![]() |
![]() |
#1 |
ÇaKaL Üye
![]() Üyelik Tarihi: Sep 2007
Konum: istanbul
Yaş: 43
Mesajlar: 1,020
Teşekkür Etme: 14 Thanked 35 Times in 30 Posts
Üye No: 44374
İtibar Gücü: 1523
Rep Puanı : 1562
Rep Derecesi :
![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Cinsiyet : Erkek
|
![]() “… Yeni ülkeler bulamayacaksın, bulamayacaksın yeni denizler. Hep peşinde, durmadan izleyecek seni kent…”
Kavafis haklı sanırım. “Çemberin” ne tam içindeyiz, ne tam dışında. Nere gitsek, ne yapsak bir yanımız hep Türkiye. Hep peşimizde, hep yanıbaşımızda. Hel şu son dönemde Avrupa Birliği tartışmaları yeniden alevlendi ya, tüm sohbetlerin konusu Türkiye olmaya başladı. Hollandılar çok da umursamıyor AB’yi, politik gelişmeleri filan. Ama serde Türklük ve gazeticilik var ya, bir yolunu bulup araya sıkıştırıveriyorum; “Ne olacak bu Türkiye’nin hali?” sorusunu… Laf aramızda pek içacı değil yanıtlar. Hollandalısı, Alman’ı, Belçikalısı yani Avrupalıların büyük bölümü Türkiye’nin üyeliği konusunda olumsuz görüşe sahip. Türkiye’yi tanımıyorlar. “Türkiye” olarak bildikleri, sıkma başlı, bıyıklı; yakın zamana kadar küvette kurban kesen, uçaklar dolusu tarhana, kurutulmuş sebze ile tatilden dönen ve 30 yıl önce nasıl gelmişlerse Avrupa’da hala öyle yaşayan “Türk komşuları” ile sınırlı. Türkiye’den son dönüşümde uçakta yanımda oturan Hollandalı öğretmen şaşkındı. “Türkiye’deki insanlar, Hollanda’da yaşayanlara göre daha mordern ve farklı” demişti. Sözün kısası, Türkiye buralardan bakınca farklı görünüyor. Hele şu “zina” tartışmalarından sonra “Fesli, kar açarşaflı Türkiye” görüntüsü yeniden belleklerde canlanmaya başladı. Bizim “muhterem yöneticilerimizin” sürekli “palavralarla, Türk’ün Türk’e propagandaları” ile halkı nasıl uyuttuğu burdan daha net göruluyor. Avrupalı Türkiye’yi hep kötü yönleriyle tanımış. Bizdeki “iyi şeyleri” anlatamamışız, tanıtamamışız hiç bir zaman. Geçen hafta sonu Antwerpen’da dolaşırken buna bir kez daha tanık olduk, Antwerpen, Belçika’nın Brüksel’den sonraki en büyük kenti, dünyanın "Elmas merkezi" olarak da biliniyor. Güney Afrika’da çıkarılan elmaslar Antwerpen’da işlenip dağılıyor dünyaya. Tarihi istasyon binasının bulunduğu meydanda dolaşırken, elektronik eşya konusunda "igneden ipliğe" her şeyin satıldığı bir mağazaya girdik. Film ve müzik cd’lerinin bulunduğu standları dolaştık. Müzik cd’leri kategorilerine göre ayrılmış. Klasik, Rock, Blues, Avrupa müzikleri, dünya müzikleri... Çeşit çeşit yüzlerce albüm. Kimer yok ki, Yunanlı Mikis Teodorakis’ten, Kübalı İbrahim Ferrer’e kadar dünyanın tüm ünlü müzisyenlerini görmek olanaklı. Merak ettik, acaba bizden birileri var mı diye. Nafile... Onca standa arasında dolaştık ne Ruhi Su’ya rastladık, ne Neşet Ertaş’a. Maria Callas’ın dizi dizi cd’leri arasında Leyla Gencer’i de görür müyüz diye boşuna çabaladık. Neyin büyülü sesine başka hünerler katan Ergüner kardeşler de yoktu. Okay Temiz de Burhan Öçal da. Belki “salakça” gelecek ama, bu “araştırma” işine fena taktım ve Hollanda’ya dönünce de sürdürdüm. Hollanda’nın “üniversite kenti” Utrecht’te bir kitap fuarına gittik. Sıra sıra binlerce kitap. Dünya klasikleri, Fransız, İngiliz, Alman, Rus yüzlerce yazarın kitabını bulmak olası. Ama bir Nazım Hikmet’i, Yaşar Kemal’i, bir Orhan Pamuk’u ara ki bulasın. “Burda kesin bir şeyler buluruz” diyerek metrelerce uzayan tarih kitapları bölümüne göz attık. Maya’lardan, eski Mısır’a, Yunan mitolojisinden, eski Çin’e kadar her kültürden yüzlerce kitap. Ama ne Osmanlı, ne Selçuklu ne Göktürkler hiçbirinin esamesi okunmuyor. Den Bosch’da, Amsterdam’da, Rotterdam’da gördüğümüz tüm kitabevlerine müzik marketlerine girdik. Fas’tan İsrail’e, Mısır’dan Japonya’ya tüm danya müziklerinin yer aldığı standlarda ne Türk müziğine rastladık, ne de kitabevlerinde Türk yazarlarına. “Araştırmayı” iyice abartıp, turizm kataloglarına kadar iz sürdük. Yok. Yok. Yok! “Turizm cenneti Türkiye” ile ilgi ne broşür, ne kitap hiç bir şeye rastlayamadık.. “Yahi hiç olmazsa eş – dost firmalarına kıyak olsun diye her yıl milyarlar ödenip bastırılan broşürlerden, kitaplardan bir kaç tane gönderseydiniz buralara” demeden edemedik. Tamam belki, bir dönem TV’lerde “suç unsuru” diye kitap sergileyen, yazarına, aydınına etmedik işkence, çektirmedik cefa bırakmayan bir ülkeden, yazarını, müzisyenini dışarda tanıtmasını beklemek fazla iyimserlik olur. Ama Avrupa’ya gönderdiği kendi insanına da hiç sahip çıkmamış devlet. “Din tüccarı” tarikatların, yobazların, hokkabazların eline bırakmış insanını. “Türkiye’nin AB üyeliği” denince Avrupalılar’ın aklına ilk gelen bu insanların görüntüleri oluyor. Bu durumda da “AB ile müzakere masasına ha oturduk, ha oturuyoruz” palavralarına pek inananası gelmiyor insanın. Türkiye’nin AB İlerleme Raporu 6 Ekim’de açıklanacak. O zamana kadar bir “mucize” olur mu bilemem, ama bildiğim bir şey var, o da AB standartlarını yakalamak için daha çoook fırın ekmek yememiz gerektiği… |
![]() |
![]() |
![]() ![]() |
Konuyu Görüntüleyen Aktif Kullanıcılar: 1 (0 üye ve 1 misafir) | |
|
|