www.cakal.net Forumları YabadabaDuuuee  

Geri Git   www.cakal.net Forumları YabadabaDuuuee > Forum > Eskiler (Arşiv)

Eskiler (Arşiv) Eski konular

CevaplaCevapla
 
Konu Araçları Görünüm Modları
Old 12-03-2005, 01:41 PM   #1
bugrahan
Daimi Üye
 
bugrahan Kullanıcısının Avatarı
 
Üyelik Tarihi: Sep 2005
Konum: AliSamiYen
Yaş: 33
Mesajlar: 462
Teşekkür Etme: 63
Thanked 48 Times in 21 Posts
Üye No: 31
İtibar Gücü: 1566
Rep Puanı : 2415
Rep Derecesi : bugrahan has a reputation beyond reputebugrahan has a reputation beyond reputebugrahan has a reputation beyond reputebugrahan has a reputation beyond reputebugrahan has a reputation beyond reputebugrahan has a reputation beyond reputebugrahan has a reputation beyond reputebugrahan has a reputation beyond reputebugrahan has a reputation beyond reputebugrahan has a reputation beyond reputebugrahan has a reputation beyond repute
Cinsiyet :
Varsayılan Efsaneler

ULVİ ZİYA YENAL (1908-1993)


1908'de İstanbul'da doğan Yenal futbol hayatına Galatasaray Lisesi'nde okurken başladı. 12 yaşındayken genç takıma ve 16 yaşında da Milli Takım'a seçildi. Galatasaray'da 4 kere İstanbul Ligi Şampiyonluğu gördü ve Milli Takım'ın formasını 6 kez giydi. Futbolu bıraktıktan sonra Hakem Kurulu, Futbol ve Tenis Federasyonlarında başkanlık yaptı. 1953-54 ve 1962-65 yılları arasında Galatasaray Spor Kulübü'nün başkanlığını üstlendi.

ALİ SAMİ YEN (1886-1951)
Sonradan Yen soyadını alan Ali Sami bey, 20 Mayıs 1886'da İstanbul`un Kandilli semtinde doğdu.Babası, ünlü edebiyatçılarımızdan Şemsettin Sami' ydi. Galatasaray Lisesinde okudu ve futbol oynadı. 1905 yılında Galatasaray Lisesi'nden arkadaşlarıyla birlikte Galatasaray Kulübünü kurma kararını aldı ve Kulübün bir numaralı kurucu üyesi oldu. Ali Sami Yen ayrıca Türk futbolunun önde gelen örgütleyicilerinden de biri oldu. Yen 1923 yılında kurulan Türkiye idman cemiyetleri İttifakı'nın kurucuları arasında yer aldı ve başkanlığını yaptı. 1924 Paris olimpiyatlarına katılan Türk kafilesinin başkanlığını yaptı. 1926-1931 yılları arasında Türkiye Milli Olimpiyat komitesinin başkanlığı görevini yürüttü. Galatasaray'da 1905-1918 arasında 13 yıl, 1925'te 1 yıl olmak üzere iki dönemde 14 yıl başkan olarak hizmet verdi.Ali Sami Yen' in Sarı Kırmızılı kulübe önemli bir katkısı da Galatasaray Müzesinin kurulması oldu. 1905 yılında yönettiği Moda-Kadıköy karşılaşması nedeniyle, Ali Sami Yen' in ilk Türk hakem olabileceği de çeşitli kaynaklarda yazılıdır. Mili Takımın Romanya ile yaptığı ilk maçta, teknik adam olarak takımın başında o vardı. Bu görevi de bir süre yürütmüş, yani Türk Milli Takımın ilk teknik direktörü olmuştur. Galatasaray Spor Kulübü'nün kurucusu Ali Sami Yen'nin adı bugün takımın her maçını oynadığı stada verilerek ölümsüzleştirildi. Ali Sami Yen 1951 yılında vefat etti ve Feriköy mezarlığında toprağa verildi.

Ali Sami Yen, sadece Galatasaray' ın değil Türk sporunun en seçkin kişiliklerinden biriydi. Onun açtığı yoldan pek çok sporcu, teknik adam ve yönetici yetişti. Bunlar sadece Galatasaray' a değil Türk sporuna da büyük hizmetler verdiler. Atletizm, basketbol, voleybol gibi öteki spor dallarında da Galatasaray' lılar sadece öncü olmakla kalmadılar, sporcu, teknik adam ve yönetici olarak da bu sporların ülkemizdeki gelişiminde çok önemli roller oynadılar. Kısacası, Ali Sami Yen sadece Galatasaray kurucusu olarak kalmadı, Türk sporunun da pek çok kuruluşunun temelinin atılmasını ve yükselmesini sağladı. Böylece Galatasaray' lıların çok önemli bir özelliklerini de en çarpıcı biçimde ortaya koymuş oldu. Bu gelenek hep devam etti. Galatasaraylılar her zaman ülke sporuna çok önemli hizmetlerde ve katkılarda bulundular.




NİHAT BEKDİK (1902-1972)
1902 yılında İstanbul'da doğan Bekdik, Galatasaray Lisesi'nde okuduğu yıllarda futbola başladı.. Kısa zamanda A Takıma yükselen ve olağanüstü bir performans sergileyen Bekdik'i taraftar "Aslan Nihat" olarak benimsedi. Bekdik' e Arslan unvanı, takımı için çok iyi mücadele etmesinden dolayı seyirciler tarafından verilmiştir.
Arslan Nihat, Galatasaray'da tam 18 yıl futbol oynayan ve bunun yanında daha pek çok özelliği ile adını Sarı Kırmızılı takımın tarihine altın harflerle yazdıran bir sporcudur. Bekdik, 1923 yılında 11 metre 92 santimetrelik derecesiyle, üç adım atlama' da, 1.58 metre ile de yüksek atlamada Türkiye rekorlarının sahibi olmuştu. 1936 yılında futbolu bırakana dek sarı kırmızılı formayı giydi ve son 8 yıl Galatasaray'ın kaptanlığını yaptı. Ayrıca 1931 yılında Milli Takımı bırakana kadar da 18 kez milli formayı giydi. Savunmada görev yapan Bekdik 5 kez İstanbul Ligi Şampiyonluğu yaşadı. Bekdik, 10 kez de Milli Takım kaptanlığı yaparak bu konuda da adını futbol tarihimize yazdırmıştır.
Aktif futbolculuk yaşantısından sonra da sporu sürdüren Arslan Nihat, binicilik, yelken ve yüzme sporlarını yaptı. Katıldığı yarışlarda dereceler ve madalyalar kazandı. Yaşıtlarının artık kendilerini emekli ederek köşelerine çekildiği dönemde bile Arslan isimli teknesiyle yarışlara katılıp şampiyonluklar kazanan, Boğazı yüzerek geçme yarışlarına katılan Nihat Bekdik neredeyse bütün ömrünü sporcu olarak geçirdi.
1957 yılında milletvekili olan Bekdik, 21 Ekim 1972 'de İstanbul'da ölmüştür.


MEHMET LEBLEBİ (1908-1972)
1908 yılında doğan Mehmet Leblebi, Galatasaray Lisesi'nde okuduğu yıllarda futbol oynamaya başladı ve kısa sürede yıldızlaştı. Leblebi lakabını Galatsaray'ın Vefa Takımı'na karşı 20-0 kazandığı maçta tam 14 gol attıktan sonra kazandı. Bu skor ile Mehmet, Türk futbol tarihine bir maçta en fazla gol atan futbolcu olarak geçti. 16 kez A Milli Takım'a çağrılan Mehmet Leblebi 5 kez de İstanbul Ligi Şampiyonluğu yaşadı. Soyadı kanunu çıkınca lakabını soyadı olarak kabul eden leblebi, 1935 yılında futbolu bıraktı. Uzun yıllar sarı kırmızılı camiada yöneticilik yapan Leblebi 1972 yılında vefat etti.

BODURİ (1921-1942)
Asıl adı Nikola Büyükvafiadis' tir.

Boyunun kısalığı nedeniyle kendisine takılan " Boduri " lakabı ile bilinir.

Futbola Beyoğluspor'da başlamıştı. İnanılmaz derecede yetenekli ele avuca sığmaz bir oyuncuydu. O kadar iyi bir ayak hakimiyetine sahipti ki, yağmur yüzünden salonda yapılan çalışmalarda topu eliyle atar gibi basket yapardı.
Galatasaray'a 1938-39 sezonunda gelmişti ve ne yazık ki üçüncü sezonunu bile tamamlayamadan, vefat etmiştir.

Boduri'nin ölümü tam bir trajedidir. O sırada asker olan Boduri, birliğinden izinli olarak gelip oynadığı Beyoğluspor maçından sonra kışlasına dönerken, kar altında yürüdüğü uzun yol nedeniyle zatürreeden ölmüştü! Boduri henüz 21 yaşındaydı. O yıllarda henüz pek çok ilaç bilinmediğinden, zatürree öldürücü bir hastalıktı ve Boduri çift taraflı olanına yakalanınca kurtulamamıştı. Son maçını, yetiştiği takım olan Beyoğluspor'a karşı oynamış olması da, ilginç bir rastlantıydı.
Onu izlemiş olanlar, daha sonraki yılların büyük yıldızı Lefter ile kıyaslamışlardır. Bu kıyaslamada oyunu Boduri lehinde kullananlar da çok olmuştur.

Boduri İstanbul Karması'nın Taksim Stadı'nda Budapeşte karması ile yaptığı karşılaşmada oynadığı futbolla Macarların bile hayranlığını kazanmıştı. Büyük Fikret gibi bir yıldızla yan yana oynayan Boduri, rakip takımı adeta sürklase etmiş ve İstanbul karması maçı 5-0 kazanmıştı. Macar takımının kaptanı ve dönemin büyük yıldızı olan Dr. Saroşi, "Hayatımda ilk kez bir maçta aciz kaldığımı hissettim. Bu kadar büyük iki yıldızın karşısında oynamaktan daha büyük bir şanssızlık olamaz" demişti.



EŞFAK AYKAÇ (1918- )

1918'de doğan Eşfak Aykaç, Galatasaray Lisesi'nde okuduğu yıllarda futbola başladı. Henüz 18 yaşındayken sarı kırmızılı formayı giymeye başlayan Aykaç, 1945'te futbolu bırakana dek Galatasaray'da sağ bek olarak görev yaptı. 1956 yılında A Milli Takım'ın Macaristan'ı 3-1 yendiği maçta tek seçici olarak görev yapan Aykaç, futbolu bıraktıktan sonra da bir süre spor yazarlığı yaptı.




GÜNDÜZ KILIÇ (1919- 1980)

1919 yılında İstanbul'da doğan Gündüz Kılıç, Galatasaray Lisesi'ni bitirdikten sonra futbol hayatına sarı kırmızılı takımda santrafor olarak başladı. Güçlü, büyük, iyi eğitimli, incelikli, karizmatik, cana yakın ve başarıya aç...Sahte gösterişe asla yer vermeyen, ancak hiçbir zaman da insanı sıkmayan biri...
1938 yılında futbol hayatına ara vererek yüksek öğrenim için Almanya'ya gitti. Döndüğünde tekrar Galatasaray forması giyen Kılıç, dönüşünde 2 Türkiye Ligi Şampiyonluğu yaşadı. 11 kez A Milli Takım'da görev yapan Kılıç 1953 yılına kadar Galatasaray'da görev yaptı. Baba lakaplı futbolcu 1980 yılında vefat etti.

Galatasaray'da Gündüz Kılıç devrimi 1952 yılında, bir sabah erkenden, takım kaptanının üniformasını dolabına astıktan sonra koç üniforması giyerek arkasına bakmadan ıslık çalmasıyla başladı. Bir zamanlar Galatasaray takımının kaptanı olan Gündüz Kılıç eski takım arkadaşlarının ve takıma aldığı parlak, genç yeteneklerin koçluğunu yaparak, 1934-1952 arasında tek bir şampiyonluk olmadan geçen, dertli ve kederli ok sekiz uzun yılın ardından takımı sayısız şampiyonluğa taşıdı. Her Galatasaray oyuncusu , öğrencisi ya da taraftarı Gündüz Kılıç'ta örnek birini görmüştü; çok iyi oynayan biri, çok iyi motive eden biri, çok iyi eğitim veren biri, birlikte çalıştığı her bir kişinin en iyi yanlarını ortaya çıkaran biri...Saha içinde de dışında da gerçek bir centilmen olan Gündüz Kılıç Galatasaray`ı , yepyeni parlak hedeflere taşıdı. Gündüz'ün liderliği altında Galatasaray Türkiye kupası ve uluslararası maçlar gibi sayısız şampiyonluğa imza attı.
Vizyonu geniş koçluk biçimi ve güçlü iletişim yetenekleri Türkiye'de yıllar boyunca koçluğun belkemiği olarak kalacaktı.




BÜLENT EKEN (1923- )

1923 yılında doğan Bülent Eken 1942 yılında sarı kırmızılıu formayı giymeye başladı. 8 yıl boyunca Galatasaraya'ın savunmasında görev yaptı. 1950 yılında İtalya'nın Salernitana takımına transfer oldu. Bir sonraki sezon Palermo'ya transfer olan Bülent Eken orada da 1 sezon kaldıktan sonra 1953 yılında Galatasaray'a geri döndü. 13 kez Milli Takım'da oynayan Eken futbolu bıraktıktan sonra İtalya'da teknik direktörlük görevi aldı. 1963 yılında A Milli Takımı çaılştıran Bülent Eken başta Galatasaray, Altay ve Göztepe olmak üzere birçok takımın teknik direktörlüğünü üstlendi.




REHA EKEN (1925- )
1925 yılında doğan Reha Eken 12 yıl boyunca Galatasaray forması giydi ve sayısız gole imza attı. Galatasaray'ın yetiştirdiği büyük golcülerden biridir. Futbol hayatı boyunca 4 kez Milli Takım'da görev yaptı ve buna rağmen 4 maçta 5 gol atarak bir rekora imza attı.1954 yılında futbola veda etti. 1965-68 yılları arasında Suphi Batur'un başkanlık döneminde yönetim kurulunda görev yaptı.


İSFENDİYAR AÇIKSÖZ (1929- )

1929 yılında Kastamonu'da doğan İsfendiyar Açıksöz 1946 yılında Galatasaray formasını giymeye başladı. 1956 yılında Vefa'ya transfer oldu ve 1958'de de Galatasaray'a geri döndü. Türkiye 1.Ligi'nde mücadele eden Açıksöz, sağ kanattaki etkili oyunu, çalımları ve süratiyle dönemin en gözde futbolcularındandı. İsfendiyar Açıksöz, 1960 yılında futbola veda edene kadar 16 kez A Milli formayı giydi. Açıksöz Selahattin Beyazıt ve Ali Uras'ın başkanlık dönemlerinde yönetim kurullarında görev almıştır.


SUAT MAMAT (1930- )

1930 yılında İstanbul'da doğan Suat Mamat 1952-1963 yılları arasında sarı kırmızılı formayı giydi. Bu dönem içinde 3 İstanbul Ligi ve 1 Türkiye Ligi Şampiyonluğu yaşadı. 26 kez A Milli Takım'da görev alan Suat Mamat'ın 4 altın golü vardır. Bu gollerin 3'ünü 1954 Dünya Kupası Finalinde attı ve Türk futbol tarihine adını yazdırdı. 1969 yılında futbola veda eden Suat Mamat bir süre teknik direktörlük yaptı.


COŞKUN ÖZARI (1931- )

Galatasaray Lisesi mezunu olan Coşkun Özarı 1931 yılında doğdu. 1953 yılında sarı kırmızılı forma ile futbola başladı. Teknik direktörlük görevi gördükten sonra Gündüz Kılıç'ın yardımcısı olarak Galatasaray'da antrenörlüğe başladı. Daha sonra da A Milli Takım'ın antrenörlüğünü yaptı. Galatasaray Lisesi'nden mezun olduktan sonra kendini Galatasaray takımının hücum çizgisinde buldu. Bundan sonra on üç yıl boyunca Galatasaray takımının yanısıra milli takımın da defans belkemiği olan Özarı, çetin oyunculuğu, ancak yumuşak huylarıyla tanındı. Özarı'nın defanstaki liderliği, Gündüz Kılıç'ın koçluğu, Turgay Şeren'in kaleciliği ve Metin Oktay'ın forvetliği ile birleşince takımı sayısız şampiyonluğa ve Türkiye Kupası zaferlerine taşıdı.
Özarı'nın oyuncu olarak kariyeri, koç olma tutkusu yüzünden erken sona erdi. 1954-55, 1955-56 ve 1957-58 sezonlarında takımın İstanbul Ligi Şampiyonluğu'nu yaşadığında Coşkun Özarı orta sağın ya da savunmanın sağında görev yaptı. 5 kez A Milli Takım'da oynayan Özarı futbolu 29 yaşındayken bıraktı. 1961 yılında, İngiltere'de efsanevi koç Winterbottom'ın başkanlığındaki koçluk seminerine katıldı. Yurda döndüğünde Galatasaray'ın yardımcı koçu oldu. Üç yıl sonra da koçu Gündüz Kılıç'ın görevini devraldı.
Coşkun Özarı takımı dört kez şampiyonluğa taşıdı. 1965 yılında milli takıma koç olarak atandığında milli düzeydeki başkanlığı on yıl sürdü. Koçluk kariyerini 1986'da noktala***** spor yazarı oldu. Bugün hala milli takım ve Galatasaray hakkındaki yazılarıyla etkinliğini hala sürdürmektedir.


TURGAY ŞEREN (1932- )

1932'de doğan Galatasaray Lisesi mezunu Turgay Şeren, Galatasaray tarihinin en büyük kalecilerinden biridir. 1950 yılında ilk kez A Milli Takımı'nın kalesinde görev alan Şeren tam 49 kez Milli Takım forması giydi ve 35 kez kaptanlık görevini üstlendi. 1951 yılında A Milli Takımın Federal Almanya ile oynadığı 2-1`lik zafer maçında kalesinde devleşerek müthiş bir performans sergiledi. Alman Kicker dergisi Türk milli takımının kalecisi Turgay Şeren'i 'Bir insan nasıl olur da bu kadar yükseğe sıçrayabilir?' başlığıyla kapak yaptı. Bu maçta sergilediği kahramanca oyunculuğu sayesinde 'Berlin Panteri' lakabını alan Şener o zaman daha on sekizindeydi.
1959 yılında Galatasaray kaptanlığını alan Turgay Şeren 1966'da futbolu bırakana kadar bu görevi sürdürdü. Harika refleksleri ve alışılmadık gol hamleleri sayesinde zamanının en iyi kalecilerinden biri oldu 19 yıl Galatasaray'da oyna***** rekor kıran Turgay Şeren 1966'da futbolu bıraktıktan sonra Galatasaray da dahil olmak üzere çeşitli takımlarda teknik direktörlük yaptı. Futboldan hiç kopmayan Şeren, şimdilerde spor yazarlığı, yorumculuk ve Profesyonel Futbolcular Derneği'nin başkanlığını yapıyor.
Galatasaray hayranlarının hala gözdelerinden olan Şener liderlik vasıfları ve Tanrı vergisi yetenekleriyle Türk ve Galatasaray futbol tarihinin vazgeçilmez isimlerinden biri olarak kabul edilir

METİN OKTAY (1936-1991)

Türkiye'nin en büyük golcülerinden biri olarak kabul edilen Metin Oktay 1936 yılında İzmir'de doğdu. 1954 yılında Yün Mensucat takımından İzmirspor'a transfer olan Metin Oktay aynı sezon 17 gole imza atarak 2.Lig'de gol krallığını ilan etti.Böylece Metin Oktay'ın gol krallığı dönemi başlamış oldu. 1955 yılında Gündüz Kılıç, Metin Oktay'ı 5 yıllık sözleşme karşılığında Chevrolet marka bir otomobil vererek sarı kırmızılı renklere bağladı.Galatasaray'da oynamaya başladığında henüz 19 yaşındaydı. Fakat genç yaşına rağmen Galatasaray camiasına çabuk ısındı ve daha ilk sezonunda 19 gol atarak gol kralı oldu.

Aynı sezon Galatasaray da İstanbul Ligi'nde şampiyon oldu. Yalnız 1961-62 sezonunu İtalya'nın Palermo takımında geçiren Metin Oktay 1969 yılına kadar Galatasaray forması giydi. Futbol hayatı boyunca 6 kez gol kralı oldu ve 217 gollük bir rekora imza attı. Bu rekor 1988 yılında Tanju Çolak tarafından kırıldı. Taçsız Kral olarak anılan Metin Oktay derbi maçlarının büyük golcüsüydü. Ağları delip geçen meşhur golüyle birlikte Fenerbahçe'ye tam 18 gol atan Metin Oktay, Beşiktaş'a da 13 gol attı.

36 kez A Milli Takım'da oynayan Metin Oktay bu formayla da 19 gol attı. Hayranlarınca daha çok 'Kral' olarak bilinen efsanevi oyuncu Metin Oktay, Türk futbol tarihindeki her rekoru kırdı: En çok gol atan oyuncu (632), birkaç sezon aralıksız en çok gol atan oyuncu (11), tek sezonda en çok gol atan oyuncu (38), uluslararası bir müsabakada en çok gol atan Türk oyuncusu (19).

Taçsız kral 1969 sezonunda futbola veda etti. 1991 yılında vefat eden Metin Oktay Galatasaray Spor Kulübü'nün efsaneleşmiş golcülerinden biridir.



FATİH TERİM (1953- )


1953 yılında Adana'da doğan Terim, futbola Adana Demirspor' da başladı. 2. Türkiye Ligi'nde şampiyon olarak 1.Lige geçen Demirspor' da sergilediği oyun ile herkesin ilgisini üzerine çekti ve bir sonraki sezon Galatasaray'a transfer oldu. 1985'te futbola veda edene kadar Galatasaray'da futbol oynayan Terim bir süre de takımın kaptanlığını üstlendi. Galatasaray'daki oyunculuk kariyeri boyunca yürüttüğü kaptanlığı sayesinde tüm zamanların en sevilen Galatasaray oyuncusu haline geldi. Galatasaray formasıyla 327 maç oynadı.

A Milli Takım'da aralıksız 51 kez forma giyen Fatih Terim bir kez daha adını Türk futbol tarihine yazdırmış oldu. Futbol hayatına noktayı koyduktan sonra kısa bir süre ticaret ile uğraştı. Fakat daha sonra futbola geri dönen Fatih Terim için başarılarla dolu yepyeni bir teknik direktörlük sayfası açıldı. Ümit, A Milli Takım' larında alınan başarılı neticelerden sonra Galatasaray'da da 1996-2000 yılları arasında görev yapan Terim, Galatasaray'ı 4 yıl üst üste şampiyon yaptı ve 2000 yılında da ilk kez bir Türk takımına UEFA Kupasını kazandırdı.

Galatasaray'ın yanısıra Fiorentina ve Milan'ı çalıştıran Terim, Galatasaray'a dünya çapında kupalar kazandırarak önemli başarılara adını yazdırdı. Hayranlarının deyimiyle 'İmparator' 2002-03 sezonunda Galatasaray Teknik Direktörlüğünü tekrardan üstlendi. 2003-2004 sezonun da görevinin başında olan Fatih Terim, aynı sezonun 27. haftasında Galatasaray'dan ayrıldı.

Tüm kalbiyle sevdiği ve değer verdiği takım için kanının son damlasına kadar oyunu götüren genç, karizmatik, tutkulu bir adamı gözünüzün önüne getirin. Başkalarına hiç benzemeyen bu genç adamda güçlü Güneyli kişiliğini yansıtan bütün yetenek, cazibe, görünüş ve mizaç bulunmaktadır. İddialı koçluk tarzı ve karizmatik kişiliğiyle tanınan Terim Türk futbolunun yaşayan efsanesidir.



ZORAN SİMOVİÇ (1954- )

1954 yılında Karadağ'da doğan Simoviç futbol hayatına SZ Napredak takımında başladı. Yugoslav Milli Takımı'nda kalecilik yapan Simoviç 1984 yılında Galatasaray'a Derwall döneminde transfer oldu. Özellikle kurtardığı penaltı vuruşlarıyla ünlenen Simoviç, sarı kırmızılı forma ile 2 Lig Şampiyonluğu yaşadı. 1990 yılında futbolu bıraktı.


CÜNEYT TANMAN (1956- )

1956 yılında doğan Tanman Galatasaray alt yapısından yetişti. 342 lig maçında görev yapan Tanman, 1.Lig'de en çok forma giyen oyuncu ünvanını aldı. Bu ünvanı 2001-02 sezonuna kadar korudu. Savunma ve orta sahada görev yapan Tanman, 1975-76 sezonunda Giresunspor'da kiralık oynadığı dönem dışında futbol hayatı bitene kadar Galatasaray'da futbol oynadı. 1988-89 sezonunda Şampiyon Kulüpler Kupası'nda yarı finale çıkan Galatasaray'ın kaptanlığını yaptı. 17 kez A milli Takım'da görev yapan Cüneyt Tanman futbola 1991'de veda etti. Daha sonra Galatasaray'da Lucescu döneminde ve A Milli Takım'da Mustafa Denizli yönetiminde menajerlik yaptı.

alıntı
__________________
Alayına İsyan
...Ölümüne Aslan...
Emeğe Saygı

Son düzenleyen: bugrahan; 12-03-2005, 01:45 PM..
bugrahan çevrimdışı   Alıntı ile Cevapla
Old 12-03-2005, 01:46 PM   #2
bugrahan
Daimi Üye
 
bugrahan Kullanıcısının Avatarı
 
Üyelik Tarihi: Sep 2005
Konum: AliSamiYen
Yaş: 33
Mesajlar: 462
Teşekkür Etme: 63
Thanked 48 Times in 21 Posts
Üye No: 31
İtibar Gücü: 1566
Rep Puanı : 2415
Rep Derecesi : bugrahan has a reputation beyond reputebugrahan has a reputation beyond reputebugrahan has a reputation beyond reputebugrahan has a reputation beyond reputebugrahan has a reputation beyond reputebugrahan has a reputation beyond reputebugrahan has a reputation beyond reputebugrahan has a reputation beyond reputebugrahan has a reputation beyond reputebugrahan has a reputation beyond reputebugrahan has a reputation beyond repute
Cinsiyet :
Varsayılan

CEVAD PREKAZİ (1957- )

1957 yılında doğan Prekazi 1985-86 sezonunda Galatasaray'da forma giymeye başladı. Frikik ustası olan Prekazi, Tanju ve Mirsad ikilisine yaptığı asistlerle sayısız golü hazırladı ve bununla Galatasaray'ın unutulmazlar listesine adını yazdırdı. Galatasaray'ın lig şampiyonluklarında ve Avrupa kupası başarılarında büyük pay sahibi olan Arnavut asıllı oyuncu 1991 yılında Galatasaray'a veda etti. Bir süre Altay ve Bakırköyspor'da top oynadıktan sonra ülkesine geri döndü.




TANJU ÇOLAK (1963- )

1963 yılında Samsun'da doğan Tanju Çolak futbol hayatına Samsun Yolspor'da başladı. Daha sonra Samsunspor'a geçen Tanju Çolak bu forma altında 1984-85 ve 1985-86 sezonlarında gol kralı oldu. 1986-87 sezonunda Galatasaray'a transfer oldu. 1987-88 sezonunda ise 39 gol ile Avrupa Gol Krallığı ünvanını kazandı. Aynı yıl France Football Dergisi'nin düzenlediği Altın Ayakkabı ödülünü de aldı. Bu ödülü bugüne kadar alan ilk Türk futbolcu olarak da tarihe geçti. 1988'de 240 gol atarak Türkiye 1.Ligi'nde en çok gol atan oyuncu ünvanını 217 gol sahibi Metin Oktay'dan devraldı. 1991-92 sezonunda da gol kralı olan Tanju sezon sonunda Fenerbahçe'ye transfer oldu. Futbol hayatına İstanbulspor'da oynadıktan sonra son verdi. Tanju Çolak, A Milli Takım'da 31 kez forma giydi ve 9 gol attı. Gerek Neuchatel gerek Monaco galibiyetlerinde attığı goller ile takımının Şampiyon Kulüpler Kupası'nda yarı finale yükselmesinde büyük rol oynamıştır




ANDRE CLAUDİO TAFFAREL (1966- )

1966 yılında doğan Taffarel 1994 yılında Brezilya'nın kazandığı Dünya Kupası'nda takımının file bekçisiydi. Kurtardığı penaltı vuruşlarından sonra yıldızlaştı ve tüm kulüplerin peşinden koştuğu bir file bekçisi oldu. Taffarel ise peşinden koşanlar arasından Parma'yı seçti ve 1998'de Galatasaray'a transfer olana kadar Parma'nınfile bekçiliğini yaptı. Galatasaray'da 3 sezon görev yapan Taffarel 2 Türkiye, 1 Lig Şampiyonluğu, UEFA ve Süper Kupa heyecanını takımıyla birlikte yaşadı. 2001 yılında Galatasaray'dan ayrılan Taffarel eski takımı Parma'ya geri döndü.











GHEORGHE HAGİ (1965- )

1965'te Köstence'de doğan Hagi, futbola 1979-80 sezonunda Farul Köstence takımında başladı. 1983-84 sezonunda Spartul'a transfer olan Hagi 1985 yılında Romanya'nın en iyi oyuncusu olarak seçildi. Daha sonra Steaua'ya geçen Hagi bu takımla 3 lig şampiyonluğu bir de Avrupa Süper Kupası'nı kazandı. 1990 Dünya Kupası'nda sergilediği futbol ile dikkatleri üzerine çeken Hagi, Real Madrid'e transfer oldu. Bu forma altında 64 lig maçına çıkan Hagi 1992 yılında İtalya'nın Brecia takımına geçti. 1994 Dünya Kupası'nda yine nefis bir performans sergileyen Hagi İspanya'ya geri dönerek Barcelona'da forma giymeye başladı. Geroge Hagi 1996 yılında Galatasaray'a katıldığında futbol otoritelerinin olduğu gibi hayranlarının da kafalarında çok sayıda soru işareti vardı.

Hagi kendisini eleştirenlere karşın, ilk üç maçındaki galibiyet golleriyle Galatasaray'da etkisini kısa süre içinde gösterdi. Metin Oktay, Turgay Şeren veya Fatih Terim gibi kült oyuncuların ölesiye özlemini çeken taraftar Hagi'yi bağrına bastı. Çok geçmeden Ali Sami Yen'in yanısıra dört bir yandaki stadyumlar 'I Love You Hagi' şarkıları ve sloganlarıyla yankılanmaya başladı. 4 Lig Şampiyonluğu, UEFA Kupası ve Süper Kupa'nın kazanılmasında büyük rol oynadı. Futbola veda ettikten sonra Romanya Milli Takımı'nın başına geçen Hagi takım finale çıkamayınca görevinden ayrıldı. 2003-2004 sezonunda Bursaspor ile anlaşan Gheorghe Hagi, 12. hafta sonunda yeşil-beyazlı kulüpten istifa etti. Aynı sezonun sonunda Fatih Terim'in Galatasaray'dan ayrılmasıyla 27. Hafta'da Galatasaray'ın yeni teknik direktörü olan Hagi, Galatasaray'ı 2004-2005 sezonu boyunca çalıştırdı.

Çoğu insan onu 'Türkiye'de oynayan gelmiş geçmiş en iyi yabancı oyuncu' diye tarif ediyordu. Nefes kesen serbest vuruşları, zarif çalımları, öldüren sol ayağı, dayanıklı mizacı ve kişiliği dünyanın her yanındaki Galatasaray hayranlarının aklında ve gönlündekini yerini hala koruyor. Bugün 10 numaralı forması Galatasaray Müzesi'nin duvarlarında asılı duran iki formadan biri; öteki de Metin Oktay'a ait.



POPESCU

1967'de Kalafat'ta doğan Popescu Steaua Bükreş'te ve PSV Eindhoven'da oynadığı yıllarda yıldızlaştı. Daha sonra Barcelona'ya transfer oldu ve takımın kaptanlığını üstlendi. Kupa Galipleri Kupası Şampiyonluğunu yaşadıktan sonra 1997'de Galatasaray'a transfer oldu. Galatasaray tarihinin unutulmaz savunma oyuncularından olan Popescu 2001-02 sezonunda Lecce'ye transfer olana kadar sarı kırmızılı forma ile 3 lig, 2 Türkiye, 1 UEFA Kupası ve 1 de Avrupa Süper Kupasını kazandı.
__________________
Alayına İsyan
...Ölümüne Aslan...
Emeğe Saygı
bugrahan çevrimdışı   Alıntı ile Cevapla
Old 12-04-2005, 01:51 PM   #3
bugrahan
Daimi Üye
 
bugrahan Kullanıcısının Avatarı
 
Üyelik Tarihi: Sep 2005
Konum: AliSamiYen
Yaş: 33
Mesajlar: 462
Teşekkür Etme: 63
Thanked 48 Times in 21 Posts
Üye No: 31
İtibar Gücü: 1566
Rep Puanı : 2415
Rep Derecesi : bugrahan has a reputation beyond reputebugrahan has a reputation beyond reputebugrahan has a reputation beyond reputebugrahan has a reputation beyond reputebugrahan has a reputation beyond reputebugrahan has a reputation beyond reputebugrahan has a reputation beyond reputebugrahan has a reputation beyond reputebugrahan has a reputation beyond reputebugrahan has a reputation beyond reputebugrahan has a reputation beyond repute
Cinsiyet :
Varsayılan

Taçsız ve Tek Kral
Metin Oktay

"Adın tarihe geçer ama kimliğin nerde hani?"
Bertolt Brecht

"Yumuşacık, yusyuvarlak... Hareketli... Ele-avuca sığmaz... Zıp zıp zıplar, yerinde durmaz. Onunla ilk tanıştığım gün, ayakkabısının bağlarını bile kendi bağlayamayan, yürümeyi yeni yeni öğrenmiş minicik bir çocuktum... 'Sen de nereden çıktın?' der gibi vurdum ona... O ilk vuruşla birlikte, yolum da değişti, hayatımda. (...) Çaresiz, kader bağlamıştı bizi... Ondan ayrılamıyordum... Benim en iyi arkadaşım olmuştu." Metin Oktay meşin yuvarlakla bir yaşam boyu süren ilişkisini bu benzersiz satırlarla anlatıyor. Galatasaray kimlik ve ruhunun yaratılmasında Leblebi Mehmet, Aslan Nihat, Berlin Panteri Turgay Şeren, Eşfak Aykaç, Baba Gündüz, Coşkun Özarı ve adını sayamadığımız nice futbolcunun yanında Metin Oktay'ın apayrı bir yeri vardır. Yarım yüzyıldır süren Metin Oktay efsanesinin canlı tutulması amacıyla üzerimize düşen görevi yerine getirmeye çalıştık.


Galatasaraylılık Ruhu ve Metin Oktay

Ali Kırca'nın dediği gibi,"Galatasaraylılık ruhu, yalnızca Galatasaray'a ait bir kimlik tanımıydı." Spor yazarlığında bir duayen olarak gördüğüm eski Fenerbahçeli futbolcu Halit Deringör de yazılarından birinde Galatasaray'ın bu özelliğine değinmişti: "(...) Ama Galatasaray'da paradan da kuvvetli olan bir şey var. O da Galatasaraylılık ruhu."

1961 yılının yazı benim için tam bir kabusa dönüşmüştü. Ligi 36 golle kral olarak bitiren Metin, İtalya'nın Palermo takımına transfer olmuştu. İnanmak istemiyordum ama gerçekti, Metin gidiyordu.

Ayrılık acısı daha o gitmeden çocuk kalbime çökmüş, sanki Galatasaray'a küsmüştüm. Futbolla bütün bağımı koparacaktım nerdeyse. Sonra gerçekten, başımı iki elimin arasına alarak düşündüm, düşündüm. Evet Metin ilahımdı ama Galatasaray'a olan sevgim daha büyüktü ve bu sevgi acımı hafifletecekti. Artık Metin'i gazetelerdeki haber ve fotoğraflarından izliyor, özlemimi bir nebze olsun dindirmeye çalışıyordum.


Mithatpaşa'nın Bir Gecelik Tribünleri

Belleğim beni yanıltmıyorsa, 1962'nin Şubat ayıydı (Daha sonra, doğru ayın nisan olduğunu Sayın Servet Oktay ve Rıfat Pala'nın bana hediye ettikleri "Top ve Ben" adlı kitaptan öğrendim). Bir mucize gerçekleşiyor ve Palermo Galatasaray'la bir dostluk maçı oynamak için İstanbul'a geliyordu. Aylarda yanılabilirim ama maçın bir salı gecesi oynandığına eminim. Salı sabahı okul yolunda Mithat Paşa'nın önünden geçerken bayrakları görmüş ve içim içime sığmamıştı. Bu maça mutlaka gitmeliydim ve Metin'imi seyretmeliydim. Ama bir problem vardı. O dönemde gece maçlarına yalnız gitmeme izin yoktu. Babam da Anadolu'da görevde olduğundan Liseli dayımı (Boru Zeki-1244) razı etmek ve birlikte maça gitmek tek çözüm olarak görünüyordu. O gün ders mi dinledim yoksa saatleri mi saydım, hiç bilmiyorum. Okulun bitiş saati 16'da fırladım ve olabildiğince çabuk eve geldim (Bu arada "Hastane" durağının oldukça kalabalık olduğunu da gözlemiştim). Bereket dayım evdeydi ve teklifimi yineletmedi. O da Metin'i özlemişti. Ama bir sorun daha vardı. Sağolsun dayım biraz ağırkanlıydı. Maç saat 20'deydi. Bütün 'hadilemelerime' karşın evden ancak saat 19'da çıkabildik. Kapalı tribünün önüne geldiğimizde tüm kapıların kapalı olduğunu ve hatırı sayılır bir taraftar grubunun, ana demir kapıyı kırmaya çalıştığını endişeyle gördüm. İstanbul sanki bir sel olmuş ve Metin sevgisiyle 'Stadyum'a akmıştı. Alt tarafı özel bir karşılaşma, bir dostluk maçıydı. Ama işin içine Metin Oktay faktörü girmişti. Bu arada duyduğum endişe, tabi ki kapının kırılacağı değil, kırılamayıp bizim dışarda kalacağımız yönündeydi. Doğal olarak kapı kırılamadı ve biz son bir umutla şimdiki yeni açık tarafına gittik. O tarihte zannediyorum yeni açığın inşaatına yeni başlanmıştı ve 'Gazhane' tarafındaki tepeden sahanın tümü görünüyordu. Karanlıkta hemen bir imece çalışması gerçekleştirildi. İnşaatta kullanılan bidonlar belli bir mesafe uzaklığında, kayalarla desteklenerek sabitlendi ve her iki bidon arasına olabildiğince sağlam iki kalas yerleştirilerek, yeni açığın üst gecekondu tribünleri tamamlanmış oldu. Her 'mini tribün' yaklaşık 8 kişiyi taşıyordu ve bunların sayısı tahminen 50'lere ulaşıyordu.


"Sayı yap Metin, sayı yap"

Takımlar sahaya çıkmıştı ve ortalık "Metin, Metin" sesleriyle inliyordu. Metin Galatasaray formasını yeniden giymişti. "Sayı yap Metin, sayı yap" tezahüratına sallanan kalasların üzerinden biz de katılıyor ve bu arada istenmeyen kazalar da oluyordu. Ama ne gam. Metin oradaydı ve biz onu bağrımıza basıyorduk. Metin, eski Metin değildi. Goller kaçırıyor ve üzerindeki durgunluğu atamıyordu. Devreyi 1-0 yenik kapadık. İkinci devre iş çığrından çıkmış, maç tam bir final maçına dönüşmüştü. Tüm takım Metin için oynuyor, ona bir galibiyet armağan etmek istiyordu. Önce beraberlik, sonra da Beşiktaşlı büyük futbolcu Baba Recep'in (Recep Adanır) unutulmaz frikik golü geldi. O gece, statdaki tüm seyirci (stat dışındaki bizler de!) ve oyuncular görevimizi yerine getirmiş ve Metin'i mahçup etmemiştik.


"Sevginin Adı"

Ahmet Çakır, Galatasaray Spor Kulübü'nün tarihini anlatan kitabının önsözünde şöyle diyor: "Söylemeden edemeyeceğim başka bir nokta daha var. 'Bu kitabı niçin yazdın, tek sözcükle yanıtlar mısın?' gibi bir soruyla karşılaşsaydım, hemen şunu söylerdim: 'Sevgi'. Evet, bu kitap sevginin kitabıdır. Hatta kaybetmiş olduğunuz bir sevgiliyi yeniden yaşatmak istemenin kitabıdır. O sevgili de, Metin Oktay'dır. Çakır'ın yüreğinin derinliklerinden fışkırıyor bu satırlar. NEDEN? Ali Kırca, "Bugünlerde durup dururken Metin Oktay'ı özlemenin bir anlamı olabilir mi? Ben özlüyorum. Artistik gollerini, vole çakarken havada asılı duran fotoğrafını, kralken taşıdığı asaletini, zaferlerin bozamadığı ferasetini, yenilgilerin yıkamadığı metanetini ve renklerine sadakatini özlüyorum" diyor. NEDEN?


Göztepe'nin unutulmaz "bombacı"sı Halil Kiraz: "Metin Oktay'ın gollerini, futbolculuğunu anlatmakla bitiremezsin. Bunun yanında da altın gibi kalbi olan insandı. Yanına gittiğimizde, yanımızda yüzü kızararak oturan bir abimizdi. (...) O gün baktım, karşımda artistler kadar yakışıklı, dev gibi bir abimiz var. İşte dedim, insan futbolcu olacaksa böyle olmalı" diyor. NEDEN? Nebil Özgentürk'ün hazırladığı 'Bir Yudum İnsan' belgeselinde yeni kuşağın sahada izleyemediği 'Berlin Panteri' Kaptan Turgay Şeren gözleri dolu dolu ve alt dudağı duyduğu büyük üzüntünün etkisiyle titreyerek şu cümleleri sarf ediyor: "Bana tekrar tekrar Metin Oktay'ı hatırlattınız. Teşekkür ederim." Kaptan'ı böylesine aşırı duygusallığa iten nedir?


Memet Fuat'ın kaleminden Metin'in askerlikten erken terhis edilmesinden dolayı (!) tutuklanıp Toptaşı Cezaevi'ne konulmasından sonra kendiliğinden oluşan yürüyüşü öğreniyoruz: "Bir haber dolaştı: Metin Oktay Toptaşı Cezaevi'ndeymiş. Hep birlikte onu görmeye gidecekmişiz. Arabalı vapur iskeleye yanaşınca bağrış çığrış çıkıp çarşının içinden Ahmediye'ye doğru başladık yürümeye. Bayağı bir gösteri yürüyüşü. (...) Bu kez pencerelerden sarkıyor insanlar. Onların ilgilendiklerini görünce büsbütün şımarıp inletiyoruz ortalığı. 'Meetin!...Meetin!... Toptaşı Cezaevi'ne ulaştığımızda sokaklara zor sığıyoruz." Bu NASIL bir sevgi?


"Her şeyden önce olgun ve efendi bir insan"

Bence bu sevginin temelini Abdi İpekçi, Metin'in jübilesinden sonra kaleme aldığı şu satırlarda özlü bir biçimde açıklıyor: "Ama Metin futbol sahalarından çekildikten sonra ona karşı olan sempatimin temellerini arayınca ne onu, ne de bunu buluyorum karşımda. Şimdi Metin deyince, yaptığı işi en iyi şekilde, kendi kuşağının en başarılı adamı olarak yapmış olan gene de şöhretin doruklarında şımarmamış, gurur yüzünden zirveden uçuruma yuvarlanmamış bir insan geliyor aklıma...

Metin deyince, en yüksekte olduğu zaman bile çevresine saygıda kusur etmeyen, şöhretini günlük hayatında ucuz bir koz gibi kullanmaya tenezzül etmemiş olgun bir insan geliyor aklıma...

Metin'i her zaman büyük bir futbolcu, büyük bir Galatasaraylı olarak tanıyorum ve tanıyacağım. Ama Metin benim gözümde hepsinden önce olgun ve efendi bir insan değer sahibidir. Bunu söyler-ken, futbolu, Galatasaray'ı ve Metin'i seven herkesin benimle aynı fikirde olduğuna kesin olarak inanıyorum."


* * *


Servet Oktay: "En Zayıf Yönü Galatasaray'dı"

Senegal maçından bir gün önce Nebil Özgentürk'ten edindiğimiz numarayı tuşluyoruz Servet Oktay'la konuşmak için. Kendisiyle bir söyleşi yapmak istediğimizi söylüyoruz. İki gün içinde İzmir'e gideceğinden bize zaman ayıramayacağını belirtiyor. O zaman Metin Oktay sevgisinin verdiği güçle, Servet Hanım'ı bir duygu bombardımanına tutuyoruz. İçten olduğumuzu anlıyor ve Senegal maçının bitiminden sonrasına randevulaşıyoruz. Gün uğurlu bir gün. Senegali yenip, yarı finale çıkıyoruz. Sokaklar sevinç gösterileriyle çalkalanıyor ama biz görevdeyiz ve Kral'ın evine gidiyoruz. Artık Kralımızın evindeyiz ve söyleşimize başlıyoruz. Söyleşimize daha sonra üvey oğlu Rıfat Pala ve aile dostları da Aydın Aksan da katılıyor.


Metin Oktay'la bizim yaşadığımız ilişki, bir taraftar futbolcu ilişkisi; karşılıklı sevgiye dayanan bir ilişki. Biz Metin Oktay'ı çok sevdik. Siz en yakını olarak bu konuya nasıl yaklaşıyorsunuz?

Bunun böyle olması çok doğal. Metin olağanüstü, bambaşka bir insandı. Derdini kimseye açmayan Galatasaray tutkunu bir insandı. O dönemde futbolcular arasında öyle güzel arkadaşlıklar vardı ki. Ve onlar bugüne göre yokluk içinde futbol oynuyorlardı. Ben çok iyi hatırlıyorum, ayakkabılarını zeytinyağına yatırırdık, yumuşasın diye; yoksa ayakları yara içinde kalıyordu. O zamanlar öyle Avrupa'dan malzeme, ayakkabı getirmek diye bir şey yoktu.


Peki Servet hanım siz N. Özgentürk'ün programında şöyle bir cümle sarf ettiniz:"Metin benim dostum, sevdiğim adam ve kocamdı; hiçbir kadın benim kadar mutlu olamadı." Bence bir kadının böyle hissetmesi çok önemli.

Evet, ben hep böyle düşündüm. Hatta derler ki, evlilik sevgiyi öldürür. Bu doğru değil. Dikkat edin aşk demiyorum, zaten aşk geçicidir.


O zaman sıradışı yıllar geçirdiniz. Söz konusu olan sıradışı bir bağ.

Metin çevresine pozitif enerji salan bir insandı. Karısı olarak bana, fazlasını verdi ki böylesine mutlu oldum.


Futbol, Metin Oktay'ın dünyasıydı. Daha önce de söylemiştiniz.

Evet, hep futbol, futbol.


Futbolu bıraktıktan sonra bir süre yöneticilik yaptı, teknik adam olarak çalıştı...

Mutlu olamadı. Bir ara İngiltere'ye oğlumuzun yanına gittik. Her hafta sonu İskoçya'ya giderdik. Gazetecilerin de olduğu bir ortamda Metin'in Türkiye'de çok sevilen eski bir futbolcu olduğu öğreniliyor ve bir penaltı turnuvası düzenleniyor. Metin on penaltının dokuzunu gole çevirince, "Böyle bir stil görmedik, bu senin doğan da var" diyorlar çevresindekiler.


Sürekli futbol oynamak istiyordu değil mi?

Evet. Örneğin, bir yere giderken üç beş çocuk görürdü futbol oynayan. Oyunları bitinceye kadar izlerdi onları. "Ah! Şimdi çocuk olsaydım" derdi.


Biraz eskilere dönelim. Galatasaray'da oynarken bir İzmirspor olayı var. Büyük bir para teklif ediliyor Metin'e İzmirspor'da oynaması için. Bir iki dakika içinde geri çeviriyor bu teklifi. Olayın tanıkları da var. Yönetici Rüçhan Atlı ve Turgay Şeren gibi. Size bu konudan söz etti mi?

Bu olaydan hiç konuşmadık. Ama ben biliyorum Metin'in para için oynamayacağını, onu Galatasaray'dan hiçbir şeyin koparamayacağını. Her zaman söylerdi, birinci karım Galatasaray diye. Bir de Metin sahada çok mutlu oluyordu. Ben de onu mutlu görünce daha mutlu oluyordum.


Bir de 45 günlük bir cezaevi olayı var. Çok üzülmüş ve kırılmış bu olaya, haklı olarak.

Dönemin Galatasaraylı bir milletvekili Metin'e maçlar için izin almış. "Bir şey olmaz, sen oyna ben izin alırım" demiş. 1960 ihtilali olunca bir binbaşı olayı takip ediyor ve Metin eksik askerlik yapmaktan tutuklanıyor. Ama inanın orada bile mutlu olabildi. Yeni arkadaşlıklar kurdu. Bazı haksızlıklara tanık oldu orada. "Orası benim için bir tecrübe oldu" derdi.


Cezaevindeki dostlarını hiç unutmamış, ziyaretlerine gitmiş ve gerektiğinde yardımlarına koşmuş.

Kime yapmadı ki.


Haklısınız kime yapmadı ki. Asıl mesele de bu zaten.

Kalp krizi geçirdi doktor istirahat verdi. Ben de alışverişe gitmiştim. Metin balkonda oturuyor, yağmur da çok şiddetli yağıyor. Karşıda bir kadın. Ama çok yoksul, halinden belli. Metin giymiş üzerine yağmurluğunu, arabayı çıkarmış, kadını evine kadar götürmüş. Eve geldim, Metin yok. Çılgına döndüm. "Bir şey olmaz, korkma. O kadın zavallı hasta biriydi" dedi.


Taraftarı, seyirciyi bu denli kendine bağlayan başka bir futbolcu var mıdır?..

1969'un Temmuz ayında futbolu bıraktı. O ana dek hep manşetlerdeydi. Hep göz önündeydi. Demek ki, çok seviliyordu. İnsan gibi insandı.


Birçok futbolcu gelip geçiyor, birçok futbolcu insanın gönlünde taht kuruyor. Son yıllardan örnek vermek gerekirse, Galatasaray seyircisi Hagi'yi de çok sevdi.

O zamanlar Kadıköy Belediye Başkanı Galatasaraylı'ydı. Fenerlilerin de takımlarına ne kadar düşkün olduklarını hepimiz biliriz. Ve Fenerbahçe Parkı'na Metin'in heykelini dikmesine izin vermişler. Hala orada Metin Oktay'ın heykeli vardır. Heykelin dikilmesinden dolayı, o zamanki Fenerbahçeli yöneticiler "Şeref duyarız" demişler. Herkes seviyordu Metin'i. Bambaşka bir şey bu.


Geçen sene Galatasaray kapalısında, 10 numaralı iki dev forma dalgalandı. Biri Metin Oktay'ın, biri de Hagi'nindi.

Evet bu beni son derece mutlu etti. Galatasaray taraftarının böyle bir şey yapması. Metin, insanları çok severdi. Onun hatırlanmasını istiyorum. Metin'le evlendim ve hamile kaldım. Kızımız erken doğumdan öldü. Ben 100 kilo oldum. Ve biz bir sene boyunca ne bir sinemaya ne de bir gezmeye gittik. Ve bana "Sen artık çocuk doğurma, bu kadar sıkıntı çekme. Çünkü Rıfat'ı bizim çocuğumuz olmasa da, kendi çocuğum gibi görüyorum" dedi. Her erkek bunu yapmaz. Düşünün artık o sevecenliği.


Metin bizim ilahımızdı. İlahların zayıf yönleri olmaz ya da tek zayıf yanları olur. Aşil'in topuğu gibi. Metin Oktay'ın en zayıf yönü neresiydi?

Metin'in en zayıf yönü Galatasaray'dı. Galatasaray'a karşı çok zayıftı.


Rıfat Pala: Metin Oktay hiçbir zaman profesyonel olamadı, hep amatör oldu. Paraya asla önem vermezdi.


Peki Rıfat Bey, siz Metin Oktay'la bir baba oğul ya da ağabey kardeş ilişkisi yaşadınız. Metin Oktay'ı tanımlar mısınız?

Bence dünyanın en iyi insanıydı. Yüreğinde inanılmaz bir sevgi ve saygıyı taşıyordu. Ve her şeyden önce paylaşmayı çok iyi bilir ve bir de güzeli severdi. Maneviyata çok önem verirdi. Bunları iyi biliyorum çünkü 30 yıl aynı evde yaşadık.


Servet Oktay: Bir gün Kilyos'ta kamp yapıyorlardı. Metin aradı ve "Servet gel, özledim sizi" dedi. Annemle birlikte Kilyos'a gittik ve Metin yanımıza gelerek "Servet, bir şey söyleyeceğim. Ben futbolu bırakıyorum" dedi. "Hayırlı olsun" dedim ama çok üzüldüm. Ertesi gün kapımıza gelen gazeteleri elime alıp, 'Metin futbolu bırakıyor' başlıklarını görünce, ağlamaya başladım. Ve o duygu seli jübilesine kadar devam etti.


Rıfat Pala: Onu rahmetli Figo yetiştirmiş. Eskiden Karşıyaka'da antrenman yaparlarmış. Antrenmandan sonra Figo bisikletle Metin koşarak dönerlermiş. Metin Oktay tüm yaşamında parayı daima ikinci planda tuttu. İzmir'de Haldun abimizle birlikte paraya sıkışıyorlar ve bir senet kırdırıyorlar. Yanımızda bir kesekağıdı dolusu para, Kordon'da bir şeyler içmeye gittik. Adamın biri yanımıza geldi ve Metin'in kulağına bir şeyler söyledi. Bu çıkardı bütün parayı adama verdi. "Ya ne yaptın?" dedim. "Olsun oğlum, onun paraya benden daha çok ihtiyacı var" dedi.


Servet Oktay: Rıfat ile birgün bir simitçi görmüşler. Ağlıyormuş simitçi. "Simit tablamı aldılar, ben şimdi patrona ne söyleyeceğim" diye. Ne kadar simit? Şu kadar. Cebindeki bütün parayı simitçiye veriyor. "Rıfat senin cebinde ne kadar var?" diyor ve Rıfat'ın cebindeki tüm parayı da simitçiye veriyor.


Aydın Aksan: İzmir'de işlettiği "Gol Pub" adında bir yer vardı. Bir gün birlikte oraya gidip bir haftalık hasılatı aldık. Ben bir günlük hasılatı Metin abiye verdim, altı günlük hasılatı da arabamın torpido gözüne koydum. Göz de açılmıyor. Yani istese de açamaz. Çünkü biliyorum altı günlük hasılatı dağıtacak. "Metin abi seni bir bara götüreceğim çok beğeneceksin" dedim. O sırada bir arkadaş geldi ve "Karşısı tenis kulübü, oraya gidelim" dedi. Kulüp'te de düğün varmış. "Metin Oktay gelmiş" diyen yanımıza geliyor ve imza istiyor. Yanımızda kağıt yok. Metin abi o zamanın en büyük parası olan 10 bin liraları imzalıyor ve dağıtıyor. Gelenler hem imzayı, hem de parayı alıyorlar. Kuyruk da uzadıkça uzuyor. Bir süre sonra Metin abı bana döndü ve "Para bitti, efendi" dedi. Ben de kendisine yüz ve beş yüz liralıklar verdim. Bana doğru eğildi ve "Efendi, ayıp olmaz mı?" dedi. "Abi önemli olan senin imzan" dedim. Kuyruk da böylece daha tenhalaştı.


Gerçekten ilginç bir anı. Son olarak, Metin Oktay'ın krallık tacı size geri döndü mü?

Sevet Oktay: Dönmedi ve bu konuda bir şey söylemek istemiyorum.
__________________
Alayına İsyan
...Ölümüne Aslan...
Emeğe Saygı
bugrahan çevrimdışı   Alıntı ile Cevapla
Old 12-04-2005, 01:53 PM   #4
bugrahan
Daimi Üye
 
bugrahan Kullanıcısının Avatarı
 
Üyelik Tarihi: Sep 2005
Konum: AliSamiYen
Yaş: 33
Mesajlar: 462
Teşekkür Etme: 63
Thanked 48 Times in 21 Posts
Üye No: 31
İtibar Gücü: 1566
Rep Puanı : 2415
Rep Derecesi : bugrahan has a reputation beyond reputebugrahan has a reputation beyond reputebugrahan has a reputation beyond reputebugrahan has a reputation beyond reputebugrahan has a reputation beyond reputebugrahan has a reputation beyond reputebugrahan has a reputation beyond reputebugrahan has a reputation beyond reputebugrahan has a reputation beyond reputebugrahan has a reputation beyond reputebugrahan has a reputation beyond repute
Cinsiyet :
Varsayılan

Kendi kaleminden "Sahadaki Metin"

(...) Maça çıkarken, büyük bir gerilim içersine girerdim. Tünelden sahaya çıkıncaya kadar kimseyle konuşmazdım. Kendime göre bir ibadetim vardı. Kendime göre inançlarım vardı.

Bu gerilim sahaya çıkınca biterdi. Çünkü artık orada seyircimle bütünleşirdim. Onlar beni iyi tanırlardı. Onlar benim sevgilim, ben de onların sevgilisiydim. Penaltı kaçırsam da, gol atamasam da, beni yalnız bırakmazlardı. Hep yanımda, hep beynimde olurlardı. O seyircide, o sevgililerde Metin Oktay olarak büyük kredim vardı.

Sahanın herhangi bir yerinde topu ayağıma aldığım zaman, düşünce olarak hazır olduğum için, kimin nerede durduğunu, kimin kaçtığını, kimin kaçacağını bilir, görürdüm. Top bana gelmeden önce veya geldiği zaman ne yapacağımı düşündüğüm için, pas hatalarım azalırdı. Şuna inanmıştım: Bir futbolcu sahaya çıktığında ya gol pası atmalı ya da gol atmalıydı. Her pasın gole götüren bir değeri bulunmalıydı.

Kendimi düşünce olarak buna hazırlardım. Maçı sahadan önce, beynimde oynamaya çalışırdım. Oyunda doğabilecek pozisyonları, bu durumlarda benim ne yapmam gerektiğini düşünürdüm. Devamlı araştırdığım için, hem takım arkadaşlarımın, hem rakip oyuncuların karakterlerini bilirdim.


* * *


Hani Arayacaktın Metin Ağabey
Tarık Öcal

Tarih 13 Eylül 1991. Yer Ortaköy Ziya Restoran. Saat geceyarısına yaklaşıyor. Tarık Öcal ve arkadaşları mutlu bir rastlantı sonucu Metin Oktay'la son hasbıallerini yapıyorlar ve ortaya 14 Eylül'de Cumhuriyet Gazetesi'nde yayınlanan nefis yazı çıkıyor. Biz de bu unutulmaz yazıyı bilenlerin hatırlaması, bilmeyenlerin ve genç kuşakların ise tekrar tekrar okuması için yeniden yayınlıyoruz.

Uğursuz 12 Eylül'ün, 13'e bağlandığı saatlerde, piyanist arkadaşım Pepe ile Ziya Restoran'ın aşağı barında Sonbahar yalnızlığını çorba içerek yaşarken sanki barda ceketini unutmuş bir tavır ile Arda Uskan içeri girdi. Ortalığı toplayan komilere torpil geçip kendisine bir rakı ısmarladı. Kara mizah sohbet sürerken, birden bir ışığın düştüğünü hissettik. Sessiz sedasız yanımıza gelip, içkisini yudumlayan adam Metin Oktay'dı. Birdenbire benim ve Arda'nın hatta Rossi'yi de futbolcudan saymayan Pepe'nin gözlerinde ışıklar parladı. Alın size nostaljinin Allah'ı. Otuz yıldır barlarda restoranlarda gitar çalarak geçiririm hayatımı. Kimin ne kadar alkollü olduğunu ben bilmezsem kim bilir? Metin Oktay yanımızdaydı. Raporlar ne derse desin, biz üçümüz kişiliğimizi koyarak söyleyebiliriz ki Metin Oktay önceki gece içkiliydi, ama sarhoş değildi. On bir yıl önce 12 Eylül gecesi, bütün Türkiye sarhoş muydu sanki?

Bizler sanattan konuşuyorduk ya. Onun da gözlerimle seyrettiğim birçok golünün bir sanat eseri olduğunu söyledim. 1960'taki efsanevi maçta İskoçya'ya attığı golü, İstanbul'da bir AKG maçında iki taraftan iki kişi koluna girdiği halde, arkası kaleye dönükken, 90'a taktığı golü anlattım. Ve bunların sırrını sordum. "Ellerini uzat" dedi. İki elimi uzattım. Avuçlarım yere dönüktü. O da ellerini avucuna aldı. "Şimdi" dedi, "İstediğin elini çek ben yakalayacağım." Ellerimi, Metin Oktay'ın avucundan kurtaramadım. "İşte" dedi, "bu reflekstir bana o golleri attıran." Sonra ben de ona parmaklarımla bir gitarcı numarası yaptım. Benim ona şaşırdığım gibi o da benim tek elle alkış sesi çıkarmama bayıldı."Bunlar işin fizik tarafı" deyip Nazım Hikmet'ten bir şiir okudu. Hiçbirimiz ummazdık. Tabii ummamak, bizim suçumuz. "İşte bu şiiri bilmeyen ne top oynar, ne gitar çalar, işin özü bu kardeşim" deyip boynuma sarıldı. Meğer biz futbolculara nasıl bakarsak onlar da biz müzisyenlere öyle bakarmış, Ne çok ortak noktamız varmış oysa ki. Kartımı istedi. "Yarın seni arayacağım" dedi. Öpüşerek ayrıldık. Gitme vakti gelmişti. Yorgunduk. Metin Oktay'ı, yarım kalmış içkisiyle barda bırakıp Arda, Pepe ve ben çekip gittik.

Sabah telefon çaldı. Metin Ağabey diye açtım. Pepe'ydi. Pepe'nin güzel sesinden ilk defa nefret ettim. Metin Oktay'ın ölümünü haber veriyordu. Senin karşında son golü yiyen kaleci olmak isterdim, Metin ağabey, ama son öptüğün insan oldum. Ben yine telefonunu bekliyorum. Sen aramazsan ben nasıl olsa arayacağım.


* * *


45'lik Plakta Ağları Yırtan
İzzeddin Çalışlar

1971 - 72 sezonunda Galatasaray şampiyon olduğunda muhtemelen kimse "merchandising" ya da "promosyon" sözcüklerini duymamıştı. Buna rağmen, üstüste ikinci kez gelen şampiyonluğu kulübe gelir getirecek bir şekilde kullanmayı düşünen yönetim bir plak çıkarmayı düşündü. Henüz ne CD ne kaset olmadığından 33'lük ve 45'lik plaklar elden ele dolaşıyor, herkesin evinde hatta kimilerinin otomobilinde bile pikap bulunuyordu. Maçlar sadece radyodan anlatıldığı için de hiç bir maçın kaydı olmuyordu.

O zamanlar henüz ne düzenli televizyon yayını ne de video vardı. Geçtiğimiz ay boyunca Dünya Kupası yayınlarında sesini tekrar duyduğumuz TRT'nin gür sesli spikeri Orhan Ayhan'la anlaşıldı ve plağı doldurmak üzere iki maçı sanki o an oynanıyormuş gibi anlatması istendi. Plağı doldurabilmek için bir yüzüne Galatasaray marşı kaydedildi, öteki yüzüne de iki maçtan üç gol anı. Bu iki maçtan biri Metin Oktay'ın her fırsatta dile getirilen ağları yırtan golü attığı maçtı. Plak, golü aynen şöyle anlatıyor:

"Yıl 1959. 10 Haziran Çarşamba günü. Mithatpaşa'da öyle bir maç var ki sormayın. Galatasaray, Fenerbahçe'den şampiyonluk koparmak için sahaya çıkıyor. Favori ise Fenerbahçe! Sarı kırmızılı takımın kuruluşu şöyle: Turgay, Saim, İsmail, Ahmet, Ergun Dursun, İsfendiyar, Suat, Metin, Nuri, Mete. Galatasaray tam takım, Fenerbahçe de aynı şekilde. Maç zaman zaman ortalarda, zaman zaman da Galatasaray ceza sahası dışında cereyan ediyor. Fenerbahçe bastırmıyor değil, fakat Galatasaray da şu ana kadar gol yemiş vaziyette değil. 38. dakika doldu. 39.'ya girmek üzereyiz. Oyun çok rahat, ortalarda. Oyun bir anda yavaşladı. Nuri aldı, Niyazi'yle şöyle hafifçe birbirlerine bir omuz attılar. Nuri aldı topu, sol taraftan Metin'e doğru geçirdi. Niyazi hakeme işaret ediyor Markoviç'e, Yugoslav Markoviç'e işaret etti. 'Faul var' diyor. Hakem 'Oynayın' diyor, 'Devam'... Nuri'nin topu süzülüyor Metin'e doğru. Metin sol taraftan aldı. Kapalı tribünlerin önünden kayıyor, kayıyor. Tam çizgiye doğru paralel iniyor. Sol taraftan indi aşağıya doğru. Deniz tarafındaki kaleye doğru gidiyor Metin. Tehlikeli olabilir mi henüz belli değil. Osman üstüne çıktı. Bastı topa, çekti Osman'ı. Arkadan Naci yetişiyor. Kafasını kaldırdı Metin, çapraza baktı. Kalede Özcan var. Vurdu Metin, kaleye doğru gidiyor. Goool. Gooooooool. Metiiiiin. 1 - 0... Fenerbahçe: 0 Galatasaray: 1. Umulmadık anda umulmadık bir gol. Fenerbahçeliler 'Top avuta çıktı' diye itiraz ediyorlar. Ağları yırttı geçti top! Özcan şaşkın, taraftarlar şaşkın ama Galatasaray 1 - 0 galip durumda."

Plak, burada bir müzik arası veriyor ve 1972 yılının en önemli maçına bağlanıyor: "Ne olduysa Giresun'da oldu. Bitti gözüyle bakılan lig, şampiyon adayı Galatasaray'ın 1 - 0 mağlubiyetiyle adeta yeniden başladı. Sarı kırmızılı çocuklara bugünkü maçta çok önemli görev düşüyor. Boluspor'u muhakkak yenmek zorundalar. Galatasaray, Nihat, Ekrem, Aydın, Muzaffer, Tuncay, Bülent, Metin, Ayhan, Gökmen, Mehmet, Uğur tertibinde ve Galatasaray takımı Boluspor karşısında ezici bir baskıyla oyunu götürüyor. 8. dakikaya geliyoruz. Ceza sahası içinde bütün Bolusporlu futbolcular durmuş vaziyetteler. Vedat aldı, ceza sahasının dışına doğru çıkardı topu. Kaptı Uğur. Birdenbire kaptı. Dışarı dışarı çekti. Tam çizginin yanında. Bahri kendisine doğru geliyor. Bastı çalımı, geçti Uğur. Kaptan ceza sahasına doğru paralel iniyor. Ortasını yapmak üzere soluna aldı. çevirdi topu birdenbire yaptı ortasını. Gökmen gerilerden koşuyor havalandı. Lütfü'yle beraber kafaya çıktılar. Kaleci Talip direğin diğer yanında. Vurdu Gökmen kafayı, ters taraftan gidiyor. Gooool. Galatasaray 1 - 0 galip durumda".

Yine bir müzik arası ve tekrar aynı maça dönüyoruz: "Galatasaray yeni goller arıyor. Top şimdi Mehmet'te. Mehmet aldı, orta çizgiyi biraz geçti. Taç çizgisinin hemen içersinde. Kaydı kaydı Bülent'i gördü. Bülent aldı abisinden topu. İçeri doğru giriyor. İki çalım attıktan sonra, Gökmen'e verdi. Gökmen ceza sahasının bir iki metre dışında duruyor. Kendisine gelen topu şöyle bir tarttı. Birdenbire döndü. Ters tarafa vurmak üzere topu. Vurdu. Zımba gibi bir gol. Gooool. Son yılların en büyük golünü attı Gökmen. Ve böylece Galatasaray geçen seneden bu yana ikinci kez yine şampiyon. Galatasaray üstüsüte 2. kez şampiyon. şampiyon Galatasaray". Plak böylece bitiyor. O yıl bu 45'liği dinleyip bu heyecanlı anları yaşayanlar ertesi yıl Brian Birch yönetiminde Galatasaray'ın üçüncü kez şampiyon olacağını bilmiyorlar doğal olarak. Kaptan Uğur'un son sezonunda, takımda Nihat yerine Yasin'in, Mehmet'e "Büyük" sıfatını kazandıracak "Küçük" Mehmet'in de takviyesiyle Cim Bom yine şampiyon oldu ama plağın yenisi çıkmadı...


* * *


Özyaşam Öyküsü


2 Şubat 1936'da İzmir'de (Karşıyaka-Çiftefırınlar) doğdu.


Karşıyaka Soğukkuyu İlkokulu, Alsancak İlkokulu, İnönü Lisesi ve Mithatpaşa Erkek Sanat Enstitüsü'nde (Mobilya bölümü) okudu.


15 yaşında Damlacık Kulübü'nde 8 numaralı formayı (8 numaralı forma çok sevdiği Sait Altınordu'nun forma numarasıydı) giyerek futbola başladı.


Adnan Suvari'nin futbolcu-antrenör olarak görev yaptığı Yün Mensucat'a transfer oldu ve yeni forması altında 14 gol attı ve Genç Milli Takım aday kadrosuna çağrıldı.


11 Nisan 1954'te Belçika maçında ilk kez milli oldu ve 4-0 kazanılan maçın 2 golünü attı.


Aynı yıl İzmirspor'a transfer oldu ve bu forma altında 17 gol atarak gol kralı oldu. İzmirspor da Mahalli Lig'i şampiyon bitirdi.


1955'te 19 yaşında Galatasaray'a transfer oldu.


Galatasaray formasıyla ilk kez (28 Ağustos 1955) Beyoğluspor'a karşı oynadı ve ilk golünü attı.


1956 yılının Şubat ayında Millilerimiz Macarları 3-1 yenerken, 2 golü Lefter 1 golü Metin attı.


29 Ocak 1959'da İzmir'de Oya Sarı ile evlendi.


10 Haziran 1959'da Fenerbahçe ile oynanan Türkiye Ligi finalinin ilk maçının 37. dakikasında rakip kaleye ünlü "ağları yırtan gol"ünü attı.


22 Haziran 1959'da babasını yitirdi.


Transfer döneminde İzmirspor'un o gün için çok büyük bir tutar olan 300.000 TL'lik transfer teklifini reddederek çok sevdiği kulübünde kaldı ve bu nedenle eşinden ayrıldı.


14 Eylül 1960'ta eksik askerlik yaptığı savıyla tutuklandı ve toplam 45 gün Paşakapısı ve Toptaşı Cezaevleri'nde kaldı.


18 Aralık 1960'ta İnönü Stadı'nda oynanan maçta Galatasaray Fenerbahçe'yi 5-0 yendi ve Metin 4 golün sahibi oldu.


Temmuz 1961'de İtalya'nın Palermo Kulübü'ne transfer oldu.


Haziran 1962'de yeniden Galatasaray'a döndü.


12 Mayıs 1965'te İstanbul'da Servet Kardıçalı ile evlendi.


Aynı yıl "Taçsız Kral" filminde başrol oynadı.


9 Şubat 1966'da Zeynep adını verdikleri bir kız çocuğu oldu ama Servet ve Metin Oktay çiftinin "prenses"i ancak 6 saat yaşadı.


1969'da Galatasaray şampiyon, kendisi de gol kralı olduktan sonra, İstanbul ve İzmir'de yapılan jübilelerle futbolu bıraktı.

13 Eylül 1991'de bir trafik kazası sonucu aramızdan ayrıldı.


Futbol yaşamı boyunca rakip fileleri tam 608 kez havalandırdı.


1 kez İzmirspor'da, 10 kez Galatasaray'da şampiyonluk gördü.


10 kez gol kralı oldu. (Biri İzmir Profesyonel Lig'de.)


* 1956-57 İstanbul Profesyonel Ligi 17 gol.

* 1957-58 " " " 19 gol.

* 1958-59 " " " 22 gol.

* 1959 Türkiye Ligi 11 gol.

* 1959-60 Türkiye Ligi 33 gol.

* 1960-61 Türkiye Ligi 36 gol.

* 1962-63 Türkiye Ligi 38 gol.

* 1964-65 Türkiye Ligi 17 gol.

* 1968-69 Türkiye Ligi 17 gol.



Maç başına 1.46'lık gol ortalaması kırılamadı.


40 kez milli oldu (4'ü Genç Milli Takım). 7 kez kaptanlık yaptı ve toplam 17 gol attı.


Tüm futbol yaşamında 1 kez oyundan ihraç edildi (Bir Fenerbahçe maçında).
__________________
Alayına İsyan
...Ölümüne Aslan...
Emeğe Saygı
bugrahan çevrimdışı   Alıntı ile Cevapla
Old 12-04-2005, 01:54 PM   #5
bugrahan
Daimi Üye
 
bugrahan Kullanıcısının Avatarı
 
Üyelik Tarihi: Sep 2005
Konum: AliSamiYen
Yaş: 33
Mesajlar: 462
Teşekkür Etme: 63
Thanked 48 Times in 21 Posts
Üye No: 31
İtibar Gücü: 1566
Rep Puanı : 2415
Rep Derecesi : bugrahan has a reputation beyond reputebugrahan has a reputation beyond reputebugrahan has a reputation beyond reputebugrahan has a reputation beyond reputebugrahan has a reputation beyond reputebugrahan has a reputation beyond reputebugrahan has a reputation beyond reputebugrahan has a reputation beyond reputebugrahan has a reputation beyond reputebugrahan has a reputation beyond reputebugrahan has a reputation beyond repute
Cinsiyet :
Varsayılan

İsmet Gümüşdere




60 Yılın Efsane Fotoğrafçısı

Metin Oktay'ın Fenerbahçe'ye attığı meşhur "ağları yırtan golü" anımsar mısınız? O golün göreni çok azdır. O maça gelenlerin sayısı, tam bilemiyoruz ama, 10 bin kişi kadardı. Ama o golü bütün Türkiye'ye tanıtan o unutulmaz kareyi kim anımsamaz? Topun ağları yırttıktan sonra kameraya doğru süzülüşünü…

İşte o fotoğrafı çeken objektifin arkasında duran isim İsmet Gümüşdere'ydi. Türk spor tarihinin son 60 yıllık dönemine damgasını vuran, birçok unutulmaz anı bugüne taşıyan birçok unutulmaz diğer fotoğraflar gibi...



İsmet Gümüşdere, 81 yaşına gelmiş yorgun bedenini derginin merdivenlerinde, bir delikanlıya taş çıkartırcasına taşırken, hepimiz, Türk Spor fotoğrafçılığının öncülerinden unutulmaz bir isimle tanışacağımız için heyecanlıydık. Billur gibi bir zihin, ayrıntıları en ince noktasına kadar aktarabilen bir dimağla karşılaştık. Dergimizde kullandığımız fotoğrafların orijinallerini getirip gösterdi bize. Ve daha bilinmeyen diğer eski Galatasaray fotoğraflarını…


İsmet Gümüşdere ilk spor fotoğrafçısı olduğunu kabul etmiyor. "Ben ilk değilim, ilk Burhan Felek'tir. 1918 yılından önce bir dergi çıkartmış "Futbol" isminde. O derginin fotoğraflarını çeker ve yazılarını yazarmış. Bu işteki ustamız odur." diyor alçakgönüllükle. Gümüşdere'nin fotoğrafla ilk tanışması çocukluğunda olmuş: "Fransızların ünlü bir dergisi vardı: Nuar Print. O dergide o dönemki futbolcuların portreleri ve futbol maçları, resimleri olurdu. Ben onlara baka baka, içime o ateş 9-10 yaşlarında düştü. Bir fotoğrafçı dükkanında otururken bana makineyı ellemeyi, film yıkamayı öğrettiler. O duyguları hala içimde yaşıyorum."


Spor fotoğrafçısı olmaya karar verişinin öyküsü çok ilginç Gümüşdere'nin. Küçükken götürüldüğü maçlarda çektiği eziyet onu fotoğrafçı yapmaya itmiş: "9 yaşındaydım ve seyirciler arasında sıkıntıdan patlardım, beni çok sıkıştırırlardı. Ama bir de bakardım bazı kişiler kale arkasında, boyunlarında fotoğraf makineleri, papyon gravatları, fötr şapkalarıyla özgürce dolaşıyorlar. Kendi kendime karar verdim. Ben de onlar gibi olacağım dedim".


İsmet Gümüşdere, yüzlerce Galatasaray maçı seyretmiş. Özellikle Fenerbahçe'yle yapılan maçları hiç unutmuyor. "Çok olaylı maçlar yaparlardı. Kavgalar, gürültü patırtılar hiç eksik olmazdı" diyor. Gelenek hiç değişmemiş yani! İlk maçını hiç unutmuyor Gümüşdere. "Çalıştığım derginin sahibi Mithat Bey 'hadi seni bugün Fenerbahçe-Galatasaray maçına gönderiyoruz' dedi. Talimat verdiler: 'Galatasaray'ın kalesinin arkasında Fenerbahçe'nin attığı gol fotoğraflarını çekeceksin.' Maç sırasında Şeref Stadı'nın deniz tarafına bakan taç çizgisi kenarında Fenerbahçeli Küçük Fikret ve Galatasaraylı Bülent (Paytak) kavgaya giriştiler. Ben de bana denilenleri unuttum ve gittim fotoğraf çektim. Hiç bir foto muhabiri fotoğrafları çekmeye gelmemişti. Sevinçliydim, benden başka kimse çekmemişti o fotoğrafları. Ama birden sevincim kursağımda kaldı ve iki polis gelip beni kollarımdan tutup saha dışına çıkarmaya başladı. Basın kartım yokmuş! Beni daha önce hiç görmemişler. Derken papyon gravatlı, fötür şapkalı elinde fotoğraf makinesi olan bir bey polislerin yanına geldi ve beni kurtardı. Selahattin Giz'di. Galatasaray Lisesi mezunu ve Cumhuriyet Gazetesi foto muhabiri. Maçtan sonra beni aldı ve gazetedeki karanlık odasına götürdü."





O karanlık odada yaşadıklarını ve hissettiklerini bugün bile unutmuyor Gümüşdere. Dağınık bir oda, 'pıt pıt damlayan bir musluk', ipe asılı çamaşır mandallarına tutturulmuş yüzlerce film. Ve Selahattin Bey radyoyu açıyor, boğuk bir ses odayı dolduruyor. "O ses benim hayatımın eksenini oluşturdu. Ünlü Fransız Şantöz Edith Piaf'ın şarkısı, 'la vie an rose'. ' Seni kollarıma aldığım zaman hayatı toz pembe görüyorum.' Ben o günden sonra her şeyi toz pembe görüyorum. Umut bende. Ürün veren bir tarla gibi hep umutla yaşadım. Umutsuz yaşamanın da yaşamak olmadığını algıladım."


İsmet Gümüşdere, fotoğrafçılığa bakışını şöyle anlatıyor: "Benim için herşey bir bir kurgu gibidir. Ben anları ve o anlardaki duyguları yakalamaya çabaladım yıllarca. 9 yaşından bu yana duygularımı yoğun yaşardım. Dayım bize geldiğinde, biz fakir bir aileydik. Kapitone yorganı kafamızın üzerine çekerdik ve dayım bana orda Nazım'ın şiirlerini okurdu. Kitaplar bana çok şey kazandırdı. İyi fotoğraf çekmek için, çok kitap okumak gerekir. Bunlar insanı gidemediği yerlere götürüyor, oradaki insanların yaşamını anlatıyor. Benim fotoğraflarda espri yakalamam, biraz da bundan kaynaklanıyor."
__________________
Alayına İsyan
...Ölümüne Aslan...
Emeğe Saygı
bugrahan çevrimdışı   Alıntı ile Cevapla
Old 12-04-2005, 01:54 PM   #6
bugrahan
Daimi Üye
 
bugrahan Kullanıcısının Avatarı
 
Üyelik Tarihi: Sep 2005
Konum: AliSamiYen
Yaş: 33
Mesajlar: 462
Teşekkür Etme: 63
Thanked 48 Times in 21 Posts
Üye No: 31
İtibar Gücü: 1566
Rep Puanı : 2415
Rep Derecesi : bugrahan has a reputation beyond reputebugrahan has a reputation beyond reputebugrahan has a reputation beyond reputebugrahan has a reputation beyond reputebugrahan has a reputation beyond reputebugrahan has a reputation beyond reputebugrahan has a reputation beyond reputebugrahan has a reputation beyond reputebugrahan has a reputation beyond reputebugrahan has a reputation beyond reputebugrahan has a reputation beyond repute
Cinsiyet :
Varsayılan

"Formaları çıkarın çıplak oynayın" tezahüratı o takımda işlerin yolunda gitmediğinin işaretidir. Ama tersten bir okumayla taraftarın formalara verdiği önemi de gösterir. Çünkü formanın tarihi aynı zamanda kulübün ve futbolun da tarihidir.

Forma deyip geçmeyin. Bir çok insanın taraftarlığının kökeninde çocukluk rüyalarını süsleyen "kutsal renkli" fanilalar yatar. O formalar futbolun olmazsa olmazı, folklorik bir unsurudur. Tuttuğunuz takımla özdeşleşmenizi sağlayan köprüdür, taraftar denilen modern çağın ordularının bayrağıdır. Nerde olsa onu tanır renk aşıkları. Kim bilmez yeşil-beyaz enine çizgili formanın Celtic'in, göğüs bölgesi dikine kalın kırmızı şeritli formanın Ajax'ın nişanesi olduğunu. Ya Katalanların milli takım olarak gördükleri ve göğüslerine reklam almaya bile tenezzül etmedikleri Barcelona'nın bordo-mavi çubuklu formasına ne demeli? Geçmişten geleceğe bir köprü gibi durur Nou Camp'ta.


Ancak futbol oyununun son yıllarda ekonomik olarak çok büyük bir pazara hakim olması ve bu pazarın en büyük kozlarından birinin de forma satışı olması, sponsor firmaların bir sezonda bir kaç farklı forma üretmesine neden oldu. Ve artık takım formaları sadece yeşil sahalarda futbolcuların üzerinde gördüğümüz bir zırh değil, gündelik hayatımızda dolaşıma giren popüler kültürün bir elemanı. Hal böyle olunca çocukluğumuzun rüyalarını süsleyen klasik formalar da artık rafa kalktı. Ama bizim gönlümüz emektar formaların o raflarda unutulmasına el vermedi.


O Bir Klasik; Parçalı Forma

Galatasaray futbol takımı için klasik forma tabiri, sanırız ki herkesin oy birliği ile parçalı formaya verilecektir. Parçalı formaların sarı-kırmızı renklere gönül verenlerin gözündeki yeri apayrıdır. Bir klasik otomobil tutkunu için 56 model Chevrolet ne demekse, Galatasaraylı için de sarı-kırmızı parçalı forma odur. Çünkü Galatasaray kuruluşundan 1934 yılına kadar maçlara parçalı formasıyla çıkmıştır. Bu dönemden sonra değişik formalar kullansa da parçalı formanın Galatasaray gardıropunda her zaman yeri olmuştur. Parçalı formaların en tipik örnekleri 60 ve 70'li yıllarda kullanılan formalardır. Tam göğüs bölgesinden ikiye ayrılan formaya başka ekleme yapılmamış. Sadece sol göğüs üstünde bayraklı bir Galatasaray arması dikkat çekiyor. Seksenli yıllara gelindiğinde parçalı formada da küçük değişiklikler göze çarpıyor. Genel olarak dizayn aynı ama iki farklılık var. Birincisi kol bölgelerindeki ince şeritler, ikincisi ise Galatasaray armasının sol bölümde bayrağımızın ise sağ bölümde birbirlerinden bağımsız olarak yer almaları. 90'lı yıllardaki parçalı formada en büyük fark kollardaki şeritlerin kalınlaşması. Yine yaka bölgesindeki siyah renge de dikkat. Çünkü siyah, son dönemdeki parçalı formada yoğun olarak kullanıldı. Hatta parçalı formanın altına giyilen siyah şort ve konçlar kimilerince çok sevildi; kimilerince çok eleştirildi. Ancak parçalı formanın bu sezon kullanılan forma çeşitleri içinde yer almaması kelimenin en hafif anlamıyla bir şanssızlık.

Parçalı formaların Galatasaray ve taraftarlar için neyi ifade ettiğini anlamak demek 1986-1987 sezonunun bir maçını hatırlamak demek. Ali Sami Yen'de rakip Zonguldakspor ve Galatasaray'ın üzerinde tek renk beyaz, omuzları kırmızı parçalı bir forma var. İlk yarı 0-0 bitiyor ve takımlar tünelin yolunu tutarken Kapalı Tribün'ün tecrübeli abileri sloganı patlatıyor: "Formaları değiştir büyük Cim Bom Bom". Büyük Cim Bom mesajı alıyor, ikinci yarıya parçalı formalarla çıkıyor. Sonuç mu? Galatasaray 3-0 kazanıyor.







Çubuklu Forma; Onun Yeri Ayrı

Çoşkun Özarı'lı, Turgay Şeren'li 50'li yılların efsane kadrosunun giydiği çubuklu forma bu kategorinin bizce en müstesna parçası. Çok ince ve sık kullanılmış olan sarı-kırmızı çubuklar ve bisiklet yaka dışında formanın başka hiçbir özelliği yok. Ancak belki de bu formayı unutulmaz kılan bu sadeleği. Bu dizaynın formaların evrimi sırasında unutulması ve kendine has bir forma olarak sadece fotograflarda kalması taraftarlar için üzücü. Milan kulübünün aynı forma tipini kuruluş yıllarında kullandığını ve 1999 yılında da kulübün 100. kuruluş yıldönümü vesilesiyle aynı tip formayla maçlara çıktığını belirtelim. Daha sonraki yıllarda çubuklu forma çok değişti. 60 ve 70'li yıllardaki çubuklu formalarda çubukların kalınlaşması en büyük özellik. Sağ ve sol bölümde kırmızı, ortada ise tek sarı şeritten oluşan forma uzun süre kullanıldı. 80'li yıllarda bu forma tipinin geçirdiği en önemli değişiklik çubuk kalınlıklarının incelmesi. 1996 yılında başlayan 1. Fatih Terim dönemiyle beraber çubuklu forma hem dizaynında değişikliğe uğradı hem de daha çok kullanıldı. Sarı kollardan aşağıya inen ince gri çizgiler ve gri yaka bu formanın en önemli özelliği. Bu sezon kullandığımız formalardan çubuklu olanının dikkati çeken en önemli özelliği ise çubukların kalınlaşması ve şövalye GS logosu üzerindeki üç yıldız. Ancak kırmızı renkdeki pempeleşmenin nedenini anladığımızı söyliyemeyiz. Bu kategoriye koymayı daha uygun bulduğumuz ve tarih sayfaları içinde unutulmuş bir forma tipi daha var. Tanıl Bora'nın deyimiyle "Latin fiyakasının" göstergesi olan, göğüs bölgesini çaprazlama geçen tek bir şeritten oluşan forma. Sarı zemini kırmızı bir şeritle geçen bu forma da 50'li yıllardan. O yılların futbolseverlerini kıskanmadık desek yalan olmaz...


İngiliz Sadeliği: Tek Renk

Futbol oyununun temel taktik anlayışında bir çok ilke imza atan İngilizlerin, formalar konusunda da bir ekol olduğunu söyleyebiliriz. Tek renk ve polo yaka formalar İngiliz sadeliğinin göstergesi olmuştur futbol sahalarında. Tabii bu modanın ülkemiz futbol sahalarında görülmemesi olmazdı. İşte Suat'lı, Kadri'li, Sarı Muzaffer'li kadronun giydiği tek renk kırmızı, beyaz polo yakalı forma bu modanın en estetize olmuş örneklerinden biri. Bu formada beyaz polo yakanın sol altında kalan bölümdeki hayli büyük şövalye GS arması dikkati çeken tek özellik. İlerleyen yıllarda bu forma tipinde de değişiklikler görülüyor. 70'li yılların sonu ve 80'li yılların başında giyilen tek renk kırmızı formada sarı yakadan omuz ve kollara doğru giden kalın tek şerit halindeki sarı renk en farklı özellik. Bu forma tipinin son yıllarda yaşadığı en büyük değişiklik ise sarı-kırmızı rengin yerini beyaz rengin alması. Neuchatel zaferinin kırmızı yakalı, tek renk beyaz formayla kazanıldığını hatırlatalım. Yine UEFA Kupası'na doğru giden yolda giyilen tek renk beyaz, omuzlarda sarı parça ve yakaları kırmızı forma da unutulmazlar arasında. Tek renk formalardaki en radikal değişiklik ise bu sezon kullandığımız formalarda görüldü. Üç adet tek renk formanın kırmızı olanı dışındaki iki formanın rengi gümüş ve altın. Tasarım olarak ise üç formada da sol bölüm üzerinde ince bir şerit göze çarpıyor. Ne parçalı, ne çubuklu... Çok daha ayrıntılı ve titiz bir çalışmayla belki de bir kitap yazılabilecek olan formalar konusunu kısa zamanda ulaşabildiğimiz kaynaklar doğrultusunda yazmaya çalıştık. Fotoğraflar en büyük kaynağımız oldu. Ancak bir belge var ki onu es geçmek olmaz. Galatasaray'ın bir numaralı kurucusu Ali Sami Yen, Ellinci Yıl kitabında kulübün kuruluş öyküsünü anlatıyor: "(...) Mektebe gelirken domuz sokağından geçer, domuz yağı alırdım. Topu onunla yağlar, şişirirdim; yamasını yeni papucumdan kesmiştim. Bunu gören arkadaşlar, bana hepimizden fazla paye vermişlerdi. (...) Cevdet de ikinci reisliği formaları yıkadığı için almıştı." Evet ne parçalı ne çubuklu ne de bir başka forma. Önemli olan o formanın sizin için neyi ifade ettiğidir. Ali Sami Yen'e başkanlık, yeni aldığı papuçlarından deri parçası kesip topa yama yaptığı, ikinci başkanlık Cevdet Kalpakçıoğlu'na formaları yıkadığı için arkadaşları tarafından verilmiş. Burası sözün bittiği, futbolun başladığı yerdir. Burası formalara ruhun eklendiği yerdir...

Unutulmazlar

Tarih 17 Mayıs 2000'i gösterirken zorlu yolun son durağına gelinmişti. Avrupa kupalarında bırakın baharı, kış ayını bile şöyle doya doya yaşayamamış bir ülkenin evlatları ilk defa kendi tuttukları takımı bir Avrupa Kupası final maçında desteklemek için Kopenhag'ın Parken stadını doldurmuşlardı. Rakip Londra'nın "topçuları" Arsenal'di. Ve 2000 yılının UEFA Kupası finalisti Galatasaray maça tek renk beyaz ve kolları kırmızı ince şeritli bir formayla çıkmıştı. Futbol da uğura biraz olsun inanlar Neuchatel zaferini hatırlayarak "bu kupa kesin bizim" bile demişlerdi, Galatasaray'ın formalarını görünce. Neyse ki onlar haklı çıktı ve beyaz tek renkli, kupa beyi o forma UEFA Kupası ile beraber müzedeki yerini aldı. Gün görmüş misali kupa görmüş formaları hatırlarken tabii ki en büyük kupa Süper Kupa'yı kazanan formayı da hatırlamamak olmaz. UEFA Kupası'nın sarhoşluğunu üzerimizden atamamışken 3 ay sonra Süper Kupa için Monaco'nun 2. Louis stadının yolunu tuttuk. Rakip İspanya'nın beyaz şeytanları Real Madrid'di. Ve takımımızın üstünde sarı-kırmızı çubuklu forma vardı. Maç sonunda üzerindeki çubuklu forma ve elinde ki Süper Kupa'yla kazındı aklımıza Commandante Hagi.



Siyahtan Bir Duvar

Onları unutmak tabii ki olmazdı. Evet, kaleciler ve onların "modası". Büyük kaleci Lev Yashin simsiyah formayla sahaya çıkmasını forvetleri korkutmak olarak açıklamış. Bizim kalecilerimizin de böyle bir düşüncesi var mıydı bilmiyoruz ama geçmiş dönem kaleci kazaklarımızın çoğunun tek renk siyah olması dikkat çekiyor. Büyük kaptan Turgay Şeren ve 70'lerin unutulmaz kalecisi Yasin Özdenak ilk olarak gözümüze çarpanlar. Ancak 80'li yıllar kaleci kazaklarının da değişime ayak uydurduğu yıllar olmuş. Simoviç'in Neuchatel zaferinde giydiği mavi-gri kazak akıllara kazınanlardan. UEFA ve Süper Kupa'yı kazanan efsane kadronun "çok güzeal" kalecisi Taffarel'in, Parken stadında giydiği tek renk mavi kazakta unutulmazlardan.


İlk Şampiyon Forma

Eller göğüste birleştirilmiş, gözler gururla bakıyor bizlerin sadece filmlerden bildiğimiz o üç ayaklı eski fotoğraf makinesine. Çünkü onlar şampiyon. Onlar 1908-1909 sezonunda şampiyon olan ilk Türk futbol takımı. Ve üzerlerinde sarı-kırmızı parçalı forma var. Forma bugün aşina olduğumuz formalardan daha farklı olarak bir gömleği andırıyor, boyundan başlayıp aşağıya kadar uzanan düğmeler en önemli özellik. Renklerin de daha koyu olduğunu söyleyebiliriz. Hatta kırmızı renk yerine bordo desek yanlış yapmayız. Şortlar beyaz, konçlar ise siyah. Bu forma UEFA Kupası ve Süper Kupa'yı kazanan formalarla beraber Galatasaray tarihinin en önemli üç formasından biri.
__________________
Alayına İsyan
...Ölümüne Aslan...
Emeğe Saygı
bugrahan çevrimdışı   Alıntı ile Cevapla
Old 12-04-2005, 01:55 PM   #7
bugrahan
Daimi Üye
 
bugrahan Kullanıcısının Avatarı
 
Üyelik Tarihi: Sep 2005
Konum: AliSamiYen
Yaş: 33
Mesajlar: 462
Teşekkür Etme: 63
Thanked 48 Times in 21 Posts
Üye No: 31
İtibar Gücü: 1566
Rep Puanı : 2415
Rep Derecesi : bugrahan has a reputation beyond reputebugrahan has a reputation beyond reputebugrahan has a reputation beyond reputebugrahan has a reputation beyond reputebugrahan has a reputation beyond reputebugrahan has a reputation beyond reputebugrahan has a reputation beyond reputebugrahan has a reputation beyond reputebugrahan has a reputation beyond reputebugrahan has a reputation beyond reputebugrahan has a reputation beyond repute
Cinsiyet :
Varsayılan

Gheorghe Hagi
Doğum Tarihi: 5 Şubat 1965
Boyu :1.74
Kilosu:74
Mevki:Orta sahada oynuyor.
Futbol Kariyeri:FC Constanta'da başladığı futbol yaşamına, Sportul Studentesc, Steaua Bükreş, Real Madrid (1990), Brescia Calcio (1992), FC Barcelona (1994) ve Galatasaray'da devam etti.
1990, 1994 ve 1998 Dünya Kupaları'nda, EURO 96'da ve 3 maçta 2 kırmızı kart gördüğü EURO 2000'de forma giydi. 1985-86 sezonunda Sportul'da 31 golle gol kralı oldu.

İŞTE HAYAT HİKAYESİ
İki kere göç etmek zorunda kalan bir Makedon ailesinin çocuğu olarak yoksul bir çocukluk geçirdi. Köyde doğmuş, çamurların içinde, yalınayak, at kılından bir topun peşinde koşarak futbola başlamıştı. Romanya'nın komünist lideri Çavuşesku döneminde yıldız oldu. Ancak o devrildikten sonra yurtdışına çıkabildi. İşte İspanya'da aradığını bulamayan, Galatasaray'la UEFA Kupası'na uzanan Hagi efsanesinin kısa özeti... Gheorghe ve Sultana Hagi'nin oğlu Iancu, yine kendileri gibi göçmen olan Chirata'yla Köstence'de tanıştı ve çiftin dördüncü çocukları 5 Şubat 1965'da dünyaya geldi. Ailenin dördüncü çocuğuna büyükbabasının ve 9 aylıkken ölen ağabeyinin ismi verildi: Ama herkes ailenin yeni bireyine Gheorghe yerine, kısaca Gica diyordu.

İLK TOPU DOMUZUN İDRAR TORBASI
Gica'nın ilk topu, dedesinin kestiği domuzun idrar torbasını yıkayıp temizledikten sonra şişirip kuruttuğu ve torununa hediye ettiği yuvarlak biçimli oyuncaktı. Dört yaşında biraz daha ilerleme kaydetti ve büyükannesi Sultana'nın yaptığı kumaş topun peşinden koşmaya başladı. 6 yaşındayken ise Gica, annesinin kentten getirdiği ilk gerçek topuna sahip oldu. 1975 yılında antrenör Bükössi'nin himayesine giren Gica, yaşı tutmadığı için ilk resmi turnuvası için 1976 yılındaki İzciler Kulüpleri arasında Köstence'de düzenlenen çocuk turnuvasına kadar bekledi.
24 Mart 1978'de ise F.C. Köstence Kulübü'nün 97.515 No'lu kimliğine sahip oldu ve 13 yaşında resmi olarak da futbolcu olmuş oldu.
Gica artık yükselişteydi. Hem kendi takımında, hem de çocuk millilerde mucizeler yaratıyordu. Lisenin yanı sıra futbola da devam eden Gica, lise son sınıfa geldiğinde 1. lig takımları peşine düşmüşlerdi bile.

HAGİ İSMİNİN ANLAMI?
Makedonya tarihinde Hagi ismini sadece Kutsal Dağı ziyaret edenler taşıyordu. Osmanlılar'dan alınan 'Hagi' veya 'Hagiu' sözcüğü, Makedonlar'da övülmesi gereken kişi anlamına gelirdi.
Hagi'nin de atalarından biri Kutsal Dağı ziyaret ettiği için zamanla ailenin adı kaybolmuş, Hagi diye anılır olmuşlardı.

ÇAVUŞESKU AİLESİ VE HAGİ
Hagi, Romanya'da Çavuşesku ailesinin hüküm sürdüğü diktatörlük döneminde yetişti. Önce Üniversite takımı 'Universitatea Craiova' ile sözleşme imzaladı, Craiova Üniversitesi'nin İktisadi Bilimler Fakültesi'ne kaydını yaptırdı; Gençlik Bakanı ve Sportul Studentesc takımının fahri başkanı Çavuşesku'nun küçük oğlu Nicu tarafından istenince yatay geçişle Bükreş İktisadi Bilimler Akademisi'ne geçti. Sonra devreye Steaua Bükreş takımı girdi ve Hagi'yi almak için atağa geçti. Çavuşesku'nun kardeşi General İlie'nin araya girmesiyle Hagi, sivil personel olarak orduya, bir başka deyişle Steaua Bükreş'e transfer edildi ve efsane Steaua Bükreş'te şekillenmeye başladı.

İLK MİLLİ MAÇ, LUCESCU VE İSTANBUL
1983'ün başında Milli takım antrenörü Mircea Lucescu, Hagi'yi kampa çağırdı ve Romanya Milli takımıyla 29 Ocak'ta dostluk maçı için ilk kez İstanbul'a geldi. Yıllar sonra Lucescu'yla İstanbul'da buluşacağını bilmeden maçı yedek kulubesinden izledi.

BARCELONA ONA YARAMADI
Hagi'nin sivil personel olarak orduya yani Steaua Bükreş takımına geçmesinden sonra profesyonel anlamda ikinci durağı Real Madrid oldu. 1990'da demokrasinin de gelişiyle yurt dışından teklifler almaya başlayacağından emindi. Avrupa'nın pek çok dev takımını peşinden koşturan Hagi, sonuçta Real Madrid formasını giyme kararı aldı.
94 sonrası Hagi'ye bu kez Johann Cruyff'un Barcelona'sı talip oldu. Anlaşma yapıldı ama Hagi'nin işi hiç de kolay değildi. Katalan takımında yabancı futbolcu konumunda Stoickov, Romario ve Ronald Koeman'la yarışması gerekecekti. Hagi'nin Barcelona günleri kariyeri açısından pek de iyi geçmedi ve 1996 yılının Mayıs ayında Hagi, Barcelona'daki son maçına çıktı.

YA MEKSİKA, YA TÜRKİYE
Barcelona macerasından sonra bir süre dinlenmek isteyen Hagi, 31 yaşına gelmiş olmasına karşın Avrupa'nın köklü kulüplerinden birinde forma giymekti. Menajeri Becali, Hagi'ye "Meksika'da oynamak ister misin?" diye sorduğunda önce büyük bir hayal kırıklığı yaşadı, daha sonra ise Türkiye'den bir takımın, Galatasaray'ın teklifini kabul etmeye karar verdi ve sarı-kırmızılı takımla 3 yıllık sözleşme imzaladı. VE GALATASARAY YILLARI
Galatasaray takımının Hagi'nin futbol kariyerinde yadsınamayacak bir katkısı var.Hagi de Galatasaray'ın kariyerinin ilerlemesi konusunda önemli adımlar atılmasını sağladı. Galatasaray'da 4 Lig şampiyonluğu, pek çok kupa ve UEFA Kupası şampiyonluğu yaşayan Hagi Türk futboluna çok şey kazandırmıştır.Teşekurler Hagi......
__________________
Alayına İsyan
...Ölümüne Aslan...
Emeğe Saygı
bugrahan çevrimdışı   Alıntı ile Cevapla
Old 12-04-2005, 01:55 PM   #8
bugrahan
Daimi Üye
 
bugrahan Kullanıcısının Avatarı
 
Üyelik Tarihi: Sep 2005
Konum: AliSamiYen
Yaş: 33
Mesajlar: 462
Teşekkür Etme: 63
Thanked 48 Times in 21 Posts
Üye No: 31
İtibar Gücü: 1566
Rep Puanı : 2415
Rep Derecesi : bugrahan has a reputation beyond reputebugrahan has a reputation beyond reputebugrahan has a reputation beyond reputebugrahan has a reputation beyond reputebugrahan has a reputation beyond reputebugrahan has a reputation beyond reputebugrahan has a reputation beyond reputebugrahan has a reputation beyond reputebugrahan has a reputation beyond reputebugrahan has a reputation beyond reputebugrahan has a reputation beyond repute
Cinsiyet :
Varsayılan

WORLD SOCCER DERGİSİNE VERDİĞİ RÖPORTAJ
O "Karpatlar'ın Maradonası", Galatasaray'ın yıldızı, sahaların hırçın futbolcusu... Rumen futbolunun efsanevi yıldızı Hagi, World Soccer Dergisi'nin Nisan sayısında Fatih Terim'den Hakan Şükür'e , İtalya ve İspanya macerasından futbolu bıraktıktan sonra ne yapacağına kadar bir çok soruya açıklık getirdi.
Kötü veya değil. Fakat yaşım bana başka bir seçenek tanımıyor. Artık futbol oynamadan geçen bir hayata alışmam gerekiyor. Belli ki bu benim için zor olacak, fakat diğer taraftan hala 90 dakika oynayabiliyorken futbolu bırakmanın benim için daha iyi olacağı kanaatindeyim. Doğrusu yedek kulübesinde oturup, taraftarları utandırmak istemiyorum.

Aşırı yorgunluk hissediyor musun?
23-24 yaşındaki oyuncular bile maçtaki tempe nedeniyle oyundan Düşüyorsa, ben 36 yaşındayken farklı olarak ne hissedebilirim ki?

Galatasaray, Şampiyonlar Ligi'nde nereye kadar gidebilir?
Eğer gruptan çıkarsak finalde San Siro'daki yerimizi alırız. Bundan kesinlikle kuşkum yok. Formumuzun zirvesindeyiz, harika bir kondisyonumuz var ve çok iyi top oynuyoruz.

Gerçekten final oynayacağınıza inanıyor musun?
Geçen yıl Milan'ı kupalardan eledik. Bu yıl ise onların sahasında final oynayacağız. Bu bizim kaderimiz. Herşey önceden belirlenmiş
Bu yılki Galatasaray daha uyumlu gibi gözüküyor. Peki bu durum Fatih Terim zamanında nasıldı?
Konu Fatih Terim faktörü değildi. Asıl faktör, kimse bizim kim olduğumuzu ve nasıl oynadığımızı bilmiyordu, oynadığımız futbolla herkesi şaşırttık. Fakat artık, diğer takımlar bizi inceliyorlar, bizden korkuyorlar ve oyun tarzımıza karşı taktik geliştiriyorlar. Fakat artık değiştik ve oyun içindeki bütün olasılıkları göz önünde bulunduruyoruz, çünkü yüksek seviyede oynadığımız bir çok maç bize çok değerli tecrübeler kazandırdı.
Terim'in Türkiye'deki durumu nedir?
Burada Türkiye'de, Terim'e harika bir adam gözüyle bakılır. Hepimiz onun hayranıyız. 5 ay içinde Fiorentina'da olağanüstü bir başarı gösterdi. O gerçekten de olağandışı bir insan. Her takımda teknik direktörlük yapabilir.

Birçok gencin idolüsün. Peki gençliğinde örnek aldığınız kişi kimdi?
Çocukken, çok fazla uluslararası maç izleme şansı bulamıyorduk. Fakat daha sonra Johan Cruyff'un en iyi oyuncu olduğunun farkına vardım. 1994 yılında Barcelona'ya gittiğimde Cruyff, Barcelona'nın teknik direktörlüğünü yapıyordu. Ben de bu yüzden oraya gittim zaten. Gerçekten de muhteşemdi, her zaman takıma girme şansı bulamasam bile. Cruyff'la çalışmak gücümü yerine gatirdi. O inanılmazdı, onun kadar iyisi yok gerçekten. Küçükken beni etkileyen Rumen oyuncu ise Anghel Iordanescu'ydu. Yaratıcı ve üstelik de solaktı. Daha sonra ise Steaua'da ve milli takımda koçluğumu yaptı. Bunlar benim için anlatılamayacak duygular.

1990 yılında Romanya'dan ayrıldın ve böylece bütün yıldız oyuncuları görme şansını yakaladın. Özel olarak kim seni etkiledi?
25 yaşında sadece kendinizi model alır ve sadece kendi oyununuzu geliştirmeye çalışırsınız
Geçen 20 yıllık süreç içersinde futbolda hoşlanmadığın birşey var mı?
Günümüzde, sadece hızlı koşuyorsan veya fiziksel olarak güçlü olduğunuzda iyi olarak değerlendiriliyorsun. Peki ya bireysel yetenek? Bence artık yavaş yavaş futbolun temeli olan bireysel yeteneklerin de ön plana çıkmasına izin verilmeye başlandı, bir bakıma geri dönüş yaşanıyor yani... Bence İtalya, futbol organizasyonu ve servis açısından hala en iyi model. Kimse maça İtalyanlar'ın hazırlandığı gibi hazırlanmıyor. Belki sonuç bir kaç yıl öncesinden çok farklı olmayabilir. Futbolda kazanır veya kaybedersin; fakat inanın bütün dünya İtalyan futboluna gıpta ile bakıyor. Bu iyi bir durum çünkü herkes dikkatini yoğunlaştırıyor ve İtalyan futbolundan birşeyler öğrenmek istiyor.
Galatasaray'a dönelim. Sence hangisi daha iyi: Jardel mi, Hakan Şükür mü?
Çok hassas bir soru. Jardel, Hakan, gol atan oyuncular. Fakat her oyuncunun bir başkasından daha iyi olduğu zamanları vardır. Jardel, Galatasaray'da sürekli gol atıyor, fakat İnter'in eski koçu Lippi, Jardel'i fazla hareketli olmadığı için istemedi. Bununla birlikta Lippi, sürekli hareket halinde olan fakat Jardel kadar gol atamayan Hakan'ı aldı. Hakan, çok önemli anlarda gol atıyor fakat devamlı olarak ilk 11'de başlayamıyor. Süreklilik bir forvet için hayati önem taşıyor. Eğer Hakan sürekliliği sağlarsa, onun Galatasaray'dayken attığı gollerin aynısını İnter'de de görebilirsiniz.

Neden hiç Avrupa'da yılın futbolcusu seçilmedin?
Çünkü Romanya'da doğdum.

Bu gerçekten de önemli bir nokta mı?
Yeterince önemli. 25 yaşındayken büyük bir kulüp olan Steaua Bükreş'te oynuyordum. Zamanın en büyük Avrupa kulübünde. Fakat gerçek olan şu ki bir Romanya kulübüydü ve bu da benim aleyhime oldu.
Vatandaşın Adrian Mutu 1.7 milyon sterline İnter'e transfer olurken, Ukraynalı Shevchenko 15 milyon sterline Milan'a, Yugoslav Mateja Kezman ise 10 milyon sterline PSV'ye transfer oldu. Aradaki bu farkı neye bağlıyorsun?
Çünkü Steaua artık büyük kulüp değil. İnsanlar Romanya'ya geliyor ve oyuncuyu sadece bir kez izliyorlar ve oyuncunun gerçek özelliklerini göremiyorlar. Böylece futbolcuyu geleceği parlak bir oyuncu olarak veya risk alarak transfer ediyorlar ve bu çeşit oyuncular oldukça düşük ücretlerle transfer oluyorlar. Shevchenko ve diğer Dinamo Kiev oyuncuları Şampiyonlar Ligi'nde oynadı, bu da onların nasıl birer oyuncu olduklarını ve gelecekteki değerlerini anlamayı kolaylaştırdı. Eğer Steaua'nın yıldızı Avrupa'da tekrar parlasaydı, Rumen oyuncularının fiyatı da tekrar yükselirdi.

Bu sence mümkün mü?
Bu tamamiyle Romanya'daki kulüp başkanlarının planlarına bağlı.

Milli takımda artık oynamak istemediğini söylemen gerçekten de kötü bir haberdi.
17 yıl Romanya formasını giydikten sonra "Artık yeter" deme hakkını kazandım. Artık her 3 günde bir 90 dakika forma giyemiyorum ve daha azı da beni tatmin etmiyor. İnsanlar sahada 'harika bir Hagi' görmeye alışmışlardı, kesinlikle böyle bir imajı bozmak istemezdim.

Halefini bulmaya çalışıyorlar. Sence bu kim olabilir?
Çok sayıda yetenekli genç var ama herhangi bir isim veremem çünkü bu onların kendilerini büyük görmelerine neden olabilir

Devam et bize bir isim ver?
Peki, Alin Stoica.

Hagi olmak için neler yapmak lazım?
Sabırlı, inatçı olmalı, size inanan bir takım bulmalısınız; böylece düzenli olarak takımda yer alma şansını yakalarsınız. Bu da gelişmenizi ve takımın önemli oyuncularından biri olmanızı sağlar. Benim için Steaua'da oynamak büyük bir şanstı, çünkü harika kulüp ve harika bir takım.
Biraz da Türk futbolundan konuşalım. Şu anda transferlerde çılgın rakamlar ödeniyor
Evet, fakat aynı şeyleri İtalya ve İspanya'da da görebilirsiniz. İnanıyorum ki David Beckham'la astronomik bile ücret ödeyerek bile olsa, bir kontrat imzalamak çok da kötü bir fikir değil. Türkiye'de de bazı oyuncular için 'normal' diyebileceğimiz rakamlar ödeniyor.

Yıldız oyunculara Türkiye'ye gelmelerini önerir miydin?
Olmaması için hiçbir sebep göremiyorum. Türkiye birçok konuda ilerleme kaydetti. 5 yıl önce Türkiye'ye geldiğimde herşey çok farklıydı. Bugün ise kulüpler çok daha iyi organise olmuş durumda.

Türk futboluna en büyük etkiyi kim yaptı?
Hiç şüphesiz Almanlar. İlk yabancı oyuncu ve teknik adamlar Almanya'dan gelmiş

20 yıllık futbol yaşantından sonra hiç pişmanlık duyduğun oldu mu?
Hiç olmadı. Üzüntülerden söz edebiliriz ama pişmanlıktan asla.

1990 yılında Real Madrid'le anlaştığında bile mi?
Hayır, çünkü o zaman Real doğru seçimdi, diğer takımlardan bir çok teklif olmasına rağmen.

Seni en çok üzen şey neydi?
İtalya'da büyük bir kulüpte oynayamamak. Milan gibi pek çok kulüpten teklif almıştım...

24 Nisan'da jübile maçın var. Karpatlar'ın Maradona'sı olarak çağrılıyorsun. Fakat gerçek Maradona'yı davet etmediğin söyleniyor
Henüz hiçbir şeye karar vermedim.

Futbolu bıraktıktan sonra ne yapmayı planlıyorsun?
Teknik direktör olmayı...

Özellikle bir yer var mı?
Hayır. Bu konuyu düşünmedim. O zaman beni kim ister bilemiyorum.

Altyapıda antrenörlüğe başlamak ister miydin?
Hayır. İnanıyorumki bir kere belirli bir seviyeye ulaştığın zaman onun altına inmemelisin.
__________________
Alayına İsyan
...Ölümüne Aslan...
Emeğe Saygı
bugrahan çevrimdışı   Alıntı ile Cevapla
Old 12-04-2005, 01:56 PM   #9
bugrahan
Daimi Üye
 
bugrahan Kullanıcısının Avatarı
 
Üyelik Tarihi: Sep 2005
Konum: AliSamiYen
Yaş: 33
Mesajlar: 462
Teşekkür Etme: 63
Thanked 48 Times in 21 Posts
Üye No: 31
İtibar Gücü: 1566
Rep Puanı : 2415
Rep Derecesi : bugrahan has a reputation beyond reputebugrahan has a reputation beyond reputebugrahan has a reputation beyond reputebugrahan has a reputation beyond reputebugrahan has a reputation beyond reputebugrahan has a reputation beyond reputebugrahan has a reputation beyond reputebugrahan has a reputation beyond reputebugrahan has a reputation beyond reputebugrahan has a reputation beyond reputebugrahan has a reputation beyond repute
Cinsiyet :
Varsayılan

Basından
BASINDA HAGİ İLE ÇIKAN İLGİNÇ YAZILAR
GÖZÜ TEKNİK DİREKTÖRLÜKTE (France Football)
Hagi için de ''Romanya futbolunun rekortmeni Hagi, 117 milli maça rağmen çok mütevazi'' değerlendirmesini yapan France Football, Hagi'nin gönlünde teknik direktörlük yattığını yazdı. Hagi'nin milli takımda çalışırsa Popescu ile birlikte görev yapabileceğine değinen dergi, ''Hagi Fransa 98 sonrası futbolu bırakma kararı almıştı, ancak G.Saray'da yaşadığı 3 şampiyonluk sonrası Romanya taraftarının da baskısına dayanamadı. Popescu ile uzun vadeli projeleri var. 2 süper profesyonel, yıllardır, hasta, satılmış, dengesiz, şiddetin hüküm sürdüğü Rumen futbolundan çok çektiler. İkisinin de kredisi çok büyük'' değerlendirmesini yaptı.
''Ben futbolun şeytanıyım. Maç kazanmak için inançlı, hırslı, rakibine, arkadaşına kızan futbolcuyum'' diyor .

İLGİNÇ ENSTANTANELER
HAGİ'SİZ CİMBOM'UN TADI YOK
Galatasaray'da dün Hagi'nin yokluğu 90 dakika boyunca hissedildi. Sarı kırmızılılar beklenmedik derecede kötü oynadılar. Bunda takım içindeki ''ağabey'' Hagi'nin yokluğu önemli bir etkendi. İşte Hagi'siz Cimbom'un aksayan yönleri:
Hagi yoksa biz de yokuz
Adapazarı'nda maç öncesi ilginç bir gelişme yaşandı. Sakaryaspor- Galatasaray maçı için çevre il ve ilçelerden gelen Galatasaraylı taraftarlar, Hagi'nin kadroya alınmadığını öğrenince stata girmediler.
Bazı sarı kırmızılı taraftarlar, ''Galatasaray bu turu geçer. Bizim için önemli olan futbol ilahı Hagi'yi çıplak gözle seyredebilmek. O yoksa maça girmenin de anlamı yok'' dediler ve bilet almadılar.


MAÇ İÇİNDE KONUŞMASI
BİR GOLÜN HİKAYESİ
Hagi ile Sergen, yan yana oynadıkları ilk maçta mükemmel bir uyum sergiledi. Serbest atıştan kazanılan gol, bu ikilinin ne kadar iyi anlaştığının kanıtıydı.
Yanıma gel, acele etme
Oyunun 25. dakikasıydı. G.Saray bir serbest atış kazandı. Topun başında iki usta ayak; Hagi ile Sergen yan yanaydı. İşte, golle sonuçlanacak bu pozisyon öncesi iki futbolcu arasında geçen diyalog.... Hagi: ''Sergen, buraya gel, hiç acele etme. Ben şimdi topu sana yuvarlayacağım. Sen, topa basacak ve geri kaçacaksın. Tamam mı, anlaştık mı?''


HAGİ İÇİN ŞARKI BESTELENDİ
63 yıldır yenemedikleri Macaristan maçında son kez Romanya Milli Takımı formasını giyen G.Saray'ın yıldızı için Çavuşesku'nun şairi Paunescu şarkı besteledi.
EN İYİSİ İÇİN
Yuva sevgisi, halk sevgisi
Yerinde durmana izin vermiyor
Sen kötüleri unut
Evine dön, halkına hizmet ver
***
Oynamamak kararının sebepleri
Her ne kadar felaket ve tepki olsa da
Ülkemizin ve kendi iyiliğin için
En iyisi olmak senin görevindir
***
Her ne kadar hayaller
Bu yola çağırdıysa
Yalnız yaşayamazsın
Gidecek başka yerin olmayınca
***
Şimdi kırmızı, sarı, mavi bayrağımız
Asker olarak sana ihtiyacı var
Annenin ve babanın anıları için
Geri dön ve savaşa tekrar gir
***
Siz Makedonların
Ne kadar iyi Rumen olduğunu
Bir daha göster bize
Dönüşünün mutluluğunu tadalım seninle
TAKIM ARKADAŞININ DEĞERLENDİRMESİ
Emre: Hagi hakem gibi
Tepkisi dinmiyor İstanbulspor'un genç futbolcusu Emre Aşık, G.Saraylı Hagi'ye ateş püskürüyor. Hafta sonu oynanan maçta G.Saray'ın Rumen oyuncusunun kendisine yaptığı kasıtlı harekete tepkisini sürdüren Emre, Hagi'nin saha içindeki tavırlarını değerlendirirken, ''Sahada hakem gibi, herşeye müdahale ediyor'' dedi.
Güvendiği birşey var! Hafta sonunda yapılan karşılaşmada, skor 0-0'ken ceza alanı içinde kendisine dirsek atan Hagi'nin saha içinde çok cesur ve rahat davrandığını kaydeden Emre, ''Hagi bunu daha önceki maçlarda da yaptı. Güvendiği birşeyler var ki, yaptığı hareketten dolayı atılmayacağını biliyor'' dedi.


EMREYİ AFFETMEYECEĞİM
İstanbulspor maçında Emre'ye dirsek attığı için önce tedbirsiz, ardından da tedbirli olarak ceza kuruluna sevk edilen Hagi suskunluğunu bozdu. 3.5 yıldır Türkiye'de futbol oynadığını hatırlatan Hagi, ''Saha içinde böylesine küfür eden bir futbolcuyu ilk kez gördüm. Ölmüş anneme küfür eden Emre'yi hiç affetmeyeceğim'' dedi.


MARADONA
Maradona,G.Saray'ın yıldızı için, ''Eline bir daha böyle fırsat geçmez'' diyen ünlü futbolcu, Hagi için de ''Ününü duydum. O yaşına rağmen hala oynuyorsa gerçek bir profesyoneldir. Ben bunu yapamadım'' dedi.
__________________
Alayına İsyan
...Ölümüne Aslan...
Emeğe Saygı
bugrahan çevrimdışı   Alıntı ile Cevapla
Old 12-06-2005, 08:28 PM   #10
Heinz_8
Yeni Üye
 
Heinz_8 Kullanıcısının Avatarı
 
Üyelik Tarihi: Sep 2005
Yaş: 37
Mesajlar: 48
Teşekkür Etme: 4
Thanked 16 Times in 1 Post
Üye No: 34
İtibar Gücü: 1467
Rep Puanı : 810
Rep Derecesi : Heinz_8 is a jewel in the roughHeinz_8 is a jewel in the roughHeinz_8 is a jewel in the roughHeinz_8 is a jewel in the roughHeinz_8 is a jewel in the roughHeinz_8 is a jewel in the roughHeinz_8 is a jewel in the rough
Cinsiyet :
Varsayılan

ellerine saglik cok güzel ..
Heinz_8 çevrimdışı   Alıntı ile Cevapla
CevaplaCevapla


Konuyu Görüntüleyen Aktif Kullanıcılar: 1 (0 üye ve 1 misafir)
 

Yayınlama Kuralları
Yeni konu açamazsınız
Cevap gönderemezsiniz
Eklenti ekleyemezsiniz
Mesajlarınızı düzenleyemezsiniz

Kodlama is Açık
Smilies are Açık
[IMG] code is Açık
HTML code is Kapalı


Benzer Konular
Konu Konuyu Başlatan Forum Cevaplar Son Mesaj
Kara kurbağalarıyle ilgili efsaneler: F@sTaLaFisT@ Eskiler (Arşiv) 0 01-15-2008 06:46 PM
Efsaneler bilimsel çıktı!.. sentaur Eskiler (Arşiv) 7 10-11-2006 09:26 PM
80 level efsaneler CaKaLBoT Eskiler (Arşiv) 6 09-21-2006 03:43 PM
En Büyük Kim?/Efsaneler Bostandere Eskiler (Arşiv) 6 08-29-2006 12:19 PM
Tansiyon düsüren efsaneler. charlie Eskiler (Arşiv) 1 02-21-2006 03:46 AM

Forum saati GMT +3 olarak ayarlanmıştır. Şu an saat: 05:12 AM

Yazılım: vBulletin® - Sürüm: 3.8.11   Copyright ©2000 - 2025, vBulletin Solutions, Inc.