ikinci sınıf görülmesinden kaynaklanan gücenme ve diğer ulusların her türlü özel durumdan kazanılacak avantajlarını doruğa çıkarmak için 'adaletsiz' biçimde hazırlanmalarının algılanması Japonya'yı Büyük Güçler olarak bilinenlerle eşit statü kazanmaya, ya da gerçekten onları geçmeye azmettirdi. Japonya'nın ekonomik ve askeri olarak yaralanabilmesi ve büyük gücün tahakkümüne karşı koyacak dış destekten yoksunluğu, köklerini ulusal mitten alan, inziva döneminde büyüyen ve Japonya ve Batı arasındaki kültür bölünmesinden güçlenen ulusal “ayrılık” duygusunu güçlendirdi. Bu ulusal incinmeyi ve diğer uluslara olan bağımlılığı ortadan kaldırmak baş hedef oldu ve böylesine mecbur olunan bir hedef şu ya da bu şekilde başarıldı. Bütün önemli anlaşma ve diplomatik faaliyetler ancak 'kendi tatminine' yönelik olduğunda gerçekleştirilecek bir taktik içinde ele alındı. Ansei Anlaşmalarından sonraki ilk on yıl, direnecek gücü olmayan Japonya'nın Batı müdahalesine karşı artçı güçlerin hazırlığı ile geçti, ilk yabancı yerleşimler zaman zaman yabancı-karşıtı unsurların fiziksel saldırılarına maruz kalıyor ve yabancı-karşıtlığı Bakufu'nun siyasal sıkıntısını artırmak için düşmanlarca kullanılmaya devam ediyordu. Yönetici elitin büyük çoğunluğu Batı temaslarının kaçınılmaz olduğunun ve sadece edilgen biçimde buna katlanmak yerine Japonya'nın lehine çevirmek gerektiğinin giderek farkına varıyordu. Batı hakkında bazı bilgilerin öğrenilmesi ve bazı bireysel dış seyahatler özendirildi. Batı becerilerini Japonya'yı güçlendirmek için kullanmak 'Batı teknolojisi, Japon değerleri' sloganı ile özetlenen ve çoğunluk tarafından desteklenen bir eylem biçimine dönüştü. Yenilenen dış ilişkilerin etkisi bu yıllarda ekonomik ve siyasal olarak büyük önem kazanırken, ülkede büyüyen iktidar mücadelesi dış ilişkiler konusunun uzun döneme yönelik olarak kalıcı biçimde tasarlanmasına ilişkin girişimleri erteledi. 1868'de yeni yönetimin iktidarını güçlendirmesiyle dikkatler tekrar bu konuya taşındı. Yeni yönetimin ilk düşüncesi anlaşmaları gözden geçirmeye girişmek oldu. Bazı hükümetlere başvuruldu ve 1871'de üst düzey bir delegasyon kalıcı görüşmeler yapmak umuduyla Avrupa ve Amerika'ya gönderildi. Bir saray soylusu olan Prens Ivakura Tomomi önderliğindeki heyette Restorasyon'un iki büyük mimarı Ökubo Toşimiçi ile Kido Köin ve Meici döneminin yönetim oligarşisine önemli ölçüde hâkim olan İtö Hirobumi vardı. Her yerde kendilerine, anlaşmaları gözden geçirme görüşmelerinin erken olduğu söylendi. Buna rağmen gezinin yararlı sonuçları oldu. Batının ne kadar uzak ve birçok açıdan Japonya'nın ne kadar önünde olduğuna şaşırarak, Amerika ve Avrupa uluslarının uygarlıklarını kapsamlı olarak gözlemlediler. 1873'te Japonya'ya döndüklerinde 'eşitsiz' anlaşmaların kaldırılmasına dayalı bir strateji uygulamanın ancak Japonya'yı Batının önemli gördüğü -yasal sistem, siyasal yapı, ekonomik yasalar ve genel 'kültür' ve 'uygarlık' düzeyi- standartlarına taşımakla başarılabileceğini anladılar, içerdeki reformun her türlü uluslararası güç düşüncesinin önüne alınması gerekmişti. Batı ile yarışmak Batının kendi koşullarına mahkûmdu. Bu anlayışın sonucu Batı çizgilerinde yoğun bir değişim programı oldu. Restorasyon'dan önce değişimler parça parça ele alınmıştı. Son Şoğun Tokugava Keiki (Yoşinobu), Fransız temsilci Leon Roches nezaretinde deneme reformları başlatmıştı. Birçok beylik benzer biçimde davranmıştı. Ivakura Heyeti'nin seyahatinden önce Meici yönetimi de daha çok Tokugava zamanında hüküm süren toplumsal, ekonomik ve siyasal sistemi parçalamaya dayalı, sınırlı bir değişim programı başlatmıştı. 1873 sonrası programı eski düzeni yok etmekten çok öte iş gördü. Bu programın ayrıntıları bu kitabın başka bölümlerinde derinliğine yer almaktadır. Burada konunun kapsamını ve ele alınma ölçeğini belirtmek yeterli olacak. Siyasal kurumlardaki değişim, 1885'ten sonra kabine hükümeti, 1889 Şubatında bir anayasanın resmen ilan edilmesi ve 1890'da seçilmişlerin meclisinin açılmasıyla doruğa ulaştı. Meici döneminin gelişigüzel bürokrasisi resmi bürokratik hiyerarşi içinde yeniden örgütlendi ve giriş sınava bağlandı. Yasal sistemdeki köklü reform, medeni yasanın ve ceza yasasının Avrupa çizgilerini ve Avrupa tarzı yasal prosedürleri model alacak biçimde yürütülmesini getirdi. Yeni bir devlet eğitim sistemi, meslek eğitimi ve yüksek eğitimin yanında evrensel temel eğitimi sağladı. Batı tarzı güçlü silahlı kuvvetler oluşturuldu. Modern bir devletin altyapısı -örneğin, ulaşım, posta, bankalar- yaratıldı ve girişimlerin karşılanmasına yardımcı olmak için modern sanayi sektörü ve ihracatın hızlandırılmasına yönelik birçok yöntem kullanıldı. Bu değişimin esası yüzyılın dönümünde temel olarak tamamlanmıştı. Bunun arkasındaki itici güç, büyük ölçüde, neredeyse yüzyılın sonuna kadar Japonya'nın diplomatik faaliyetlerine hâkim olan “eşitsiz” anlaşmalardan kurtulma arzusuydu. Değişimin yürütülmesinde tek bir ülke model alınmadı. Önemli ölçüde derleme yapıldı. Japonya'nın konumuna en uygun Batı modeli veya özelliklerini bulmak için çaba harcandı. Örneğin, diğer alanlarda çok benzerleri kopya edilenler Amerikan, Hollanda, İngiliz ya da Fransız sistemleri olabilirken anayasa konusunda en etkilisi Alman modeliydi. Ya da saflığını koruyan bir Batı modelinin Japonya'da uygulanmasında herhangi bir sorun yoktu. Batı uygulamaları ve düşünceleri -Batılılaşma süreçlerinin çok revaçta olduğu dönemlerde bile- Japon gerçeğine uydurulmak için değiştirildi. Japon geleneğinin öneminin vurgulanmasına devam edildi. Japon geleneğinin gerçek ve farazi unsurları -ya da bu geleneklerin taklitleri- sadece milli duygu ve çabalarda yoğunlaşmaya hizmet etmedi, yabancı kültürel baskı ve kültürel tehdide, ekonomik ve siyasal emperyalizme karşın Japon şeylerin' öneminin devamlı öne sürülmesi de özsaygı unsurunun korunmasına yardımcı oldu. Değişim programının benimsenmesi Batı ile ilişkilerin hızlanmasına ve derinleşmesine neden oldu. İlişkiler sadece diplomatik alanı değil, ekonomik, kültürel, toplumsal ve askeri çıkarlar yelpazesini kapsadığından, dostlukla birlikte çekişme alanı da büyüdü, ilişkilerin açılması önemli ölçüde büyük güçlerin Asya'daki çıkarları doğrultusunda dikte ettirilmişti, ancak şimdi işler çok daha karmaşık hale gelmişti; dış temaslara karşı Japonya'nın ekonomik zorunlulukları gibi, Japon ordusunun büyümesi ve milli duygunun ortaya çıkışı unsurları da hesaba alınmak zorunda kalınmıştı. Eşitsiz anlaşmalar bu büyüyen karmaşayı öngörmemişti, ancak bütün başarısına karşın Japonların Batı emellerinin hayırseverliğine ilişkin güven tazelemesine yetmeyen anlaşmaların yeniden gözden geçirilme görüşmeleri sürecinde yansımasını buldu. 1880'lerin ortasından sonra Japonya yönetimi eşitsiz anlaşmaların düzeltilmesine ilişkin görüşmelerin yeniden açılabileceğini düşündü. Zaten bazı küçük başarılar elde edilmişti; örneğin 1880'den sonra yabancılar kendi posta hizmetlerini Japonya'ya havale etmeyi kabul etmişti. 1885 ile 1887 arasında 'Batılılaşmanın' hızlı savunucusu Dışişleri Bakanı Inoue Kaoru Batılı güçlerle görüşmeler yaptı. Inoue yasal sistemin onaylanan çizgilerde Batılılaşmasını, Japonların dışındakileri ilgilendiren davalarda yabancı yargıç bulunmasını ve gümrük özerkliği kazanılmadan gümrüklerin yükseltilmesini sağlayan bir anlaşmaya vardı. Anlaşma dışarı sızdı ve İnoue 1887 Haziranında istifa etmek zorunda kaldı. Onun yerine Anayasa mahkemesine yabancı yargıçların dahil edilmesini kısıtlamayı tekrar görüşen Okuma Şigenobu geçti; yeni yasa maddelerindeki yabancı onayından da vazgeçildi. Bu anlaşmaya da şiddetle karşı çıkıldı ve 1889 yılında Okuma'ya yapılan ve bir bacağını kaybettiği bombalı saldırının temel nedeni oldu. Anlaşma düzeltme önerilerine duyulan düşmanlığın derecesi büyük ölçüde, yasal sisteme istenmeyen Batı müdahalesinin Japonlar için onur kırıcı bir durum olduğu düşüncesinden kaynaklandı; ancak Batılılaşma her bakımdan çok yol almıştı. Çok az kişi, antidemokratik bir rejime uluslararası onay verildiği için, önerilere karşı çıkıyordu. Oysa, özellikle sesi yükselen milliyetçi unsurlar vardı ve geniş ölçüde desteğe sahiptiler. Japonya'nın yabancı hukuk danışmanları bile bu anlaşmalara muhalefet etmişlerdi ve dolayısıyla girişimler sonuçsuz kalmıştı. Japonya'nın yasal ve siyasal sistemi giderek Batı modellerini geçerli kıldığından, yabancı yönetimlerin kendi vatandaşlarını Japon yargısına havale etmeyi reddetmeleri gittikçe güçleşiyordu. Japonların meşru egemenlik hakları olarak kabul ettikleri hakların teslimindeki gecikme gerçek bir tek taraflı fesih tehlikesini getirdi. Japonya'daki yabancıların çoğu, avantajlı konumlarına ilişkin herhangi bir değişikliğe karşı vaveyla kopardılar, ancak bölgedeki ve yurtlarındaki hükümet temsilcileri nezdinde, görüşleri ağırlığını giderek kaybetti. 1894 yazında diğer bir dışişleri bakanı Mutsu Munemitsu, İngiltere ile yeni bir görüşme dönemi başlattı ve İngiliz-Japon Ticaret ve Denizcilik Anlaşmasında başarılı bir sonuca ulaştı. Bu anlaşma çerçevesinde Japonya'daki İngiliz vatandaşları 1899 yılından sonra yürürlükteki Japon yasalarına tabi olacaklardı. Gümrük konusu ayrıca ele alındı ve daha sonra bir gümrük kongresi düzenlendi, ancak gümrük özerkliği 1911 yılına kadar kazanılamadı. Diğer güçler İngiltere’nin peşinden yeni anlaşmalar düzenledi. Japonya şimdi en azından teoride Batılı güçlerle eşitti. Ancak çok geçmeden yasal eşitliğin yetersizliği çok açık biçimde ortaya çıktı; güç kullanma yeteneği, sadece nüfuzun değil eşitliğin gerçek olup olmadığının da göstergesiydi. Japonya'ya çok büyük tesiri olacak bu yararlı dersi Rusya verecekti. Japonya ile sınırlarını paylaşan tek Batılı güç olan Çarlık Rusyası ile Japonya'nın ilişkileri Japonya bir tehdit arz etmeyecek kadar güçsüz olduğunda nispeten dostçaydı. 1850'lerin anlaşmalarından önce bile nadir temaslar olmuştu ve daha sonraki ilişkiler de diğer güçlerle olduğu gibi bir eşitsizlik temeli üzerinde gelişmişti. 1875 Mayısında Japonya'nın kuzeydoğudan Hokkaido kıyısına uzanan Kuril Takım Adalarının karşılığında Rusya'nın Sahalın adası üzerindeki egemenliğini kabul etmesiyle bir anlaşmaya varılmıştı. Ancak 1880'lerin sonuna doğru Japonya'nın Asya anakarası üzerindeki çıkarları artmıştı ve Kore ile Mançurya'da hak iddiasına yönelik saldırılarının onu doğrudan, genişlemekte olan Rusya imparatorluğuyla bir çatışmanın cine atma tehlikesi vardı. Her iki ülke de Kuzeydoğu Asya'nın bu bölgelerinde ulusal güvenlik için fevkalade çıkarlan, sosyal ve ekonomik hakları olduğu iddiasındaydı. Her iki ülkede aynı bölgede nüfuzunu genişletmek arzusundaydı. 1894'te Kore üzerindeki hak ve çıkarlar nedeniyle Japonya ile Çin arasında savaş patlak verdi. Japonya’nın modern biçimde yenilenmiş silahlı kuvvetleri ses getiren bir zafer elde etti. Koşulları Çin'e zorla kabul ettirilen barış anlaşması sadece ağır bir tazminatı değil, Formoza (Tayan), Pescador Adaları ve Kore'nin batısındaki Mançurya kıyılarına uzanan Liaodong Yarımadasının da Japonya'ya verilmesini gerektirdi. Savaş, Japonya'nın ilk sömürgeleri-i elde ettiğini gösterirken Doğu Asya meselelerinde hesaba katılması gereken bir güç olduğunu da gösterdi. Genellilikle bir Çin zaferini bekleyen Batılılar Japonya'nın açık üstünlüğü karşısında şaşkınlığa uğradı. Avrupa ve Amerika için ilk kez ciddi bir beyaz olmayan rakip olasılığı doğdu. Bu yıllarda Alman imparator II. Wilhelm, Japonların önderliğinde Avrupa'yı istila edip medeniyeti harap edecek milyonlarca Çinli fikrîni, 'sarı tehlike' teorisini dile getirdi. Çin herhangi bir yeri istila edecek bir devlet olmaktan uzaktı, ancak hortlak uy andırılmış ti ve Batı beyaz olmayan bir imparatorluk gücünün varlığına dikkat etmek zorundaydı. Ancak Japonların savaş kazanımları itirazsız kalmadı. Rusya, Mançurya ve Kuzey Çin'de nüfuzunu yayması için bir eşik olacak Liaodong Yarımadasının Japonlara bırakılmasına şiddetle karşıydı. Nisan 1895'te bir hafta içinde bir barış anlaşmasının imzalanmasıyla Rusya, Almanya ve Fransa Üçlü Müdahale olarak bilinen güç birliğine gitmişlerdi. Üçlü güç Pekin'i tehlikeye atacak ve Kore'nin bağımsızlığının ortadan kaldırılmasına neden olacak Liaodong kararından vazgeçmesi için Japonya'ya bir ültimatom verdi. Ültimatomda askeri güç kullanılacağı İfadesi de yer aldı. Japonya diplomatik destek arayışına girdi, ancak İngiltere’den de Amerika'dan da bir ses çıkmadı. Japonya, Fransa ve İngiltere tarafından desteklenen Rusya ile çatışmaya girecek bir konumda değildi. Ültimatomu kabul etmek zorunda kalmasının dışında Çin’in ödeyemeyeceği 30 milyon tael tazminatı da üstlendi. Bu üçlü müdahale, savaşta haklı olarak kazandığı ayrıcalıkları diğer güçler tarafından onaylanmaması nedeniyle elinde tutamamanın acısını taşıyan Japonya'ya incitici bir miras olarak kaldı. Bu uzun süren incinme Liaodong Yarımadasının kendisinden de önemliydi. Bu durum, Japonların askeri olarak çok fazla örselenebileceğine ve güçlü ve bağımsız bir devlet olarak ayakta kalınanın tek yolunun kendi askeri kapasitelerini güçlendirmekten geçtiğine olan inancını iyice güçlendirdi. Bu içerleme 1898 yılından sonra Çin karpuzunun, dilimlenme savaşının bir parçası olarak Rusya'nın Liaodong Yarımadasının güney ucunu 25 yıllığına kiralaması ile daha da arttı. Japonya'nın Rusya'yı durduracak gücü yoktu. Rus-Japon çatışması tehdidi [20.] yüzyılın dönemecinde arttı. Çin zaferiyle doğrulan Japonya, silahlı kuvvetlerini genişletmek için büyük çaba ve para sarf etti. Rusya Sibirya Demiryolunu tamamlamak için uğraştı ve bu demiryolunun 1903'te trafiğe açılmasıyla bölgeye asker sevkıyatı kolaylaştı. 1898'den sonra 'Kore'ye karşılık Mançurya' konusunda iki güç arasındaki gerilimi giderme çabası ile bir dizi anlaşma yapıldı. Japonya Kore'de üstünlük sağlarken Rusya Mançurya'da egemen olacaktı. Gerçi Rusya'nın Kore çıkarlarını akıldan çıkarmadan, Mançurya'yı denetim altına alma gayreti çoğu Japon için kabul edilemez bir durumdu. 1900 Boxer isyanı sırasında Pekin'in sekiz ülke tarafından işgal edilmesinin ardından, Rusya Mançurya'nın önemli bir bölümünü işgal ederek, Çin'den tamamen çekilmeye yanaşmadı. Japonya ve diğer ulusların ültimatomu ve temsilcileri dikkate alınmadı ve Rusya'nın Mançurya'yı böylece işgali doğrudan bir Rus-Japon çatışmasının nedeni oldu. Çatışmanın derinlerdeki daha köklü nedenleri iki gücün çıkarlarını ve nüfuzlarını aynı bölgede genişletme telaşında yatıyordu. Japonya yıllarca Rusya ile bir çatışma beklentisi içinde silahlı kuvvetlerini geliştirmişti, ancak çoğunluk yine de sorunların dostane biçimde çözülebileceğini umuyordu. Deneyimli devlet adamı Itö Hirobumi tarafından bölgesel çözüme ulaşılacak bir yaklaşımla Rusya ile ittifak yapmayı savunan yabana atılmayacak bir görüş öne sürüldü. Rusya'ya karşı yaygın bir güvensizlik vardı, yine de olası bir ittifak için İngiltere İle tartışmalar 1901 yılı içinde devam etti, İngiltere bu yakınlaşmalara açıktı; Japonya ile ittifak, Kuzeydoğu Asya'nın bir Rus-Japon paylaşımından kaçınarak ve Çin'deki anlaşma sistemini koruyarak, Rusya'nın Doğudaki yayılmacılığını sınırlamanın bir aracı olarak görünüyordu. İngiliz-Japon ittifakı 1902 Ocak ayında gerçekleştirildi, ittifak Japonların Kore'deki üstün çıkarlarım tanıdı. Ancak anlaşmadaki asıl önemli unsura göre, ittifakın taraflarından birisi bir diğer ülke ile savaşa girdiğinde öteki bu savaşın dışında kalacak, ancak savaşa iki düşman ülke katıldığında ittifakın diğer tarafı da savaşa girecekti. Bu mad¬denin herhangi bir Japon-Rus çatışması durumunda büyük önemi vardı. Rusya resmi olarak Fransa ve Rusya'nın Kuzeydoğu Asya'daki eylemini cesaretlendirme hevesini taşıyan Almanya ile de müttefikti. Rusya'ya Japonya ile kavgasındaki herhangi bir yardım bu güçleri İngiltere ile savaşa sokacağından, ittifak Rusya ile Japonya'nın kendi başlarına yapacakları bir mücadeleyi etkili biçimde kısıtlıyordu. Bu da Japonları Rusya ile görüşmeler sırasında daha sıkı bir tavır almaları yönünde cesaretlendirdi. Japonya ittifakı önemli bir ödül gibi de gördü, İngiltere onlarca yıldır bir yalıtılmıştık politikası içindeydi; Avrupa'nın bu en güçlü ülkesinin y a h almışlıktan Japonya ile ittifak yaparak çıkması Japonya'da bir zafer olarak görüldü. 1903 yılında Rusya'nın birliklerini Mançurya'dan planlanan biçimde çekmeye yanaşmaması nedeniyle iki güç arasındaki ilişkiler giderek gerginleşti. 6 Şubat 1904'le Japonya diplomatik ilişkilerini kesti. Rusya'nın elinde tutuğu topraklara saldırılar düzenlendi ve 10 Şubat'ta savaş ilan edildi. Japonya hızla ilerledi, Mayıs ayında Mançurya'yı geçip Liaodong Yarımadasına çıktı, ancak, çok geçmeden hızı kesildi. Liaodong Yarımadasının ucundaki Port Arthur (Luşun), Japonların ellerinde ne varsa harcadıkları sekiz ay süren bir kuşatmaya 1905 yılı başlarına kadar dayandı. Bir dizi sert çatışma Rusların çekilmesine neden oldu; ancak zafer Japonya'ya pahalıya mal olmuştu ve savaşı sürdürecek kaynakları hızla tükeniyordu. Mançurya kışı iki taraf için de uzundu. Port Arthur'da üslenen Rusya Uzakdoğu donanması ağır şekilde zarar görmüş ya da limanda abluka altına alınmıştı, savaş alanına Baltık donanması gönderildi. 1904 yılında limandan ayrılan donanma (Ümit Burnu'ndan geçen dolambaçlı bir yolculuk sonunda) nihayet 1905 Mayısında Japonya ve Kore arasındaki sulara ulaştı ve Amiral Togo Heihaçirö yönetimindeki Japon Donanması tarafından Tsuşima Boğazı'nda imha edildi. Savaşın uzun süreceği ortaya çıkınca barış girişimleri daha 1904 yazı gibi erken bir zamanda başlamıştı. Savaş sürerken iki taraf da savaşa katılmayan güçlerden giderek daha çok temsilci kabul etmeye başladı. Ekonomik ve askeri güç olarak büyük kaynaklara sahip olan Rusya'da devrim tehdidi vardı. Japonya'nın mücadeleye devam edebilmesi için gerekli kaynakları iyice azalmıştı, ancak bunu kabul etmek siyasi bir felakete davetiye çıkarmak olacaktı. Ağustos 1905'te Başkan Roosevelt iki hasımı bir konferans için Portsmouth, New Hampshire'de bir araya getirdi. 5 Eylül Portsmouth Anlaşması Japonya'nın Kore'deki üstün çıkarlarını kabul etti. Rus birlikleri Mançurya'dan çekilmek zorunda kaldı. Japonya Rusya'nın Mançurya'daki tüm haklarını devraldı ve Sahalin Adasının güney yarısının mülkiyetini kazandı. Ancak zafer Japon halkının beklediği tazminat3 kazançlarını sağlamaya yeterli olmadı. 1905 yaz sonunda koşulların açıklanmasıyla sürekli olarak Rusya'nın ellerine düştüğü yönünde bilgilendirilen halk arasında bir kızgınlık dalgası yayıldı. 5 Eylül'de Tokyo Hibiya Park'ta barış koşullarının eleştirildiği yasadışı bir toplantıda, konuşmacılar kalabalığı şovenist duygularla ateşlediler ve polisle çatışmasına neden oldular. Yağma ve yangınların olduğu iki günlük bir isyanı doğuran bu olay ancak sıkıyönetimle bastırıldı. Bazıları ölümcül olmak üzere yüzlerce insan yaralandı, 2000 kişi tutuklandı, isyanlar tıpkı savaş sonrasına kadar olagelen, gerçek ile halkın yönlendirildiği inanç arasındaki uçurumda görüldüğü gibi, Japon kamuoyunun dış politika işin içine girdiğinde kolaylıkla şovenist duygulara yönlendirildiğini gösterdi. Anlaşmanın onaylanmasına karşın Başbakan Katsura istifa etmek zorunda kaldı. Avrupa güçlerinden biriyle gerçekleşen ilk savaşında kazandığı zafer; Japonya'nın diğer Avrupa ülkeleriyle başa çıkabilecek büyük bir güç olduğunun doğrulanması, en azından onlarla eşit konumda olması yönünde değil, yara alma olasılığının devam ettiğine ve askeri olarak güçlenme -ihtiyacı içinde olduğuna ilişkin paradoksal bir etki bırakmıştı. Savaş ve Rusya'nın iç durumunun yan yana gelmesi Kuzeydoğu Asya'daki çatışma sorununu bir süre için rafa kaldırdı. Rus-Japon ilişkilerindeki uzlaşma 1907–1916 yılları arasında iki ülkenin Doğu Asya bölgesindeki hak ve çıkarlarının paylaşılmasını kapsayan bir dizi anlaşmada görüldü. 1917'de Çarlık yönetiminin devrilmesiyle anlaşmalardan feragat edildi ve Japonya Bolşeviklerin iktidarı ele geçirmesine karşı müdahale eden uluslardan biri oldu. Japonya 1918'de karşı-devrimci güçlere yardım amacıyla Sibirya'ya 12 bin asker göndereceğini açıklamıştı, ancak Mançurya'daki Japon çıkarlarını öne sürerek bu sayıyı 70 binin üzerine çıkardı. Sovyet partizanlar 1920 Mayısında Nikolaevsk kasabasında 120 sivil ve asker Japon'u öldürünce Japonya tazmin ihtiyacını karşılamak için Sahalin'in kuzey yarısını da istila etti. Sovyet ilerlemesine karşı kendini kurtaramayan Japon birlikleri Sibirya'da kaldı, yabancı birliklerden kalanların çekilmesinden sonra ancak 1922'de ayrıldı. Kuzey Sahalin, Japonya ile çeşitli Sovyet yetkililerinin uzadıkça uzayan bir dizi görüşmelerin SSCB'nin tanınması ve diplomatik ilişkilerin onarılması ile sonuçlandığı 1925 yılma kadar boşaltılmadı. Ondan sonra ilişkilerin gidişatı yine alt üst oldu; iki ülke arasında ideolojik bir ihtilaf mirası vardı ve (hem Mançurya hem de Kore'deki Japon birlikleriyle) ortak sınır sürekli bir gerilim kaynağıydı. Her ülke diğerini büyük bir askeri tehdit olarak gördü.
__________________
|
![]() |
![]() |
Konuyu Görüntüleyen Aktif Kullanıcılar: 1 (0 üye ve 1 misafir) | |
|
|
![]() |
||||
Konu | Konuyu Başlatan | Forum | Cevaplar | Son Mesaj |
BM'deki kritik oylama ilişkileri gerebilir' | `~fRedoRe.~ Esat` | Dünyadan Haberler | 0 | 06-09-2010 04:23 PM |
Türkiye-ABD ekonomik ilişkileri | winstoon007 | Ekonomi&Borsa Haberleri | 0 | 04-06-2009 06:36 PM |
Türk-Yunan ilişkileri Ankara'da ele alınacak 24 Temmuz | GooD aNd EvıL | Eskiler (Arşiv) | 0 | 07-24-2008 02:21 PM |
1 Mart 1937 tarihinde Türk-Yunan ilişkileri | KoJiRo | Eskiler (Arşiv) | 0 | 10-28-2007 09:47 AM |
komşuluk ilişkileri | temürmelik | Eskiler (Arşiv) | 2 | 10-07-2006 03:41 PM |